1.
ben kaptım, ben kaptım! bu adam hakkında iki kelam edecek bir kişi çıkmamış yıllardır. bu adam var ya, tam anlamıyla bozuk saat gibi ama öyle günde iki kez doğruyu gösteren değil, hep bozuk ama hep haklı. herifin müziği bildiğin şaka gibi ama ağlatan cinsten. gülerken boğazın düğümlenir, o derece.
bu herif star değil, rock yıldızı değil, cool değil... tam anlamıyla gerçek. yani zevon dediğin adam, sabah 11’de uyanmış, geceyi ne halt ettiğini hatırlamayan ama eline gitarı alınca dünya klasına geçen tiplerden. şarkılarında öyle büyük sözler falan yok. ama her cümle direkt kafana, kalbine, ciğerine çarpıyor. çünkü yaşadığı şeyi anlatıyor. kurguyla falan işi yok bu adamın. ne varsa o. içmiş mi? evet. dağılmış mı? fazlasıyla. sevmiş mi? hem de delisi gibi. ve her birini yazmış.
desperados under the eaves'i aç mesela... ulan klima sesiyle depresyon yazılır mı? zevon yazmış. diyor ki orada, ben bittim kardeşim, los angeles güneşi ne yapsın bana? içiyor, sigarayı yakıyor, ama bir umut da hâlâ içerde kıpırdanıyor.
excitable boy desen zaten çılgınlık manifestosu gibi. dışarıdan bakınca neşeli, kıpır kıpır bir şarkı ama sözlere bir bak, adamı yavaş yavaş delilikle sarhoşluk arasında gezdiriyor. bunu da öyle bir gülümsemeyle yapıyor ki, neye uğradığını anlamıyorsun.
ha bir de prison grove var. şarkının ismine bakınca anlıyorsun aslında neyin geleceğini. ince bir gitar introsu, tek zil, tek kick davul ile başlıyoruz, country esintili tematik düzen, sigaradan kösele olmuş ses... ama bir hipnotik hâl var, alıyor şarkı seni kapıyor böyle. yükseldiği kısımlar rahatsız etmiyor, aksine veriyor gazı veriyor gazı. tam bir road trip şarkısı aslında. at bunu playlistine, ciddiyim pişman etmez.
ama esas bomba keep me in your heart... ölüm döşeğinde yazmış. son albüm, son söz.
ben gidiyorum, ama beni unutmamayı da unutma diyor. ağlamamak elde mi? adam son nefesinde bile dramatik olmayalım ama beni de boş geçmeyin diyor. helal olsun. respect ulan!
zevon’un hayatı da şarkıları gibi. dağınık ama tutarlı. alkol, hastalık, ilişkiler, kayıplar, bolca ironi. ama bir gün bile ben kurbanım dememiş. hayat bana pis davrandı dememiş. hayat böyle lan! demiş, al sana şarkı diye üstüne notaları dökmüş.
çevresinde kim varsa zaten mest olmuş. dylan'ı, springsteen'i, hatta neil young’ı bile oturtmuş dinletmiş kendine. ama yine de hiçbir zaman arka sıralardan çıkmamış. çünkü öyle bir derdi yokmuş. müzik yaptı çünkü yapmak zorundaydı. çünkü içinde durmazdı o sözler, o hikâyeler. onları dökmeseydi kendi patlardı.
zevon dinlemek kolay iş değil bu arada. bazı şarkılarda gülerken suratına tokat gelir. bazısında ağlarken bir cümleyle toparlanırsın. duygusal gelgitse, bu adamda tsunami var ve hiçbiri poz yapma değil.
warren zevon kaybedenlerin kralı değil ama kaybetmeyi onurlu hâle getirmiş adamlardan biri. geride de öyle iki üç şarkı falan değil, koca bir ruh hâli bırakmış. aç dinle ama sakın yarım bırakma. çünkü her şarkısının sonunda bi cümleyle içini dağıtır. ve bunu yapan fazla adam yok bu dünyada.
bu herif star değil, rock yıldızı değil, cool değil... tam anlamıyla gerçek. yani zevon dediğin adam, sabah 11’de uyanmış, geceyi ne halt ettiğini hatırlamayan ama eline gitarı alınca dünya klasına geçen tiplerden. şarkılarında öyle büyük sözler falan yok. ama her cümle direkt kafana, kalbine, ciğerine çarpıyor. çünkü yaşadığı şeyi anlatıyor. kurguyla falan işi yok bu adamın. ne varsa o. içmiş mi? evet. dağılmış mı? fazlasıyla. sevmiş mi? hem de delisi gibi. ve her birini yazmış.
desperados under the eaves'i aç mesela... ulan klima sesiyle depresyon yazılır mı? zevon yazmış. diyor ki orada, ben bittim kardeşim, los angeles güneşi ne yapsın bana? içiyor, sigarayı yakıyor, ama bir umut da hâlâ içerde kıpırdanıyor.
excitable boy desen zaten çılgınlık manifestosu gibi. dışarıdan bakınca neşeli, kıpır kıpır bir şarkı ama sözlere bir bak, adamı yavaş yavaş delilikle sarhoşluk arasında gezdiriyor. bunu da öyle bir gülümsemeyle yapıyor ki, neye uğradığını anlamıyorsun.
ha bir de prison grove var. şarkının ismine bakınca anlıyorsun aslında neyin geleceğini. ince bir gitar introsu, tek zil, tek kick davul ile başlıyoruz, country esintili tematik düzen, sigaradan kösele olmuş ses... ama bir hipnotik hâl var, alıyor şarkı seni kapıyor böyle. yükseldiği kısımlar rahatsız etmiyor, aksine veriyor gazı veriyor gazı. tam bir road trip şarkısı aslında. at bunu playlistine, ciddiyim pişman etmez.
ama esas bomba keep me in your heart... ölüm döşeğinde yazmış. son albüm, son söz.
ben gidiyorum, ama beni unutmamayı da unutma diyor. ağlamamak elde mi? adam son nefesinde bile dramatik olmayalım ama beni de boş geçmeyin diyor. helal olsun. respect ulan!
zevon’un hayatı da şarkıları gibi. dağınık ama tutarlı. alkol, hastalık, ilişkiler, kayıplar, bolca ironi. ama bir gün bile ben kurbanım dememiş. hayat bana pis davrandı dememiş. hayat böyle lan! demiş, al sana şarkı diye üstüne notaları dökmüş.
çevresinde kim varsa zaten mest olmuş. dylan'ı, springsteen'i, hatta neil young’ı bile oturtmuş dinletmiş kendine. ama yine de hiçbir zaman arka sıralardan çıkmamış. çünkü öyle bir derdi yokmuş. müzik yaptı çünkü yapmak zorundaydı. çünkü içinde durmazdı o sözler, o hikâyeler. onları dökmeseydi kendi patlardı.
zevon dinlemek kolay iş değil bu arada. bazı şarkılarda gülerken suratına tokat gelir. bazısında ağlarken bir cümleyle toparlanırsın. duygusal gelgitse, bu adamda tsunami var ve hiçbiri poz yapma değil.
warren zevon kaybedenlerin kralı değil ama kaybetmeyi onurlu hâle getirmiş adamlardan biri. geride de öyle iki üç şarkı falan değil, koca bir ruh hâli bırakmış. aç dinle ama sakın yarım bırakma. çünkü her şarkısının sonunda bi cümleyle içini dağıtır. ve bunu yapan fazla adam yok bu dünyada.
devamını gör...