1.
küçükken yapmaya çalıştığım ama hiç başaramadığım bir zaman geçirme etkinliğidir.
o zamanlar yaşadığım şehirde çok yağmur yağardı. şimdi yaşadığım şehirdeki insanların on beş dakika süren doğa olayına biz oralarda yağmur demezdik. biz de yağmurlar her zaman anlatıldığı üzere haftada iki kez yağar biri üç gün biri dört gün sürerdi.
bu şehirde çocukluğum geçti. geçti dediğime bakmayın gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor. o zamanlar güçlü bir hayal gücüm ve içimde müthiş bir yaramazlık yapma arzusu vardı. ancak annemin içime serptiği merhamet tohumları yüzünden hiç ağız tadıyla yaramazlık yapamadım.
kelebek avlamak da böyle bir yaramazlıktı benim için. mahallede herkesin kelebek yakalamak için özel yapılmış aletleri vardı. bu alet uzunca bir çubuğun ucuna takılmış ipten sarkan bir poşet şeklinde idi. bu ipin üzerinde de kelebekleri çekeceğine inandığımız renkli plastik parçalar vardı.
elbette herkesin vardı bunlardan ama bazılarının el becerisi daha yüksek olduğu için onlarınki hepimizinkinden güzeldi. ve onlar daha çok kelebek yakalardı. benim bir kelebek yakalama silahım yoktu. sadece bir gün mahalledeki abilerden biri kendine daha iyisini yaptığı ve ben de oyun oynama yaşına gelmiş çocuklar arasında en küçüğü olduğum için kendi eski sopasını bana vermişti.
yani artık ben fiilen bir kelebek yakalayıcı olmuştum. holden caulfield gibi olmasa da ben de catcher sayılırdım artık. gerçi o zamanlar holden ile tanışmıyorduk. ben kemalettin tuğcu ile jules verne arasında gidip gelmeye bile başlamamıştım henüz.
av hüviyetini kazandıktan sonra ben de bir iki kez salladım sopamı ama torbaların içine dolan kelebeklerin hemen öldüklerini fark ettim diğer çocuklara bakınca. öylesine salladım sopamı ondan sonra. gururla söyleyebilirim ki hiç kelebek öldürmedim. ve öldürmeye de niyetim yok.
o zamanlar yaşadığım şehirde çok yağmur yağardı. şimdi yaşadığım şehirdeki insanların on beş dakika süren doğa olayına biz oralarda yağmur demezdik. biz de yağmurlar her zaman anlatıldığı üzere haftada iki kez yağar biri üç gün biri dört gün sürerdi.
bu şehirde çocukluğum geçti. geçti dediğime bakmayın gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor. o zamanlar güçlü bir hayal gücüm ve içimde müthiş bir yaramazlık yapma arzusu vardı. ancak annemin içime serptiği merhamet tohumları yüzünden hiç ağız tadıyla yaramazlık yapamadım.
kelebek avlamak da böyle bir yaramazlıktı benim için. mahallede herkesin kelebek yakalamak için özel yapılmış aletleri vardı. bu alet uzunca bir çubuğun ucuna takılmış ipten sarkan bir poşet şeklinde idi. bu ipin üzerinde de kelebekleri çekeceğine inandığımız renkli plastik parçalar vardı.
elbette herkesin vardı bunlardan ama bazılarının el becerisi daha yüksek olduğu için onlarınki hepimizinkinden güzeldi. ve onlar daha çok kelebek yakalardı. benim bir kelebek yakalama silahım yoktu. sadece bir gün mahalledeki abilerden biri kendine daha iyisini yaptığı ve ben de oyun oynama yaşına gelmiş çocuklar arasında en küçüğü olduğum için kendi eski sopasını bana vermişti.
yani artık ben fiilen bir kelebek yakalayıcı olmuştum. holden caulfield gibi olmasa da ben de catcher sayılırdım artık. gerçi o zamanlar holden ile tanışmıyorduk. ben kemalettin tuğcu ile jules verne arasında gidip gelmeye bile başlamamıştım henüz.
av hüviyetini kazandıktan sonra ben de bir iki kez salladım sopamı ama torbaların içine dolan kelebeklerin hemen öldüklerini fark ettim diğer çocuklara bakınca. öylesine salladım sopamı ondan sonra. gururla söyleyebilirim ki hiç kelebek öldürmedim. ve öldürmeye de niyetim yok.
devamını gör...