1.
''şekersiz, koyu mu koyu bir fincan neskafe mi yoksa bol şekerli bir bardak çay mı?''
bilim kurguyu sade ama keskin kokulu neskafeye, fantezi edebiyatını da bol şekerli çaya benzettiğime aldırış etmeyin. soruyu zaten bu iki tarzın müdavimlerine değil, her iki tarza da pek aşina olmayanlara yöneltiyorum. yani, zaman zaman bilim kurgu okumuş, hasbelkader eline birkaç fantezi romanı geçmiş olanlara… hani daha işin başındayken, nasıl bir tercih yapacaklarını ve ikisi arasındaki farklılıkları yakalayıp yakalayamadıklarını merak ediyorum.
bilim kurguyu fanteziden ayırt etmek çok da zor değil aslında. ancak ikisinin birbirine karıştığı durumlar, bilim kurgunun dallanıp budaklanıp kollara ayrıldığı eserler de mevcut. kafası karışanlar için, ursula k. le guin ’in ''bilim kurgu yazmak'' (''on writing science fiction'') isimli makalesini hararetle öneririm. le guin, makalesine 18 mayıs, 1980’de şahit olduğu bir olayla başlıyor. bu tarihte st. helens yanardağı patlamış ve 25 mayıs’a kadar devam eden kül yağmurları esnasında ve sonrasında, herkes yazara ısrarla aynı soruyu sormuş: ''niye bu olayla ilgili bir bilim kurgu öyküsü yazmıyorsun?'' le guin bu noktada st. helens yanardağının patlamasıyla ilgili bir bilim kurgu öyküsü yazamayacak olmasının nedenini şöyle açıklıyor:
evimin çalışma odasının penceresinden dışarı bakıp yanardağın nasıl patladığını anlatabilirdim. araştırma yapıp yanardağın tarihi hakkında bilgi verebilirdim… birçok yazar yanardağın patlamasıyla, kül yağmuruyla ve bu durumdan etkilenen insanlarla ilgili bir şeyler yazabilirdi. ancak, yanardağın patlamasından sonra, kimse bunu bir bilim kurgu öyküsüne dönüştüremezdi. bilim kurgu şu ana kadar meydana gelmiş değil, meydana gelmesi muhtemel, ya da asla meydana gelmeyecek ancak meydana gelmiş olsa nasıl ve neler olacağını anlatan olaylarla ilgili…
18 mayıs’tan önce, st. helens yanardağının patlaması sadece bir fikirden ibaretti. patladığı günden itibarense, bir olay haline geldi. bilim kurgu fikirlerden beslenir. aslında, tüm kısıtlamalarına ve potansiyellerine rağmen, bilim kurguyu zihin gücüyle el ele giden entelektüel bir edebiyat türü olarak tanımlayabiliriz.
işte, le guin’den bilim kurgunun tanımı. yazar, bilim kurguyla, spekülatif edebiyatın aynı şey olduğunu belirtiyor. fantezi tarzınınsa hayal gücüne dayalı tüm eserleri kapsadığını ancak bunlara bilim kurgunun ve korku edebiyatının dahil olmadığını söylüyor. bilim kurgunun bu makalede belirtilen en belli başlı özellikleriyse şöyle:
bilim kurgu eserlerinde, her şeyin bir nedeni vardır ve bunlar rasyonel nedenlerdir. bir bilim kurgu eserinde gelişen olaylar, bir sebep ve sonuç ilişkine dayanır… ‘neden?’ ve ‘nasıl?’ sorularının yanıtları eserin hangi aşamasında sorulursa sorulsun mutlaka yanıtlanabilir olmalı.
makalede en hoşuma giden örnek boyu onlarca metreye yaklaşan hayal ürünü bir kadınla ilgili olanı. yazar önce bu kadının dünya’ya indiğini varsayın diyor. acaba kadın bulunduğu şehrin ana caddesine gidip atacağı tek bir adımla honda marka bir arabayı ezer, sonra da dinlenmek için merkez bankası’nın tepesine çöker miydi? le guin’e göre, eğer bu bir fantezi öyküsü olsaydı, kadın bunu yapabilirdi. hatta, uzay operası (zencefilli çay gibi bir şey olabilir) diye tanımlanan tarzda yazılmış bir eser olsaydı, yine bunu yapabilirdi. ancak bir bilim kurgu öyküsünde bunu yapması mümkün olmazdı. niye mi? çünkü eğer bu kadının bizlerden tek farkı onlarca metre daha uzun olmasıysa, bırakın yürümeyi, zavallıcığın ayağa kalkamayacak kadar ağır olması gerekirdi. dünya’nın yer çekimine yenik düşüp kendi ağırlığı altında ezilirdi. sonra da iç organları zarar göreceğinden ölürdü. ha, bu kadının aslında dünya’nın güvenli bir yer olup olmadığını anlayana dek uzay gemisinin içinde bekleyen ancak holografik görüntüsünü dünya’ya yansıtan mini minnacık bir uzaylı olduğu gibi bir şey kurgulanırsa ne olacak? varsayın ki minik uzaylı kadın holografik görüntü cihazını yanlış ayarlamış ve görüntüsü bizlere sanki metrelerce uzunmuş gibi ulaşıyor. işte bu noktada, var olduğunu bildiğimiz bir araç var en azından: holografik görüntü teknolojisiyle çalışan bir makine. bu cihaz öyküde hem bir deus ex machina (öykünün akışına beklenmedik bir müdahalede bulunan bir aletin, olayın ya da karakterin ortaya çıkıp makine tanrı olarak sorunları çözmesi) olarak yer alıyor, hem de bu tür cihazların günümüzde teknolojik temellerinin atılmış olması da bunların kullanımını akla daha uygun ve mantıklı hale getiriyor.
le guin’in dediği gibi, bilim kurguda hayal gücünün dizginlerini elden kaçırmamak için mutlaka rasyonel nedenler devreye giriyor. yazar bir de bilim kurguda ''pseudo-scientific garbage'', yani ''sözde bilimsel zırvalık'' olarak tanımlanan bir yöntemin kullanıldığından bahsediyor.
''bilim kurgu bilim değil ki… kurgu'' diye de ekliyor.
evet, bilim kurgu makalede de söz edildiği gibi, bilinen ve kabul edilen bir gerçekten, akılcı bir varsayımdan ya da makul sayılabilecek bir düşünceden yola çıkıyor. ancak yine de kurgu olduğunu unutmamak gerek. minik uzaylı kadın örneğinde, uzaylı bu durumda ''sözde bilimsel zırvalık'' kategorisine düşüyor. demek ki bu uzaylıyı konu alan bir öyküde yazarın çıkış noktası şöyle bir şey olmuş olabilir: eğer başka bir gezegende hayat olsaydı ve bu gezegende yaşayan, ileri teknolojiye sahip minnacık bir uzaylı dünya’ya gelse neler olurdu, neler yapardı, vs. vs.?
ya glam rock döneminden fırlamış birisi kendisini şimdiki zamanda bulsa? hmm…
bilim kurguyu sade ama keskin kokulu neskafeye, fantezi edebiyatını da bol şekerli çaya benzettiğime aldırış etmeyin. soruyu zaten bu iki tarzın müdavimlerine değil, her iki tarza da pek aşina olmayanlara yöneltiyorum. yani, zaman zaman bilim kurgu okumuş, hasbelkader eline birkaç fantezi romanı geçmiş olanlara… hani daha işin başındayken, nasıl bir tercih yapacaklarını ve ikisi arasındaki farklılıkları yakalayıp yakalayamadıklarını merak ediyorum.
bilim kurguyu fanteziden ayırt etmek çok da zor değil aslında. ancak ikisinin birbirine karıştığı durumlar, bilim kurgunun dallanıp budaklanıp kollara ayrıldığı eserler de mevcut. kafası karışanlar için, ursula k. le guin ’in ''bilim kurgu yazmak'' (''on writing science fiction'') isimli makalesini hararetle öneririm. le guin, makalesine 18 mayıs, 1980’de şahit olduğu bir olayla başlıyor. bu tarihte st. helens yanardağı patlamış ve 25 mayıs’a kadar devam eden kül yağmurları esnasında ve sonrasında, herkes yazara ısrarla aynı soruyu sormuş: ''niye bu olayla ilgili bir bilim kurgu öyküsü yazmıyorsun?'' le guin bu noktada st. helens yanardağının patlamasıyla ilgili bir bilim kurgu öyküsü yazamayacak olmasının nedenini şöyle açıklıyor:
evimin çalışma odasının penceresinden dışarı bakıp yanardağın nasıl patladığını anlatabilirdim. araştırma yapıp yanardağın tarihi hakkında bilgi verebilirdim… birçok yazar yanardağın patlamasıyla, kül yağmuruyla ve bu durumdan etkilenen insanlarla ilgili bir şeyler yazabilirdi. ancak, yanardağın patlamasından sonra, kimse bunu bir bilim kurgu öyküsüne dönüştüremezdi. bilim kurgu şu ana kadar meydana gelmiş değil, meydana gelmesi muhtemel, ya da asla meydana gelmeyecek ancak meydana gelmiş olsa nasıl ve neler olacağını anlatan olaylarla ilgili…
18 mayıs’tan önce, st. helens yanardağının patlaması sadece bir fikirden ibaretti. patladığı günden itibarense, bir olay haline geldi. bilim kurgu fikirlerden beslenir. aslında, tüm kısıtlamalarına ve potansiyellerine rağmen, bilim kurguyu zihin gücüyle el ele giden entelektüel bir edebiyat türü olarak tanımlayabiliriz.
işte, le guin’den bilim kurgunun tanımı. yazar, bilim kurguyla, spekülatif edebiyatın aynı şey olduğunu belirtiyor. fantezi tarzınınsa hayal gücüne dayalı tüm eserleri kapsadığını ancak bunlara bilim kurgunun ve korku edebiyatının dahil olmadığını söylüyor. bilim kurgunun bu makalede belirtilen en belli başlı özellikleriyse şöyle:
bilim kurgu eserlerinde, her şeyin bir nedeni vardır ve bunlar rasyonel nedenlerdir. bir bilim kurgu eserinde gelişen olaylar, bir sebep ve sonuç ilişkine dayanır… ‘neden?’ ve ‘nasıl?’ sorularının yanıtları eserin hangi aşamasında sorulursa sorulsun mutlaka yanıtlanabilir olmalı.
makalede en hoşuma giden örnek boyu onlarca metreye yaklaşan hayal ürünü bir kadınla ilgili olanı. yazar önce bu kadının dünya’ya indiğini varsayın diyor. acaba kadın bulunduğu şehrin ana caddesine gidip atacağı tek bir adımla honda marka bir arabayı ezer, sonra da dinlenmek için merkez bankası’nın tepesine çöker miydi? le guin’e göre, eğer bu bir fantezi öyküsü olsaydı, kadın bunu yapabilirdi. hatta, uzay operası (zencefilli çay gibi bir şey olabilir) diye tanımlanan tarzda yazılmış bir eser olsaydı, yine bunu yapabilirdi. ancak bir bilim kurgu öyküsünde bunu yapması mümkün olmazdı. niye mi? çünkü eğer bu kadının bizlerden tek farkı onlarca metre daha uzun olmasıysa, bırakın yürümeyi, zavallıcığın ayağa kalkamayacak kadar ağır olması gerekirdi. dünya’nın yer çekimine yenik düşüp kendi ağırlığı altında ezilirdi. sonra da iç organları zarar göreceğinden ölürdü. ha, bu kadının aslında dünya’nın güvenli bir yer olup olmadığını anlayana dek uzay gemisinin içinde bekleyen ancak holografik görüntüsünü dünya’ya yansıtan mini minnacık bir uzaylı olduğu gibi bir şey kurgulanırsa ne olacak? varsayın ki minik uzaylı kadın holografik görüntü cihazını yanlış ayarlamış ve görüntüsü bizlere sanki metrelerce uzunmuş gibi ulaşıyor. işte bu noktada, var olduğunu bildiğimiz bir araç var en azından: holografik görüntü teknolojisiyle çalışan bir makine. bu cihaz öyküde hem bir deus ex machina (öykünün akışına beklenmedik bir müdahalede bulunan bir aletin, olayın ya da karakterin ortaya çıkıp makine tanrı olarak sorunları çözmesi) olarak yer alıyor, hem de bu tür cihazların günümüzde teknolojik temellerinin atılmış olması da bunların kullanımını akla daha uygun ve mantıklı hale getiriyor.
le guin’in dediği gibi, bilim kurguda hayal gücünün dizginlerini elden kaçırmamak için mutlaka rasyonel nedenler devreye giriyor. yazar bir de bilim kurguda ''pseudo-scientific garbage'', yani ''sözde bilimsel zırvalık'' olarak tanımlanan bir yöntemin kullanıldığından bahsediyor.
''bilim kurgu bilim değil ki… kurgu'' diye de ekliyor.
evet, bilim kurgu makalede de söz edildiği gibi, bilinen ve kabul edilen bir gerçekten, akılcı bir varsayımdan ya da makul sayılabilecek bir düşünceden yola çıkıyor. ancak yine de kurgu olduğunu unutmamak gerek. minik uzaylı kadın örneğinde, uzaylı bu durumda ''sözde bilimsel zırvalık'' kategorisine düşüyor. demek ki bu uzaylıyı konu alan bir öyküde yazarın çıkış noktası şöyle bir şey olmuş olabilir: eğer başka bir gezegende hayat olsaydı ve bu gezegende yaşayan, ileri teknolojiye sahip minnacık bir uzaylı dünya’ya gelse neler olurdu, neler yapardı, vs. vs.?
ya glam rock döneminden fırlamış birisi kendisini şimdiki zamanda bulsa? hmm…
devamını gör...
2.
hangisinin daha iyi, kötü yada aptalca olduğuna dair kıyas yapmanın zor olduğu versuslardır.
örnek : seni sevmeyen birine aşık olmak vs sevmediğin biriyle beraber olmak.
örnek : seni sevmeyen birine aşık olmak vs sevmediğin biriyle beraber olmak.
devamını gör...
3.
(bkz: dilemma)
devamını gör...
4.
ölümü seçmek hep dehşete düşürücü. ama son günlerde aklıma "bir daha görememek mi yoksa ölmek mi" sorusu gelip duruyor. ölmeyi düşünüyorum. bir daha göremeyecek olmayı düşünmek bu versusta ölmeyi tercih etmeme sebep oluyor.
%100 olmasa da görme engelli sayılabilecek biriyim belki. ama o %100 noktası o kadar zor ki, gerçekten bütün bu durumda olanlara karşı büyük bir saygım var.
%100 olmasa da görme engelli sayılabilecek biriyim belki. ama o %100 noktası o kadar zor ki, gerçekten bütün bu durumda olanlara karşı büyük bir saygım var.
devamını gör...
"zor versuslar" ile benzer başlıklar
zor ölüm
3