irfan tözüm'ün yönettiği ve başrollerinde tarık akan ile hümeyra'nın yer aldığı 1990 çıkışlı yerli drama filmidir. sabahattin ali'nin yazmış olduğu; hanende melek, yeni dünya ve çilli adlarındaki üç hikaye üzerine bir film çekme niyetindeki cemal, bir müzikholde ayışığı isminde bir konsomatris ile tanışır ve bu kadının hayat hikayesinin üzerinde çalışmayı planladığı hikayelerdeki kadınlarınkilerle paralel olduğunu fark eder. gerçek bir kadın ve kurgusal kadınların hikayeleri, cemal müzikholde uyuyakalınca iyiden iyiye iç içe geçmeye ve fazlasıyla birbirine benzemeye başlar.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "ohen" tarafından 20.11.2022 08:08 tarihinde açılmıştır.
1.
yerli sinema filmidir.
yönetmen koltuğunda irfan tözüm oturmaktadır.
başrolde tarık akan ve hümeyra oynuyor. diğer önemli rollerde ülkü ülker, zuhal gencer, levent yılmaz, feridun koç gibi değerli oyuncular oynuyor.
devlerin ölümü, büyük yazar sabahattin ali’nin “çilli”, “hanende melek” ve “yeni dünya” adlı öykülerinden beyaz perdeye uyarlanmıştır.
bu muhteşem filmin senaryosunu kıymetli yazar bilgesu erenus kaleme almıştır.
filmde bir yönetmen sabahattin ali’nin üç öyküsünden yola çıkarak üç kadın karakter üzerinden bir film yapmayı amaçlamaktadır.
film üç ana bölümden oluşuyor. “çilli”, “hanende melek” ve “yeni dünya”. her biri ayrı özel ve ayrı güzel bölümlerdi. çilli bölümünde payvonda çalışan bir kadın, hanende melek bölümünde kasaba kahvehanesinde şarkı söyleyen bir kadın, yeni dünya bölümünde ise düğünlerde dans eden bir kadının yaşamı anlatılmaktadır.
oyunculuklar harikaydı. genel olarak karakterler çok başarılı ve gerçekçiydi. tarık akan her zamanki gibi klasını konuşmuş. ben burada özellikle hümeyra’nın ve ülkü ülker’in olağanüstü performanslarına değinmek istiyorum biraz. hümeyra, sadece başarılı bir müzik sanatçısı değil aynı zamanda mükemmel bir oyuncu olduğunu bu filmle evrene kanıtlamış. bunu filmde hayat verdiği karakterlere bakarak rahatlıkla söyleyebilirim. canlandırdığı bütün karakterler müthiş gerçekçiydi. özellikle hanende melek bölümündeki performansı takdire şayandı. ülkü ülker’in oyunculuğuna değinmek istiyorum şimdi de. kendisi gözümde yeşilçam’ın ve sonrasının en değerli yardımcı kadın oyuncularındandır. yeteneği başrol olmadığı için çoğu filmde fark edilmez. bazen bir filmde ya da dizide yardımcı karakterler yeri geldiğinde başrolden dahi önemli olabilir. işte ülkü ülker de böyle bir oyuncudur. çilli’de de, hanende melek’te de, yeni dünya’da da üst seviye oyunculuk sergilemiştir. yahu bu kadar övmüş kim acaba bu oyuncu? diye kendisini hatırlamayanlar birkaç saniyeliğine gugil amcaya/teyzeye sorabilir. görünce hemen hatırlanacaktır. buradan tüm oyunculara saygılarımı gönderiyorum. tarık akan da ülkü ülker de ışıklar içinde uyusun.
müzikler oldukça etkileyiciydi. her bölüm için özenle hazırlanmış özgün müzikler vardı. bu değerli bestelerin sahibi oğuz abadan’a teşekkürlerimi gönderiyorum.
sinematografisi oldukça başarılıydı. mekân kullanımı ve çekim planları gayet iyiydi. özenle çalışılmış bir film olduğu her hâlinden belli oluyor. bu mükemmel filmin arkasındaki gizli kahramanlar olan sanat yönetmeni annie g. pertan’a ve görüntü yönetmeni ertunç şenkay’a teşekkür etmek istiyorum.
filmde kadın-erkek ilişkileri üzerine önemli eleştiriler yapılıyor. ayrıca ataerkil düzene, erkek egemen topluma da sağlam eleştiriler getiriliyor. kadının toplumumuzdaki yeri, üzerindeki baskılar, özgürlüğünün kısıtlanması, ötekileştirilmesi, aşağılanması, sürekli yazgısına terk edilmesi gibi hassas konulara özenle değiniliyor filmde.
filmin başında karakalem çizimlerle yapılan tasvirler harikulâdeydi. o çalışmaların sahibini bulamadım. kimin eseriyse muhteşem olmuş. tüm çizimler çok hoş ve zarifti.
film âdeta masal tadındaydı. ne zaman başladı ve ne zaman bitti anlaşılmıyordu sanki.
filmdeki kostümler ve makyajlar son derece başarılıydı. özellikle hümeyra’nın oynadığı karakterlerin makyajları çok estetikti. bu başarılı makyajların yaratıcısı suzan kardeş’i tebrik ediyorum.
ege bölgesinde nostaljik bir yolculuğa çıkıyoruz film boyunca. eski tren istasyonları ne de güzelmiş.
kahvehanede alaturka müzik eşliğinde sohbetler edilip oyunlar oynanıyordu. bana hani o çocukken hikâyelerde anlatılan eski zaman dönemlerini hatırlattı kahvehane sahneleri. oldukça nostaljik görüntüler vardı bu sahnelerde. bu bölümde yerel halkı oynatmaları gerçekçiliği üst seviyeye çıkarmış. kahvehane sahnelerinde dikkatimi çeken bir husus vardı. çay ocağının olduğu bölümde kocaman yazılarda, “içki içmek katiyyen yasaktır.”
yazıyordu. ancak bu kural bizim toplumumuzda her zamanki gibi kılıfına uydurularak çiğneniyordu. çay bardaklarına çay yerine benzer renkte olan konyak konuyordu. buna da ilginçtir süt diyorlardı. içilen rakı olmadığı için aslan sütü teşbihi yapılamıyordu hâliyle. konyağa süt benzetmesi bu bakımdan oldukça ilginçti. konyağa neden süt dedikleri hakkında bilgi edinemedim ne yazık ki.
kapanış şarkısı da son derece etkileyiciydi. bu harika şarkıyı seslendiren başrolümüz hümeyra’dan başkası değildi.
filmi çok beğendiğimi belirtmek istiyorum. kesinlikle izlemeye değer olduğunu düşünüyorum.
aşağıda film hakkında bazı detaylardan bahsedeceğim. izlemeden önce ayrıntıları öğrenmekten hoşlanmıyorsanız aşağıda yazılanları okumamanızı öneririm.
muhteşem filmimiz aşağıdaki büyüleyici girizgâh ile masal tadında başlar.
“çok, çok eski zamanlarda, bundan yüz milyonlarca yıl evvel, dünyamız henüz bilginlerin ikinci devir adını verdikleri çağlardayken, yeryüzünde birtakım kocaman, korkunç devler yaşamaktaydı. bugün bildiğimiz hayvanların çoğu o zamanlar daha ortalıkta yoktu. canlı yaratık olarak denizlerdeki balıklar, birçok kuşlar, pek küçük bazı memeli hayvanlar ve kurbağalar vardı. bir de söylediğimiz bu devler. bunlar da çeşit çeşitti. boyları sekiz on metreden tutun da yirmi beş metreye kadar olurdu. kimisinin kalın pul pul sırtı dikenli derileri, küçük bir oda büyüklüğünde başları, bir adam boyu dişleri ve boynuzları, kimisinin dört beş metre uzunluğunda bir boynun ucunda küçücük başları vardı. hemen hepsinin kuyrukları uzun, pençeleri tırnaklıydı. sürüngen hayvanlar soyundan olan ve damarlarında sıcak kan dolaşmayan bu devler loş ormanlarda, sulak bataklık yerlerde yaşarlar ot, et ne bulursa yerlerdi. tembel oldukları için çok kere karınlarını ormanlarda, sularda su kenarlarında ölüp kalmış hayvanların leşleriyle doyururlardı. onlara kaygısız ve rahat yaşama imkânını veren ne cesaretleri ne de zekâlarıydı. sadece dev yaradılışlarına dayanarak etraflarını kasıp kavuruyorlardı. bir yerde göründükleri zaman bütün canlılar oradan kaçardı. balıklar suyun derinliklerine, kuşlar göğün maviliklerine, öteki hayvanlar ağaç kovuklarına, inlerine dalarlardı. ilk bakışta yeryüzünün bu tembel fakat doymak bilmez, bu aptal fakat kuvvetli, bu korkak fakat zalim devlerden kurtulacağı akla bile gelmezdi. sular onların karalar onlarındı…yeryüzünde hiçbir şey ama hiçbir şey ne kadar uzun ömürlü olursa olsun sonsuz değildir. milyonlarca yıl ortalığı kasıp kavuran, uçsuz bucaksız dünyaya kayıtsız hükmeden devlerin de sonu göründü. görünmeli artık…”
yönetmen çekeceği film için çalışmalar yaparken bir pavyona gelir. mekâna gelirken yönetmen az önce arkadaşlarının kendisine doğum günü hediyesi olarak verdiği üç tane süs balığını da cam fanusta yanında getirir. burada bir konsomatrisle tanışır. aralarında sohbet başlar. kadına, “buraya ilk gelişim” der yönetmen. kadın, “belli” diyerek gülümser. ardından, “balık tüccarı mısın?”der. yönetmen, “hayır, yönetmenim” der ve çekeceği film üzerine sohbet etmeye başlarlar. yönetmen, kadına dönerek, “balıkların adını sormayayacak mısın” der. kadın, “anacım bunlara bakmak pek zordur. pek nazlıdırlar süs balıkları, ölüverirler hemencecik vallahi.” der. ardından biraz bozulan yönetmene bakar. “ee neymiş bakalım adları?” diye sorar. yönetmen balıkları göstererek bak şu “çilli”, şu “hanende melek”, bu da “yeni dünya” der. ardından kadın, “arjante, memnun oldum”* diyerek gülümser. ardından benimki de “ayışığı” der gülümseyerek. ve ayışığı isminin hikâyesini anlatır. o sırada yönetmen susar. ayışığı, yönetmene bakarak “konuşmuyorsun” der. yönetmen, cebinden çıkardığı yemi balıklara verir. “önce doyunsunlar da” der. ayışığı, “istediğin kadar doyur anacım, ölür bunlar bilmem ne içi kadar kapta. poşete girmemek için bilmem ne içi kadar kap dedim. anlarsın ya” der gülerek. ardından “sansür her yerimizde, yalnızca önümüzde, arkamızda olsa” diyerek siyasi ve sosyal mesajını da verir. daha sonra yönetmen, “yani yaşam alanlarını genişletmek gerek diyorsun” der. ayışığı, şaşkın bakışlarıyla “öyle mi dedim?” der,* bu sefer de yönetmen gülmeye başlar. ayışığı, “denize bıraksan ne olacak ki bunları, okyanusa. bu sefer de büyük balıklar ham yapar bunları” der. bu ilginç ve keyifli sohbet bu şekilde devam eder.
yönetmenimiz pavyonda tanıştığı ayışığı adlı kadından çok etkilenir. çekeceği filmle ilgili düşler kurmaya başlar. düşünde ayışığı’nın filmindeki kadın karakterleri canlandırması çok güzel düşünülmüş bir detaydı. uyandığında ise hiçbir şeyin değişmemesi her şeyin aynı olumsuzluklarla devam ediyor olması hüzünlendiriciydi.
yıllar geçmesine rağmen filmde hatırımda en çok yer edinen sahne ve unutamadığım sahne hümeyra’nın olağanüstü köçek dansı sahnesiydi. tek planda çekilmiş kusursuz bir gösteriydi. hümeyra bu sahnede kesinlikle saygıyı hak ediyor.
filmin sonunda yönetmenimiz ayışığı’nın kendisine söylediği gibi doğum gününde hediye edilen çilli’yi, hanende melek’i ve yeni dünya’yı büyük denizlere değil de güzel bir akşamüstü güneşi eşliğinde göle bırakır. o sırada sanat yönetmeni yönetmenin yanına gelir. ve sanat yönetmeninin dudaklarından o muhteşem soru cümlesi dökülür.
— peki şimdi özgürler mi?
yönetmen koltuğunda irfan tözüm oturmaktadır.
başrolde tarık akan ve hümeyra oynuyor. diğer önemli rollerde ülkü ülker, zuhal gencer, levent yılmaz, feridun koç gibi değerli oyuncular oynuyor.
devlerin ölümü, büyük yazar sabahattin ali’nin “çilli”, “hanende melek” ve “yeni dünya” adlı öykülerinden beyaz perdeye uyarlanmıştır.
bu muhteşem filmin senaryosunu kıymetli yazar bilgesu erenus kaleme almıştır.
filmde bir yönetmen sabahattin ali’nin üç öyküsünden yola çıkarak üç kadın karakter üzerinden bir film yapmayı amaçlamaktadır.
film üç ana bölümden oluşuyor. “çilli”, “hanende melek” ve “yeni dünya”. her biri ayrı özel ve ayrı güzel bölümlerdi. çilli bölümünde payvonda çalışan bir kadın, hanende melek bölümünde kasaba kahvehanesinde şarkı söyleyen bir kadın, yeni dünya bölümünde ise düğünlerde dans eden bir kadının yaşamı anlatılmaktadır.
oyunculuklar harikaydı. genel olarak karakterler çok başarılı ve gerçekçiydi. tarık akan her zamanki gibi klasını konuşmuş. ben burada özellikle hümeyra’nın ve ülkü ülker’in olağanüstü performanslarına değinmek istiyorum biraz. hümeyra, sadece başarılı bir müzik sanatçısı değil aynı zamanda mükemmel bir oyuncu olduğunu bu filmle evrene kanıtlamış. bunu filmde hayat verdiği karakterlere bakarak rahatlıkla söyleyebilirim. canlandırdığı bütün karakterler müthiş gerçekçiydi. özellikle hanende melek bölümündeki performansı takdire şayandı. ülkü ülker’in oyunculuğuna değinmek istiyorum şimdi de. kendisi gözümde yeşilçam’ın ve sonrasının en değerli yardımcı kadın oyuncularındandır. yeteneği başrol olmadığı için çoğu filmde fark edilmez. bazen bir filmde ya da dizide yardımcı karakterler yeri geldiğinde başrolden dahi önemli olabilir. işte ülkü ülker de böyle bir oyuncudur. çilli’de de, hanende melek’te de, yeni dünya’da da üst seviye oyunculuk sergilemiştir. yahu bu kadar övmüş kim acaba bu oyuncu? diye kendisini hatırlamayanlar birkaç saniyeliğine gugil amcaya/teyzeye sorabilir. görünce hemen hatırlanacaktır. buradan tüm oyunculara saygılarımı gönderiyorum. tarık akan da ülkü ülker de ışıklar içinde uyusun.
müzikler oldukça etkileyiciydi. her bölüm için özenle hazırlanmış özgün müzikler vardı. bu değerli bestelerin sahibi oğuz abadan’a teşekkürlerimi gönderiyorum.
sinematografisi oldukça başarılıydı. mekân kullanımı ve çekim planları gayet iyiydi. özenle çalışılmış bir film olduğu her hâlinden belli oluyor. bu mükemmel filmin arkasındaki gizli kahramanlar olan sanat yönetmeni annie g. pertan’a ve görüntü yönetmeni ertunç şenkay’a teşekkür etmek istiyorum.
filmde kadın-erkek ilişkileri üzerine önemli eleştiriler yapılıyor. ayrıca ataerkil düzene, erkek egemen topluma da sağlam eleştiriler getiriliyor. kadının toplumumuzdaki yeri, üzerindeki baskılar, özgürlüğünün kısıtlanması, ötekileştirilmesi, aşağılanması, sürekli yazgısına terk edilmesi gibi hassas konulara özenle değiniliyor filmde.
filmin başında karakalem çizimlerle yapılan tasvirler harikulâdeydi. o çalışmaların sahibini bulamadım. kimin eseriyse muhteşem olmuş. tüm çizimler çok hoş ve zarifti.
film âdeta masal tadındaydı. ne zaman başladı ve ne zaman bitti anlaşılmıyordu sanki.
filmdeki kostümler ve makyajlar son derece başarılıydı. özellikle hümeyra’nın oynadığı karakterlerin makyajları çok estetikti. bu başarılı makyajların yaratıcısı suzan kardeş’i tebrik ediyorum.
ege bölgesinde nostaljik bir yolculuğa çıkıyoruz film boyunca. eski tren istasyonları ne de güzelmiş.
kahvehanede alaturka müzik eşliğinde sohbetler edilip oyunlar oynanıyordu. bana hani o çocukken hikâyelerde anlatılan eski zaman dönemlerini hatırlattı kahvehane sahneleri. oldukça nostaljik görüntüler vardı bu sahnelerde. bu bölümde yerel halkı oynatmaları gerçekçiliği üst seviyeye çıkarmış. kahvehane sahnelerinde dikkatimi çeken bir husus vardı. çay ocağının olduğu bölümde kocaman yazılarda, “içki içmek katiyyen yasaktır.”

yazıyordu. ancak bu kural bizim toplumumuzda her zamanki gibi kılıfına uydurularak çiğneniyordu. çay bardaklarına çay yerine benzer renkte olan konyak konuyordu. buna da ilginçtir süt diyorlardı. içilen rakı olmadığı için aslan sütü teşbihi yapılamıyordu hâliyle. konyağa süt benzetmesi bu bakımdan oldukça ilginçti. konyağa neden süt dedikleri hakkında bilgi edinemedim ne yazık ki.
kapanış şarkısı da son derece etkileyiciydi. bu harika şarkıyı seslendiren başrolümüz hümeyra’dan başkası değildi.
filmi çok beğendiğimi belirtmek istiyorum. kesinlikle izlemeye değer olduğunu düşünüyorum.
aşağıda film hakkında bazı detaylardan bahsedeceğim. izlemeden önce ayrıntıları öğrenmekten hoşlanmıyorsanız aşağıda yazılanları okumamanızı öneririm.
muhteşem filmimiz aşağıdaki büyüleyici girizgâh ile masal tadında başlar.
“çok, çok eski zamanlarda, bundan yüz milyonlarca yıl evvel, dünyamız henüz bilginlerin ikinci devir adını verdikleri çağlardayken, yeryüzünde birtakım kocaman, korkunç devler yaşamaktaydı. bugün bildiğimiz hayvanların çoğu o zamanlar daha ortalıkta yoktu. canlı yaratık olarak denizlerdeki balıklar, birçok kuşlar, pek küçük bazı memeli hayvanlar ve kurbağalar vardı. bir de söylediğimiz bu devler. bunlar da çeşit çeşitti. boyları sekiz on metreden tutun da yirmi beş metreye kadar olurdu. kimisinin kalın pul pul sırtı dikenli derileri, küçük bir oda büyüklüğünde başları, bir adam boyu dişleri ve boynuzları, kimisinin dört beş metre uzunluğunda bir boynun ucunda küçücük başları vardı. hemen hepsinin kuyrukları uzun, pençeleri tırnaklıydı. sürüngen hayvanlar soyundan olan ve damarlarında sıcak kan dolaşmayan bu devler loş ormanlarda, sulak bataklık yerlerde yaşarlar ot, et ne bulursa yerlerdi. tembel oldukları için çok kere karınlarını ormanlarda, sularda su kenarlarında ölüp kalmış hayvanların leşleriyle doyururlardı. onlara kaygısız ve rahat yaşama imkânını veren ne cesaretleri ne de zekâlarıydı. sadece dev yaradılışlarına dayanarak etraflarını kasıp kavuruyorlardı. bir yerde göründükleri zaman bütün canlılar oradan kaçardı. balıklar suyun derinliklerine, kuşlar göğün maviliklerine, öteki hayvanlar ağaç kovuklarına, inlerine dalarlardı. ilk bakışta yeryüzünün bu tembel fakat doymak bilmez, bu aptal fakat kuvvetli, bu korkak fakat zalim devlerden kurtulacağı akla bile gelmezdi. sular onların karalar onlarındı…yeryüzünde hiçbir şey ama hiçbir şey ne kadar uzun ömürlü olursa olsun sonsuz değildir. milyonlarca yıl ortalığı kasıp kavuran, uçsuz bucaksız dünyaya kayıtsız hükmeden devlerin de sonu göründü. görünmeli artık…”
yönetmen çekeceği film için çalışmalar yaparken bir pavyona gelir. mekâna gelirken yönetmen az önce arkadaşlarının kendisine doğum günü hediyesi olarak verdiği üç tane süs balığını da cam fanusta yanında getirir. burada bir konsomatrisle tanışır. aralarında sohbet başlar. kadına, “buraya ilk gelişim” der yönetmen. kadın, “belli” diyerek gülümser. ardından, “balık tüccarı mısın?”der. yönetmen, “hayır, yönetmenim” der ve çekeceği film üzerine sohbet etmeye başlarlar. yönetmen, kadına dönerek, “balıkların adını sormayayacak mısın” der. kadın, “anacım bunlara bakmak pek zordur. pek nazlıdırlar süs balıkları, ölüverirler hemencecik vallahi.” der. ardından biraz bozulan yönetmene bakar. “ee neymiş bakalım adları?” diye sorar. yönetmen balıkları göstererek bak şu “çilli”, şu “hanende melek”, bu da “yeni dünya” der. ardından kadın, “arjante, memnun oldum”* diyerek gülümser. ardından benimki de “ayışığı” der gülümseyerek. ve ayışığı isminin hikâyesini anlatır. o sırada yönetmen susar. ayışığı, yönetmene bakarak “konuşmuyorsun” der. yönetmen, cebinden çıkardığı yemi balıklara verir. “önce doyunsunlar da” der. ayışığı, “istediğin kadar doyur anacım, ölür bunlar bilmem ne içi kadar kapta. poşete girmemek için bilmem ne içi kadar kap dedim. anlarsın ya” der gülerek. ardından “sansür her yerimizde, yalnızca önümüzde, arkamızda olsa” diyerek siyasi ve sosyal mesajını da verir. daha sonra yönetmen, “yani yaşam alanlarını genişletmek gerek diyorsun” der. ayışığı, şaşkın bakışlarıyla “öyle mi dedim?” der,* bu sefer de yönetmen gülmeye başlar. ayışığı, “denize bıraksan ne olacak ki bunları, okyanusa. bu sefer de büyük balıklar ham yapar bunları” der. bu ilginç ve keyifli sohbet bu şekilde devam eder.
yönetmenimiz pavyonda tanıştığı ayışığı adlı kadından çok etkilenir. çekeceği filmle ilgili düşler kurmaya başlar. düşünde ayışığı’nın filmindeki kadın karakterleri canlandırması çok güzel düşünülmüş bir detaydı. uyandığında ise hiçbir şeyin değişmemesi her şeyin aynı olumsuzluklarla devam ediyor olması hüzünlendiriciydi.
yıllar geçmesine rağmen filmde hatırımda en çok yer edinen sahne ve unutamadığım sahne hümeyra’nın olağanüstü köçek dansı sahnesiydi. tek planda çekilmiş kusursuz bir gösteriydi. hümeyra bu sahnede kesinlikle saygıyı hak ediyor.
filmin sonunda yönetmenimiz ayışığı’nın kendisine söylediği gibi doğum gününde hediye edilen çilli’yi, hanende melek’i ve yeni dünya’yı büyük denizlere değil de güzel bir akşamüstü güneşi eşliğinde göle bırakır. o sırada sanat yönetmeni yönetmenin yanına gelir. ve sanat yönetmeninin dudaklarından o muhteşem soru cümlesi dökülür.
— peki şimdi özgürler mi?
devamını gör...