keşke beni birazcık da olsa sevseydin be baba. birazcık bak çok da değil. ne bileyim bir öpseydin sarılsaydın en azından her seni sinirlendirdiğimde burnumla ağzımın tam ortasına yapıştırdığın tokatlar, bana bir şeyleri anlatırken bağırmaktan beni kekeme yaptığın zamanlar yerine. zamanında sevmediğin çocuğun da şimdi kendisini sevemiyor biliyor musun? öz saygısı da, şevkati de yok sayende. çevresindekileri de benimseyemiyor üstelik. senin kendini aklamak için başvurduğun o yalanlara ben de kendimi korumak ve insanlara kendimi sevdirmek için, senin sebep olduğun sevgisiz çocuğu gizlemek için başvurur oldum hem de. teşekkür ederim ama yine de. iyi bir baba olmadın evet ama nasıl bir ebeveyn olunmaz çok iyi öğrettin bana. nasıl bir baba olmam gerek, evladıma nasıl davranmalıyım biliyorum sayende. eğer bir gün olur da ebeveynliği tecrübe edersem de söz veriyorum sana ne yaptıysan tersini yapacağım evladımı yetiştirken. çok seveceğim onu, korumak için ne gerekiyorsa yapacağım gerekiyorsa kendimden bile. sevginin ne olduğunu bilen, kendi ayakları üzerinde duran ve çevresine karşı dürüst, herkese ama en başta da kendisine olmak üzere sevgi dolu bir çocuk olacak benim oğlum ya da kızım. benzemeyeceğim sana ben.
küçücük ve daha mantık yetisi tam oturmamış bir insandan bu kadar nefret etmek hiç normal gelmiyor bana. ciddi ciddi terapiye ihtiyacı var bazı kişilerin. madem çok abartılı ve hoşa gitmeyen, sınırların aşıldığı durumlar var ebeveynine tepki verin ya da çözüm üretebilecek biriyle konuşun.
geçiştirememesindendir. karşısındakini salak yerine koymaya bayılıyor bazıları, kendisinin ne mal olduğunu ve vasatlığını anlayacak biri çıktığında da kaçıyorlar topuklarını bir taraflarına vura vura. kendileri gibilere layıklar aynı. salak yerine koymak, bir güzel oyuncak etmek lazım bunları da.
loreal paris sunkiss diye bir saç açıcı çıkmıştı bir ara, taa 8-9 yıl önce. şimdi iyice ünlenmiş influencerlar reklamını yapıyordu şöyle güzel açıyor böyle güzel kokutuyor hiç de yıpratmıyor diye ve o dönem doğal bir şekilde açılmış saçlar, güneş öpücüğü gibi ombreler çok modaydı. onunla saçlarımı açayım demiştim ama benim kızıl tarçına kaçık kumral saçlarımı sarartmak yerine tupturuncu yapmıştı. sonra da yanık cırtlak bir sarı oldu o renk ama o kadar yıpranmıştı ki pişmaniye gibi olmuştu saçlarım, yürüyen bir mısır püskülü gibi geziyordum. yakın arladaşım da çarşıda görünce “neon sarısı bir şey bana doğru geliyor bir baktım senmişsin naptın saçlarına orta yaşlı roman kadınları gibi.” demişti. çok gülmüştük, hala da aklımıza geldikçe geçeriz o zamanların ve yanık çiğ sarı saçlarımın dalgasını eheheheh.
ben yaşlanmaktan çok korkuyorum. cildimin kırışmasından, lekelenmekten, göz altlarımın çökmesinden ve artık hayatımın belli bir kısmını geride bıraktığımı zamanı geldiğinde aynada bana söyleyecek olan yer çekimine yenik düşmüş olacak olan yüzümden. her gün deli gibi yüzümü temizliyorum, serumlar kullanıyorum ve evde olsam bile tazelyerek güneş kremi kullanıyorum. belki geciktirebilirim bir nebze de olsa yaşlanmayı ama geciktirmek istediğim şey fiziksel olarak yaşlanmak değil de hayata geç kalmışlık hissini bastırmak ve mümkün olduğunca görmezden gelmek aslında. bunu da kendime o kadar zor itiraf ettim ki buraya bile çekinerek yazıyorum. çok mutlu bir insan olmadım hiç hayatımda. mutsuzluğa sürüklenmeye ve kendimi insanlarla kıyaslamaya çok meyilliyim, çoğu zaman da mecalim olmuyor kendim için bir şeyler yapmaya. yaşıtlarıma bakıyorum o kadar ama o kadar mutlu gözüküyorlar ki. tamam belki onların da dört dörtlük değil hayatları ama inançları var. bir şeyler için çabalıyorlar, istedikleri uğruna kendilerinden fedakarlık yapıyorlar ve bundan hiç mi hiç gocunmuyorlar. güzel dostlukları var :) fotoğraf çekiliyorlar, kahve içmeye çıkıyorlar. beraber zaman geçiriyorlar ve ve hayatın bir dönemlerini paylaşıyorlar belki de ileriki yıllara da bu iletişimlerini de birbirlerine olan güzel katkılarını da taşımak için. bense oturmuş mutsuzluğumu kendimden çıkarmaya devam ediyorum. çoğu zaman da etrafımdakileri suçluyorum, kendimle yüzleşmek o kadar zor geliyor ki. hepsi hayatlarını ya eline aldı ya da kurma aşamasındalar. bazılarının güzel bir işi ve kazançları olacak. kimileri kendilerini maddi olarak yükseltme aşamasında. ilişkileri olanlar var ve nişanlanmayı, evlenmeyi düşünüyorlar. kimi yüzük bile taktı. onlara bakıp da başarmak için çok geç kaldığım şeyleri ve kendim için çaba göstermeyişimi bedensel sağlığımı mümkün olduğunca korumaya çabalayarak, kendime iyi bakarak telafi etmeye çalışıyorum ama artık patlak vermeye başladı bu durum. 5-6 yıl sonra bedensel olarak belki iyi görünsem bile mutlu olmayacağım. hiç olmayacağım hem de. dışım ne kadar parlak gözükürse gözüksün içimdeki çürük kokusu dışarı taşacak çünkü biliyorum. gençlik takıntımın altında kendime hala geç kaldığımı düşündüğüm şeyler için zaman yaratmak istemem ve “bu yaşına gelmiş ama hiçbir şey başaramamış.” demelerinden korkmam yatıyor. kaçırdığım fırsatları, zamanında yapmadıklarımı, hatalı davranışlarımı, problematik biri olduğumu ve mutsuzluğumu gizleyemiyor işin ironik tarafı asla bu bakım ve fiziksel olarak bedenimi koruma hali. napacağımı hiç bilmiyorum. aklımdaki düşünceler o kadar olumsuz ve çirkin ki bu çirkinlik bedenime de yansıyacak diye ödüm kopuyor, insanlar anlayacak dışımdan da içimin ne kadar pis olduğunu artık diye. ben kendimi sevmek istiyorum, gülmek eğlenmek, yaşıtlarımın yaptıkları gibi kendim için; geleceğim ve hayatım için çabalamak istiyorum ama yapamıyorum bunu. saçmalıyorum ama olmuyor ya. bir yığın şey yazdım buraya da ama kafayı yemek istemiyorum. kendimi güzel bulmak istiyorum başkaları gibi. güzel olduğuma inanmak ve sevilmeye değer olduğumu gerçekten görmek istiyorum.
canım çok acıyor sözlük. çok acıyor. ben ölecek gibi hissediyorum. allah’ım eğer duyuyorsan bu içimdeki konuşmayı, okuyorsan aklımdakileri lütfen yardım et bana. çıkar beni aydınlığa. götür başkaları gibi mutluluğa, yardım et bana ne olursun ben kafayı yemeden; hayatı boyunca mutsuzluğa mahkum bir insan olmadan.
annemin, halılarımızı yıkamak için arkadaşından ödünç aldığı bilmem kaç metrelik bahçe hortumunu kulağımda kulaklıklar diğer elimde de evin çöpüyle sözde sahibine geri götürürken çöple birlikte konteynere şutlamam. sonra da mahalledeki tüm konteynerlere bakıp acaba hangisine attım diye bir saat boyunca aramam.
doğada kedilerin en savunmasız olduğu an tuvaletlerini yaptıkları andır. en ufak bir çıtırtıda ya yapmayı ya da yaptıktan sonra gömmeyi bırakırlar ve uzaklaşırlar oradan. evcil olan ve bizim çocuğumuz muamalesini yaptıklarımızsa; cins tekir hepsi dahil, yırtıcı atalarından aldıkları bu içgüdüyü hala korudukları ve sizin onları sahiplenip benimsediğiniz kadar onlar da sizi benimseyip önemsedikleri için, olası bir tehlikeyle karşılacağınız düşüncesi ile bekliyorlar yanınızda aslında. bu bilgiyi öğrendiğimden ve geceleri tuvalete gittiğimde kedimin kapının arkasından ben çıkana kadar miyavlamasının sebebini anladığımdan beri duygusal bir topum :(
kelebek yeniden doğuşu, bir şeyin sonlanmasının ardından yeni bir başlangıcı, yenilenmeyi ve biyolojide de olduğu gibi metamorfozu yani dönüşümü simgeler. artık eskort damgası yapıştırılmasına ve bununla özdeşleştirilmesine rağmen güçlü kadınlar da yaptırabilir bu dövmeyi. zor bir çocukluk ya da gençlik yılları geçirmiş, çeşitli engellerle karşılaştıktan ve tükendikten ya da bambaşka biri olmak isteyerek sonunda kendilerini de içinde bulunduğu koşulları da değiştirmiş ve bir nevi başka birisi olmuş, dönüşüm gerçekleştirmiş o kadar çok kadın yaptırtıyor ki bu dövmeyi şaşarsınız. genelde de iyi işçiliği olan dövmeciler tarafından boynun yanına, köprücük kemiğine, kola ya da özellikle de sol omzun arkasına yapılan minimal ve ayrıntılı olduğu kadar gerçekçi de işlemeleri olan, kaliteli boyayla yapılmış olanları çok güzel oluyor hele ki. bu tarz anlamlara da sahipken gördüğünüz her kadına eskort damgası yapıştırmaya ya da ‘kirli çıkı’ benzetmesi yapmaktan vazgeçin. içinizdeki bastırılmış ahlaksızlığı ve açığa çıkarılamayan duygulardan ötürü olan öfkeyi, yobazlığı çağrıştırıyorsunuz insanlara daha çok. bu da eskortluktan çok daha büyük bir sorun.
şöhret değil aslında; daha iki kelimeyi bir araya getiremeyen, söylediği her cümleyi yutan, programına çağırdığı konuklara onların farklı yönlerini ve bilinmeyen taraflarını açığa çıkarabilecek sorular sorma kapasitesini kendisinde taşımayan sığ ve basit bir kadın kendisi. kitlesi de aynı onun gibi düşünmekten yoksun ve yüzeysel sohbetlere alışkın demek ki. aynı kendisi gibi insanları da kendini maruz bıraktırdığı için bir şeyler başarıyor algısı oluşturmaya çalışıyor insanlarda. yerseniz.
karşındakinin sen ne söylersen söyle, ne kadar dil dökersen dök, nasıl anlatmaya çalışırsan çalış seni anlamayacak olmasıdır. ona karşı yaptığın empatiyi ondan alamamak, ne kadar gördüysen bir o kadar görülmemek; bakılmaktır sadece.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.