diyarbakır köy okulu yardımımızın ulaşması
tebriklerimi ilettiğim başlıktır. böyle şeyler düşünüp yapmanız inanılmaz iyi ve muhteşem bir olay.
devamını gör...
bülent tanör
3 eylül 1940 tarihinde istanbul beylerbeyi'nde doğan değerli akademisyen, 1959 yılında galatasaray lisesi'nden, 1963 yılındaistanbul üniversitesi hukuk fakültesi'nden mezun olmuştur. 1964 yılında istanbul üniversitesi hukuk fakültesi anayasa hukuku kürsüsüne asistan olarak atanmıştır. 1969 yılında "siyasî düşünce hürriyeti ve 1961 türk anayasası” başlıklı doktora teziyle doktorasını tamamlamıştır. 12 mart muhtırası ile birlikte 1971 yılında üniversiteden uzaklaştırılmıştır. 1973 yılında prof. dr. öget öktem tanör ile ile evlenmiş ve fransa’ya giderek 1974'e kadar cenevre üniversitesi'nde dersler vermiştir. 1975 yılında danıştay kararıyla geri döndükten sonra 1977'de doçent oldu. 1983 yılında, 1402 sayılı sıkıyönetim yasası gereğince üniversiteden tekrar uzaklaştırıldı. 1983-1990 yılları arasında paris x, dijon ve cenevre üniversitelerinde “üçüncü dünya ülkelerinde siyasal sistemler” dersleri verdi. 1990'da yine danıştay kararıyla istanbul üniversitesi'ne döndü. 1992 yılında profesör oldu. kansere yakalanan tanör, tüsiad için hazırladığı demokratikleşme raporu büyük yankı uyandırmış ve istanbul üniversitesi insan hakları araştırma ve uygulama merkezini yönettiği dönemde görevden alınmıştır. 28 kasım 2002'de de 61 yaşında istanbul'da hayatını kaybetmiştir.
bazı eserleri;
siyasi düşünce hürriyeti ve 1961 türk anayasası, anayasa hukukunda sosyal haklar (1969)
tck 142. madde: düşünce özgürlüğü ve uygulama (1979)
iki anayasa: 1961-1982 (1986)
türkiye’nin insan hakları sorunu (1994)
türkiye’de demokratikleşme perspektifleri (1997)
türkiye’de yerel kongre iktidarları: 1918-1920
osmanlı-türk anayasal gelişmeleri (1998)
kurtuluş-kuruluş, türkiye’de demokratik standartların yükseltilmesi (1999)
1982 anayasasına göre türk anayasa hukuku (necmi yüzbaşıoğlu ile)
türkiye’de kongre iktidarları (2002)
kaynak bağlantılar;
hukukbook.com/prof-dr-bulen...
www.biyografya.com/biyograf...
www.biyografi.net/kisiayrin...
bazı eserleri;
siyasi düşünce hürriyeti ve 1961 türk anayasası, anayasa hukukunda sosyal haklar (1969)
tck 142. madde: düşünce özgürlüğü ve uygulama (1979)
iki anayasa: 1961-1982 (1986)
türkiye’nin insan hakları sorunu (1994)
türkiye’de demokratikleşme perspektifleri (1997)
türkiye’de yerel kongre iktidarları: 1918-1920
osmanlı-türk anayasal gelişmeleri (1998)
kurtuluş-kuruluş, türkiye’de demokratik standartların yükseltilmesi (1999)
1982 anayasasına göre türk anayasa hukuku (necmi yüzbaşıoğlu ile)
türkiye’de kongre iktidarları (2002)
kaynak bağlantılar;
hukukbook.com/prof-dr-bulen...
www.biyografya.com/biyograf...
www.biyografi.net/kisiayrin...
devamını gör...
insana umut veren cümleler
(bkz: ekmek almaya ben giderim.)
devamını gör...
ölmek
birden bire ölmez insan. yaşadığımız her dakika biraz ölürüz. yaşam ile ölüm birbirinden ayrılamaz bir bütündür.
devamını gör...
avokado
bu aralar taktığım meyvedir. avakado desenli çorap mı dersiniz, pijama mı dersiniz ne bulsam alıyorum...... anlamsız bir aşk oldu aniden..
ayrıca sabah kahvaltısı için kısa bir tarif vereyim : krem haline getirdiğiniz avakadoyu kızarmış dilim ekmeğin üzerine sürüp, üstüne de spagetti şeklinde dilimlediğiniz omleti ekleyip yemenizi tavsiye ederim.. *
ayrıca sabah kahvaltısı için kısa bir tarif vereyim : krem haline getirdiğiniz avakadoyu kızarmış dilim ekmeğin üzerine sürüp, üstüne de spagetti şeklinde dilimlediğiniz omleti ekleyip yemenizi tavsiye ederim.. *
devamını gör...
kaliteli yaşam için ucuz öneriler
yürüyüş. hele bir de denize yakınsa, ağaçlar yeşillikte varsa yürü. ilhamında orada, şifanda.
devamını gör...
jimi hendrix
omzumda ve sol göğsümde dövmesini taşıdığım "guitar hero".
devamını gör...
zamansız gelen ereksiyonu önlemenin yolu
başta quadriceps kası olmak üzere bütün kasları olduğunuz yerde olabildiğince kasarak çözebileceğiniz durumdur. olay tamamen fizyolojik olarak kanın tek bir bölgeye hücum etmesi durumu olup, sizin diğer bölgelerde de kana ihtiyaç duyduğunuza dair beyninizi ikna etmenizle gerçekleşir. yeterli kasılma ile 5-6 saniye içerisinde çözülür, sosyal ortamlarda kriz yönetimi sağlamak için en hızlı yöntemdir.
devamını gör...
büyüdüğü halde çizgi film izlemeye devam eden insan
bazı çizgi filmlerin yeri hiç dolmuyor çünkü. özleyince açıp izlerim sevdiğim çizgi filmleri. belki de hiç büyümemişizdir.
devamını gör...
ben robot değilim testinden geçememek
yapay zekanın değerlendiği çağda iş bulma ihtimalini artıran bir olay.
devamını gör...
normal sözlük bug'ları
bir kelime ile ilgili arama yapıldığında ve o kelime çok sayıda başlığın içerisinde geçiyorsa aşağıdaki gibi bir durum oluşuyor, pc'den girildiğinde:

en altta görünenden sonrakileri göremiyorsunuz. ancak yön tuşlarından aşağı-yukarı tuşlarına bastığınızda, yukarıda sözcüğü ilk aradığınız arama satırı kısmında görebiliyorsunuz hepsini. oysa açılır listenin sağ tarafında aşağı yukarı kaydırılabilen bir ok olsa daha iyi olurdu gibi sanki.
anlatabildim mi derdimi bilmiyorum ama böyle bir sorun mevcut. bilginiz olsun.

en altta görünenden sonrakileri göremiyorsunuz. ancak yön tuşlarından aşağı-yukarı tuşlarına bastığınızda, yukarıda sözcüğü ilk aradığınız arama satırı kısmında görebiliyorsunuz hepsini. oysa açılır listenin sağ tarafında aşağı yukarı kaydırılabilen bir ok olsa daha iyi olurdu gibi sanki.
anlatabildim mi derdimi bilmiyorum ama böyle bir sorun mevcut. bilginiz olsun.
devamını gör...
en zor günlerinde yalnızca kendinin yanında olması
her seferinde kendi gücümle üstesinden geldiğim için sorun olmayan durum.
devamını gör...
saint benoit fransız lisesi
türkiye’nin en eski yabancı okulu. ve türkiye’de gidilebilecek nadir güzel liselerden biri.
aslında kuruluş tarihi olarak 1783 verilse de yapımına çok daha önceden 1300’lerde bir italyan kurumu olarak başlanmıştır. pera sarnıcı manastırı olarak cenova’lı rahibeler tarafından kurulmuştur, okulda bulunan çan kulesi de bu döneme aittir.
1400’lerde adı san benedetto olarak değiştirilir daha sonra da fransızların yönetimine geçer ve saint-benoit olur. 1600'lerde bir de hastaneleri oluyor ve bu hizmet 1800lere kadar devam ediyor.
1783'te de fransa'daki karışıklıklardan dolayı başta cizvitlerin elinde olan kurum lazarist din adamlarına devrediliyor. cizvitler kurumu terk ediyor. bu tarih bu yüzden lisenin kuruluş tarihi kabul edilmekte.
başlangıcında sadece fransız öğrencileri kabul eden kurum 1831 yılında türkleri de almaya başlamış. 1839 yılında okula gelen rahibeler kızların da eğitim görmesi için kız bölümünü açıyor. okul belirli bir dönemde türk hristiyanların artmasını sağlamıştır. herhalde bu artışlardan sonra zaten tek tük çocuklarını gönderen müslümanlar daha çekinerek göndermeye başlamışlardır ve azalmıştır. tabi benimki de bir tahmin. bir de okul fransızca öğrettiği ve fransız okulu olduğu için zamanında aydın bir kesimin oluşmasına ve osmanlı'nın avrupa'yla etkileşimlerinin biraz bile olsa artmasına yol açmış. sonra bir ara yıkılmış okul, yeniden yapılmış eski mezunlarından olan bir mimar tasarlamış şu anki binayı.
1. dünya savaşı varken bir dönem kapatılmış okul, fransızlar da yurt dışına gitmişler. bir ara hastane olmuş. bir süre sonra da binalarına istanbul erkek lisesi geçmiş (hak etmiyorlar o güzel binayı pis iel :( ) 1919 yılında da rahip ve rahibelerin dönüşüyle eğitime devam edilmiş.
türkiye cumhuriyeti kurulduktan sonra da okulda bazı değişiklikler yapılmış (dini çoğu şey kalkmış mesela) yeni kuralları benimsemeyen görevliler aynı dönemde türkiye'den ayrılmış ayrıca. bir ara çok disiplinli bir okulmuş, öyle böyle olmayan cezaları varmış ama sonra normal cezalara inebilmişler. 1987 yılında kız ve erkek bölümü birleştirilip karma eğitime geçmişler. ayrıca galatasaray üniversitesi'nde özel bir kontenjana sahipler.
bir aralar, çok da uzun bir zaman önce değil, şu habire adı değiştirilen liseye geçerken yapılan sınavlarda %2 gibi bir dilime girmek gerekiyordu. güzel okuldur. ama öğrencilerinde tuhaf bir tikilik vardı, mezunlarında hala o tuhaf tikilik var. sevmezdim burada okuyan tanıdıklarımı.
devamını gör...
türkçesi varken
bu durum çevremizde çok yanlış anlaşılabiliyor. her dil başka kültürlerden etkilenebilir. bizim dilimizi baz alırsak, türkçe; arapça, farsça ve moğolca dillerinden etkilenmiştir. bunun çeşitli sebepleri var. din, kültür, coğrafya, ticaret vs. yani diller doğar, büyür ve gelişirler. tabii ki bunu yaparken özünü kaybetmemesi önemlidir. kastedilen budur. mümkünse tabi öz türkçe kelimeler tercih edilmelidir. yani kimse hadi göktürkçe konuşalım demiyor. dediğim gibi eğer mümkünse elbette öz türkçe tercih edilmeli eğer mevcut degilse zaten dilimize yerleşmiş ifadelerin kullanılmasında bir sorun olmaması gerekir. “türkçesi varken” uyarısı yapıldığında ee senin kullandığın kelimenin kökeni arapça demenin o yüzden anlamı yoktur. öyle olsa cevabı “ha öyle mi? o zaman likelamak, flash disk, destinasyon, informasyon kullanalım, hatta komple ingilizceye geçelim çünkü arapça, farsça kökenli kelimeler kullanıyoruz” şeklinde olmalıdır. buna da he olsun nolacak diyenler olabilir. bir milleti, millet yapan dilidir, kültürüdür. bugün çok gelişmiş addettiğimiz ingiltere ve abd’de gençler büyük bir yozlaşma içindedir. aile kavramı yok olmakta, uyusturucu batağına saplanmakta ve devlet bunu değiştirme mücadelesi vermektedir. o yüzden dil de kültür de bizi biz yapan değerlerdir. bu konuya dair oktay sinanoğlu’nun bye bye türkçe kitabını sizlere öneriyorum.
devamını gör...
sessizlik
fırtına öncesi ise büyük sıkıntı. sessizliğin fazlası iyi değildir.
devamını gör...
sümer mitolojisine göre insanın yaratılışı
sümer tanrıları tembeldir ama diğer mitolojilerdeki tanrılara göre daha dürüsttürler. neticede insanları kendi ayak işlerini yapmaları, mabetlerde kendilerine adak adamaları ve bolca dua etmeleri için yaratmışlardır ve bunu da açıkça itiraf ederler. diğerleri gibi kıvırmazlar. bu yüzden takdire şayandırlar. sümer yaratılış efsanesi özellikle ülgen ve ak ana hikayesi ile bayağı bir paralellik arz eder. oradan da mevzuyu hemen kendimize yontalım. *
bunun haricinde tamamlayıcı olması açısından dilmun şehri mevzusuna da girmek lazım. bu tembel sümer tanrılarının süper ötesi bir şehri var. orada bir elleri yağda bir elleri balda yaşarlar. tam tanrılara göre bir mekan. ne hastalık var, ne ölüm... yalnız muazzez hocanın anlattığına göre bu şehirde su yok. yani koskoca tanrı milleti daha alt yapı işlerini tam olarak halledememiş. oysa kadroda ankara'nın eski belediye başkanı gibi bir figür olsa, dilmun nasıl da güzel kalkınırdı. sular seller kaplardı tüm şehri. bonus olarak da, dinozorları kondurdu mu, değmeyin tanrıların keyfine. hem mitolojik hikayelere böylece dinozorları da eklemiş olurlardı ve dünya kültür mirasına daha büyük katkıları olurdu. neyse imkanları bu kadarmış diyelim o mevzuyu kapayalım. elde böyle süper figür olmayınca ünlü sümerolog kramer'e göre su tanrısı ile güneş tanrısı kuyu açıyorlar. yahu gel de gülme, tanrıların haline ahvaline bakar mısınız? su kuyusu açmak nedir? tamam bizim ülkemizde de 2002 yılından önce su yoktu ama daha sonra muazzam bir alt yapıya kavuştuk. tanrı milleti ise su kuyusu açmakla uğraşmış. vallahi şaka gibi. yazık günah sizin tanrılığınıza!
ama bu şaka dilmun şehrinin cennete dönüşmesine yol açacak bir atılım haline geliyor. bir su kuyusundan cennet doğuyor. her yer bağ bahçe haline dönüşüyor. hele bir tanesi var ki, ona cennet bahçesi adını veriyorlar. burada 8 tane özel meyve yetiştiriyorlar. bunların yenmesi yasak. niye yasak? o kısmı muamma. tanrıya yasak olur mu arkadaş? hayır yani yenmeyecekse niye bu meyveleri yetiştiriyorsunuz, amacınız nedir sizin?
benim gibi düşünmüş olsa gerek ki, bilgelik tanrısı enki başlarım sizin yasağınıza diyerek bilgeliğini konuşturuyor ve bütün meyveleri afiyetle mideye indiriyor. bilgelik işte böyle bir şey. sorunca sorgulayınca sonuca varıyorsun. ama tanrılar arasında bağnazlık hakim. yer altı tanrıçası ereşkigal, enki'nin meyveleri yediğini duyunca onu ölümle lanetliyor. yahu psikopat kadın, adam sadece meyve yemiş, neyin tatavası bu. neyse efendim bu tanrıların arasından pek aklı selim çıkmaz zaten. ben doğal karşılıyorum artık bunları. diğer tanrılar üzülüyorlar enki'nin haline, bilgelik tanrısı ölecek gidecek, e ne olacak? sonsuz cehalet dünyayı kaplayacak. bence enki öleli çok olmuş. sadece gerçekleri bizden saklamışlar, yoksa enki yaşıyor olsa dünya bu halde mi olurdu? her yer cehalet, her yer rezalet! ama anlatılan hikâye yaşadığına dair bir kurmaca işte. neymiş efendim, diğer tanrılar yer altı tanrıçasını ikna etmişlerde, o da enki'nin farklı organlarında oluşan sıkıntılar için tanrı ve tanrıçalar yaratmış. bak ben bunu da anlamıyorum neden kısa yoldan iyileştirmiyorsun da bu kadar merasime gerek duyuyorsun? baksanıza resmen bürokratik hantallık var bunların her adımında. hah işte o tanrıçalardan birinin adı ninti yani kaburga hanım ya da yaşam hanım. bu kaburga kısmına niye girdim peki? eh o da başka bir yaratılışın tetikleyicisi de o yüzden. onu da israil oğulları düşünsün bana ne! bu arada yunanlılara da çok kırgınım. ereşkigal'in cinsiyetini değiştirip ne diye hades yaptınız arkadaş? hiç utanma arlanma yok sizde vallahi. neyse böyle işte, çok karışık bu işler...
bunun haricinde tamamlayıcı olması açısından dilmun şehri mevzusuna da girmek lazım. bu tembel sümer tanrılarının süper ötesi bir şehri var. orada bir elleri yağda bir elleri balda yaşarlar. tam tanrılara göre bir mekan. ne hastalık var, ne ölüm... yalnız muazzez hocanın anlattığına göre bu şehirde su yok. yani koskoca tanrı milleti daha alt yapı işlerini tam olarak halledememiş. oysa kadroda ankara'nın eski belediye başkanı gibi bir figür olsa, dilmun nasıl da güzel kalkınırdı. sular seller kaplardı tüm şehri. bonus olarak da, dinozorları kondurdu mu, değmeyin tanrıların keyfine. hem mitolojik hikayelere böylece dinozorları da eklemiş olurlardı ve dünya kültür mirasına daha büyük katkıları olurdu. neyse imkanları bu kadarmış diyelim o mevzuyu kapayalım. elde böyle süper figür olmayınca ünlü sümerolog kramer'e göre su tanrısı ile güneş tanrısı kuyu açıyorlar. yahu gel de gülme, tanrıların haline ahvaline bakar mısınız? su kuyusu açmak nedir? tamam bizim ülkemizde de 2002 yılından önce su yoktu ama daha sonra muazzam bir alt yapıya kavuştuk. tanrı milleti ise su kuyusu açmakla uğraşmış. vallahi şaka gibi. yazık günah sizin tanrılığınıza!
ama bu şaka dilmun şehrinin cennete dönüşmesine yol açacak bir atılım haline geliyor. bir su kuyusundan cennet doğuyor. her yer bağ bahçe haline dönüşüyor. hele bir tanesi var ki, ona cennet bahçesi adını veriyorlar. burada 8 tane özel meyve yetiştiriyorlar. bunların yenmesi yasak. niye yasak? o kısmı muamma. tanrıya yasak olur mu arkadaş? hayır yani yenmeyecekse niye bu meyveleri yetiştiriyorsunuz, amacınız nedir sizin?
benim gibi düşünmüş olsa gerek ki, bilgelik tanrısı enki başlarım sizin yasağınıza diyerek bilgeliğini konuşturuyor ve bütün meyveleri afiyetle mideye indiriyor. bilgelik işte böyle bir şey. sorunca sorgulayınca sonuca varıyorsun. ama tanrılar arasında bağnazlık hakim. yer altı tanrıçası ereşkigal, enki'nin meyveleri yediğini duyunca onu ölümle lanetliyor. yahu psikopat kadın, adam sadece meyve yemiş, neyin tatavası bu. neyse efendim bu tanrıların arasından pek aklı selim çıkmaz zaten. ben doğal karşılıyorum artık bunları. diğer tanrılar üzülüyorlar enki'nin haline, bilgelik tanrısı ölecek gidecek, e ne olacak? sonsuz cehalet dünyayı kaplayacak. bence enki öleli çok olmuş. sadece gerçekleri bizden saklamışlar, yoksa enki yaşıyor olsa dünya bu halde mi olurdu? her yer cehalet, her yer rezalet! ama anlatılan hikâye yaşadığına dair bir kurmaca işte. neymiş efendim, diğer tanrılar yer altı tanrıçasını ikna etmişlerde, o da enki'nin farklı organlarında oluşan sıkıntılar için tanrı ve tanrıçalar yaratmış. bak ben bunu da anlamıyorum neden kısa yoldan iyileştirmiyorsun da bu kadar merasime gerek duyuyorsun? baksanıza resmen bürokratik hantallık var bunların her adımında. hah işte o tanrıçalardan birinin adı ninti yani kaburga hanım ya da yaşam hanım. bu kaburga kısmına niye girdim peki? eh o da başka bir yaratılışın tetikleyicisi de o yüzden. onu da israil oğulları düşünsün bana ne! bu arada yunanlılara da çok kırgınım. ereşkigal'in cinsiyetini değiştirip ne diye hades yaptınız arkadaş? hiç utanma arlanma yok sizde vallahi. neyse böyle işte, çok karışık bu işler...
devamını gör...
vincent van gogh'un abartılmış bir ressam olması
vincent van gogh yaşadığı kısacık hayatta eminim ki kendisi içinde böyle hissetti.
oysa dünyayı onun gözünden görmemizi sağlayan fırça darbeleri çağının çok ilerisindedir. zaten etkileyiciliği de kendini ifade tarzından gelir.
buraya minicik bir video bırakacağım. yine de aynı düşünebilecek misiniz.
(link:
buraya çevirisinin olduğunu da ekleme ihtiyacı hissettim
oysa dünyayı onun gözünden görmemizi sağlayan fırça darbeleri çağının çok ilerisindedir. zaten etkileyiciliği de kendini ifade tarzından gelir.
buraya minicik bir video bırakacağım. yine de aynı düşünebilecek misiniz.
(link:
buraya çevirisinin olduğunu da ekleme ihtiyacı hissettim
devamını gör...
bir öz eleştiri yap
çok sabırsızım. bir durup düşünsem, yavaşlasam her şeyi daha net göreceğim.
devamını gör...

