karyotakism fenomenine ismini vermiş olan yunan şair kostas karyotakis'in 1921 yılında yayımladığı ikinci şiir koleksiyonu. koleksiyon ismini homeros'un odysseia'sında unutmayı sağlayarak acıyı geçirdiği söylenen ilaçtan alır. aslında eserin karyotakis'in ilk şiir koleksiyonu olan the pain of men and things ile epey zıt bir bütünlük oluşturuduğunu söyleyenebilir. ilk koleksiyonda şiirler daha çok ikili bir diyalog şeklinde ilerlerken aradan geçen iki yıl nepenthe'de görülen şiirleri daha umutsuz monologlar haline getiriyor ve daha sonraki eserlerinde belirginleşen sarkastik tutumununun yavaş yavaş temellerinin atıldığı gözleniyor. özellikle sleep şiirindeki belirgin charles baudelaire izleri koleksiyonun geneline yayılmış olandan çok daha fazla. şiirler lirikal olarak ne kadar başarılı ise karyotakis o kadar umutsuz bir tutum benimsiyor. savaş karşıtı mihaliyos şiiri ve intihar ettiği prezeve'ye yazdığı şiir lirikal olarak en başarılı şiirleri olarak adledilse bile bu koleksiyonda yer bulan şiirler daha üst düzeydir çünkü sessiz lirizm ile romantik retorik arasında, mersiyeli çeviklik ve hiciv keskinliği arasında bir yerde gidip gelir ve karyotakis'in belirsiz ve dengesiz dünyası içinde okuyucuyu içeri hapsetmeyi ve aynı anda özgür de bırakabilmeyi de amaçlar.


imaginary suicides

they turn the key in the door, take out
their old, well-hidden letters,
read them quietly, then drag
their feet a final time.

their life has been a tragedy, they say.
god! people's frightful laughter,
and the tears, the sweat, nostalgia
of the skies, the landscape's solitude.

they stand there by the window, gazing at
the trees, the children, all of nature,
at the marble-workers hammering away,
the sun that wants to set forever.

ıt's over. here's the note --
appropriately short, profound, and simple,
full of indifference and forgiveness
for whoever's going to weep and read it.

they look in the mirror, look at the time,
ask if it's madness maybe, a mistake.
"ıt's over now" they murmur;
deep down, of course, they're going to put it off.
devamını gör...

platinumgames çıkışlı efsane hack and slash serisi. her oyunda istisnasız ühüü bosslar çok yetersiz diye ağlaklık eden -souls serisi hariç- bana bile olmuş bu oyun dedirten bir garip çakma dmc. buradaki esas sıkıntı şu; dmc'nin ilk oyununda tasarımcı olan abimiz hideki kamiya devam oyunlarında yerini hideaki itsuno abimize kaptırınca -ki bu olaylardan sonra itsuno gidip dmc 2 gibi bir garabeti yaptı ama daha sonra nasıl olduysa aynı adam dmc 3 gibi bir efsaneyi de yaptı ya neyse- ben bu temayı kaptırır mıyım diyerek seksi, animevari ve karizmatik dante'nin çakması bayonetta diye bir kadın karakter yaratıyor ve dmc'nin ilk oyunlarında eksik olan ne varsa hepsini dolduruyor oyunun içine. headmistress fiora ve crimson viper çakması bu hanımefendiye biraz dante karizması, biraz da topukları silahlardan bir ayakkabı da ekleyince ortaya sağa sola atlayıp önüne geleni beş parçaya ayıran muhteşem bir hack 'n' slash karakteri çıkıyor. vasat altı ve klişenin de klişesi bir senaryoya sahip olmasına rağmen oynanışı rahatsız edici düzeyde etkilemiyor bu hatta zaten karakterin hızına ayak uydurmaya çalışırken senaryo arada kaynıyor.

en güzel tarafı da yılışık, saf iyi niyetli bir karakteri yönetmiyor olmak. hafızasını kaybetmiş bir umbra cadısı olarak onlarca farklı silah ve yumruklarımızla önümüze geleni biçe biçe gidiyoruz, bir oyundan daha ne bekleyebilirim ki?* sayısız combo yapabilme şansı tanıyan bir karakter bayonetta; scarborough fair ile düşmanın kafasında 9mm bir delik mi açsam, yumruklarımla suratını mı dağıtsam, oraya buraya zıplayıp kılıç mı sallasam veya hiç olmadı summonlarım var diyerek mevcut yeteneklerin yarısını bile kullanamadan bitiveriyor oyun -ki zaten 9-10 saatlik bir oynanış süresi var- sonra kendini tekrar oynatıyor. bir balder fightı var ki bu kadar şiirsel çok az şey oynamışımdır. gomorra zaten evlerden ırak. bak da boss nasıl tasarlanır gör şarap çanağına tükürdüğümün santa monica'sı.
devamını gör...

enfektif endokardit rahatsızlığında görülen avuç içi ağrısız lezyonlardır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ortada olan buz gibi bir gerçek.

bize küçüklüğümüzden beri sürekli olarak çalışmanın ve azmin önemini vurguluyorlar. çalışmak ve alın teri ile bir ürün ortaya koyabilmek oldukça kutsal bir iş bu hususta söyleyebileceğim bir sözüm yok. hele ki haksız kazanç ve muhtaç kişiler üzerinden nemalanan vicdansız insanları gördükçe bu emekçi kişilerin dünyayı güzelleştirdiğine inanıyorum.

lakin bu hikayede anlatılmak istenen hikaye daha doğrusu ana fikir çok başka. 'moral story' diye yıllarca anlatılan bu hikayeler aslında belli başlı konuları ıskalıyor. mesela karınca ve ağustos böceği fablı da bunlardan birisidir.

fablda işsiz güçsüz, boş gezenin boş kalfası olarak resmedilen ağustos böceğini görüyoruz. sürekli saz çalıp türkü söylüyor, kendine bir iş bulamamış ve ona buna laf atıyor. buraya kadar her şey normal.

öte yandan karınca arkadaşı görüyoruz. azimli, ileriye yatırım yapan, açıkgöz... ve daha sayabileceğimiz bilumum özellikleri var karıncanın. hatta kutsal kitaplarda bile emektar ve bilge bir canlı olduğu vurgulanır.

hikayede karınca sürekli ağustos böceğine kızıyor. devamlı "neden iş güç edinip kendine gıda zulası yapmıyorsun? bak kış gelecek zor durumda kalacaksın." diye tavsiyelerde bulunuyor. ağustos böceği ise "amaan karınca kardeş ben sizin gibi amelelik yapmak için dünyaya gelmedim." diyerek güya dalga geçiyor. hikayenin sonunda ise hepimizin bildiği üzere kış gelip çatıyor ve ağustos böceğe bir parça ekmek kırıntısına muhtaç hale gelip karınca kardeşin kapısını çalıyor. karınca adeta zafer kazanmış antonius gibi gevrek kahkahalar atarak "yaa ağustos böceği kardeş çok rahat konuşuyordun." diyor ve aklını kullansaydın nasihati vererek kapıdan def ediyor.

sevgili dostlar, yazarlar ve romalılar hikaye baştan aşağıya yanlış. yani en azından bir yere kadar doğru fakat genele bakarsak yanlış.

öncelikle ağustos böcekleri yıllarca yer altında koza halinde yaşayıp dünyada 4 hafta yaşarlar. kainat ona maksimum 4 hafta ömür biçmiştir. dolayısıyla ağustos böcekleri yaşamının en güzel yıllarını, bu 4 haftaya sığdırmak zorundadır. yalnızca 4 hafta...

çocukluğu, ilk gençliği, gençliği, orta yaşlığı, yaşlılığı ve ölümü...

yalnızca dört hafta...

düşünsenize dört hafta ömrünüz olduğunu? bu sadece bir mevsim demektir. ağustos böcekleri yalnızca yazın yaşarlar ve kışı görmeleri mümkün değildir. bu kısacık ömründe sevdikleriyle bir ömür geçirecek.

bir şeyler öğrenişi, bir tokat yiyişi, bir yeri öpüşü, sonra yerden kalkışı, bir şeyi başarışı, birine aşık oluşu, birini sevişi, dünyayı her koşulda tiye alışı ve yarınlar yokmuş gibi keyfini alarak yaşayışı bu 4 hafta içerisinde olup bitecektir.

peki siz bu kadar kısa bir ömürle, kışın gelmeyeceğini biliyor olsanız, modern bir köle gibi çalışır mıydınız?

öte yandan bahçelerimizde gördüğümüz sıradan karıncaların ömrü ise 15 yılı bulabiliyor. 15 yıl he? 15 koca kış demek bu. şimdi başlasan anca zulalarsın darıyı, buğdayı evine...

burada bize verilen mesaj bu olmamalıydı. tıpkı ne zaman doğduğumuzu anımsayamamamız gibi, öleceğimiz zamanı da bilemiyoruz. bu acziyete sahip olduğumuz için yarınlara çıkacağımız garantiymiş gibi dünya malına çok fazla tamah ediyoruz. gözümüzün önündeki güzellikleri kaçırıyoruz böyle hep. tabii ki demiyorum ki sürekli gezelim eğlenelim, sek sek sekelim, bade süzelim... her şeyi dolu dolu yaşayıp, bir yandan kendimizi geliştirmeli ve heybemize tecrübeler katmalıyız. bu ince dengeyi sağlamaktır önemli olan, hırs yapmak ya da gamsız olmak değil.
devamını gör...

tbmm.
devamını gör...

olur diyorum bu başlığa.
iki üç kız, artı çay ve çekirdek eşliğinde yapalım.
şimdi ben, bu adiii, şerefsizzzz, gerizekalııı diye cümle kurayım, kızlar bedduayı patlatsın.
sonra gelsin kahkaha.
o adinin kulakları çınlasın.*
çünkü hak ediyor.
sonra da bir ferahlama gelsin, a geldi valla.
devamını gör...

zamanla geçecek olan, herkesin yaptırmak için bir bahane bulduğu durumdur. aynı bir zamanların ince kaş modası gibi geliyor bana bu 'kuş burun' estetiği yaptırmak.

bir zamanlar herkes kaşlarını yay gibi aldırırdı. şimdi durum ne; herkes doğal kaşları savunuyor, kimse kaşına cımbız değdirmediği gibi bir de jöle gibi bir şeyle yukarı yukarı tarıyorlar kaşlarını.

sıra burunlara da gelecek doğal kemerli burunlarımız kıymete binecek, az sabır kemerli doğal burunlu kardeşlerim.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

alt komşunun kızı kayınvalideme beni kastederek "sen onun babaannesi misin?" diye sordu. kadın da şaşırdı "ben yaşlı mı görünüyorum?" diye sordu kız hiç tereddüt etmeden "hayır şişmansın" dedi. 3 gündür buna gülüyoruz.
devamını gör...

merhabayın değerli sözlük üyeleri,
sertifikalı amele olaraktan yine bir pazar günü ekmek davamız için düştük yollara.
siz rahat uyuyun, biz nöbetteyiz. ( askerlikten beri yapmayı planladığım 15 yıllık şakam )

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

hiçbir zaman bu başlığa yazmam diye düşünüyordum. çeker giderdim diyordum. büyük konuştum. allah insanı iddiasından vurur.

bu kararı alırken çok zorlandım. düşündüm. yapma dedim. olmadı dayanamadım.

herkes sözlüğe kart atıyor, sticker atıyor, bira şişesi atıyor. ben evde tutku yiyorum. çok zoruma gitti. bu kart muhabbeti mahvetti beni.
istanbul’da olmamak canıma tak etti hüzünlendim.
yoldaş bir jet gönderemediyse. yazarları aynı çatı altında toplayamadıysa yazıklar olsun.
ben bu kadar kart atılan sitede daha fazla duramam. benim kartım yok onların var yapamam. yapamadım.
devamını gör...

bunu söyleyenlere inat, " herkese vaktim var"
nefesim yettiğince, bu yürek bu bedende attığınca...
devamını gör...

"aaa, anne dur bakiym, o ben miyim?"

2016 / mutluluk / combo

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

abi dese de demese de yavşayanların var olabileceği mantığıyla benzer mantıktır.
devamını gör...

bir keresinde arkadaslarla oturuyoruz. hava kararmış ve eve gitmem gerekiyor. ama ortam nasıl güzel anlatmam. şakalar, espriler, kahkahalar havada uçusuyor. biz üç avanak sohbet ederken havanın karardığının farkına varmamışız tabii. bir de aydın'dan izmir' e döneceğim ve son otobüse kalmamam lazım çünkü daha aktarma yapacağım. annem aradı neredesin diye. ben de aklıma ilk gelen yalanı oldukça profesyonelce söylemiş bulundum. arkadaşlarım ben telefonu kapatır kapatmaz koyuverdiler kahkahayı ve o günden sonra lakabım* yalancı yarim'e çıktı. o günden beri arkadaşlarımın telefonunda dahi o şekilde kayıtlıyım ve yalandan nefret ettiğimi bildikleri için beni sinir etmek istedikleri zaman "yalancı yarim"derler.
devamını gör...

fas'a özgü bir sokak lezzeti ve yöresel yemek. her ne kadar düşüncesi biraz ilginç gelse de fas'ın en ünlü sokak lezzetlerinden biri olan ghoulal salyangozla yapılan bir çorba. yerli halk kadar turistlerin de çok sevdiği bu çorbayı ülkede birçok yerde bulmak mümkün.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

nasıl yani?kim aldatmış, askere giden kim?
devamını gör...

trajikomik bir olaydır.
devamını gör...

anonimliğin arkasına gereğinden fazla sığınmayın, nazik olduğunuzda yada fikirlenirinizi düzgün bir dille getirdiğiniz zaman ölmezsiniz, hatta yazmaktan asıl böyle keyif alırsınız. sürekli saldırgan, troll olmak yorucudur, uzun vadede sözlükten soğursunuz.
devamını gör...

çok zor meseledir. hakan günday bence enfes açıklamıştır. aklıma onun satırlarını getiren başlıktır.
doğu'da kızlar kadın doğar. ecellerinden önce ölürler. ilk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki toprak bile artık dişidir. bu yüzden toprak ana diye bilinir. perilerin şanı buradan gelir.
diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. bu yüzden verimsiz ve çoraktır. buna da, kadının intikamı denir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim