morticia yazar profili

morticia kapak fotoğrafı
morticia profil fotoğrafı
rozet
karma: 10808 tanım: 395 başlık: 87 takipçi: 74
hey there i am using whatsapp

son tanımları


romantik erkeklerin aşkta hep kaybediyor oluşu

efenim sadece romantikseniz tabii ki kaybedersiniz, "bu dilleri başka kime döküyor?" diye düşünürüm şahsen. öyle romantik konuşmaları kaç denemeden sonra buldu da kalbe dokunacak yollara vardı bu bey? hı? kaç kişide denedi de yanıldı da bu kadar dilbaz oldu, güller döker oldu, aman da mumlar yakar oldu diye sorarlar adama. erkek dediğin biraz şey olacak, tam bilmeyecek konuşmayı, yani bilecek de arada saçmalayacak ki ha tamam bu hala hormonlarını açık edecek kadar temiz diyebilelim. kurt mu sevelim ha? ben sevmem vıcık vıcık romantik erkek, kaç değirmende öğütülmüştür de o yolları icat etmiştir. "işine gelirse kızım!" ile "senin beni sevebilme ihtimalini sevdim" arasında bir yerlerde olmalı.
devamını gör...

kız isteme ritüeli

efenim kız evi naz evi diyenlerdenim, baya baya kanırtılmalı erkek. uğraşsın, kolay mı ben gibi biriyle hayatını birleştirmek? ne kadar istiyor, kendinden geçip egosunu ayaklarımın altına paspas edebiliyor, insanlıktan çıkabiliyor, tövbe haşa tapınmaya ramak kala bir tutku eşliğinde aşk ile divane çırpınıyor mu görmem lazım. klasik kız istemeler bana göre değil efenim, beni babamdan isteyip naapacaksınız? adam zaten başından savsa da kurtulsa yani ona bakıyor. hayırlı evlat olma bedeline zam yaptım, kiramı ödemekle birlikte aylık haraca da bağladım kendisini. kolay mı efenim kız babası olmak? alnımıza leke sürdürmeden yaşıyorum ne güzel. bedavaya mı? elbette değil. o kadar okuduk, meslek sahibi olduk, elimiz ekmek tuttu, gururlandırdım ebeveynlerimi. sonuçta alkolik de olabilirdim. olmadım. bu yüzden ödüllendirilmeliyim.

her ne ise, beni benden isteyecek damat adayı efenim özetle, babamdan değil. benim kendime özel kız isteme ritüelim var. mesela beni benden istemeye gelirken, çikolata çiçekle gelmeyecek. yetmez o bakımdan söylüyorum; üzerime tapu isterim. bu başlangıç. gerisini anlatmıyorum çünkü onlar testtir. tapunuzla gelin.
devamını gör...

hem alttaki hem üstteki yazara bir öneri

efenim gidin bana bi nick altı yazın, işiniz ne? lanet olsun dostum 90-60-90 kadınların nick altları coşmalı ama benimki 5 aydır ex. kendi kendime mi yazayım yani bunu mu görmek istiyorsunuz?!11 egolarım sızlıyor bi saniye; "tatlım, prensesler hiç öyle nick altı yaz der mi? halkına bu kadar yüz verirsen gelir sana dilenci misin diye sorarlar değil mi ama? yapma, lütfen"..."ama tavsiye istemişler ben de tavsiye veriyorum. sonra hepsine jaws hayvanları diyorum, bunu istemezler değil mi? söven bi prensesleri olsun istemez hiçbir halk"..."şu an sana çok hak verdim, işleri ne, gitsin yazsınlar!!"..."öpüyorum seni morticia"..."ben de seni balım, en iyi arkadaşım. dayanamıyorum sana gidip bi nick altı yazacağım, seni çok seviyorum"..."aşksın".
devamını gör...

kızlık zarı

efenim yoktu vardı tartışmaları bir ara fena yürüdüydü bunun, sanki allah var mı yok mu onu tartışıyormuşçasına dövüşüldü de; lanet olsun dostum öbür tarafa bu kadar kafa yormazsınız da şunun için ne diller eskittiniz. efenim ya cehennem varsa ne halt edeceksiniz? hiç düşündünüz mü bunları? düşündüyseniz lütfen kendinize saklayın hiç dinleyemem çünkü, rahmetli babaannem çok anlattı sıktı efenim.

neyse he, bu dikiliyor biliyor musunuz? kan mı görmek istiyorsunuz? o kanı 4 sefer gösteren bi arkadaş tanıdım ben; parasını biriktirir, gider diktirir sonra da evlilik teklifi alırdı. böyle de bi hobisi vardı kızın. kız mıdır kadın mıdır bilemem, bazen kadın bazen kızdı. *
devamını gör...

sözlük kızlarına alev emojisi atmak

efenim alev emojisi bana günahlarımı hatırlatıyor rahatsız oluyorum. rahmetli babaannem anlatırdı "bu dünyada cenabet gezenlere, cehennemde ateşle abdest aldıracaklar" diye. öyle de emin anlatırdı ki gitmiş gelmiş gibi, inanmadan edemezdim. ben reeankarnekesyona inanıyorum şahsen, bence gitti geldi hatırlıyor. o yüzden yapmayın böyle şeyler lanet olsun; aleve tutulmuş marşmelov gibi olacak tenim diye korkuyorum. altmetinde şeker gibi bir kadın olduğum mesajı lütfen geçmesin, değilim. mersi.
devamını gör...

kadın yazarlardan erkek yazarlara sorular

efenim görüyorum ki buraya daha önce hiç yazmamışım; o kadar merak etmiyorum bu erkek milletini demek ki. jaws hayvanlarının nesini merak edeceksem zaten, işleri güçleri pompa seks porno. porno demişken bu yaz öyle bir bronzlaştım ki affedersiniz zenci taşşğna döndüm, canım sıkkın. öhm konumuz bu değildi, ben erkek yazarlara soru sormaya geldimdi. evet. soruyorum hazırsanız:

ıggy'nin yeni parçasını nasıl buldunuz? sizce de muhteşem olmamış mı ha?


4 gündür aralıksız dinliyorum.
uzun yol direksiyonda son ses inanılmaz iyi gider.
devamını gör...

havuza işemek

efenim bunu yapmayın rica ediyorum; çünkü insanız efenim, insan olmamız bunu yapmamıza yeter gerekçe olmalı.

bazı havuzlarda, sidik torbanızı boşaltmaya karar verip bunu uygulamaya giriştiğiniz anda, diğerlerinin "bu hayvan oğlu hayvan buraya saldı" ayırımını yapabilmesi için, idrarla birlikte renk değiştiren indikatörler bulunmakta. bu riski almaya değer mi efenim ha?

bu arada yukarıdaki bilgi biraz efsanevi kalıyor, bir filmde görmüştüm, tipin biri havuza çişini salınca, etrafı kırmızıya boyanıyordu ve herkes bir anda sudan çıkıp parmağıyla boyalı bölgeyi işaret ederek "işedi" minvalinde suratını buruşturuyordu. tabii bu ayraçları bizim yerli havuz sahipleri, havuzlarında kullanıyorlar mı acaba? zannetmiyorum efenim. "meemeed şu piç havuza saldı abim, baksana. aq boşalt suyu boşalt, müşteriler kaçıyor" ... hayal edemiyorum. koskoca havuzun suyunu salıp, tekrardan tertemiz dolduracaklar ha? bence asla çaktırmıyorlar.
"meemed, şu oç havuzun kenarında çok fazla bekledi, yarın fazladan klor at. saldı o ya, yüzünden belli, saldı. biraz da çamaşır suyu koyalım"

biri işedi diye koskoca havuzu boşaltacak değiller ya sezonun ortasında. işte bu yüzden havuza gitmiyorum efenim. bence o suyun yarısı idrar. hele lüks değil, daha halktan kesime hitap eden havuzların fecaat olduklarını düşünüyorum bu konuda. çünkü bir gün, havuzu kullanmadan önce duşa kaç kişinin uğradığını saymaya girişmiştim. koca havuza 40 kişi geliyorsa, sadece 10 kişi suya girmeden önce duş kullanma zahmetine girdi. kalan 30u kim bilir kaç günün pisliğini havuza getirdi. ne bileyim bir gece önceden o orta yaşlı esmer ablanın sırtına boşalınmadığını ve "amaan yarın yıkanırım" deyip tembellik etmediğini?

midem kalktı efenim, gidiyom ben, hoçça ğalın.
devamını gör...

uyurken eve çilingirle dalınması

uyuyanı şaşırtır efenim. bu eylem, sıcacık, güvenli evinde olmanın verdiği rahatlıkla derin derin uyumakta olan kişinin cep telefonundan aranılması ve kendisine ulaşılamaması sonucunda, hakkın rahmetine kavuştuğu düşünülerek bir arkadaşı tarafından gerçekleştirilebilen, bir "öldü mü lan yoksa?" baskını olabilir.

zannedersem üni. üçüncü sınıftaydım, 19 saat kesintisiz uyuma rekoru kırdığım seneydi. meğer ben depresyondaymışım da henüz bilmiyormuşum o sıralar. aman bir uyku bastırıyor, uyumalara doyamıyorum efenim, ancak bunun sebebinin dengesiz ve yetersiz beslenmeden kaynaklı bir enerji düşüşü olduğunu düşünüyor ve önemsemiyordum, nitekim canım hiçbir yemeği çekmediği için sadece basit abur cuburlara dadanmış, patates kızartması ile öğünlerimi geçiştirir olmuştum. zaten bu da depresyondanmış. hayatta kalacak kadar yiyordum işte, iştah miştah kapanmıştı.

neyse efenim, vizelerin gelip çattığı dönemdi; elbette çalışmak lazım. o sıralar da bir hayırsız arkadaşım vardı benim, işi düşünce kapımda köpek olan cinsinden; kendisi vize haftası anlamadığı dersleri sormak için benim kapımı aşındırma huyuyla bilinirdi. bundan şikayetçi değildim, haliyle benim de işime geliyordu onu çalıştırarak sınava hazırlamak, çünkü ona anlatırken ben de eksiklerimi görme fırsatı yakalayarak tamamlıyor ve tekrar etmiş oluyordum. millet çan eğrisi not sistemi yüzünden birbirinden not gizlerken, ben kendime rakip çıkarıveriyordum, çok idealisttim efenim tarif edemem size; "benim öğrettiğimle benden yüksek not alacaksa, iyi bir öğretmenimdir" derdim.

bizim bu işi düşen arkadaş tabii sınav haftası henüz gelmeden en az üç hafta öncesinden yol yapmaya başlardı bana, klasik, ben de anlamazdan gelirdim. tüm sene iplemez, daha samimi kankeytolarıyla gezer-tozar-yer-içer, ama sınav tarihleri belli olmaya başlayınca "yaa morticiaaa ne zamandır bi şeyler yapamadık, özledim senle takılmayı kızııımmm, bi şeyler yapalım mıığğ?" diye yamacıma yamacıma sokulurdu. dediğim gibi, bana da yarayacağından, ses etmezdim.

yine gödüm gödüm samimiyetimizi pekiştirdiği günlerde, benim uyku problemim almış başını yürümüştü. henüz bipo teşhisi konulmadığından mütevellit, herhangi bir tedavi ve farkındalık sürecinde değildim. günlerce insomnia yaşıyor, takibi haftalarda da yastıktan kafamı zor toplayıp okula gidiyordum. bir insan evladı 12 saat uyur mu? uyur efenim, bu benim günlük uykumu alma rutinim haline gelmişti; okuldan eve gelir gelmez uyuyordum, kafamın içinde filler sevişiyordu.

neyse işte ben yine uyumuşum böyle ama ne uyuma; insanın hiç mi çişi mişi gelip uyanmaz? ne bileyim bi su içmeye de mi kalkmaz? hayır, bildiğiniz ölüm uykusuna yatmışım o gün. hesaplarıma göre 19 saat ediyor işte. (sonradan ağır bir depresyon atağı geçirdiğimi öğrendim) bu hayın arkadaşım aramış aramış ulaşamamış, o gün sözüm var, kendisine özel ders vereceğim, sınava hazırlayacağım. kendisi için hayat memat meselesi olan bir sınavda onu yarı yolda bırakmayacağıma söz verdiğim ve verdiğim sözden ekstrem bir durum olmadan dönmeyeceğimi bildiği için aklına "ölmüş olmam" ihtimali gelmiş kendisinin. **

"zaten morticia bu sene bi tuhaftı, bi zayıfladı, okulu eker oldu, sohbetlere katılmıyordu" filan derken, benim madde gibi bir şeylere bulaşmış olabileceğimden şüphelenip, bu konuda tecrübesiz olduğum için de doz aşımından filan ölmüş olabileceğim düşüncesi ile kız, yanına birkaç ortak erkek arkadaşımızı da alarak benim evin kapısına dayanıyor tabii.

ben o sırada kıçımda pireler uçuşa uçuşa, bilmem kaçıncı rüyamı görerek uyuyordum. sonra sallandım. baya baya sallandım, "noluyo?" diyerek uyandım ki karşımda dizilmişler "öldün sandıkkk!!1" diye beni izliyorlar. "ölmüş müyüm?" dedim. bi sessizlik, sonra gülüşmeler ve ardından "bizi korkuttun" sitemi...

sonra yatakta doğruldum, "ya gelmişsiniz hiç haberim de olmamış" filan diye misafir ağırlamaya girişecekken "ulan siz nasıl girdiniz içeri?!" diye sormayı nihayet akıl edebildim. bu arkadaşlar, telefondan ulaşamayınca kapıma dayanıyorlar, kapıyı çalıyorlar, tekmeliyorlar, arıyorlar telefon sesi geliyor içeriden ama morticia kapıyı açmıyor derken abanıp kapımı kırıyorlar efenim, evet. ulan hayvan evlatları bari bi polisi arayın, ne bileyim kibarca kapıyı açması için çilingir neyim ayarlayın ama yok işte... öğrenci adam, çilingire para veresi gelmedi kimsenin herhalde. neyse efenim benim kapıyı kırmış bu ayular ve dalmışlar öylece içeri. hobi olarak yanlarında koçbaşıyla mı geziyorlardı napıyorlardı ama kilidi yerinden sökmüşler, parçalamışlar efenim; öyle bir tekme yemiş ki kapım, sanki kaçak kerhane baskınına gelmişler, yok öyle bir darbe.

durum anlaşıldı tabii, "bu ne uykusu kızım?" falan fıstık sohbetleri... yolladım hepsini, sonra kapının arkasına bi berjer ittirdim ve gerisin geri yattım. bir ay kadar belki, o kilidi kırık kapıyla yaşadım efenim; okula giderken filan öyle aralık kalırdı, içeriden bi müzik açardım sanki evdeymişim gibi, giderdim. evimin önünde polis karakolu var nasılsa diye sallamadım. üşendim kilidi yaptırmayı, depresyondan.*
devamını gör...

kitap okurken gelen kültürlenme hissi

ilk etapta bana yaramıyor efenim, bi g.tüm kalkıyor affedersiniz. bünyeme iki satır yeni bilgi, yeni bir bakış açısı daha eklenmesini takip eden üç gün boyunca "siz ne bilirsiniz koppekler!" moduna geçiyorum ve bu yüzden bunu sindirene kadar, mecbur kalmadıkça, çevremle doğrudan bir iletişime girmiyorum. sonra bu his, yerini tatlı bir sakinliğe bırakmaya başlıyor, stabil hale dönüyor.

bunu fark ettiğim an çok ilginçti, senede üç kitap okuma rutinimi, dörde çıkardığım seneydi. üzerinize afiyet, tam bir kitap kurduyumdur, bizim mahalledeki kitap okuma rekoru bende. komşum saliha'yla yarışıyoruz da. o senede üç kitap okumaya başlayınca, ben de dörde çıkarmıştım zaten.

senelik üç kitabın, bünyeme kattığı kültüre ve bilgiye alışkın olmam sebebiyle, aniden dört adede geçince bi "meehh" geldi bana. nasıl ifade edebilirim bu meeh gelmesini, bilemedim ama inşallah senede beş kitap okumaya çıkınca ifade etme becerimin de artık bunu size daha iyi aktarmada üstün bir hale geleceğini düşünürken aynı öf.. uzun cümle kurunca başını unutuyorum efenim.

neyse, o gün büyük bir hayat tecrübesi edinmiştim, artık ben, eski ben olamayacaktım çünkü yanlış kişiye gönderdiğim nudelar yüzünden pardon konumuz bu değildi.

bugün bir kitap daha bitirdiğim ve ilk üç günü henüz atlatmadığım için aslında sizinle haşhaş geçmekteyim efenim, siz ne bilirsiniz ha? kültürlenin de gelin.
devamını gör...

kadınların bir kere evleniyorum şımarıklığı

şımaran şımarsın efenim size niye battı? ha gelinliğini 50 metre kuyruklusundan giymek isteyen birine ben de karşı çıkarım orası ayrı; şımarıklık da bir yere kadar. israfa gerek yok. ama geri kalanları şımarsın ya ben izin veriyorum, şımarın kadınlar. erkekler şımarmasın ama; mümkünse siz mikrofona doğru evet dedikten sonra "son pişmanlık neye yarar" parçasını çaldıracak olan arkadaşlarınızı, düğün öncesi bir kamyonet kasasına zincirleyin. sonra salarsınız, gelirler oynarlar pistte.

bir de hamilelik şımarıklığı çok sorgulanıyor kadınların, şımarın yavrum, şımarın anam; gecenin körlerinde aşerin uyandırın partnerinizi, kışın bağrında yeşil erik, yazın bağrında nar isteyin. çünkü neden istemeyesiniz? bence çok eğlenceli olurdu. salt bu yüzden bi beyden hamile kalasım geliyor; "frambuazlı profiteröl istiyorum ama frambuaz parçacıkları donmuş olmasın, taze toplanmış olsun" diyeyim, "güzelim sen manyak mısın? nereden bulayım böyle bir şeyi ben gecenin üçünde?" desin, dudağımı bükeyim "ama.." diyeyim gözüm dolar gibi olsun, "ya yat uyu valla artık kafayı yiyeceğim morticia, bileydim böyle yapacağını, yeminle teknolojik gelişmeleri bekler, ben doğururdum bebemizi yeter be!" desin, "bir frambuazlı profiteröl almamak için bana neler ediyorsun, utan utan!" diyeyim. şoyan bu hayali tartışmadan keyif aldım evet.

evlenirken de şımarabiliriz bence biraz, "ama bekarlığa vedama da kaslı, errrkek dansçılar da çağıramayacaksam vedat, niye evleniyörüm yha ben?"... çok eğlenceli.
devamını gör...

zugra

şu sözlüğün en muhabbet yazarlarından biri ve siz bu kadını da illallah ettirmeyi başardınız öyle mi? ya açtığı başlıklara yorum yapanlara, nezaketinden beğeni ve fav atmayı ihmal etmeyecek türden bir inceliği var kendisinin ve siz bir de bunları "sevüşüğü gelmiş, sen mi sevüşün ben mi?" diye yorumlayıp dedikodu döndürdünüz ha? yuh.

sallapati hikayemsiler yazmaya, öylesine vakit öldürmeye ara ara uğradığım sözlüğü cazip hale getiren, daha sık girme ve takip etme istemi uyandıran 4-5 yazardan birisidir kendisi. geçmiş olsun diyorum; umarım bu sıkıntılı dönemi ailecek kolay atlatırlar; sağlıktan gerisi hikaye sen de biliyorsun.

aptallar her yerdeler işte.
devamını gör...

normal sözlük mobil uygulama

kesinlikle bendeniz morticia kadınını tuzağa düşürmek için tasarlanmış, hekırlar tutularak özene bezene yazılmış bir şey bu eminim. giriş yapmamla birlikte fbi open door yapacak ve üç kamyon orkideyi kapıma döktürerek beni honolulu havalimanında rehin düşmüşüm gibi hissettirip strese sokacaksınız biliyorum. morticia kadını bu tongaya basar mı? basmaz.

madem bir sene sürdü yapımı, bir sene boyunca da ben indirmeyeceğim, önce indirenlerin yaşadıkları sıkıntıları okuyacağım buralarda. kovid aşısı yaptırmadan önce de böyle yapmıştım, önce eniştemlerin vurulmasını beklemiştim, onlar 6 ay kadar süre içinde aşıdan mevta olmayınca da ben gittim vuruldum. garanticiyim efenim, yapacak bir şey yok.
devamını gör...

atari salonu

ucundan yakalamış nesildenim efenim bu salon tecrübesini; erkek çocukların daha rağbet gösterdiği bir mekan olduğundan "aaa kız gelmiş" lafını da bol bol duyardım.* müdavimlerinden sayılmam ancak mortal kombat için bol bol fatality denemeleri yapmışlığım mevcuttur vaktinde bu salonlarda.

"bak kaçırırlar çocum seni, kimler girip çıkıyor oralara belli değil!" diyerek annemlerin tepki gösterdiği ve yasaklamaya giriştiği bu mahalle arası salonların hoş bir aktivite ve sosyalleşme alanı olabilecek potansiyelini, sigarası elinde küfür ede ede oyun oynayan abiler, kavgaya tutuşanlar vb öldürürdü elbette. ilginç ve ufuk açıcı küfürler öğrenirdik kendilerinden.

her ne ise, ben uzun uzadıya anlatmayayım; meraklıları blutv - oyun adlı mini belgeseli izleyebilir. ikinci bölümünde arcade salonları, atari kültürü, ankara fantasyland oyun merkezi fikrinin doğuşu, iki, dört ve altı butonlu makinalara doğru oyun makinalarının evrimi vs. hepsi samimi röportajlarla derlenmiş. tavsiye ederim izlemenizi.
devamını gör...

power rangers'taki sarı ranger

efenim bu benim. şimdi naalaka diyorsunuzdur; 90larda çocuk olanlar bilir ki power rangers dizisi yayınlanırken, her çocuk bir tanesini seçer ve ona göre dövüşlü savaşlı oyun oynardı sokakta. bize özel bir şey değildir sanırım bu ha? yani bugün bir winx karakterleri olsun, çocuklar aralarında rolleri paylaşıp, hayal kurarak oyun oynuyorlar hala. biz de power rangersçılık oynardık ve istemeye istemeye sarı ranger ben olurdum efenim.

roller paylaşılırken, benden önce atlayıp "ben pembe olacağım!" derdi her seferinde ayça; kendisi komşumuzun kızıydı. ulan bir kere de pembe ben olayım müsaade et de, bir kere de "hep ben pembe oldum, biraz da sen ol" desen ya zalım!11 yok, pembe o olacak, minnoş olan o olacak, tatlış olan o olacak, olmazsa oynamaz, küser, mızıkçılık yapar.

bir gün o kadar sinirlendim ki hep sarı ranger olmak durumunda bırakılmama, yine aynı oyunu oynayacağımızda, baştan aşağı pembe giyindim gittim. ayça "ben pembeyim!" dese kaç yazar, hey yavrum hey, morticia farkını ortaya koymuş bile, "ben pembe ranger'ım" demesine gerek yok, kıyafeti diyor zaten.

neyse efenim sonuç olarak yine küsmekle tehdit edilince hepimiz, ben sarı ranger oldum.eve de gıcır gıcır, açık pembe, yeni pantolonun dizlerini, kendimi sarı rangerlığa fazla kaptırarak yırtıp gelince annemden iyi bir azar yedim. allah belanı versin ayça.
devamını gör...

kedi kılığına girmiş ecinni

her an, her yerde karşınıza çıkabilecek tehlikeli varlıklardır efenim. şimdi gecenin tenha saatlerine doğru yol alırken, nereden estiler de 21. yüzyılın, bilimin, teknolojinin göbeğinde böyle bir konuyu açma ihtiyacı duyumsadığımı soracak olursanız, sebebi, rahmetli büyük halamın ve amcamların çocuk psikolojisinden bihaber olunan senelerde (ben henüz 6 yaşındayken) anlatmaya başladıkları ve eğlenceli buldukları cinli şeytanlı masalların bende bıraktığı izdir. sonra da "aaa bizim kız niye delirdi?" delirttiniz efenim, bacak kadar çocuğa öyle masallar anlatılır mı? sizden ötürü geceleri tuvalete gitmeye kalkınca, önce mutfağa uğrar elime oklava alırdım olası bir cinni saldırısı yaşarsam kendimi koruyabileyim diye. ya sevimli çocuktum da ben yavrum, kendimin anası olasım geliyor böyle eskileri hatırlayınca da.

neyse efenim, konumuz dağılmasın; ben size dün gece yaşadıklarımı anlatmaya geldim esas.

kiminiz biliyor, bi tane o...pu kızım var benim, yaşından önce kızgınlığa girip mavklaya mavklaya, önüme doğru popuşunu kaldıra kaldıra mahvettiydi beni edepsiz. işte bu kızım bir süredir, gecenin bir köründe, gözünü bana dikip, beni donuk bir vaziyette izlemeyi adet edindi. gözbebekleri karadelik gibi büyüyor ve fara tutulmuş tavşan gibi donuk vaziyette, gözlerini gözlerime mıhlayarak ruhumun içine içine bakıyor. "kız!" diyorum, zerre kımıldamadan aynı şekilde bakmaya devam ediyor. başlarda bu bana o kadar tuhaf gelmemişti efenim nitekim kedidir ne yapsa yeridir diyordum ancak dün gece euzübesmele çektim, noolur noolmaz diye de nas felak okudum, üzerine üzerine üfledim.

gece karanlığında çok mühim işlerimle uğraşmaktaydım yine bilgisayarın başında; işte benim stilim all star eski bölümlerini izleyerek "o kemer onunla olmaz tabii ki!" diye gizem'in giydiği kıyafeti eleştirmekteydim ki "mimi" diye bir ses ile koluma pati attı kızım. bu "kapıyı aç da sttir olup gideyim şuradan, sıkıldım bu odadan" manasına gelen hareketi olur kendisinin. kapıyı açtım ancak kapıdan çıkmadan, kapı eşiğine oturup gözlerini bana yine dikti efenim. baktı, baktı ve baktı. "ne bakıyon yavrum öyle içime içime?" dedim, "mimi" dedi yine ama sanki konuşacak... arkasında karanlık bir koridor, gecenin saat 3ünü geçmiş, sabah ezanı okunmamış; tam ecünnülerin coştuğu vakitler diye anlatırdı rahmetli büyük halam. rahmetli diye bir şey diyemiyorum arkasından ama az manyak değildi kendisi. bir insan, neden bir çocuğa cinnilerin düğün saatine kadar bir bilgi aktarımı yapmak ister? ... bi ürperti geldi; "kızım beni cinni düğününe davet edecek bir cinni mi acaba lann?!" düşüncesi ile euzübesmele çekmem bir oldu.

hala bakıyordu; "öf saçma saçma düşündüğüm şeylere" deyip önüme döndüm ve kaldığım yerden programı izlemeye devam ettim. bu kez üzerime gelerek beni yoğurmaya başladı kendisi efenim. bilirsiniz kedi yoğuruşunu, kediler kendilerinden geçercesine masaja başlarlar filan, gözleri kısılır, kapanır.. ancak bizim kızın hali hal değildi efenim, gözlerinin kısılması bir yana, fal taşı gibi açmış, gözümün içine bakarak beni yoğuruyor ve bir milim bile gözünü oynatmıyor. işte o sırada nas felak okumaya başladım efenim üç buçuk atarak, belli ki euzübesmele yetmemişti. güçlü bir ifrit olabilirdi.

ben nas-felak okurken "mimi" demesiyle yerimden fırlamam bir oldu, zannettim ki konuşuyor. ayy... beynimden aşağı kaynar sular indi. amcam öyle bir mestan hikayesi anlatmıştı kedili, o geldi aklıma; evin kedisi mestan, geceleri düğünlerde halay başı olan bir ecünnüymüş meğer; sonra bir gün sahibine göz dikmiş filan falan. çok bilinçli bir sülalede yetişmişim değil mi?*

neyse efenim, sonuç itibariyle kedim, sade bir ruh hastası çıktı; cinni değilmiş. şükür.
devamını gör...

morticia

kıymeti bilinmeyen, günün birinde sessiz sedasız, sözlüğü terk eyleyecek olan ve ardından çok gözyaşı dökeceğiniz, seksi ve de 90-60-90 vücut hatlarıyla adeta bir dünya markası olan yazardır.

yazılarından habaset akan nicelerini başınıza taç, gönlünüze sultan ettiniz de hala akıllanmadınız, hala "şu morticia bacımız kadar mütevazı, entelektüel ve de yazılarıyla yolumuza ışık saçan kimse de olmadı şu sözlükte, rabbım sana şükürler olsun ne mutlu ki böyle bir yazarla aynı ortamda bulunabilme şerefine nail olduk" diyemediniz, yazamadınız bunları nick altıma. sizeri gün be gün test ettim, yemledim. acaba dedim, acaba bir insan evladı da çıkar, yiğidi* öldürür ama hakkını da verir mi dedim ama olmadı efenim; başka zamana kaldı. sizden ötürü iki bölüm peş peşe müge anlı izleyerek cips yiyorum gecenin bu vakti, şurada iki tutam aksiyon görmeyelim mi ayıptır ya! varsa yoksa kendi kendinize kavgalar. biri de gelsin bu güzelliği takdir etsin.

buraya kadar okuduysanız; şöyle bi not düşmüşüm pcnin bir köşesine; alın faydalanın yıkıklar:
hodan yağı = elastikiyet, gençleştirme, kolajen, renk tonu eşitleme cilt (6.5 ml)
nar çekirdeği yağı = cildi gerer, anti aging, yağ azaltır (6.5 ml)
haşhaş yağı = aknelere iyi gelir, nemlendirir (6.5 ml)
lavanta yağı = cildi yumuşatır (6 damla)
elemi yağı = cildi yatıştırır, cildi gerer (12 damla)
frenkincense yağı = sarkmaları engeller, leke azaltır, dış etmenlere karşı korur (6 damla)

alerjiden mevta neyim olursanız sorumluluk kabul etmiyorum, yüzünüz parkeye akarsa da karışmam efenim.
devamını gör...

sevişmeli başlık açanlar nereye gitti sorunsalı

bana gücendiler efenim.
#2408011
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

suşi

çeşitleri bulunan, yoruma açık, malzeme olarak zengin, şekilli şüküllü japon yemeği. ya da öyle bir şey işte, tanım yapmak için yaptım, hepimiz biliyoruz neticede.

efenim, ben buna bir ara kafayı takmıştım; görmemişlik işte anamızın evinde suşi mi vardı? merak ettim. herkes cayır cayır yiyor, instalarda fotoğraflar paylaşıyorlar filan elit elit, peş peşe çin restoranları, japon şeyleri açılmış her köşe başına, bir statü göstergesi haline gelmiş suşi yemek, herkes de bayım bayım bayılıyor ve "tadını beğenmedim" diyene "sen ne anlarsın zaten allah'ın köylüsü" deyip öteye iteliyorlar filan... "mükemmel bir lezzeti deneyimleme fırsatını kaçırıyor muyum acaba?" düşüncesi ile panikleyerek ölmeden önce denenecekler listesine hemen not düştüm suşi yemeyi.*

karar vermişim o gün, yiyeceğim suşiyi, yiyeceğim de bir çekinme hissiyatı hasıl oldu o sıra efenim yalan yok; çubuk nasıl tutulur bilmiyorum. tarhana kaşıklamaya ve ekmekle sahandan yağda yumurta sıyırmaya alışkın bünyeme japon çubuklarıyla insan içinde suşi yemek ağır gelebilirdi, utanabilirdim ufacık ters bir bakış alsam. bu yüzden paket yaptırıp, eve götürüp incelemenin duygusal hasar almamak için daha güvenli olacağını düşündüm.

malzeme soruyorlar efenim, kumpir içi seçer gibi işte; starbaks gören masum köylü gibiyim ortamda, "en çok hangisi tercih ediliyorsa ondan olsun, ilk kez deneyeceğim" dedim. yaptılar ettiler derken... 6 tane ya, 6 tanecik lokmaya it gibi parayı çıkarmak zorunda kalınca fakir bünyem için için isyana dayandı. "süper bir şey olmazsa, çöp oldu param vallahi çöp oldu" diye içimden söylenerek eve vardım ki hemen ardımdan kapı zili çaldı. poşetleri mutfağa henüz bırakıp geri döndüm. lanet olsun! arkadaşlarım gelmiş. elbette ilk suşi deneyimime tebelleş oldular ve altı lokmaya hayıflanırken payıma iki lokma ancak düşebildi... suşi bekaretimi daha özel kaybetmeyi isterdim, olmadı efenim, neyse.

"fena değil ama o kadar ölünüp bitilesi bir şey de değil" diyerek, aşağıladım biraz nimeti. "kurban olun içliköftemize!" diye de bi celallenme geldi, japonlara karşı milli duygularım kabardı, ödediğim paranın miktarından olsa gerek, yedikçe sinirlendim. yok efenim yok, bizim mutfağın yeteri kadar reklamı, prı yok, olsa ah, suşi muşi de neymiş? dünyayı sallarız, yerinden oynatırız. bir içliköfte, bir zeytinyağlı sarma, bir enginar dolma, tandır, mantı, künefe... kendimden geçtim efenim bi saniye. oh...

oruç tutanlar, hamileler de artık kusura bakmayın, gezmeyin efenim suşi başlığında siz de alla alla.

neyse efenim, yerken çatalla didikledim biraz; nasıl yapmışlar, mantığı ne bunun derken "kurutulmuş yosun da neymiş? peeh. ben bunu ıspanakla sararım lan!" dedim. öyle bi meydan okudum japon mutfak kültürüne, kendi 15 m2lik mutfağımda ancak sonradan fark edecektim kurutulmuş yosunun pirinçleri toparlamadaki iskelet yapı olduğunu. deniz kumundan bina yapmaya girişmekti benimki, sulusepken, yağda döndürülmüş ıspanak, o pirinçleri nasıl bir arada tutsundu? zaten "pilavlık pirinçten de yaparım ben bunu" deyip baldo pirinci de dayadım. evet efenim, evde, kendi yorumumla suşi yaptım. sonuç ise "pirinçli ıspanak topları" oldu.

sonrasında biraz daha kafa yorunca "pestil mantığıyla, ıspanaklara biraz nişasta ile kıvam versem ve incecik serip fırında kurutsaam... hımmm" dedim. evet... henüz denemedim ama teoride mümkündür. bekleyin japonlar, morticia geliyor!
devamını gör...

tsundoku

efenim özetle kitap alma hastalığı diyelim buna, alıyorsunuz alıyorsunuz ama okuyabileceğiniz miktarın çok üzerinde alıyor, istifleyip duruyorsunuz. son zamanlarda kendimde yakaladığım bu durumu bi googlelayayım dedim çünkü neden googlelamayayım? mutlaka bundan mustarip birileri vardır ve nasıl başa çıktığını belki yazmıştır diye baktım işte ve karşıma bu tanım geldi. japonlar adını koymuşlar efenim:


bu yazıyı okuyorsanız büyük ihtimalle çok kitap okuyan veya kitaplara hayran biri olarak alıp da çoğunu okuyamayan birisiniz. tsundoku japonca kökenli bir kelime ve anlam olarak istiflemek-biriktirmek karşılığı olan bir deyim. zamanla kitap, bilgisayar oyunu, albüm gibi alımlar yönelik kelime son zamanlarda artan kitap alma hastalığı için kullanılıyor.

tsundoku aslında psikolojik bir rahatsızlık ve dereceleri var. masum bir kitap alma alışkanlığından kitap hırsızlığına kadar giden bir derecelendirme kriteri var. tsundoku sendromuna sahip kişiler kitap okumayan değil aslına bakılırsa düzenli kitap okuma alışkanlığı olan ama ihtiyacından fazlasını alan kişilerdir.

tsundoku hastalığı olan kişilerde ne gibi belirtiler görülür?


tsundoku hastalığı var olan kişiler, aşağıda vermiş olduğumuz belirtilere sahiptirler. işte tsundoku hastalığı olan kişilerde görülen belirtiler;

1- asla kitapları istiflediklerini düşünmezler. günün birinde aldıkları kitapları mutlaka okuyacaklarını düşünürler.

2- kitaplıklarının dolu olması tsundoku hastalığı olan kişileri mutlu eder.

3- yeni alınmış kitap kokusuna bayılırlar.

4- mutlaka okunması gereken kitaplar listesinde yer alan kitapların çoğu ellerinde vardır.

5- başkalarına ödünç kitap vermekten hiç hoşlanmalar. verirlerse de mutlaka peşine düşerler.

6- gitmekten en çok hoşlandıkları yerler kitap fuarlarıdır.


7- okumayacaksan neden alıyorsun bu kitapları diyen kişilere karşı inanılmaz kızgınlık duyarlar.

8- tablette veya diğer elektronik ortamlarda kitap okuma alışkanlığından nefret ederler. kitap okuma ortamları teknolojik cihazlardan uzakta çay, kahve, balkon ve mum gibi etkenlerle geleneksel bir yaklaşımda oluşturur.

9- kişi kitap almadığı zamanlar kendini huzursuz hisseder.

10- kişi kitaplarının sayfa kalitesine ve yıpranmasına aşırı duyarlıdır.

tsundoku ile benzer bir sendrom da bibliyomanidir. ancak bu iki sendrom temelde birbirinin zıttıdır. bibliyomanı hastalık derecesinde kitap tutkunluğudur. burada kitap almaya değil kitap okumaya aşırı derecede bir tutkunluk söz konusudur.

tsundoku size maddi ve manevi bir zarar vermediği sürece anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durum olarak değerlendirilebilir. ancak tsundoku sendromları zamanla artar, size maddi ve manevi olarak zarar vermeye başlarsa mutlaka psikolog veya psikiyatristten yardım almanız gerekebilir.


böyle diyollağ...hayır bi de buradan psikolojik sıkıntı çıkarmadığım kaldıydı; daha ne kaldı efenim, kaç teşhis daha gerekiyor ha?!11 lanet olsun, bunun kesinlikle bir hastalık olduğunu reddediyorum, çok meraklısınız ota shite sendrom, hastalık deyip durmaya. istifse de istif efenim, gelecekteki çoluğuma çocuğuma, torunuma, damadıma, gelinime alıyorum var mı? züccaciye sendromu olanları gidin inceleyin alla alla. sinirlendim bi saniye efenim. heh, yani 384633 parça yemek takımı ve kupası olan birinin gidip "ama bu bardak çok şeqeer, üzerinde kediler vaar" diye bir yenisini daha alması bence daha kötü. çeyiz manyaklığına hele hiç girmiyorum, çıkamayız oradan. yalnız züccaciye zaafım da olabilir benim... ulan kendimi yazdım ya la yukarıda; geçende shit bardağı aldım kendime "eheheh" diyerek, bi keyfe geldim poop şekilli bardak görünce. lanet kapitalizmin pençesinde tüketimden kendimi alamıyor muyum yoksa?

efenim ben bunu psikologuma bi danışsam iyi olacak; lanet olsun dostum entelektüel(!) bir azgınlığım var ve artık kırbacı yeyip yerine oturması gerekiyor.
devamını gör...

büyük kalça

kıymeti nihayet anlaşılmış güzelliktir efenim; estetik algınızı öpeyim ki medyanın pompaladığı anoreksik victoria's secret mankeni algısına balyoz gibi inen bu kıvrımlar için şarkı bile yazılmıştı, bilirsiniz:

dinleyin, iyi dinleyin! klibi izlerken kendinden geçecek abazanları nicki minaj'ın anakonda'sına alalım efenim orada daha çok maruz kalırsınız. bu iyiliğimi de unutmayın.

kuru g.tler için yazılmış bir şarkı var mı ha?! yok. işte insanoğlunun evrimsel sürecinde dürtüsel olarak hala daha koruduğu çekimdir efenim bu. doğurganlık falan fıstık işleri işte öf gidip makale mi alıntılayayım yani bunu mu istiyorsunuz gerçekten? sanki okuyacaksınız da alla alla. bırakın şu entel ayaklarını artık, gerçekten entelektüel olan, döşü kıllı ve babet çorap giymeyen, doğu ile batıyı aynı potada eritebilmiş kültürlü beyefendileri kaçırdınız buralardan. makale sizin neyinize?1

kim kardaşyan familisinden allah razı olsun, ne zaman armut tipi bir kadın görsem yolda aklıma gelir kendisi ve dua ederim "yolun açık olsun dolgun kalçalı kadın" diye. her ne kadar implantlarla, oturma organının shitini çıkarmış da olsa kendisi, cesur bir davanın bayrak taşıyanı olduğu için kendisini takdir ediyorum.

milenyumda beden algı bozukluğu, yeme bozukluğu yaşamamış kızların bir elin parmağını geçmeyecek kadar az olduğunu iddia etsem, "kaynak göster!" diye çıkışacak mısınız bana? kaynak dolgun kalçalarım yea. seviniyorum ki artık kalçasına bakıp "lanet olsun niye bu kadar büyük?!" diyen kızımız kalmadı. genlerini sevmeyi öğrendi nihayet yeni nesil. gözlerim yaşardı.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim