efenim, günün bu huzurlu saatlerinde, pozitif olumlayarak demlediğim çayımı keyifle yudumlar ve ağrıkesici+antibiyotik kafasını tatlı tatlı yaşarken, niye aklıma bu melun, habis anı geldi bilmiyorum ancak, ara ara gelir. senede üç kere gelmesi normaldir ve fakat dört, beş, altı olmaya başlarsa psikiyatrımı arayıp acil doz arttırmasını istemem gerekiyor. lanet olasıca kadın! önümüzdeki buluşmaya kadar benim için reçeteyi sağlam hazırlamayı öğrensen iyi edersin çünkü bir hafta sonra sana geleceğim ve " evlilik vaadi ile oyaladığım eximi ve onun deli annesini gün içinde peş peşe 3 kez hatırladım, senelik hakkım bitti ve kalan bir ay için endişeliyim!11" diyerek zihnimi ispiyonlarken, bir yandan da seni azarlayacağım.
efenim psikolog ve psikiyatr azarlamayı seviyorum, hobimdir. tanrım hadi ama son zamlarla birlikte 1300 tl ödüyorum, bırakın da paramın karşılığını alayım!!11

üniversiteden mezuniyetimin yaklaşmasıyla, kendime giderayak zoraki bir sevgili yapmış ve nolur nolmaz diye o'nu köşede tutuyordum. nasıl olsa okul bitimiyle herkes memleketine dağılacaktı. uzakta bir sevgilinizin olması, olası evlilik ihtimalinize karşın hazırda bulunması iyidir. tanrım, ben ve evlenmek fikrini nasıl yan yana getirebiliyorsunuz hala anlayabilmiş değilim, öyle kolay mı efenim bir morticia kadını ile evlenmek? bir morticia kadınına layık olabilmek? hayır, bu sevgili sadece göstermelikti. "ee okul bitti, işe de başladın, sıra geldi evlenmeyeee..." diyeceklerinden emin olduğum annem ve akrabalarım karşısında kalkan olarak kullanacaktım yavuz'u.

kendisi esmer, yağız bir delikanlıydı; aslında biraz çakırkeyif olduğunuz bir anda, onunla ortak yapım bir çocuğunuz olması fikrine sıcak bakabiliyordunuz, genleri fena sayılmazdı: ortalamadan uzun bir boy, tipik yurdum erkeğine nazaran bir tık daha atletik, kılsız bir vücut ve pek parlak olmasa da kendisini hayatta tutabilecek zeka düzeyi; tamam işte orta doğulu bir erkekte olabilecek maksimum şey bu efenim, ha bir de dahi anlamındaki -de'leri bazen ayırabilme yeteneğine sahipti. ama bendeniz morticia, gençliğinin baharında, güzelliğinin zirvesinde olan ben; kendimi tek erkeğe bağlayacak kadar enayi miyim? hayır efenim.

yavuz'u sevgili olarak 900 km ötede, elimde tutuyordum sadece. çünkü olmayan bir sevgiliyi var gibi yaşatmak ve sevgiliden hiç done almaksızın bunun üzerine tüm aileye sunacak kadar grift bir kuyruklu yalan tasarlamak, akrabalarınızca her fırsatta soru bombardımanına tutulacağınız buluşmalarda bunu istikrarla sürdürebilmek ciddi bir emek/hatasızlık/plan/zaman ve doğal bir yetenek ister. tamam, yalana doğuştan bir kabiliyetim olabilir, ancak en güzel yalanın, onu gerçeklerle harmanlayarak hataya açık geliştirmek olduğunu da iyi bilirim. hiç olmayan bir sevgili üzerinden kurulacak yalan çok riskliydi, bu yüzden, olan bir sevgili üzerinden bunu senaryolaştırmak hafıza üzerindeki yükü büyük ölçüde alacaktı.

efenim, yavuz ile evlenmek üzerine hayallere kapılmış bir genç kız imajı çizmekten hiç gocunmuyordum, böylelikle "niye hayatında kimse yok, evlenmiycen miii" baskısı görmüyordum, ancak akrabalarımız arasında -leş gibi kokmak- deyiminin hakkını sonuna kadar vermesi ile tanınan hasibe yengenin ısrarı ise bir başkaydı. kendi döneminin bir tür feminazisi olan hasibe yengemiz, yetiştiği çağ ve coğrafyasından çok daha farklı bir kimlik edinmiş olması vesilesiyle, sosyologların tez konusu olabilecek derecede ilginç bir kadındı. babamın dayısı ile evli olan hasibe yengenin bulunduğu ortam, maktul kokardı efenim. bunu sadece mecazen söylemiyorum, fiziken de maktul kokardı, hemen anlardınız ki hasibe yenge oradadır. yıkanmaya karşıydı çünkü kocasıyla seks yapmaya da karşıydı. kokusunu bir silah gibi kullanmaktan asla çekinmezdi. tanrım, o zamanlar akli dengesinin yerinde olmadığını düşünürdüm, oysa ki kadın, erkek cinsinden komple nefret ediyormuş sadece. tanrım, zavallı büyük dayı; karısını da nasıl severdi...

neyse efenim, biz esas konuya dönecek olursak, hasibe yenge haricinde tüm akrabalar yavuz'un varlığını sevinçle karşılamıştı ancak hasibe yenge elbette evliliğe karşı tavrıyla, kendime yazık edeceğimi söyleyip duruyordu. tanrım, hasibe yenge, keşke akrabalar arasında biraz ciddiye alınıyor olsaydın da senin ardına sığınabilseydim ama işte "deli konuşuyor, konuş deli" ağırlığında bir kadın olduğu için, hasibe yengeye tutunamazdınız.

efenim, yavuz ile teknolojinin imkanlarından dibine kadar faydalanıyor, kah araşıyor, kah görüntülü konuşuyor, kah yazışıyorduk, böylece baya zaman tükettik. uzak memleketlerdeydik, öyle ha deyince evlenilemezdi. ancak yavuz'un hasretime dayanamayarak duvarlara tırmandığı günlerin birinde aklına tahmin edeceğiniz o parlak fikir gelmişti: efenim, çekirdek ailesini de alıp gelip beni isteyecekmiş, tanışma gibi olsunmuş, hem aileler tanışsınmış hem de kendi aramızda nişan mıdır söz müdür takar, bir süre beraber yaşarmışız. tanrım hadi ama, muhafazakar ailem nikahsız, beraber yaşamamıza izin verir mi ha? ben de buna güveniyorum zaten, evlenemeyelim, ilişki gerekse nişanlanma halinde sürünsün, yavuz orada beklesin dursun "olmaz evlenmeye para lazım, daha biriktir" filan diyeyim, bizimkiler burada söylensin dursun ve ben kendi hayatımı yaşamaya devam edeyim.

"tamam" dedim efenim, şu nişan mıdır, söz müdür ne boktur takalım ve milletin "e istemeye ne zaman geliyorlar?" darlamalarından kurtulalım.

eeyyyy geleneklerini öptüğümün klasik yurdum aile yapısını iliklerinde hissedenler; her ufak fırsatı tören haline çevirmeden duramıyorsunuz değil mi? "kendi aramızda olsun, çekirdek aileler tanışsın, birbirimizi yormayalım" denilerek ayarlanan sade kız istemeye, yavuz ve ailesi, utanmadan bir otobüs dolusu insanla gelmişti. öyle ki kapattıkları otobüs yüzünden o firmada yer bulamayanlar, metro turizm'den bilet almak zorunda kalmıştı. elbette son dakikada sülalecek geleceklerini öğrendiğimizde, üç beş aile büyüğünü daha olaya dahil etmemiz gerektiğinde karar kılan babam, dayısını da, istenme törenime dahil etti. biraz ürkmüştüm efenim, nitekim hasibe yenge de gelecekti ve hasibe yenge demek, olay demekti.

yol yorgunu yavuz ve sülalesi, dinlenmek için mütevazı bir pansiyonu kapattıklarının gecesinde, biz telefonda laklaklıyorduk:

-heyecanlı mısın morticia?
-ee.. bilmiyorum, tuhaf hissediyorum.
-ben de. acaba sizinkilerle bizimkiler birbirlerine ısınabilecekler mi?
-(aklıma maktul kokulu, hoyrat hasibe yenge geliyor)bence alev bile alabilirler.
-o ne demek oluyor?
-öylesine geyik, heyecanımı bastırmaya çalışıyorum işte.

işte zil çalıyordu efenim; ailecek şıkır şıkır giyinmiş, kapının önünde beklemeye başlamıştık; merdivenlerden usul usul yaklaşmakta olan kıyametin ayak seslerini duyabiliyordunuz. tanrım, iki sene boyunca ne güzel oyalamıştım milleti. bu istemeyi hasibe yengeye rağmen atlatabilirsek, sonrası da planladığım gibi akardı nasılsa. gelenler büyük dayı ve hasibe yengeydi. ikisini de içeri buyur ettikten sonra, hasibe yenge kolumdan tutuverdi ve telaşlı telaşlı, çok önemli bir şey söyleyecekmiş edasıyla beni boş odalardan birine çekerek "bakire değilim de, gelene geçene verdim de kızım" dedi.

-yenge ne diyorsun allaşkına?
-seni büyük bir yanlıştan döndürüyorum, evlenme gencecik yaşında. yazıktır.
-ya yenge evlenmeyeceğim zaten rahat ol. karışma sen.

hasibe yengeye, aklımdan geçenleri, kurduğum planı oracıkta en özet haliyle, kötü kokusu yüzünden yer yer nefesimi tutarak anlatmıştım. yüzünü yukarıya çevirip, gözlerini geriye kaydırıp dead walk gözü yaparak ellerini semaya açtı ve kendi kendine bir şeyler söyleyip, iç çekti. ardından alnıma okkalı bir buse kondurdu "akıllı kızım benim" diyerek. bu iyiye işaret miydi, yoksa kötüye mi tam bilemiyordum, nitekim ailede, hasibe yengenin onayına mazhar olmak pek iyi bir şey olarak karşılanmıyordu ve hayırlara vesile olmuyordu.

"ben sana yardım edeceğim, merak etme"

...

nihayetinde ellerinde bir buket çiçek ve bir kutu çikolata ile yavuzgiller de teşrif etmişlerdi. yaklaşık 20 kadar kişi bir salonda, yer yer rahatsız edici bir sessizlik içinde, mahcup gülüşmeler, süzüşmeler eşliğinde oturmaktaydık. bazı insanların deli gözleri vardır efenim, ilk bakışta bunu anlarsınız. yavuz'un annesinde bu gözlerden vardı. onu çaktırmadan incelemeye başlamıştım bile, tanrım bu kadında cidden deli gözleri vardı, kesinlikle normal dışı bir şey olduğu hissi alıyordum. bunu bir tek ben fark etmiş olamazdım, acaba aynı şeyi annem de fark etmiş midir ki diye dönüp ona baktım ki, o sırada annemle göz göze geldik. kaşıyla gözüyle hareketler yapıyordu, hemen kalktım gittim kahve pişirmeye. efenim bu, kültürümüzde, ortak bir ana-kız dilidir, sistalarım hemen anladılar, biliyorum. (evet efenim, cvme de "orta derece işaret dili biliyorum" diye yazdım, bence gayet de onun yerine geçer) kahveleri yapıp dağıtmaya geçince fark ettim ki, üçlü koltukta 1974 senesi karada nefes tutma şampiyonu olan büyük dayımla birlikte oturmakta olan hasibe yenge, yavuz'un annesinin yanına geçmişti. tanrım babalar kaynaşıyordu, akrabalar kendi aralarında gülüşmeli tebessümlü muhabbet ediyorlardı, müstakbel damat yavuz utangaç utangaç sırıtıyordu ve kahveyi tuzlu yapmamamın esprilerine katılıyordu. ancak ortamda yavuz'un annesi ile hasibe yenge kulak kulağa vermiş hararetli bir şeyler konuşuyorlardı. o kadar belliydi ki efenim, yavuz'un annesinin suratı öfkeden kırmızıya dönmüştü.

isteme gerçekleşti, babamlar "kızımıza soralım" filan dediler; zaten bunlar hep öylesine geleneklerdi; "gençler çatır çatır sevişmişler, biz ne bokuma oturmuş al-ver yapıyorsak " mı diyeceklerdi? işte usulen, öylesine şeyler.

yüzükler takıldı... ikramlar... sohbetler... gün bitti.

diğer iki gün de misafir aileye şehri gezdirdik, ardından yolladık.

yalnız takribi bir hafta dememişti ki yavuz benle bir konu hakkında dertleşmek istedi. istemeden sonra, annesine bir haller olmuş efenim, kadın benim tatmin edilmeme kafayı takmış. anlat diyorum, anlatamıyor da; ürküyor "sizin aileniz ne çeşit bir sapık?" filan diyeceğimden, garibim yavuz. telefonda geçirdiğimiz iki saatlik ikna sürecinin sonunda nihayet ağzındaki baklayı çıkarıverdi:

-morticia... ya çok tuhaf bir konu. nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama anlatmam gerekiyor. şey, hani bir akrabanız vardı ya sizin, yaşlı bir kadın. biraz da, nasıl desem...
-evet kokuyor, hasibe yengeden bahsediyorsun.
-anneme bir şeyler söylemiş, ama annem ne söylediğini tam söylemiyor. tutturmuş morticia'yı öyle bir tatmin edeceksin ki erkek neymiş görecek onlar diyor. ya özür dilerim. "hemen nikahlanacaksınız, uzamasın bu iş" diye tutturdu.
-nee?! annen mi diyor bunu?
-evet. ya ne diyeceğimi bilemiyorum şu an morticia. biz zaten sevişiyoruz anne kapa bu konuyu dedim ama dinlemiyor kadın. bir şeyleri inada bindirmiş.

tanrım bu nasıl bir sapıklıktı, aklım almıyordu. bir kadın ana, oğluna nasıl böyle bir şey derdi? bu nasıl bir... ne alakaydı efenim? hasibe yenge ne boklar yemişti de kadını bu hale sokmuştu?

efenim, teknolojiyi reddettiği için hasibe yenge ile telefonda konuşamazdınız; ayağına kadar gitmeliydiniz onunla ilgili bir probleminiz varsa. tanrım, lanet olasıca 70li yaşlarının başındaki bu kadının evine en son gittiğimde, doğaüstü pisliği ve tanımlanamaz koku yüzünden antresinde uzay-zamanın büküldüğüne şahit olmuştum. ancak, aralamam gereken sır perdesi yüzünden, mecburi ziyaretten başka çarem yoktu. kendimi "bunun daha üstü olamaz nasılsa" diye motive ederek, yanıma 10 litrelik oksijen tüpümü de alıp, hasibe yengeyle görüşmeye, evine gittim.

şehirden uzak, köylük bir yerde, tek katlı mütevazı evinde, gözlerden uzakta yaşamakta olan hasibe yenge ve büyük dayının evine varmıştım nihayet. kapıyı açtığında, fark ettim ki son ziyaretimden bu yana çok şey değişmişti... yüzümde radyasyonu hissedebiliyordum efenim, oksijen tüpü yeterli değildi. içeri girdiğimde vestiyerin hemen sağında kalan duvarda açılmış karadeliği gördüm. bayılmamak için elimi yüzümü yıkamaya girdiğim lavaboda, aynı karadeliğin fayansta da olduğunu fark ettim. evet efenim, öyle bir kokuydu... zaten divanın tekinde de büyük dayı baygın halde yatmaktaydı. öyle varsaymıştım nitekim gidip nabzını kontrol etmemiştim, belki de ölmüştü. (ölmedi efenim hala yaşıyor)

-morticia kızım hoş geldin kuzum. hangi rüzgar attı seni buralara. karnın aç mı?
-(nefesimi tutarak konuşmak zordu ama başarıyordum) hasibe yenge çok durmayacağım, hemen gideceğim. ya sen yavuz'un annesine ne dedin?
-ne demişim? (ya gerçekten hatırlamıyordu, ya da insanları kıvrandırmayı seven bir yönü vardı)
-işte onu diyorum, ne dedin? yavuz'un annesi, yavuz'un benle hemen evlenmesi konusunda ısrarcıymış. kadın deli gibi bir şey olmuş. gerçi onda bir miktar delilik seziyordum ama bu kadar değil. ne dedin de iyice manyak ettin kadını hasibe yenge?
-a-aa üzerime iyilik sağlık, oğluna evlenmeme baskısı yapacağı yere, evlenme baskısı mı yapmış?
-ne dedin yenge, bayıldım bayılacağım... enerjim bitiyor.
-zayıf kalacağım diye yemezseniz bayılır durursunuz böyle. çok mu lazım erkek milletine kendinizi beğendirmek.
-konumuz bu değil yenge, ne dedin?
-evladım ne dedimse dedim işte boşver.
-yenge nolur, ne dedin söyle?!!!
-"oğlunuz kızımızı tatmin edebilir mi hanım? bizim kız öyle gözü açılmamış ceylan değil, oğlun errrrkekse isteyeceksin bizim kızı. kızımızın elinden kimler geçti kimler, kimlere verdi de kimleri beğenmedi, ömür boyu tatmin edecek biri öyle kolay çıkmazz!!11" dedim.
-yuh.

tanrım, iki deli kadın bir araya gelmiş, benim yavuzla tatmin olup olmayacağım üzerine konuşmuşlardı istenmem boyunca ve işi inada bindirmişlerdi. tatmin edilecektim, hem de ömür boyu!!11 ne yaşıyordum ben tanrım, noluyordu, hani marjinal bizdik? yani ben... hasibe yenge ve yavuz'un annesi marjinalliğin kitabını yazmakla kalmamış, ona iman etmişlerdi.

ayağa kaltım ve hasibe yengeye dönerek "hasibe yenge, sen ne bok yemeye bulaştın zaten benim işime, ben ne güzel her bir şeyi tatlı tatlı planlamış, yoluna koymuş ve bu ilişkiyi evlilikle taçlandırmadan sonlandırana kadar keyfime bakabilecek ritme oturtmuş iken, burnunu sokmasan olmaz mıydı? senden yardım istedim mi ha allah'ın canını almayı unuttuğu yaşlı ve de kokuşmuş ihtiyar, benim kukumun akıbetini tayin sana mı kaldı, marjinallığın damına su kaçırdın iyice be!!! neden sen de diğer yurdum ihtiyarları gibi artık köşene çekilip abdest alarak namazını kılmaya ve yaklaşan ölümüne hayıflanarak cennete yatırım yapmaya başlamıyorsun?! senin ağzını yüzünü yırtar, gelmişini geçmişini..." demedim elbette çünkü büyüğümdür, saygı duyarım.

-ya yenge, niye yaptın ya?
-ne bileyim, canım sıkılıyor evladım. köyden herkes taşındı gitti. kavgalar azaldı, sıkılıyorum. kavga çıkar belki diye yaptımdı.

neyse efenim; sonrasında sen şöyleydin, ben böyleydim, zaten anan da deliydi derken üç beş kavga çıkardım ben de ve yavuz'la ayrıldık. annemler pek bir mana veremediler yaşananlara ancak yavuz'un annesi, yavuzdan arakladığı numaramdan bir süre beni düzenli arayarak "seni tatmin ettireceğim!!!!" diye telefon sapıklığı yapmaya devam etti. telefon numaramı değiştirmek zorunda kaldım ve bu olay üzerine de annemler bir daha evlenmem bahsini açmadılar. dolaylı da olsa, hasibe yengenin müdahalesi işe yaramıştı. annem "ay verilmiş sadakan varmış morticia, bu kadın senin kayınvaliden olacaktı az daha" dedi durdu aklına geldikçe, sonra da unutuldu gitti.

şimdi, doktorumu arayarak beni tatmin edecek bir reçete hazırlaması konusunda ısrarcı olmalıyım artık.
iyakşamlar efenim.
devamını gör...
(bkz: okuyamadık kardeş durumumuz yoktu)
devamını gör...
okumadım ama pis bir şeylerin döndüğü içime doğdu.
devamını gör...
n'olur okuyan varsa özetlesin
devamını gör...
bir oyalama söz konusu evet. kurnazca bir plan. tebrik ediyorum, güzel fikir ama yer mi anadolu çocuğu.
okumadım tabiki.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"evlilik vaadi ile oyalayan kadın" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim