1.
newtonca bakarsak bizi kendine çektiği için stabil bir şekilde üzerinde durabildiğimiz alandır zemin. einstein ise aradan geçen yaklaşık iki yüz yıl sonrasında zaman ve mekanı birleştirerek genel görelilik teorisi ile aslında zeminimizim sağlamlığının etrafındaki diğer şeyler ile ilişiğini gösterdi bize.
bu iki bilimsel teoriyle başlamamım bir sebebi var. çünkü zamanla dayanak noktamın değişmesiyle beraber sanki zemin hareket ediyormuş gibi hissettim. ve bu değişime ayak uydurmak da çokça enerjimi ve duygumu sömürdü.
yer altından kayıyorken tutunacak hiçbir şeyin olmaması insanı tam kelimesi ile dehşete düşürüyor. bunu hiç yaşadınız mı? buradaki bir metafor* değil, gerçek bir zaman kayması. yaklaşık yedi yıl önce yaşadığım bir deprem esnasında gözlerimin önünde zeminin ve duvarların hareketine şahit oldum. tutunmaya çalıştığım şeyler; duvarlar, zemin benimle birlikte hareket ediyordu. ve aklımda tek bir düşünce: içeride uyuyan eşimin yanına ulaşmak. duvarlara çarpa çarpa uzun bir koridoru yürüdüm ve burak'a gittim. uyandırdım. birbirimize sarılmış bir şekilde yerin altımızdan kaymasının geçmesini bekledik. uzunca bir süre bunu düşündüm ben. kendimi sokağa atmamıştım. üst komşu çocuklarını evde unutup sokağa fırlamışken ben hayattaki en temel dürtüme, hayatta kalma içgüdüme, karşı koymuş ve onun yanına koşmuştum. öyle çok seviyordum yani.
yıllar geçti. güzel yıllar. bazen zor. ama birlikte ve gülümseterek anımsatan onca anıya sahip yıllar. iki çocuktuk, aşıktık, büyüdük. bugün gözlerine baktığımda orada hâlâ sevgiyi görüyorum. tam altı ay önce artık aşık olmadığımı onun ise çok daha önceden bu aşkı yitirdiğini fark ettim. gerçekten fark ettim. şükrü erbaş'ın senin korkularını benim inceliğimi şiirini okuyordum öğrencilerime "insanın içini dökmekten vazgeçmesidir ayrılık." dizesi içimde bir deprem uyandırdı sanki. o gün zemin yeniden sallanmaya başladı. ve yine tutunacağım hiçbir şey kalmamıştı etrafımda. elimi uzattıklarım da benimle hareket ediyordu. sarıldım burak'a. sarıldım. ağladım. seni çok seviyorum ama birbirini döken, üzen o insanlar olmayalım, dedim. sen var olmayan bir dünyanın hayali ile yaşıyorsun ama hayat bu değil, dedi.
altı aydır kendimize yeni bir hayat inşa etmek için gerekli mental ve maddi zemini hazırlamak için bekledik, çaba gösterdik. bu sabah erkenden uyandım, kahvaltımı ederken eve geldi. yıllardır yalnız uyuyamadığım için uykusuz geçen onca gecem var benim. evde biri olmadan uyuyamıyorum. dün evde yalnız olduğumu fark etmedim. tek başıma güzel bir uykunun kollarından yeni bir sabaha başladım. o geldi. ben fark ettim ki aslında onun yaşamak istediği hayat da buydu. biz başlarken ne ise ayrılırken de ona dönüştü. ben onun hem sığındığı liman hem de hapishanesiydim. mutluydu ama özgür değildi. yanağına bir öpücük kondurdum, sarıldım. kendine dikkat et, iyi görünmüyorsun dedim. çünkü bu ilişkide benim rolüm kollayan, gözeten olmaktı. ben de değişmiyordum.
o zemin sallanıp sallanıp yeniden oturmuştu yerine. aynı insanlardık.
sadece farklı noktalara çekilmiştik.
bu iki bilimsel teoriyle başlamamım bir sebebi var. çünkü zamanla dayanak noktamın değişmesiyle beraber sanki zemin hareket ediyormuş gibi hissettim. ve bu değişime ayak uydurmak da çokça enerjimi ve duygumu sömürdü.
yer altından kayıyorken tutunacak hiçbir şeyin olmaması insanı tam kelimesi ile dehşete düşürüyor. bunu hiç yaşadınız mı? buradaki bir metafor* değil, gerçek bir zaman kayması. yaklaşık yedi yıl önce yaşadığım bir deprem esnasında gözlerimin önünde zeminin ve duvarların hareketine şahit oldum. tutunmaya çalıştığım şeyler; duvarlar, zemin benimle birlikte hareket ediyordu. ve aklımda tek bir düşünce: içeride uyuyan eşimin yanına ulaşmak. duvarlara çarpa çarpa uzun bir koridoru yürüdüm ve burak'a gittim. uyandırdım. birbirimize sarılmış bir şekilde yerin altımızdan kaymasının geçmesini bekledik. uzunca bir süre bunu düşündüm ben. kendimi sokağa atmamıştım. üst komşu çocuklarını evde unutup sokağa fırlamışken ben hayattaki en temel dürtüme, hayatta kalma içgüdüme, karşı koymuş ve onun yanına koşmuştum. öyle çok seviyordum yani.
yıllar geçti. güzel yıllar. bazen zor. ama birlikte ve gülümseterek anımsatan onca anıya sahip yıllar. iki çocuktuk, aşıktık, büyüdük. bugün gözlerine baktığımda orada hâlâ sevgiyi görüyorum. tam altı ay önce artık aşık olmadığımı onun ise çok daha önceden bu aşkı yitirdiğini fark ettim. gerçekten fark ettim. şükrü erbaş'ın senin korkularını benim inceliğimi şiirini okuyordum öğrencilerime "insanın içini dökmekten vazgeçmesidir ayrılık." dizesi içimde bir deprem uyandırdı sanki. o gün zemin yeniden sallanmaya başladı. ve yine tutunacağım hiçbir şey kalmamıştı etrafımda. elimi uzattıklarım da benimle hareket ediyordu. sarıldım burak'a. sarıldım. ağladım. seni çok seviyorum ama birbirini döken, üzen o insanlar olmayalım, dedim. sen var olmayan bir dünyanın hayali ile yaşıyorsun ama hayat bu değil, dedi.
altı aydır kendimize yeni bir hayat inşa etmek için gerekli mental ve maddi zemini hazırlamak için bekledik, çaba gösterdik. bu sabah erkenden uyandım, kahvaltımı ederken eve geldi. yıllardır yalnız uyuyamadığım için uykusuz geçen onca gecem var benim. evde biri olmadan uyuyamıyorum. dün evde yalnız olduğumu fark etmedim. tek başıma güzel bir uykunun kollarından yeni bir sabaha başladım. o geldi. ben fark ettim ki aslında onun yaşamak istediği hayat da buydu. biz başlarken ne ise ayrılırken de ona dönüştü. ben onun hem sığındığı liman hem de hapishanesiydim. mutluydu ama özgür değildi. yanağına bir öpücük kondurdum, sarıldım. kendine dikkat et, iyi görünmüyorsun dedim. çünkü bu ilişkide benim rolüm kollayan, gözeten olmaktı. ben de değişmiyordum.
o zemin sallanıp sallanıp yeniden oturmuştu yerine. aynı insanlardık.
sadece farklı noktalara çekilmiştik.
devamını gör...
"zemin kayması" ile benzer başlıklar
zemin
4