ziyaver şencan yazar profili

ziyaver şencan kapak fotoğrafı
ziyaver şencan profil fotoğrafı
rozet
karma: 234 tanım: 5 başlık: 3 takipçi: 2

son tanımları


mehmet ali türkmen

türkiye toplumsal formasyonunun önemli grafik sanatçılarından olan mehmet ali türkmen'i (mat) bilenler bilir. yolları şu ana değin onunla kesişmeyenlere mat'i tanıtmak adına, blogumda yer alan ve tamamı 11 ara başlık ve 24 bibliyografik ve açıklayıcı not içeren çalışmamın üç bölümü ile 3 dipnotunu aşağıya alıyorum:

1***prologue / medhal : 'bundan ötesi.....'

çok beğendiğim ve yüksek bir sadakatle parmak izlerini, ayak izlerini ve tabii ki gri hücrelerinin işlerini takip ettiğim bir grafik sanatçısını, şimdiye değin yayımlanan 5 kitabı (ama en çok da son albümü olan therapia) üzerinden tanıtan bu metinle, doğrusu, sadece grafik sanatlarla ilgilenenleri hedeflemedim. onun yanı sıra, okunulan satırlar, felsefe (özellikle de onun fenomenoloji ve varoluşçuluk disiplinleri), psikiyatri, popüler kültür, koleksiyonerlik, kitabiyat, sinema, kozmoloji, edebiyat, çizgi roman evreni, payitaht'ın (âsitâne, der saadet) kültür haritası ve halîtası, kuramsal fizik, bilim kurgu.... gibi onlarca başka alt metin ve izleğin dolayımları üzerinden de kendisini var ederek, çok daha geniş bir okur kitlesi için cazibe merkezi olmayı arzulamaktadır (olası bir yanlış anlaşılmayı kestirmeden bloke etmek adına diyorum ki: 'eserin arzusu, müessirinkine, telifin beklentisi müellifinkine bitişiktir, ayrı ayrı var olamazlar, düşünemezler ve düşünülemezler).

metni(mi)n çok sayıda farklı disiplin üzerinden / içinden yürüyor oluşu, temelde, referanslar verdiğim müktesebatı oluşturan karikatür / desen / resimleri çok önemsiyor, (çok sayıda alt metni içermeleri bakımından) farklı bir eşikte değerlendiriyor ve beğeniyor oluşumla doğrudan alâkalıdır tabii ki. birlikte dillendirilmesi çoğunlukla alışılmışın, rutinin dışında olan antiteleri meczederken satırlarımda, sanatçıya gösterdiğim ihtimamın ayna simetrisi olan bir ihtimamı da esirgememiş oluyordum metnimden / okurumdan: okudum, araştırdım, düşündüm, tartıştım ve çokça ihtimam gösterip ehemmiyet verdim bu işe - ki, ortaya, hakkında konuştuğu külliyatı kelimenin hakiki manasıyla ve lâyığıyla kuşatabilen kapsamlı, özel ve sıra dışı bir metin çıkabilsin(0).

therapia'nın elime geçtiği 25 ocak 2021'de bu yazının taslağını çıkarmaya başlamıştım. 2021 ağustos'unun başında, nihayet tamamladım onu işte.

'uçurum gözlü ve bıyıkları beş okka o prusyalının tarzında ve kalitesinde, adeta gök gürültüsü kıvamındaki cümlelerle ve muhatabının suratına ve şuuruna kırbaç gibi şaklayarak inen satırlarla konuşamayacaksam şayet...' demiştim kendime ve devam etmiştim o mezkûr ocak itmam olur iken klavyenin başında, 'öyle bir yazı olsun ki bu, hiç olmazsa...okuyan desin şöyle: 'bundan ötesi, doktora tezi!'

2***beklemediğimiz darbe n'eder bize?

birçok bölümü, başlangıcında son derece güvenli, emniyetli, sakin, âsûde bir gelişme ve final vaat etmesine karşın, beklenmedik sahnelerle, şok edici gelişmelerle ve adeta ters köşe yapan finallerle seyircisini allak bullak eden bir dramatik kurguya evrilen tv serilerinin belleğimize kazınması ve popüler kültür kodlarını kökten değiştirmesi (alfred hitchcock presents, dizinin ilk bölümünün gösterildiği yıl: 1955 ve the twilight zone, dizinin ilk bölümünün gösterim yılı: 1959); kavurucu yaz sıcaklarının ultraviyole indeksini 10'un çok üzerine taşıdığı oldukça uzun bir sahili dolduran mahşeri kalabalığın, okyanusun serin sularında yaşadıkları konforlu ve keyifli anlarının, kopmuş kol ve bacaklardan fışkıran kanlarla kızarmış köpüklü dalgalarla birlikte, yerini görülmemiş bir korku ve dehşet kasırgasına terk etmesi (jaws, gösterime giriş yılı: 1975); adeta usta bir ressamın mahir fırça dokunuşlarıyla özene bezene çizdiği izlenimini uyandıran nefis bir pastoral manzaranın ortasından geçen bir yolda, insanı dingin bir ruh mood'una sokan bir klasik müzik parçasını dinlerken, beraberinde seviyeli şakalar yapmayı da ihmal etmeyerek, yelkenlilerini çeken lüks bir station model otomobille, hafta sonu tatili için, göl kenarındaki villalarına doğru ilerleyen anne, baba ve çocuklarından oluşan bir çekirdek üst-orta sınıf avrupalı ailenin, kendilerini uzaktan bile tanımayan, daha önce yollarının asla kesişmediği ve fakat hayatın, evren'in, insanlık vaziyetlerinin ve dünya hallerinin o gizemli ve o saçma sapan rastlantısallığıyla karşılarına çıkıveren, kendileri gibi üst orta sınıftan oldukları izlenimini uyandıran iyi görünümlü, 'bebek yüzlü', bembeyaz ve tertemiz giysili ve beyaz eldivenli iki genç tarafından, olmadık işkenceler sonucunda, katledilecekleri trajik ve absürt bir devam yoluna sürüklenmesi (funny games, michael haneke tarafından çekilen orijinalinin gösterime giriş yılı: 1997)(1); kanun kaçaklarını kovalayan şerifin, çatışmada aldığı yaralarla girdiği komadan, 'sakin ve emniyetli' kavramlarının, adeta, sözlüklerdeki mütekabili sayılabilecek bir yoğun bakım odasının sterilliğinde, güvenilirliğinde ve dinginliğinde uyandığında, dünya'nın artık bir pandemiyle mutasyona uğramış 'yaşayan ölüler'in hakimiyeti altında olduğunu ve medeniyet adına yarattığı her ne varsa, onun ezici çoğunluğunun, insanlığın ellerinden kayıp gittiğini, derin bir dehşet ve çaresizlik hissiyle, anlaması (the walking dead, sagayı başlatan ilk comics fasikülünün yayımlanış tarihi 2003) ve bu minvaldeki diğer pek çok üst kültür ve popüler kültür fenomeni, bize, bildiğimiz, sevdiğimiz, idealize edip her koşulda bağrına sığınmak istediğimiz güvenli ve sevimli (home sweet home kıvamındaki) ortamların aslında, bilinenin ve sanılanın aksine, çok da tekin olamayabileceklerini epeydir göstermekteydi zaten.

bir diğer deyişle, bu 'ters köşe olma' hallerimize, sağ gösteren rakibimizden aldığımız sol aparkatla yere serildiğimiz bu sürpriz abandone olma vaziyetlerimize karşı, belleğimizdeki onlara dair (adeta bir çeşit arketip niteliği kazanmış) onca alışkanlık ve ezberin sayesinde, hazırlıklı ve şerbetli olmamız beklenir, öyle değil mi? peki, verili durum gerçekten de böyle midir, gerçekten de bu gibi şok edici sürprizlere hazırlıklı mıyızdır acaba?!?

giriş cümlemde altını çizdiğim üzere, neredeyse 30 yıldır (verimi, işleri, asârı üzerinden) tanıyıp takip ve takdir ettiğim ve güvenilirlik acun'unundan >>> tekinsizlik evren'ine (belki sebep - sonuç / illiyet / causality ilişkisinin ve determinizm prensibinin iptal olduğu bir kuantum sıçramasıyla, belki de, zamanda yolculuğu mümkün kılan bir kozmik solucan deliği vasıtasıyla) ansızın geçiverilen o farklı dünyalara, değişik boyutlara ve alışılmışın dışındaki eşiklere referanslar veren mehmet ali türkmen'in (bundan böyle mat inisiyalleri ile belirtilecektir) kompozisyonlarının gravitasyon sahasına girdiğinizde, aslında durumun hiç de böyle olmadığını, bahse konu o kompozisyonların (özellikle de bazılarının) içerdikleri (ifrattan tefrite salınan pandül gibi) alâkasız insanlık durumları ve dünya halleri arasında yapılan ani sıçramalara / geçişlere / kaçışlara / intikallere karşı idrakimizin, benliğimizin, kişiliğimizin (ruhumuzun diye de okunulabilir) daima şaşırmaya ve şoke olmaya yazgılı olduğunu bütün çıplaklığıyla anlayıveriyoruz. bu 'radikal hakikat'i zihnimizin (yakın ve malûm ya da ırak ve meçhul, fark etmez) bir coğrafyasına kaydedelim (sabitleyelim, gömelim) derim, zîrâ, ilerleyen satırları hem önceleyecek, hem de domine edecektir bu argüman .

ezcümle, mat hakkında, yüzlerce karikatürü, deseni ve resmi üzerinde tek tek durarak ve tefekkür ederek eriştiğim sezgi, kanaat ve fikirlerden damıttığım okunulan satırları yazmaya soyunmamın en önemli nedeni, ilerleyen bölümlerde paylaşılacak olan diğerlerinin yanı sıra, işte bu, aralarında irtibat / iltisak / ilişki olması mümkün olmayan, hatta, düpedüz birbirinin zıttı olarak da tezahür edebilen, alâkasız insanlık hallerini ve dünya vaziyetlerini (paralel evrenler(2) diye de okunabilir), inşâ ettiği illüstratif solucan delikleri ve fikri ve (düşsel anlamında) fiktif kuantum sıçramalarıyla, birbirine bağlamayı başarmasıdır.
.....................................
.....................................
.....................................

10***epilogue / nihayet

bu uzun metni alabildiğine kısaltmak zorunda kalsam, şöyle derdim:

'memento vivere, memento mori (yaşadığını hatırla, öleceğini unutma)'; hayat beklemediklerinle, tekinsizliklerle örülü bir kanaviçe. o, üstelik, büyük ve korkunç bir uçuruma açılır sonunda, muhakkak ve mutlaka. bunları idrak et, kabul et; titre, şaşır, kork, coş, tedirgin ol, hayran ol, dehşete düş! bütün bunları yaparken de kozmos'daki (atomaltı partiküllerden galaksilere değin) her şeye ihtimam göster ki, görebil ihtimam. bu ahval ve şeraitte işte, carpe diem!

hóper édei deîxai ... q.e.d. ... vesselâm(22). (23).

11***dipnotlar ve bibliyografya:

(0): yukarıdaki metnin anahtar kavramlarından olan ihtimam gibi, ehemmiyet, mühimme, ehem, mühim, mühimmat, himmet kavramları da, 'hmm' kökünden türetilmiştir arapçada. bu mecradaki diğer birçok metnim gibi bu da, hmm'den kopup gelen ihtimam, ehemmiyet ve mühimme ile yoğrulmamış olsaydı şayet, onun, tamamını okumamış olanların 'müellif bu telifini öylesine dağıtmış ki, toparlayıp anlamlı bir şekilde finalize etmesi neredeyse imkânsız!' merkezindeki olası zanları hakikatle mutabık olurdu. öte yandan, bir telifin kendisinden ve müellifinden, tam da şu anda okunulan satırlarda olduğu gibi, bu denli ısrarlı ve şeddeli şekilde, bahsetmesi, bir diğer deyişle, kendine kuvvetli referanslar vermesi, '1 - ikinci önerme yanlıştır; 2 - birinci önerme doğrudur.' argümantasyonunda olduğu gibi, kendi kendini besleyen bir paradoks içermesine yol açmaz belki, ama, bir şekilde 'kuyruğunu ısıran yılan' formundaki bir 'özbeslemeli döngüsel karakter'den de izler taşımasına neden olabilir. öte yandan, literature çalışan bir edebiyat kuramcısı, ya da, işine odaklanmış bir yazın eleştirmeni, veya, profan ya da uhrevi metinler şerh eden bir hermeneutikçi olmanıza hiç gerek yok, dikkatli bir okur olmanız halinde bile, bahsettiğim mahiyetteki metinlerden yola çıkarak, postmodern metnin işlevi sorunsalı etrafında sürdürülen (köklü ve hararetli) bir tartışmanın ateşine, ister istemez, odun taşırken bulabilirsiniz kendinizi. postmodern metni, metnin postmortem döneminin tezahürü olarak gören geniş bir okur kesimini irrite edebilecek (okunulan satırların özniteliklerinden olan) verili bu üslûbun, müellifin sadece içerikte değil, formda da risk alma kapasitesinin oldukça yukarılarda seyreden seviyesine işaret etmesi bakımından, önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.
....................................
....................................
....................................

(22): bu bahis altında tartışılanları derinleştirmek adına okunabilecek eserlerden derlediğim kısa bir liste:

1-varoluşçu psikoterapi, irvin yalom; 2-bir psikiyatrisin anıları, irvin yalom; 3- varlık ve zaman, martin heidegger; 4- bir alman üstat heidegger, rudiger safranski; 5- husserl, david woodruff smith; 6- akılcılıktan varoluşçuluğa varoluşçular ve 19. yüzyıldaki kökenleri, robert c. solomon; 7- kierkegaard, alastair hannay; 8- varlık ve hiçlik, jean-paul sartre, 9- varoluşçuluk, richard appignanesi - oscar zarate, 10- varoluşçular kahvesi özgürlük, varoluş ve kayısı kokteylleri, sarah bakewell; 11- birlikte ve başka ı ve ıı, ahmet soysal.

(23): türkiye toplumsal formasyonu'nun önemli grafik sanatçılarından birine, ne ekşi sözlük'te, ne de katkı verdiğim diğer sözlük platformlarında ve milliyet blog'da yer verilmemişti. bu eksikliği seve seve giderdim.

'buraya kadar okuduklarım ilgimi çekti, tamamını okuyabilirim' diyen için
devamını gör...

geceye bir şiir bırak

ikrar et ey heves, ses midir duyan yoksa ses?
'ahh minel merak!', emin ol öldürür o heves'.

sâbık halaskârdınız ve haram bir mürebbi - i hâfî.
hepsiydiniz, birdiniz ve bir ihram gölgesiydiniz
siz de! sessiz ve öyle idiniz ve ince; işte bildiniz
ve işte istendiniz, sevildiniz belki, olabildiğince.
durdunuz öyle müstekbir, bizimleydiniz sizce; sanki
bengiydiniz ve sanki bir habis urdunuz kendinizde.
bir gümüş marifetti alnınız ve meyyaldiniz bir mücrim
maviye. belli epeyce evet, verince sizdiniz, diğerkâm
halinizdi o öpüş: sarsak ve yetim ve tırsak ve biteviye.

birlikteydiniz, direnmiş ve işgali beraber
küçümsemiş; fuzuli şagildiniz, derûni ve hepten
reddedilmiş. 'cevap ver eyy düşüş, ses midir
duyan yoksa, duyan yoksa mıdır ses?' dedikçe
siz, cevap verir o bâkî nefes: 'merak ki, o ince
nişin, çünkü tükenişin içinde; bitmiş bir marifettir
ve meyyaldir size bitişen işe. sanki epeyce evet,
o taliptir dengine; yöneliş var evvel ahir bir
ona, bir buna ve bir de işte kendine. antik bir
tarifeydiniz, nihayet arsız maiye ram'ettiniz;
epeyce direnip sanki gönülsüz eyvallah ettiniz.

sizdiniz ve ses ve nefes ve heves ve o sırlı niş;
bildim sizdiniz o biteviye ve o kutlu tükeniş.
devamını gör...

kendini ifade etmeye zerrece üşenmemek

üşenmem, hiç ama hiç.
misal, en sevdiğim uğraş olan okumalarım sırasında / sonrasında aklıma gelen sayısız şeyi bıkmaksızın eklemlerim birbirine zihnimde -ki, bunlar bazen organik, bazen de inorganik artikülasyonlardır -; yazıya dökerim onları ardından ve okuduğumdan daha kapsamlı bir metin çıkar kimi zaman ortaya.
son örneklerinden birisi bu dediğimin postakiraokumaverimim idi.
benden gayrı kim okudu, gerçekten birisi sonuna kadar okudu mu, bilmiyorum.
who knows? tabii ki her şeyi bilen her kimse o, neyse, bahsi diğer bu.
aslında umurumda da değil, okudum ya ben sonuna değin, yeter bu metne.
gece yarısına etmişken tecavüz vakit, alışık olunmamış şizofrenik ve de fenomenolojik bir metne muhatap olmak isteyen kafa sözlükçü varsa şayet, işte o mezkûr - sabır çatlatan - metin
devamını gör...

bilimsel yayımcılık nedir sorunsalına dair bir zihni idman teşebbüsü

'bilim yayımcılığı nasıl olmalıdır, ne şekilde yapılmalıdır'

bunun cevabını vermeden önce, hiç kuşkusuz, 'bilim nedir?' sorusuna yoğunlaşmak ve bu temeldeki bir sorgulamanın îmâ ettiği anlam dairesine, kodlar örüntüsüne açıklık getirmek, metodolojik bakımdan tercih edilesi bir uğraştır diye düşünüyorum.

akademik - kitabî bir tanımı aktarmaktan - nakletmektense, belleğimde ona dair mevcut olan kavrayıştan hareketle yaptığım basit bir formülasyonu paylaşıyorum:

bilim, 'dünyanın / kozmos'un / mevcudat'ın / bütünvarolanlarıncümlesi'nin (cümle = set = küme = ...) hakikati'nden başka hiçbir şeye borcu olmayan yalnışlanabilir bir uğraştır - ki, mezkûr hakikat'ın 'nasıl'ını bulmaya çalışır -, kendisinden çıkar, kendisine ulaşır o; hepsi bu.

felsefe, sanat, ahlâk, siyaset ve teolojiye gelince, bu disiplinler, uzay - zaman sürekliliklerindeki enstrüman ve imkânlarıyla, aklımıza gelen (ve tabii ki gelmeyen ve fakat gelebilme istidadı - olasılığı - potansiyeli taşıyan) bütün fenomenlerin 'niçin'ini alırlar mercek altına. ve yanı sıra da, bu disiplinlerin tamamı, bilimin aksine, mutlak manada yanlışlanamazlar. bu bakımdan de, bu mecralardaki iddiaların hem kendileri ve hem de zıtları - karşıtları aynı aktüel uğrakta, aynı konjonktürel tarih - coğrafya sürekliliğinde doğru addedi(lebi)lir.

bu fikirleri istimal ettikten, okunulan argümantasyonu serdettikten sonra, şunu da söylemek farz oldu haliyle: yukarıda da altını çizdiğim üzere, bilim, nasılla uğraştığı için, kendisinden kendisine uzanan bir faaliyetken; felsefe, sanat, ahlâk, siyaset ve teoloji ötekinden - dışarıdakinden - başkasından yola çıkarak kendisine varan bir entelektüel gayretin semeresidir.

bu kavramsallaştırmalar(ım)dan da anlaşılacağı üzere, bilimin ne uhrevi ve ne de dünyevi herhangi bir ideolojiye, onların dogmatik - mutlakçı yaklaşımlarına prim vermemesi kendisi için ontik ve / veya ontolojik (ontik insan dışındaki, bilinçsiz, kendisini ve akıbetini bil(e)meyen ve sorgula(ya)mayan, olgulara, ontolojik ise varoluşunu sorgulaya-bilen özneye / insana referans verir) bir zarurettir.

bu ontolojik zemin üzerine inşâ edilecek her epistemik ve / veya epistemolojik (epistemik / epistemolojik düalitesi (dikotomisi), ontik / ontolojik dikotomisi ile aynı anlamsal koordinatlara gönderme yapan kavramsallaştırmalardır) yapıntı - kurmaca - zihin haritası da, ister istemez, kendisi olmak bakımından hakikat'e, sadece mevcudat'ın - dünya'nın - kozmos'un hakikat'ine sadakat beslemek durumunda olan antitelerdir.

öyleyse, ya da tanımlarım gereği, (benim anladığım manadaki hakiki, pür, soy, esas) bilimci ne ahlâkçının, ne siyasetçinin, ne teologun, ne sanatçının ve ne de felsefecinin rolünü çalmaz; kendi rolünün de bunlar tarafından icra edilmesine izin vermez, asla yap(a)maz bunu!
bilimci nasıl dünya'nın hakikatinden başka bir şeye karşı mes'ul değilse, bilim yayımcısı da bilimcinin keşfettiği 'nasıl'lara tâbîdir, bu 'nasıl'a verilmiş cevaplara karşı mes'uldür; felsefeye, sanata, ahlâka, siyasete ve teolojiye karşı değil.

bilimci nasıl dünya'nın hakikat'inin nasıl'ını (keşfettiği hali ve kadarıyla) teorize etmekle mükellefse, bilim yayımcısı da, hiç bir sansür uygulamaksızın bunları yayımlamakla ve kamusallaştırmakla; bunu yaparken de felsefe, sanat, teoloji, siyaset ve ahlâk dairesinden gelebilecek olası bütün müdahalelerin gravitasyon sahasına yakalanmamakla mükelleftir. en azından (benim nokta-ı nazarımdan) gerçek - sahici - makbûl bilimci ve bilim yayımcısı böyle olmalıdır.

bu dediklerimden şu anlaşılıyorsa istimal ettiğim lâkırdı amacına vasıl olmuş demektir:

dünyevi ya da uhrevi bir otorite ve / veya ideoloji, meşruiyet alanını pekiştirmek, manevra imkân ve kâbiliyetlerini zenginleştirmek, yaşam alanını garantiye almak adına bilimsel argümanları kullanıyor; bir diğer deyişle, bilime enstrümantalist bir zihniyetle yaklaşıyorsa, bilimcinin buna mutlak manada karşı çıkması gerekir. aksi tutum almak bilimi sakatlar, bilimcinin bilim insanı vasfının ortadan kalkmasına, basit bir ideolojik aparatçık derekesine düşmesine neden olur. bilim yayımcısı, bilimin kamusallaşmasını ve giderek de popülarizasyonunu temine yönelik bir faaliyet sürdürdüğünden, tarife çalıştığım haldeki pozisyonu tam da bilimcinin yanında durmak olmalıdır. aksi durumda o da ideolojik bir aparatçık mahiyeti kazanacaktır.

şimdi, düşünce akışının tam da burasında şu sorunun gündem edilmesi zaruridir, hayatidir:

'bilim her türlü eleştiriden vareste midir? bilim sorgulanmaksızın algılanıp, mutlak manada itaat edilecek bir emirnamedir? bilimin; insanın, dünya'nın, kozmos'un aleyhine kullanılmasının önüne nasıl geçilecektir ?'

felsefe, sanat, ahlâk, siyaset ve teoloji işte tam da bu soruların hayat bulduğu zihinsel haritalarda ve düşünsel kavşaklarda girerler devreye.

bilimsel faaliyetin tetiklediği muhtemel komplikasyonların ve kontr-endikasyonların izâlesi, hiç kuşkusuz sanat, teoloji, felsefe, ahlâk ve siyaset dairelerindeki eleştirilerle ve alternatif entelektüel eforlarla olacaktır. felsefe, sanat, ahlâk, siyaset ve teolojinin, bilimin ve bilim yayımcılığının maddi ve gayri maddi semeresine - müktesebatına - hasılasına yönelik eleştirel yaklaşımları ve bu temeldeki têlifi ve faaliyeti ferdin, toplumun, dünya'nın ve giderek de kozmos'un karşılaşabileceği problemlerin kompansasyonunu sağlamak bakımından 'sine qua non'dur.

ezcümle, her ikisi de yanlışlanabilen argümantasyonlar zemininde hayat bulan bilimin ve bilim yayımcılığının 'inananı', ya da 'inanmayanı' olmaz, 'demokrat'ı ya da 'totaliter'i olmaz, 'ahlâklı'sı, ya da 'ahlâksız'ı olmaz; bilimin cârî - aktüel - konjonktürel gelişim seviyesinin tayin ve tespit ettiği doğru'su ve yanlış'ı olur. bilim adamı keşfeder ve / veya icat eder; bilim yayımcısı ise bunu kamusal alana taşır, giderek de popülarize eder. yanlışlanamayan - bir diğer deyişle, hem kendisi ve hem de zıttı doğru kabul edil(ebil)en iddiaların neşvünema bulduğu sahalar olan sanat, felsefe, ahlâk, siyaset ve teolojik bağlamlardaki eleştiri ve katkılar da bilimcinin ve bilim yayımcısının faaliyetlerinin bütünler - tamamlar. mezkûr sahaların aktörleri birbirlerinin rollerini çalmaya soyunmazlar, kendi fonksiyonlarını en mükemmelinden gerçekleştirmeye gayret ederler. böyle gelişir insan - toplum - medeniyet.

bana göre bilim ve bilim yayımcılığı, özetle ve kabaca, işte tam da böyle bir şeydir.
devamını gör...

ecinnilerin arasından bildiriyor ve kan kusarak ölüyorum

ben fyodor mihayloviç; yaradan’ın lânetli kulu, aksi ve marazî rus yazarı, baba katili; bu yüzden işte cezalandırıldım ben. kargışlı, illetli, ecinli hallerimleyim ve işte yeraltından bildiriyorum.

talihsiz bir çocuktum; babasının, durmadan sövüp üzdüğü. en çok da anneme yaptıkları yaralardı beni. ölmesini istemem işte bundandı.

annemi yine üzdükten sonra bir gün, nihayet öldü babam. hangi çocuk istemişse ölmesini babasının, cezalandıran bir baba’dır babam. babam ölsün istedim, öldü; böyleyse bu, babasını öldüren bir katil değil de neyim ben? ve göklerdeki baba’m bütün bunları gördü; bildi hallerimi o. ben lanetli bir ruh, bir baba katiliydim. göklerdeki baba’m beni cezalandıracaktı, mukadderdi, kaçınılmaz kaderimdi ve oldu bu: illetli kıldı ve hasta etti beni bu yüzden.
sadece babama mı? çar baba’ya, milletin babasına da ihanet ettim, istedim ki ölsün o da. göklerdeki baba’mın lâneti daha da katmerlendi bu yüzden ve nitekim kan tükürür oldum işte. ben fyodor mihayloviç; göklerdeki baba’nın lânetli kulu, marazî ve hasta slav yazarı ve baba katili; illetli ve ecinli ve yeraltı curnalisti.

yazdım, yazmaktan bir şeyler umarak. bir derin yeiste boğuldu ümit.
kader, irade, merhamet ve cehennem; yazdığımdı yazgım, yazdım.

hep yoksuldum ve ancak doydum ki sadece patates ve şarapla mutlu oldum. kumara sığındım, müptelâsıydım zarların; ki, kaybedenlerden olmamı perçinledim. 'daha çok yaz ve kurtul şu borçlarından!' diye sıkıştırırdı yayıncım beni. kurtulamadım borçtan, kurtulamadım alacaklılarımdan ve haris yayıncımdan. yazdım, borç ödedim, kumar oynadım, içtim , yoksulluğum değiştiremediğim çapamdı ve patates ve şarap sabitelerim.

ey merhameti yüce göklerdeki baba’m, suçluların suçlusu fyodor’unu nasıl da kolladın. öz babasını öldüren, çar baba’sını da öldürmeye teşebbüs eden mücrimler mücrimi şu hakir kulundan nasıl da mağfiretini esirgemedin! işte bu yüzdendir ki, ben fyodor mihayloviç, ben, bana bahşedilmiş şu ömrüm boyunca merhamet, suç, ceza, ödeşmek ve adalet ve tabii bir de yaradan'ın, göklerdeki baba’mın hakkında yazdım durdum, yaza durdum / durayazdım.

şimdi ben, henüz az önce kan kusmuş ve bayılarak nöbet geçirmiş olan ben diyorum ki; ey göklerdeki yüce baba’m, içimdeki cehennemle içinde olduğum cehennemi taşımaya elbette razıyım. ebedi alemdeki cehenneminden kaçıp kurtuluşumun olmadığının da pekalâ farkındayım ve tek bir şey diliyorum senden: okunulası şeyler yazmama vesile ol, sonra, varsın kan kusarak gideyim o cehenne(mim)e yine ben.

ben fyodor mihayloviç, dostoyevski ben. yaradan’ın lânetli kulu, geçimsiz ve marazî slav yazarı ve baba katili; illetli ve ecinli ve yeraltı curnalisti. ecinnilerin arasından, yeraltından bildiriyor; kan kusarak ölüyor ve umarım okunulası şeyler yazabilmişimdir diyorum.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim