dünya klasikleri / roman
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

dostoyevski tarafından yazılmış harika romanlardan birisidir.
nikolay sergeyiç'in yanında büyümüş vanya isimli gencin 25 yaşında hasta yatağında yatarken bize anılarını anlatmasıdır aslında kitap. vanya, beraber büyüdüğü, nikolay sergeyiç'in kızı olan nataşa'yı sevmektedir. nataşa ise babasıyla husumeti olan prensin oğlu alyoşa'yı sevmektedir. işte ay parçası gibi bir aşk üçgeniniz oldu.*

kitabı okurken bolca sinirlenmiştim asla unutmayacağım en önemli detaylardan birisi budur. nataşa'yı asla anlayamadım yok böyle salaklık. bu kitapta vanya ezildi, sergeyiç ezildi hatta alyoşa bile ezildi de nataşa ezilmedi. ne ettiyse kendi etti de olan güzelim vanya'ya oldu.

gücü olan parası olan hemen altındakini ezmiyor mu zaten. dosto kitabında binlerce yıl da geçse değişmeyecek bir şeyi anlatmış. ezilenleri ve ezenleri. öyle de evrensel bir kitap haa.

şimdi alta çok güzel bir alıntı bırakacağım. nataşa'nın aptallığını açıklayan bir alıntı.

halbuki ben, inanır mısın, en çok bu hallerini seviyordum; ama yalnız bunlar için mi seviyordum, bilmem. olduğu gibi seviyordum işte. kim bilir, belki başka türlü kuvvetli, karakter sahibi, akıllı bir adam olsa böyle sevemezdim.

en sevdiğim cümle son cümle olduğu için spoiler diyelim hadi.

gözlerinden; "hâlbuki ömrümüzün sonuna kadar mutlu olabilirdik." düşüncesini okudum.
devamını gör...
içimi karartan bir dostoyevski kitabı daha. bu adamın hiç normal, akışkan bir kitabı yok.
yazı biraz sürprizbozan içerebilir ama o kadar da içermeyecektir gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz.
hikayemiz zamanının rusya’sında bir pastahane (ya da cafe)’de bilinmeyen yaşlı bir adamın ölümüyle başlıyor. bu ölüme paralel ilerleyen olay örgüsü bir yerde birleşiyor( sabrın sonu selamettir). sıkıcı bir şekilde başlayan kitap dönemin toplumsal kişilerinin üzerinden mesaj vermeye başladığı anda sıkıcılıktan çıkıyor. esas karakterler anlatıcı olan ( ki muhtemelen dostoyevski’nin kendisi bu) kişinin üzerinden anlatılıyor yani onların duyguları ve düşünceleri gözlemlenerek aktarılıyor okuyucuya. ben şöyle bir şey hissettim (bilmiyorum okuyan diğer kişiler paylaşır mı bu düşüncelerimi); olaylarda ve diyaloglarda biraz tiyatro abartılıcılığı var. yani sanki bir sahne kurulmuş ve o tiyatro sahnesini betimliyor yazar bizlere. mimiklerini, tepkilerini abartılı şekilde kullandırıp bize o duyguyu vermeye çalışıyor. bu da biraz zorlama gibi geliyor okuyucuya. konu üzerinden bir şeyler söylemek istemiyorum drama tadında bir olay mevcut. beni bir kitapta genel olarak edebi kısmı ilgilendirdiği için bunlara çok takılmadım.
genel olarak beğendiğim bir kitap diyebilirim. günümüz dünyasından artık sıyrılıyor bu klasikler. bu gözle de okumakta fayda var. döneminin çok iyisi olabilir ancak bir yüz yıl sonra o kadar da değerli olmayabiliyor.
devamını gör...
dostoyevski'nin en başarılı karakter oluşturduğu romanlarından birisi. özellikle prens ve alyoşa gibi karakterler hangimizin çevresinde yok ki? iki genç kızın da sevgilileri tarafından kandırılıp sonradan aç açıkta terk edilmeleri... bugün bile binlerce insan aynı sıkıntıları yaşıyor. yine gerçekçi yine çarpıcı yine dostoyevski... okuyunuz ve okutunuz efenim.
devamını gör...
dostoyevski'den okuduğum ikinci kitap. bir tık kısa olabilirdi sanki fazla gereksiz uzatılmıştı fakat sıkıcı değildi. hakaretlere uğrayan, küçümsenen, alay edilen, ezilen insanların hayatını anlatıyor. bir aile ve bu aile arasındaki çatışma ile ilerliyor. bu aileye dadanan kötü insanlar yüzünden ailenin geldiği durum içler acısı. fakat aile her şeydir kavramını fazlasıyla hissettirdi bana. aile kavramının yanında dostluk ve sevginin gücü de oldukça etkili. fakat kötü karakterlerin layığını bulamayışı canım sıktı.
devamını gör...
nobel ödüllü, mısırlı, 70 yıllık yazarlık kariyeri boyunca 340’tan fazla hikaye, 30’dan fazla roman yayımlamış, yeri gelmiş hakkında ölüm fetvaları verilmiş usta yazar (bkz: necib mahfuz)’un bir kitabıdır.

kitap, odaklanma problemi olanlar için takip edilmesi zor bir kitap çünkü; baştan sona ilerleyen bir hikaye içerisinde çok fazla karakter girip çıkıyor hikayeye. bazıları kısa ömürlü oluyor bu karakterlerin, bazıları sayfalar boyu devam edebiliyor. ama yine de tüm bu zorluğuna rağmen çok beğendiğim bir eserdir ezilenler.

kalemine hakim olduğum bir yazar necib mahfuz. misal; daha öncesinde okuduğum (bkz: cebelavi sokağı’nın çocukları) isimli kitabı da bunun gibiydi. hatta birbirine çok benzettiğim iki kitaptır bu iki kitap.

her biri farklı huyları, farklı mizaçları olan bir sürü karakter geliştirip dahil ediyor hikayelerine. yani kitabın başıyla sonu arasına düz bir çizgi çeksek; bu çizgi üzerinde hiç değilse 30’dan fazla karakter okuyacaksınızdır kitabın sonuna kadar, çok garip…

kitap bir derviş tekkesinin önüne bırakılan kundakta bir bebekle başlıyor. hiçbir karakterini ebediyete kadar yaşatmamaya yemin etmiş yazarımızın kitaptaki bir çok karakteri de , işte bu bebeğin soyundan geliyor.

özetle biz de kitap boyunca bu sülalenin başından geçen destansı, acınası, zenginlik, açlık ve yoksulluk ihtiras, hırs vb. gibi bir sürü durumun olduğu olayların içine giriyor, çözümlemelerde bulunuyor, derdiyle dertleniyor, sevinciyle gülüyoruz. bazen sürgün oluyoruz, bazen sürgün ediyoruz. kabilelerle savaşıyoruz, dostluklar kuruyoruz.

okuyucusundan okuyucusuna farklılık gösteren bu kitap yukarıda anlattığım nedenlerden ötürü çok çabuk sıkılmaya meyilli kimselere tavsiye etmeyeceğim türden bir kitaptır.

ilgilisi ise kesinlikle beğenecektir…
devamını gör...
dostoyevski'nin insanin içine işleyen romanıdır. okurken " ezilenlerle " empati yapabiliyorsunuz . son derece sürükleyici. tüm bu acının yaninda aşık olmak mükemmel şekilde işlenmiş. enfes bir kitap
devamını gör...
dostoyevski'nin diğer kitaplarına nazaran daha akıcı ama daha basit bulduğum romanı.

vanya'nın dilinden birlikte büyüdüğü nataşa'nın alyoşa ile ilişkisini; ölümüne şahit olduğu smith'in torunu neli'nin hikâyesini barındıran bir kitap. suç ve ceza ve delikanlı'ya göre daha hafif geldi bana; hafiften kastım okuması daha kolaydı benim için, dağılmadım olaylardan kopmadım okurken. fakat aşırı hafifti sanırım, öyle ki dostoyevski'nin okuyucuyu salak yerine koyduğu çok yer gördüm. kimi zaman ima ettiği bir cümleyi açıklamak zorunda hissetmiş kendini dolayısıyla aynı cümleyi iki üç kere okuyormuşum gibi hissettiğim yerler oldu.



ayrıca neli'nin babasının prens olduğu kabak gibi ortadayken bunu roman karakterinin* anlamamış olması ve dostoyevski'nin biz de anlayamazmışızcasına bunu 40-50 sayfa sonra sürpriz gibi açıklaması çocuk kitabı okuyomuşum hissiyatı verdi bana.


yine ayrıca prens nataşa'ya geldiğinde ortada bir oyun olduğu belliydi zaten. dostoyevski bu karakterlerin prensin masumiyetine inanmasına nasıl izin verdi? ayrıca da o vanya o kadar koşturuyo millet için, hâlâ diyolar ki " tüm gün seni bekledim neden bu kadar geç kaldın, hadi haberleri ver." . pis nankörler o adamın kendi hayatı yok, sizin için koşturuyo be!

yine de okumaktan keyif aldığım ve "evet ya böyle kötü insanlar var dünyada, pislikler!" , "vanya, ballı kurabiyem, başkası için niye bu kadar koşturuyosun, dön azcık da kendine bak be canım." demekten kendimi alamadığım bir eserdi. teşekkürler dost.
devamını gör...
budala ismini bu kitaba mı verseydi napsaydı? yok yok ezilenler daha iyi
adını, okumadan önce pek duymamış olmama rağmen dostoyevskinin en sevdiğim kitabı bu. okurken sürekli bunu da yapmazsın be o kadar mal olma diye düşüne düşüne okuduğum, sonuyla üzüntü ve huzurun karışarak içimi ısıttığı kitap.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"ezilenler" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim