zaman zaman insanın içini kaplayan his.boşuna mı yaşıyorum, şu an başka işlerle mi uğraşmalıydım gibi sorular insanın kafasında döner durur.
bunu iş hayatına atıldıktan sonra daha çok yaşıyor insan.ben burada ne yapıyorum, bu işi yapınca elime ne geçiyor?
ne yaparsak yapalım mutlaka geri kaldığımız ve kalacağımız konular olacaktır.sürekli bu hisle yaşıyorsanız değişmesi gereken şeyler vardır.
devamını gör...
odandan dışarı hiç çıkmayınca tabii ki öyle olmasi hâli.
devamını gör...
bu hisse kapılmadığınız an hiç bir şeyi kaçırmamaya başlarsınız. malum bu hastalıklı düşünceye takılınca hayattaki diğer olay ve olgulara odaklanamıyorsunuz. insan aynı anda birden fazla işi kolay kolay yapamaz.
devamını gör...
okumak isteyip okuyamadığım kitaplar, izlemek isteyip izleyemediğim filmler, gezmek görmek istediğim ama gidemediğim yerler... bazen sadece durup "ben hepsine nasıl yetişirim? ömrüm yeter mi?" diye düşünüyorum.
devamını gör...
o hisle uğraşırken de bir şeyler kaçırmamız gerçeği (bkz: kısır döngü)
devamını gör...
geçmişine dönüp bakarsın, birçok pişmanlık görürsün, işte o zaman gelir bu his. çok kötü bir histir, hatta en kötü hislerdendir.
devamını gör...
şu an çok fena bu hisse kapıldım. en çılgın en korkusuz yaşlarımda olmama rağmen eve tıkıldım kendimi yaşını başını almış insanlar gibi hissediyorum ama değilim işte. benim şu an arkadaşlarımla deli danalar gibi gezmem lazım, yeni yerler keşfetmem lazım, sabahlara kadar eğlenmem lazım ama yapamıyorum. ileride gençliğimi ah ne çılgın yıllardı diye hatırlamak istiyorum ama çok stabil bir hayatım var bana göre değil ki bu. bilemiyorum altan. çok fenayım. sıkıldım bunaldım.
devamını gör...
hayalleri birileri tarafından zapt edilmiş, zamanı kontrol edememiş insanların yaşadığı his. daha bir sürü sebebi vardır ama ben deneyimlediğim bir yönünü anlatacağım. en iyisi budur çünkü. yaşanmış, olmuş ve bitmiştir. boş laf yoktur, tiyatro oynamak yoktur. gerçekler vardır ve gerçekler acıtır.

"yolun başı kırmamak, yolun sonu kırılmamaktır" diye bir cümleyi hayatına şiar edinmiş insanlar iyi bilirler ki; kimseler üzülmesin, sevdiğiniz insanlar mutlu olsunlar diye çaba gösterirsiniz. geleceğinizden avans çeker, onlara umut verirsiniz. bir süre sonra bakarsınız ki normal insanların mutlu olmak için yapacağı şeylerin bedelini çoktan ödemiş, başkalarına vermişsinizdir. söz gelimi sevdiğiniz bir insanın sıkıntısını giderecek maddi sözün karşılığında mutlu bir aile kurma ya da yeni yerler görme hayalinizi aylarca belki yıllarca ertelemiş olursunuz. bunları yapmakta sorun yoktur aslında, iyi de bir harekettie ama ilerleyen zamanlarda bakarsınız ki bu alışkanlık olmuş, aileniz sizin içinde olmadığınız bir yol düşünmüyor. mutlaka sizin başrolde olduğunuz bir yaşantı sürülecek. bakıyorsunuz ki esasında kimse sizin hayallerinizi, beklentilerinizi umursamıyor. mutlu olunacaksa böyle olunacak deniyor. sanıyorlar ki onları mutlu etmek için hiçbir şeyden vazgeçmediniz, hayallerinizi ötelemediniz, maceralara atılamamanın sancısını çekmediniz ve o durumla mutlusunuz. aksini söyleyince garipsiyorar, üzülüyorlar ve vicdanınızla büyük bir savaşın içine giriveriyorsunuz.

bunlar birikiyor, gençliğin enerjisi elimizden kayıp giderken, bir şelalenin karşısında oturan insan gibi izliyorsunuz giden gençliğinizi. bir süre sonra sırf sevdikleriniz mutlu olsun diye yaptıklarınızın, vazgeçtiklerinizin esiri oluyorsunuz. bakıyorsunuz ki seneler sonra kurgulanacak bir sahnede yeni hayallere, yeni insanlara yer kalmamış. seveceğiniz bir kız yok, onun için göstereceğiniz çabayı çoktan başka birine harcamışsınız. kalakalıyorsunuz bu çıkmazın içinde, mücadele etmeye kalmayan enerjinizden dolayı kafanızdaki düşüncelere karşı koyamıyorsunuz, yoruluyorsunuz. hayatı kaçırıyordunuz, yapılması gereken şeylere değil, birilerinin kafasını rahat ettirmeye harcamıştınız enerjinizi. artık, hayatı kaçırdığınıza dair belirtiler ortaya çıkmıştır.

herkes hakettiğini yaşıyor bu dünyada. sevdiklerinizin mutlu olması için çabalayın ancak kaderin önüne geçebileceğinizi düşünmeyin. kaderle mücadele etmeyin, erkeğiz, kanınız kaynıyor, "ben bu adaletsizliğin içinden geçerim" diyorsunuz ama o iş öyle olmuyor. hayallerinizi, enerjinizi, sizden talepkar olanlara verirken dikkatli olun. sizin çabalarınız olmadan mutlu olamayacakmış gibi davrananların gözyaşlarına aldanmayın. her entrymde belirtiyorum, beni okuyanlar bu yaşamın ne olduğunu, ne kadar zalim olduğunu anlasınlar istiyorum.

çok zalim. inanın bana, yaşamı doğru okuduğunuzda altından hep bir pislik, hep bir sürgün, hep bir zulüm çıkıyor. iyiyseniz, "sıkıntımız yok" diyorsanız, o günlerin, o insanların değerini bilin. biliyorum tüm bunlar, biraz sonra netflix'ten dizi izleyecek olan sıkıntısız insana anlamsız geliyor. tek yapmanız gereken kimseyi sudan sebeplerle incitmemek. kimseyi egonuza kurban etmemek. yanlış yönlendirmelerle yanlış pozisyonda konumlanmamak.

ah yaşam ah. beni bu kadar yormasaydın, ne güzel bir insan olabilirdim.
devamını gör...
mukayese ile varılan histir. yaşamak için mi çalışıyoruz, çalışmak için mi yaşıyoruz? paradoksunu sürekli sorgulatır.

şöyle de düşünebiliriz, evet bazen hayat bizi bir şeylerden kaçırır. fakat bu her zaman için iyi şeylerden kaçırmak değil, kötü şeylerden de kaçırabilir. her şerde bir hayır vardır olayı da buradan çıkar galiba. ben hep derim. hayatta iyi şeyler de hep üst üste gelebilir. ama işte insanoğluyuz her şeyim iyi gidiyor kesin bir b*kluk çıkacak der, nazar değdirebiliriz.
devamını gör...
son zamanlarda sıkça düşündüğüm durum.


bu, bir treni kaçırmak üzere olmak gibi. elinde bilet, sinemanın başladığını, hatta son bulmakta olduğu fark etmek gibi. sevdiğini başkalarının kollarında görüp başını çevirmek gibi...

son günlerde hayli yorgunum dostlar. kendimi insanların duygularını emip çürüten bir ruh emici gibi duyumsuyorum. bütün yaşam enerjisi birinin kaderine başlanmış da o kişiyle çekip gitmiş gibi...

bilmiyorum, bu bir gün son bulacak mı? yaşama yeniden dönecek ve eskiden olduğu gibi yaşayabilecek miyim?

girdiği kapının yanlış olduğunu çıkarken anlarmış insan. bu anladığım yanlışımın farkına varmam mı, yoksa kuruntu mu?

ne yapmak gerekiyor şimdi? nasıl bir şey olacak ki, olacak olan bu şey beni normale döndürecek? ne?
devamını gör...
ohooo gitti artık bitti bitti bırak peşini ipin ucu kaçtı bile tutamazsın..
devamını gör...
işe kendimi prangalamışken birden cereyan eden his.
devamını gör...
hala hayatta olup hayatı kaçırmaktan yakınmak. yapmayın dedem. süslü cümleler kurunca üşengeçliğin üzeri kapanmıyor. ne diyordu;güzellik be oğlum, şimdilik ölümüne kadar hayattasın. vakit varken usenmeyi acilen bırakmalısın.
devamını gör...
vay be ne hayatlar var dendiğinde gark eder.

bir yandan pek çok şey insanın kendi ellerindeyken, hiçbir şey de sana bana bağlı değil gibi bir paradoksa meylettirir insanı.
devamını gör...
bu his artık, otuz yaşın da gölgesine girmenin arefesinde, dördüncü evre bir tümör gibi zihnime yayılmıştır.

yaşamda "kolonlar" diye tabir edebileceğimiz ya da hayatı vakfettiğimiz belirli amaçlarım olmamasına rağmen, ben bu hayatı kaçırma hissini muazzam bir şekilde yaşıyorum. ipin ucu kaçmış, sanki havada geziniyorum; ipin ucunun nerede olduğunu bilmiyorum.

yani sağından bakıyorsun, solundan bakıyorsun; "şuymuş, buymuş" diyerek zaman zaman birilerinden duyduğun, zaman zaman götünden uydurduğun yargıları eğip büküyorsun, toplayıp çıkarıyorsun; o günü ya da haftayı ya da ayı diyelim, kurtarıyorsun. yersen yani! zihni bir miktar meşgul ediyorsun, onu da tüketene kadar. garip garip mücadeleler uyduruyorsun, baş kaldırıyorsun güya, bazen kendine, bazen başkalarına:
"siyasal islam bir kanserdir, sonuna kadar ittihadcıyız!"
"fenerbahçe muazzam oynuyor, galatasaray ittire ittire gidiyor, bu sene kırbaçlayacağız. arap ismail, dzeko, fred."
"hitler barbarossa operasyonu'nu başlattı çünkü doğru hamle buydu, reislerin reisi o, siz anlamazsınız."
"ne evlenmesi ya, kim uğraşacak? bizde de o kalibre yok, öyle değil mi, bize ters!"

insan düşünüyor, "keşke hiçbir şeyi düşünmeyen bir mal ya da kansızın teki olsaydık." diye. maalesef böyle doğmak lazımdı; bazı şeyler fıtrattandır. o treni doğarken kaçırdık. bizim gibi milyonlarca insan var. kelimelere dökemiyor insanlar aslında. hep bir isyan patlıyor bir yerlerden, kavga dövüş saçma sapan sebeplerden. "ya sen bu şarj aletini neden buraya koydun?" diye bağırış çağırışlı kavgalar ediyorlar. hep bundan, herkes yolunu kaybetmiş, çoğu farkında değil. insanlar sürekli kıyasla mutsuzluk sanıyor ama o da değil. bu çok bilinmezli bir denklem. çözemeyiz bunu; tanrı dokunuşu lazım sanıyorum.

yalnız yaşamak, akşamları iki birayla, sessizlikle kafa dinlemek yaşamım için en çok istediğim ve "iki bira, biraz çerez, müzik ve sessizlik; bana yeter!" dediğim bir şeydi. onu aldım, çok güzel bir şekilde yaşadım ve yaşamdaki diğer her şey gibi günden güne zevkini tükettim; bazen abartarak, bazen dozunda, gerekli gereksiz duygulanımlar içinde, onu da kirlettim.

yaptığım işin sevdiğim bir iş olup olmadığına emin değilim mesela. bakıyorsun işe güce, garip garip işler, saçma sapan amaç mı araç mı belli olmayan bir koşuşturma. otobüs bekle, servis bekle, in bin,
"dıt, dıt!"
"kalan biniş kredisi: 186, 163,89,14"
"abonman'ı yüklemek için kartınızı telefonunuzun npc'sine yaklaştırın."

sonra eve gelir, birkaç şey zıkkımlanır, bazı akşamlar biraz kafayı çekersin. bitmek bilmeyen bir döngü, bitmek bilmeyen bir can çekişmesi. haftasonları arkadaşlarınla iki lafın belini kırmasan, yaşadığın şeyi tanımlamak gerçekten zordur. ne olduğu belli değil bu saçmalığın.

kimseyi dinlemek keyif vermiyor; teke tek bilim eskisi gibi değil, tarihin arka odası eskisi gibi değil, belgeseller eskisi gibi değil, filmler eskisi gibi değil, diziler eskisi gibi değil. how ı met your mother'ın bir bölümünü izleyip keyiflenip, yüreğini ısıtamıyorsun, friends izleyip coşamıyor; the wire, the sopranos izleyip moda giremiyorsun; her şeyi, neredeyse her şeyi kirletmişiz gibi bir his. öyle sessiz sedasız büyümüş bir boşluk, her şeyi yutmuş sanki.

hayatın ruhu bizi terk etmiş sanki. yaşamın ruhunun ne olduğunu, diriltip sormak isterdim, yaşamı bana öğretenlere; yaşamı, sefaleti ya da aşkı, yaşarken, cümlelere nasıl dökülürmüş bana gösterenlere: bardamu'ya, arturo dominic bandini'ye, tom joad'a.
devamını gör...
bu his başarısızken gelmez aslen. herkes başarılı ve sen başarısızken gelir. yavaş yavaş işlenir bünyeye. kıyaslanarak, ezilerek, görüp fark ederek... o denli büyütürsün ki insanların olası tepkilerini gözünde, cesaret edemezsin yaşamana ve mutlu olmana bir parça katkıda bulunacak en küçük ana bile. his olmakla da kalmaz, gerçeğe döner zamanla. her hissin kendi gerçeğini yarattığı gibi. ''ben buyum ulan!'' diyemezsin, ne olduğunu daha keşfedememişsindir çünkü. o gerçeği görüp kendine dönene kadar yaşarsın bu hayatı kaçırma hissini. geçicidir ama geçerken seni de üzer.
devamını gör...
bu hissin yarattığı kaygı haricinde hayatı kaçırma durumu söz konusu değildir.
devamını gör...
dün yoktun, yarın da olmayacaksın. gelip geçici varlığınla tüketeceğin sınırlı bir süreyi kendini üzüp yıpratacak kadar kötü kullanma. kaliteli zaman geçirmeye odaklan.
bu dünyada bir misafirsin.
hayatı tutamazsın, ama onu kendin için daha güzel ve daha anlamlı kılabilirsin. ki filozofların önemli bir kısmı en büyük eserlerini mahpusken yazmışlardır. daha zor bir durumda olmadığını bilerek yaşa, özgürlüğünün, hayatın tadını çıkart. olmadı seni avutmaya yetecek şeyler bulmayı öğren.
devamını gör...
sebebi sosyal kapitalizmdir.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"hayatı kaçırma hissi" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim