0330 yazar profili

0330 kapak fotoğrafı
0330 profil fotoğrafı
rozet
karma: 18764 tanım: 2267 başlık: 254 takipçi: 61
Şahsına münhasır.. Kedi Babası.. Deli Emeklisi.. Doğa sever..

son tanımları | başucu eserleri


günün şiiri


ben alışılmamış bir insanım biliyorum
bir karanlıktır ben de pırıl pırıl zamanlar
mağrur kalbim her yerde asi ve yalnız
neyleyim umduğum gibi çıkmadı insanlar.
herkes bir şey aldı götürdü benden
dağıttım kaç yıl sevgilerimi cömertcesine
gözlerim bir vefa arar, arar da bulamaz
nicedir hasret kulaklarım bir dost sesine
bilirim, çoğu gün hüzünlüdür bakışlarım
içimde biri ağlar güldüğüm zaman bile
gömerken kalbime bütün arzularımı
yanarım yaşanmamış anıların özlemiyle
sevdiğim mahzun şarkılardır, hüzünlü resimler
garip akşamlarda yaşadığımı anlarım
çevremde kim varsa konuşur durmadan
ben hep bir heykel asaletiyle susarım.
gecenin bir yerinde teselliler biter de
dağıtır saçlarımı onun güzel elleri
kokusu rengi kalır ellerinin gecelerde
doğan gün uzaklardan getiremez benliğimi
devamını gör...

star wars izleme sırası

episode ıv: a new hope (1977)
rogue one (2016)
episode v: the empire strikes back (1980)
episode ı: the phantom menace (1999)
episode ıı: attack of the clones (2002)
episode ııı: revenge of the sith (2005)
solo (2018)
episode vı: return of the jedi (1983)
the mandalorian (2019)
episode vıı: the force awakens (2015)
episode vııı: the last jedi (2017)
episode ıx: the rise of skywalker (2019)
devamını gör...

geceye bir bilgi bırak

notalar aziz lohanne battista nın ilahisinin ilk hecelerinden oluşur

do queant laxis – (sadece senin hizmetçilerin)
resonare fibris – (özgürce ilahi söyleyebilir)
mira gestorum – (mucizeleri hakkında)
famuli tourum – (işlerin hakkında)
solve polluti – (günahlarının lekelerini sil)
labii reatum – (onların dudaklarından)
sincte johannes – (aziz john…)
devamını gör...

asgari ücret ile hayatta kalma rehberi

hayat çok zor..

1- bir yerde yeni bir tavuk dönerci açılıyorsa mutlaka sıra vardır. hiç düşünmeden hemen sıraya girin. sıra size geldiğinde açılışa özel çok düşük fiyattan tavuk döner yeme fırsatını sakın kaçırmayın. ancak dönerin içindekinin tavuk eti olup olmadığını fazla sorgulamayın.

2- arkadaşlarınızı evinize davet edin. her arkadaşınıza ayrı ayrı, eve gelirken bir şey almasını isteyin ve tek kuruş harcamadan akşam ziyafetini beleşe getirin. bitirilemeyen yiyecekler de evde kalacağı için diğer günün sabahına mutlulukla uyanabilirsiniz.

3- şehrinizdeki fuarları takip edin. fuarlara giriş genelde ücretsizdir. fuarda stant açan firmalar hakkında bilgi alıyormuş gibi yaparak çay, kurabiye, kuruyemiş gibi karşı konulamaz ikramlardan beleşe faydalanabilirsiniz.

4- esnaf lokantasına gidin ve yalnızca bir çorba isteyin. çorbanın yanında sınırsız ekmek seçeneği olduğu için karnınız fazlasıyla doyacaktır. tüm bunların yanında masada bulunan biber turşusuyla kendinizi şımartabilirsiniz.

5- içme suyuna para vermek yerine yakınınızdaki caminin şadırvanından boş bidonlarınıza su doldurarak su ihtiyacınızı beleşe getirin.

6- evinizin altında veya çok yakında kafe vs. varsa hemen gidin ve en ucuzundan bir içecek alın. daha sonra garsondan wifi şifresini isteyin. bu sayede artık evinizde ücretsiz ve sınırsız internete sahip olursunuz.

7- havalar soğuduğunda ısınmak için avm'lere girin, gezin. hem ısınırsınız hem de biri sorduğunda "dışardayım, geziyorum." diyebilme lüksünü yakalarsınız. ancak yemek katına asla çıkmayın! o kat bütçenizi aşıyor.

8- her zaman erken uyumaya çalışın. çünkü uyurken acıkmazsınız, bu da sizi ek bir yemek masrafından kurtarır.

9- sosyal medyadaki mevlit bulma gruplarına katılın. bu sayede zenginler gibi sık sık et yiyerek protein ihtiyacınızı karşılamış olursunuz hem de sevap kazanırsınız.

10- arkadaşlarınızla sık sık yemek ısmarlama üzerine iddiaya girin. böylelikle yemeğinizi beleşe getirmiş olursunuz. ancak sakın kaybetmeyin! zaten cebinizde paranız yok.

11- birisi size maddi sıkıntılarından yakınıp borç isteyecek gibi olursa hemen cüzdanınızı çıkarın ve ona gösterin. cüzdanınız muhtemelen boş olacağı için belki ondan borç bile isteyebilirsiniz.

12- neredeyse her mahallede olan spor aletlerinin bulunduğu parklara gidin. hem ücretsiz spor yaparsınız hem de spor arkadaşlarınızla samimi oldukça misafirliğe gidip ücretsiz yemek yeme fırsatından yararlanmış olursunuz.

13- müzelerin çoğu ücretlidir. bu yüzden eğer biraz sanata zaman ayırmak istiyorsanız hemen bir inşaat alanı bulun ve görsel sanatın keyfini çıkarın.

14- kaloriferleri açarken tereddüt edin ve bundan hemen vazgeçin. birkaç kat battaniye rahat bir uyku çekmeniz için yeterli olacaktır.

15- evden dışarı çıkmamaya çalışın. sonuçta o eve kira vb. ödemeler yapıyorsunuz. paranız boşa gitmemiş olur.

16- kızılay'a kan bağışı yapın. bu sayede kızılay'ın ücretsiz olarak vereceği vişne suyu ve çikolatayı yiyebilirsiniz.

17- et fiyatlarının çok pahalı olmasından dolayı vejetaryen olun. vejetaryen sözcüğü latincede "sağlam, canlı, yaşam dolu" anlamına gelen vegetus sözcüğünden gelir. bu ek bilgiyi, kendinizi ve çevrenizi kandırmak için kullanabilirsiniz.

18- spor yapmak gibi aktiviteler sizin için lüks. bu tarz sağlıklı yaşam şeylerini aklınızın ucundan bile geçirmeyin. zaten arabanız da yok. yakın mesafelere yürüyerek gidin. yürümek kondisyonunuzu yüksek tutar ve göbeğinizi ve basenlerinizi eritmeye yardımcı olur.

19- araba almak gibi ütopik hayaller kurmayın. ulaşım için toplu taşıma kullanın. aceleniz varsa yapacak bir şeyiniz yok. en azından hayattasınız, bu da bir şey...

20- berberde tıraş olurken hayatınızdaki sorunlardan ve gelecek planlarınızdan bahsedin. bu sayede berberden ücretsiz psikolog hizmeti alırsınız. bunun yanında ülkenin durumu hakkında ileri düzey fikirler edinirsiniz.

21- tuvalet kağıdı kullanmak artan fiyatlardan dolayı artık lüks sayılır. tuvaletiniz geldiğinde en yakındaki avm'ye yürüyerek gidin ve avm tuvaletini kullanın. hem ücretsiz tuvalet kağıdı fırsatından yararlanırsınız hem de küçük bir gezintiye çıkmış olursunuz.

*
devamını gör...

istanbul uzay gözlemevi

osmanlı devleti’nde kurulan ilk ve son uzay gözlemevi istanbul uzay gözlemevi’dir. sadece 4 yıl çalışmıştır.. sonra bir gece de yok edilmiştir.. gözlemevi’nin kuruluşuna öncülük eden bilim adamı zamanın en ünlü matematikçi ve astronomi bilgini takiyüddin er-raşit’miş.. ııı.murat ile yakınlık kurmayı başaran takiyüddin hükümdarın hocası hoca sadettin efendi’nin desteği ile astronomi ve astrolojiye ilgi duyan padişahı rasathane konusunda ikna etmiş.. tophane sırtlarında 1577’de bir kısmı tamamlanan istanbul uzay gözlemevi’nde gözlemlerine başlamış.. takiyüddin o zamana göre oldukça ileri teknik ve hesaplamalar kullanarak bilgiler toplamış.. yavuz’un mısırdan getirdiği din adamları uzay gözlemevi’nin uğursuzluk getireceğini, o tarihlerde dünyanın çok yakınından geçen kuyruklu yıldız ve çıkan veba salgınının bir uyarı olduğu iddia etmiş.. dini bütün adamlarmış ama hak yolunda da geri zekalının önde gidenleriymiş.. ama osmanlıda din her şeyden üstünmüş.. şeyhülislam kadızade ahmet şemsettin efendi ııı. murat’a: bağ yiğidim annesinin gülü yıldızları gözlemen felaket getirir göklerin sırlarını örten perdeyi kaldırmak uğursuz bir haddini bilmezliktir.. hele ki meleklerin bacaklarını seyretmek tövbesi kabul edilmeyen günahtır demiş.. bunun üzerine gözlemevi’nin derhal yıkılması fetvası verilmiş.. padişah ııı. murat kaptan-ı derya kılıç ali paşa’dan istanbul uzay gözlemevi bir gecede yok etmesini istemiş.. verilen bu emir gereği 21 ocak 1580’de top atışları ile yıkılmış.. yerle bir edilmiş..
yıkılan sadece istanbul uzay gözlemevi değil dostlar bilimdi..
osmanlı’yı batı karşısında bilimde, teknikte, sanayide geri kalmasının sorumlusu şeyhülislamlar ve din adamlarıydı.. tarih bunu böyle yazar.. yani osmanlı nasıl yıkıldı diye bakmayın uzaklara.. bu ve bunun gibi din adına sperm israfı olanlar oldukça daha çok üçüncü sayfa haberlerine iç geçirir üzülürüz..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kendime not

*fazla susuyorsun, bu kadar çok susma kendine bari; konuşurken tavanlarla bu denli..
*kendini ihmal etme; sen hala ihmalkarlığı bir pasif agresiflik sanıyorsun. yapma..
*neden düşünüyorsun, senin için birkaç sanileyiğine bile düşünce harcamayanları bu kadar çok? düşünme..
*doğrudur belki de, bu kadar da önemli bir şey değildir sevilmek. sevişine bak sen..
*zaman, hiçbir zaman yetmeyeceğini bile bile zamana bıraktığın yetersizliklerimiz var, unutma!
*çok özleme, gerekmedikçe, gerektiğinden çok özleme, gereksiz oluyor keza.
*dinlemiyorsun, kendinden geçtiğinde önerdiklerini kendine bile anlattığında. biraz dinle, biraz dinlen.
*mutsuzsun, kabul et lütfen. yeterince boşlukta, yeterince boşsun ve mutsuz.. bir şeyler yap.
*kızma, gerçekten kızma hemen, sen istedin tüm yalanları, aynıları ve sonları. karışma kendinden başkasına, yalnız kalma pahasına..
*belki, gerçeğinden büyük doğrusu en basit olasılıklardır. kim bilir?
*hayal, kurma! hadi kurdun anlatma yıkarlar..
*unut biraz, kendini. çok önemsiyorsun kırılgan varlığını.
*çok sertsin, nedense sadece kendine karşı, biraz yumuşa. kırılıyorsun yoksa kolayca, esnemeye bak.
*okumadığın kitaplar, sana koşarak gelmeyecek. sen o sayfalara koşmadıkça, e koşsana.
*çık sokağa yürü, müziğin hazır, mevsimin hep sonbahar, için buruk olsun boş ver. bas bi' küfür, at bi' adım. yeter sana
devamını gör...

yazarların itiraf köşesi

ara sıra uzaklara, hatta çok uzaklara gitme isteğinin bir azcıkta olsa hepimizin özlemini çektiği şey olduğunu düşünüyorum. ama her seferinde bu düşünce bir anlık gelir ve geçer. nereye gideceğim lan… gitsem ne olacak… ne değişecek sanki… gibi gibi sözlerle kendi kendinize otur oturduğun yerde dersiniz.

“insan yaptıklarından çok yapmadıklarının pişmanlığıyla ölür” diye bir söz var. ya da buna benzer bir sözdü işte…

o zaman bizler hep gitmek isteyip, fakat her seferinde gitmeyip, ya da gidemeyip pişmanlık içinde ölenlerden mi olacağız?

sonuçta derinlerden gelen bir his var… bir anlığına da olsa yapmak istiyorsun ama sonrasında vazgeçiyorsun…

hah işte niye vazgeçiyoruz? bizi ne tutuyor da gidemiyoruz ben bunu çok merak ediyorum aslında.

hani dükkân falan da yok… olsa dükkân var en azından derdik…
demek ki, bizi tutan şeyler gözle görülmeyen, kulakla duyulmayan cinsten şeyler.
neye sahibiz de neyi kaybetme korkusudur bu?
ya da nedir bu kadar vazgeçilmez olan şeyler?
iş, aile, eş dost, arkadaşlar, akrabalar, memleketin…

ne?

kurulu düzen deriz belki çok çok…
ama insan bence kendisini tek bir yere ait hissetmemeli.
tamam bir eviniz var diyelim ve siz hatta o evde doğup büyüdünüz. caddeler, sokaklar, şehrin her köşesinde bir hatıranız var.
dolayısıyla siz de kendinizi o şehrin, sokakların, evin falan bir parçası gibi hissetmeye başlıyorsunuz.

iyi de 100-200 sene sonra büyük bir olasılıkla, oturduğunuz ve evim dediğiniz yerde hiç tanımadığınız insanlar oturacak. şehir bir başkalaşmış olacak. her şey sanki ölüp yeniden dirilecek…

ve yine büyük bir olasılıkla o insanlar da tıpkı sizin gibi, kendisini o bulunduğu yerin, evin bir parçası gibi hissedecek…

peki söyler misiniz bana?
orası gerçekten kimin evidir?

birçok şeyi kolay sahipleniyoruz. burası ya da bu “benim-bana ait” derken aslında ona hiç sahip olmuyoruz. o da bize ait olmuyor.

sırf bu düşüncelerimden dolayı, bakkala diye çıkıp bir on beş yıl daha gelmeyesim var.

gelecek bir yer yok çünkü.
ya da bıraktığımız bir yer..
devamını gör...

yılmaz özdil

bu adam hakkında iyiside var kötüsüde var.. ama net adam yazıyor.. o her şeyide reise yoruyorsunuz diyen aptallara aşağıda ki yazıyı okutun lütfen..

dört haziran tarihli yazısı aşağıdadır..

– dünyada alplerden sonra oksijen oranı en yüksek bölge olan kazdağları'na siyanür döktüler, zümrüt gibi ormanlar çöle döndü.

– türkiye'nin en temiz gölü, iki milyon yaşındaki salda'ya millet bahçesi ayaklarıyla iş makinesi soktular, kumun rengi bozuldu.

– istanbul'un akciğerleri olan kuzey ormanları'nda 13 milyon ağaç kesildi, kuşların göç yolları bile bozuldu.

– dünyanın 100 doğal ormanından biri, dünyanın en yaşlı bitki örtüsüne sahip 25 bölgesinden biri, sadece endemik değil, relikt tabir edilen türleri barındıran, yani buzul çağından beri orada yaşayan bitkiler barındıran cerattepe'ye illa siyanür dökmeye çalışıyorlar.

– dünyanın lületaşı yataklarına sahip tek bölgesi, tarımsal sit alanı alpu ovası'na termik santral dikmeye çalışıyorlar.

– dünyada sadece amazon'da ve kongo'da varolan longoz ormanlarına sahip, kuş cenneti iğneada'ya termik santral dikeceklerdi, vazgeçtiler, nükleer santral dikiyorlar.

– 3 bin 300 metre yüksekliğe, 60 kilometre uzunluğa sahip olan, beş milyon yaşındaki munzur dağları'nı komple maden sahası ilan ettiler.

– bizzat atatürk'ün talimatıyla hazırlanan, 1939'dan beri yürürlükte olan “zeytin yasası” var, 2003'e kadar kimse dokunmadı, 2003'ten beri ısrarla değiştirmeye çalışıyorlar, bir değil iki değil, sekiz defa denediler, sekiz defa tbmm'ye getirdiler, her defasında muhalefet tarafından püskürtüldü, gene deniyorlar… türkiye'de 170 milyon zeytin ağacı var, bu yasayı değiştirmeyi başarırlarsa 120 milyonu zeytinlik vasfından çıkacak, komple maden sahası olacak, ege'de bin yıllık zeytin ağaçları var, manisa kırkağaç'ta mesela 1659 yıllık zeytin ağacı var, hâlâ yılda 250 kilogram zeytin veriyor, hepsi biçilecek.


– denetimsiz kullanım, siyasi sorumsuzluk ve derelerin üstüne kurulan yüzlerce hes nedeniyle… dünyanın nazar boncuğu olarak tanınan meke gölü kurudu, flamingoların en sevdiği yer olan akgöl kurudu, nasreddin hoca'nın yoğurt için maya çaldığı akşehir gölü kurudu, normalde 350 kilometrekareydi, şimdi 40 kilometrekare bile değil, göller bölgesi'nde adeta göl kalmadı, tuz gölü tuzluk kadar kaldı, tecer gölü kurudu, eber gölü haritadan silindi, toplam marmara denizi büyüklüğünde 70 gölümüz yok oldu, eğirdir gölü'nde bafa gölü'nde aşırı kirlilik var, sera gölü bataklık oldu.

– orman kanunu'nu “kamu yararı” adı altında 17 defa değiştirdiler, ormanlarımızın yüzde 5'i bu değişikliklerle yok oldu.

– ikizdere'de yaşananları görüyorsunuz, illa kıyacaklar.

– türkiye'de her yıl 31 binden fazla insanımız, hava kirliliğine bağlı sebeplerle ölüyor, türkiye'nin havası avrupa birliği ortalamasından yüzde 35 daha kirli hale geldi, her dört kişiden üçü hava kirliliği olan yerlerde yaşıyor.

– trakya, marmara ve ege'deki nehirlerimizin su kalitesi dördüncü dereceye, yani çok kirli seviyeye yükseldi.

– namuslu biliminsanlarımızın araştırmasına göre, tekirdağ, kırklareli, edirne'de her beş ölümden biri, kocaeli dilovası'nda her üç ölümden biri, antalya'da her on ölümden birinin sebebi, kanser… özellikle dilovası'nda bebeklerini emziren annelerin sütünde yüksek miktarda ağır metal tespit ediliyor, bebeklerin ilk kakasından alınan örneklerde kurşun, cıva, arsenik, kadmiyum, alüminyum çıkıyor.

– endüstriyel atıklar, marmara denizi'ndeki balıklara bile, kabuklu canlılara bile zehirli kimyasal madde bulaştırıyor.


– akdeniz foku, anadolu leoparı, telliturna, alageyik, çizgili sırtlan, oklu kirpi, bozkır kartalı, ak kuyruklu kartal, toros kurbağası'nın türkiye'de nesli tükenmek üzere… yaban kedisi, karakulak, vaşak, karaca, kızıl geyik, boz yunus, boz ayı, susamuru, dikkuyruk, yaz atmacası, şah kartal, kızıl akbaba, tepeli pelikan'ın nesli tehlikede.

– uğurböceği ithal ediyoruz, hani “uç uç böcecik, annen sana terlik pabuç alacak” var ya… işte onu ispanya'dan ithal ediyoruz. çünkü, ithal tarım ilaçları kullanarak, bizde uğurböceği neslini yok ettik. halbuki, tarımdaki zararlıları uğurböcekleri yok ediyor. zararlıları yoketsin diye uğurböceği ithal ediyoruz, sonra ithal tarım ilacı sıkarak, uğurböceklerini yokediyoruz, bu süperzeka (!) döngü nedeniyle, tarımdaki zararlılar kalmaya devam ediyor.

– solucan ithal ediyoruz, ithal solucanlarla gübre yapıyoruz. çünkü sadece toprağın üstünü değil, toprağın altındaki yaşamı da kuruttuk, elalemin solucanını ithal etmezsek, gübre bile üretemiyoruz.

– normalde 18 santime kadar büyüyen, 12 santimken avlanan hamsi, altı santim bile olmuyor, yarısı kadar bile büyümüyor, bu yıl tarihte ilk kez, hamsi sezonunda hamsi avlamayı yasakladılar. çünkü… hamsi karnını doyurmak için kıyılara yanaşır, planktonla beslenir. mikroskobik boyuttaki planktonları da dereler doyurur. sonbaharda ağaçların yaprakları dökülür, çürür, ormanlardan süzüle süzüle gelen derelerle denize taşınır, planktonlar da işte bunlarla beslenir, ağaçtan dereye, dereden planktona, planktondan hamsiye, zincirin halkalarıdır. tarihte ilk kez, bu besin zinciri koptu. hes'ler derelerimizi kurutmakla kalmadı, derelerin taşıdığı organik yüklere set çekti, denize ulaşmasını engelledi. bu yüzden planktonlar azaldı, hamsi de yiyecek plankton bulamadı.

– son 10 yılda karadeniz derelerine 200'ün üstünde hes yapıldı, 20'sinin inşaatı devam ediyor, 120'sinin projesi temel atma aşamasına geldi. toplam 1.700 küsur hes lisansı dağıttılar!


– sorun sadece karadeniz kıyılarımızda değil, ege kıyılarımızda da balık yok, akdeniz kıyılarımızda da balık yok. tarihimiz boyunca hiç bu kadar kötü bir balık sezonu görülmedi. gel gör ki, aynı denizi paylaştığımız yunanistan mesela, balık fışkırıyor. çünkü… yunanistan'da 40 metre derinlik sınırı var, 39 metrede balık avlayamazsın, kanunen yasak. neden 40 metre sınırı var? 40 metre derinliğe kadar güneş ışığı ulaşıyor, “posidonia” tabir edilen deniz çayırları fotosentez yapıyor, balıklar bu deniz çayırlarında hem besleniyor, hem ürüyor. 40 metre yasağıyla, işte bu üreme alanları koruma altına alınıyor. deniz çayırında balık avlarsan, sadece o balığı değil, o balığın gelecek nesillerini de yok etmiş oluyorsun. peki bizde sınır ne? 24 metre!

– sadece karadaki çayırları değil, denizdeki çayırları da kurutuyoruz.

– bu yüzden, barbun senegal'den ithal ediliyor, kalkan romanya'dan, lagos mısır'dan, sinarit gana'dan, dilbalığı somali'den geliyor, norveç'ten getirilen seyit balığını mezgit diye kakalıyorlar, güya sardalya festivali düzenliyoruz, o sardalya yunanistan'dan geliyor, galata köprüsü'nde yediğimiz balık-ekmek bile norveç uskumrusu.

– karadeniz'de 26 balığın, marmara'da 125 balığın neslini kuruttuk.

– üç tarafımız denizlerle çevrili, türk havuzu denilen kendimize ait denizimiz var, ama, denizi olmayan konya'da uşak'ta tarla balıkçılığı yapıp, arazide levrek yetiştirmeye çalışıyoruz.

– balıkçılık tarihimizin en önemli kitaplarından biri olan ve istanbul balıkhanesi müdürü karekin deveciyan tarafından kaleme alınan “türkiye'de balık ve balıkçılık” isimli eserde, 1920'li yıllarda sırf istanbul'da sekiz milyon ton balığın işlem gördüğü anlatılıyor. bugün, tüm türkiye'de bir milyon ton bile değil.

– 1920'li yıllarda istanbul balık haline 2 milyon 200 bin çift torik geliyordu. bugün torik gören var mı? bizim lüferi neredeyse kuruttuk, atlantik ringası geliyor, pasifik ringası geliyor, avustralya uskumrusu geliyor, japon kolyozu geliyor.

– marmara denizi tüm balıkların göç ve yumurtlama yeriydi. tekirdağ, şarköy, marmara adası arasındaki üçgen, orkinosların aşk üçgeniydi. taaa atlas okyanusu'ndan gelirler, bu aşk üçgeninde ürerlerdi. aşk üçgenini lağım çukuru haline getirdik.

– izlanda'da volkan patladı, kül yağmuru nedeniyle kıyıları zehirlendi, toplu balık ölümleri meydana geldi, balıkları -somon- analiz ettiler, ağır kurşun, radyoaktif madde ve zararlı kimyasallar tespit edildi, bütün dünya izlanda'dan balık ithalatını durdurdu, aynı dönemde türkiye'nin izlanda'dan balık ithalatı yüzde 250 arttı, elalemin almadığı kansere yol açan balıkları afiyetle bize yedirdiler.

– izmir kuş cenneti'nde pelikanları mangal yaptılar. sakarya'da midilli cinsi minik atları çalıp, kilosunu sekiz liradan kasaba sattılar. antalya'nın simgesi akdeniz foku'nu kafasına vura vura katlettiler. sahillerimize habire kurşunlanmış yunus cesedi vuruyor. kurban bayramında elinden kaçırdığı boğa'ya tüfekle ateş eden var. abant'ta beygir'e tecavüz eden mühendis yakalandı. uçak için apronda deve kestiler. geçen ay, zonguldak'ta hayvanat bahçesinden geyikleri çalıp yediler. insan olarak yaşamak zaten zor ama, bu ülkede hayvan olarak yaşamak çok daha zor.

– türkiye, avrupa'nın çöplüğü oldu, avrupa'dan en çok plastik atık alan ülke oldu, almanya'nın ingiltere'nin fransa'nın hollanda'nın ispanya'nın plastik çöpü kamyonlarla, gemilerle türkiye'ye gönderiliyor, yılda 14 milyon ton plastik çöp alıyoruz. geri dönüşümde kullanıyoruz filan deniyor ama, yalan olduğunu herkes biliyor, plastik çöplerin yüzde 90'ından fazlası doğaya atılıyor, toprağımızı, akarsularımızı, denizimizi zehirliyor, veya yakılıyor, soluk aldığımız havaya karışıyor. avrupa birliği eskiden plastik çöplerini çin'e atıyordu, çin yasa çıkardı, bu yılbaşı itibariyle plastik çöp ithalatını durdurdu, hindistan bile türkiye'nin anca beşte biri kadar çöpü kabul ediyor, çin plastik çöp almayı durdurduğu için yakında dünyanın çöplüğü olacağız, çünkü, avrupa ülkelerinin yanısıra abd ve japonya da çöpünü türkiye'ye göndermeye başladı.


hani deseler ki, türkiye'nin ocağına incir ağacı dik…

anca bu kadar olur.

akılla bilimle, kültürle sanatla, yurtsever vizyonla, çevre bilinciyle, insana hayvana bitkiye sevgiyle, toprağa havaya suya saygıyla kurulan türkiye, örgütlü cehaletle imha ediliyor.

ve hâlâ deniyor ki, nedir bu deniz salyası?

doğa suratımıza tükürüyor, suratımıza… olan bu
devamını gör...

kedisi olan yazarlar birliği

zor hayvandır.. hayvandır diyorum.. hayvan çünkü..
* öyle *zırt pırt ev değiştiremezsin. 4. kat üzeri bir evde oturuyor isen kucağında kedi ile ilk 5 ay hobbidi hobbidi yaparsın
* 1. seneden sonra üç buçuk atarsın dikkat edicen.
* bakımı kolaydır derler ama öyle uzaktan annem gırlıyor bu ne güzel diye sevmeye benzemez.
* psikolojin bozuk ise düzeltmez. kanser isen tedaviye cevap vermez
* sana değil yaradana biat eder önce bunu bilicen.
* sen olmasan da bir şekilde yaşar bunu bilip öyle sevicen
* onun dünyasına ayak uydurucan.. ona göre 5 liralık mama ile değil büyesine uygun yiyecekler ile besleyecen kedidir her oku yer demicen.
* 3 aydan 3 aya aşı yaptırıcan. yaptıramıyor isen aşıya karşılık hap kullanıcan.
* evinde çiçek böcek var ise ikici plana dostum çünkü vazoyu devirmek bitkileri emcürmek ilk öncelikleri.
* ortada çakamak bırakmamayı öğrenecen. ki bu sana dostlarında çıktığın mekanda çakmak kaybetmemey7huyi öğreticek
* öyle sen isteyince gidip sevmeyecen kıçını koyucan bir yere 120 saniye beklicen o gelir sorar sana naptın lan tipini *****ğim bugün diye. sende efendi gibi sevicen.
* öyle eve her gelen misafirine annem negüzel bu diye sevdirmeyecen. anlatıcan tanıştırıcan sana baki olsun istiyorsan saygı duyucan.
* tırmık ile yaşamayı öğrenicen 9. aydan sonra eline saldırmasın istiyor isen el ile oynatmayacan. 10 liraya evet çok para farkındayım 20 ayda 50 kuruştan biriktirisin napcan sabredecen. oyuncaklar alıp oynatacan.
* yıka ama senede bir.. bil ki o kendini senin totonu yıkadığından daha iyi temizler.
* öyle tasma ile gezdirilecek bir hayvan değil. eeee paran var git bengal yada çöl kedisi al onun içinde 300m2 en az bahçesi olan ev lazım o öt sende var ise sokaktan kedi alma.
* kız tavlama aracı değil
* bekar bir birey isen yoldaşın olacak yeri gelecek senin hayatın hakkında söz sahibi olacak ve sen biat edeceksin.
* sıcağı sever kışın ona uygun yer halledecen, yazın güneşe göre hareket edecen
* bir şeyi yapmasın istiyorsanız o işi geçin ama poposuna hafifce vurursanız o an kafası basar ve der ki ben bunu şuan yapmim bu mal unutsun sonra yaparım sende heeee dersin geçer
* bebekken dişi kedin var ve çok seversen ve sen bir erkek isen 9. aydan sonra kıskançlıklar başlar. ağır trip atar sabır edicen.
* evladın gibidir.. öyle 5 yıl bakayım sonra bırakayım deme.. al ömürlük sev..
* sevgilinden seni daha çok sever sevgisi annenin sevgisine yakındır.


ben hakimiyetini kabul edenlerdenim. siz hakimiyet kurmak isteyenlerden iseniz sadece sevin.

hep 1 kediye baktım. şuan 3 yıldır sürmeli hanım isimli bir geyşaya bakıyorum. psikoloji bozuk atarlı saldırgan memnuniyetsiz bir kedi. 7. kattan beton zemine kıç üzeri çakıldı..1 sene önce. kırık çıkık yok. düzelemeyen bir omurga çatlağı ve bozuk psikoloji sahip olduğu şey şuan. zor mu hayatı ona göre denkleyince kolay.

bi maşallah alırım

züdüt: zarf ve dolaylı tümleçlere edebi yazım şekline takılma oku sadece
devamını gör...

friedrich nietzsche

anlamamışlar adamı..
anlayamamışlarmı adamı
bi damı daha var da aklıma gelmedi..


giriş:
“anlamıyorlar onlar beni. uygun bir ağız değilim ben bu kulaklara. sanırım çok uzun zaman yaşamışım dağlarda. bakın, bir yıldırım habercisiyim ben. fakat onlar orada duruyorlar ve gülüyorlar bana.”

nietzche böyle buyurdu zerdüşt kitabında halka seslenip, istediği sarsıcı etkiyi elde edemediğini fark ettiğinde hislerini bu satırlarla anlatmıştı.

jung bu satırlarda daha derin bir anlam katmanı olduğunu söyleyerek, yaşanan bu tepkiselliği şu şekilde açıklar:

gelişme:
ona tepki vermeyenin kendi bilinçdışı olduğu söylenebilir. söylediklerine gülen ve onaylamayan bizzat nietzche’dir aslında.
bilinçdışı daima bir meclis, bir seyirci, bir kalabalıktır. ve o da içindeki kalabalığın huzurunda duruyor, yani kendi içindeki kolektif kişi tepki vermiyor, o donuk.
bireyleşme yalnızca insanlarla birlikte, insanlar aracılığıyla olabilir. zincirin bir halkası olduğunuzu, uzayda bir yerde duran ya da kozmosta hedefsiz bir şekilde sürüklenen bir elektron olmadığınızı idrak etmeniz gerekir. yaşam, bölüntüsüz bir süreçtir ve hiçbir şey yaşayan sürecin içinde insandan ayrı değildir. kendinizi ayrılmış olarak görüyorsanız, bu nevrotik bir imgelemdir.

yani şunu söylememiz gerekir:
kişi kendisini yazarın bu durumda hissettiği gibi, onu anlamayan bir dinleyiciye hitap ettiğini hissediyorsa, bu kendi kolektif kişiliğiyle bağlantıda olmadığı ya da kendisindeki bir şeyi küçümsediği veya abarttığı anlamına gelir. yargısında bir denge eksikliği vardır.

daha sonra nietzche bunu çok uzun zaman, ormanla, derelerle ve ağaçlarla konuşarak yalnız kalmış olması olarak açıklar. kişinin çok uzun zaman yalnız kaldığı takdirde içindeki kolektif kişiyle bağını kopardığı söylenebilir.

sonuç:
nietzche’nin tamamen anlaşıldığı söylenemez, onunla ilgili büyük yaygaralar koparanlar bile aslında ne demek istediğini anlamamıştır. böyle buyurdu zerdüşt kitabı ilk ortaya çıktığında çoğunluk afallamıştı, neden söz ettiğine dair en ufak fikirleri yoktu. ve nietzche’nin bir akıl hastanesinde olduğu söylentisi duyulunca, hepsi ‘tanrı’ya şükür!’ dedi.
o zaman karabasan kalkmıştı ve nietzche denen adamın parmaklıklar arkasında olduğuna sevinmişlerdi. onlara göre bu yazılanların hepsi bir delinin düşleriydi.


bonus:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bengüsu özkaya

valla çok şey var da yazacak..
o kadar geriye gidemeyeceğim..
ama mümkün ise kameralar önünde ufran ile denk gelmeyelim.. çok eğleniriz.. büyük eğleniriz...herkese çok ayıp olur..

o zaman hızlı bir basın bülteni..
bangcım 1986 yılında istanbul cihangir de kalabalık ve müzikle iç içe olan bir ailede dünyaya gelmiş.. ailede ki en küçük çocuk olmasından kaynaklı her hareketi aile büyükleri tarafından detaylı bir şekilde incelenmiş. ilk kez michael jackson'ın “don't stop till you get enough”şarkısı ile ritme doğru şekilde ayak uydurduğu fark edilmiş ve müzisyen dedesi ali bayraktar'ın çok yakın bir arkadaşı aynı zamanda o dönem istanbul üniversitesi'nde görev almakta olan obua üstadı naci türkay'ın karşısına çıkarılmış ve kendisinden eğitim almış. bir süre sonra annesinin sadece 'batı konseptiyle olmaz biraz da türk musikisine eğilmeliyiz' demesi üzerine bu konuda da eğitim görmeye başlamış. 1996 yılında mimar sinan üniversitesi opera şan bölümü yetenek sınavına girmiş ve 3.lük derecesi ile tamamlamış. bir takım sebeplerden ötürü eğitimine devam edememiş. ortaokul ve lise hayatında okul korolarında lead vokallik yapmış. ilk olarak hayalindeki prograssive metal, hard rock, heavy metal sound’unu dinleyinceye ulaştırma fikrini adını lakabından alan ve aynı zamanda kendi cover projesi olan “bang!” grubunu kurarak sahneler almaya başlamış. devamında ise “oldies ve blues” şarkılarını coverlayan bir ekibe dahil olarak 6 yıl onlarla da birlikte çalışmış. 2020 yılında fox tv’de yayınlanan “benimle söyle” yarışmasına katılarak "tina turner - proud mary” performansı ile 100 jüriyi ayağa kaldırmayı başararak yarışmanın formatını değiştirip o geceye yarışmacı bankosuna 2. 100’ü yerleştirerek tüm dengeleri alt üst etmiş.. vallaha yapmış.. bu yarışma programında profesyonel jüri olarak yer alan nebi birgi ile tanışmasıyla bu serüvenine start vermiş.

ilk tekli
ikinci tekli
üçüncü tekli

*
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“o olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
demeyeceksin işte.
yaşarsın çünkü.
öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
çok sevmeyeceksin mesela. o daha az severse kırılırsın.
ve zaten genellikle o daha az sever seni,
senin onu sevdiğinden…
çok sevmezsen, çok acımazsın.
çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
senin değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan olmayacak mesela evinde.
paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
gökyüzünü sahipleneceksin,
güneşi, ayı, yıldızları…
mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“o benim.” diyeceksin.
mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
mesela turuncuya, ya da pembeye.
ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. ucundan tutarak…
devamını gör...

kafa sesi

susmayanı var böyle ne yaparsan yap bir yerde bekliyor en ufak boşlukta hemen dalıyor olaya... yok yere karışıklığa sebep oluyor.. hiç...
devamını gör...

iskelet gölü (roopkund)

hindistan'ın uttarakhand eyaletinde bulunan himalaya dağları'nı oluşturan 7,120 m yüksekliğindeki trishul dağının eteğinde yer alan yaklaşık iki metre derinliğe sahip ve en yakın köye 4 – 5 günlük yürüme mesafesinde olan halk içindeki roopkund olarak adlandırılan bir buzul gölüdür.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
yüzlerce insan kemiğinin gölde ve gölün etrafında dağılmış halde bulunması dışında engebeli bir manzara için pek de olağan dışı sayılmayan sert çakıl taşları ve yamaç molozları arasında yer alan mücevher gibi parıldayan bir su kütlesidir. 300 ile 800 civarındaki sayıda kişiye ait olan bu kemikler bir orman korucusunun onları ilk kez 1942 senesinde dünyaya duyurmasından bu yana büyük bir gizem oluşturmuştur. göl çevresinde bulunan kemikler üzerinde yapılan araştırmada kemiklerin bir çoğunun akdeniz bölgesinden olan insanlara ait olduğu ortaya çıkmıştır. bilinen en eski dna örneklerini barındırmaktadır.. yalnızca kemiklerin kendileri bile yeterince esrarengizdir.. kemikler belki de onlarca yüzlerce yılda çeşitli dönemlerde ölmüş görünen kadın erkek birçok genç yetişkine aittir.. civardaki köylerde dilden dile aktarılan sözlü hikayelerde ayrıca vardır.. insanların nasıl öldükleri bilinmemekle beraber efsanesi şu şekildedir.

göl, hint tanrıçası parvati’nin bir tezahürü olan nanda navi’ye giden hac yolunun üzerindedir. yerel efsaneye göre, bir zamanlar uzak diyarlardaki krallardan biri nanda navi’yi kızdırdı. bunun üzerine, nanda navi de onun krallığının üzerine kuraklık gönderdi. tanrıçanın öfkesini yatıştırmak için kral maiyeti ile birlikte günümüzde uttarkant devleti olarak bilinen roopkund’dan geçen bir hac yolculuğuna çıktı. ancak aptal kral hac yolculuğunda dansçıları ve gereksiz diğer lüks eşyaları da yanına alarak nanda navi’nin hiddetini daha da şiddetlendirdi. efsaneye göre, nanda navi kral ve maiyetinin başına korkunç bir dolu fırtınası gönderdi. ve kim var kim yoksa hepsini öldürdü.

hikaye gerçeklerden çok uzak gibi görünse de araştırmacılar kurbanlarından bazılarının kafataslarında künt cisim travmasının yol açabileceği çatlaklara benzer bulgular saptadı.. ölenlerin çoğunun nasıl ölmüş olduklarına dair şu anki en iyi tahmin ise..

gölün yukarı kesimindeki sırtta bazıları ölüme yol açabilecek kadar büyük dolu kütleleri içeren korkunç bir fırtınaya yakalandılar. kurbanların çoğu muhtemelen fırtınaya maruz kalmaktan ve hipotermiden öldü.. ve cesetleri göle ve göl çevresine yuvarlandı.. çünkü vücutları ya tepeden aşağı yuvarlandı ya da kalıntıları yamaçta sık görülen mini çığlarla yamaçtan aşağıya doğru indi..


gidip görülmesi gereken nadir güzelliklerden sadece biridir..
devamını gör...

megalopta amoena

nadir görülen bal arısı türüdür.. yarı erkek yarı dişi olarak tam ortadan bölünmüş bir vücuda sahiptir. sol tarafları dişi sağ tarafları ise erkektir. arı, iki taraflı (bkz: ginandromorfizm) olarak bilinir, cinsiyet farklılıkları ortada bölünür. ayrıca vücudun ön kısmının bir cinsiyet ve arka kısmının başka bir cinsiyet olduğu eksenel şekilde de olabilir.. arının başında dişi tarafta öne bakan bir anten bulunur daha büyü ve daha güçlü bir çene kemiği vardır.. dişi tarafın arka ayağı da erkek tarafındakinden daha büyük ve kıllıdır.. kıllar polenleri toplayabilmek için önemlidir..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yazarların itiraf köşesi

ya mahvolursam!!
kafanın içerisinde ki bir ölüyle konuşuyorsun!!
bir insan daha ne kadar mahvolabilir!!!

yazarak rahatlamak diye bir şey var.. bu yüzden derdimizi yazarak anlatabiliyoruz..
bizim için dert dinleyen için mercimek büyüklüğü.. çevir madalyonu aynı siyah ama sorsan biraz daha koyu..

güven tek kullanımlık..
paranoyaklaşmış bir insana gereksiz paranoyalarınızdan bahsetmeyin.. konuşmak için bir kere de olsa anlamayı deneyin.. belki düzebilir..

saat kaç
ne bilim ben sorma bana saat
ne sorayım sana
sorma!!

neresinden tutarsam elimde kalacak düşüncesi hiç mi çıkmaz o beynin bilmem ne vit vit vit yerinden...

sanırım ruhumu başka bedenlere kiralamaya hazırım..

hangi yolda yolcuyuz bilmiyorum ama.. aynı problemler ile doluyuz..
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

saat sabah 07:52... 03.03.2007

düşüncelere dalıp uzaklara değilde elindeki kahve fincanına bakıp bir yudum alıyorsun bereketine inandığın yeni günden... sigaran sonuna dayanmış beni söndür artık diye yalvarırken son bir nefes için hala kıvranıyorsun.. taksim bir güne daha hocalarını sinir eden öğrenciler, gözleri daha yeni açılmış ve beyinleri bulanmış sokak insanları, işine gücüne lanet okuyarak yada besmele çekerek gidenler, hayal kırıklıkları yüzünden bir köşeye sinmiş hayatı kendi iplerinden asmaya çalışan gençler, yine böceklenmiş ekmek toplayan fukaralar, 1 lira bir liradır diye istiklal boyu uzanan afişleri söken kağıtçılar, her zamanki gibi duvar diplerine işeyen hayvanlar ve sokağıım dan yükselen zaz - je veux parçasıyla güne başlıyor...
kafamda yankılanan sesleri artık susturamıyorum.. onları dinlemektende sıkıldım aslında ne dediklerini bile anlamıyorum sadece bla bla ve bla.. kurgular hikayeler ömürden ömür götürenler kelime oyunlarıyla hayat değiştirmeler yada insancıl sevişmeler.. yalan yada gerçek bakmak bile gelmiyor artık..
birde inancımı kaybettim diyenler var umutsuzum artık diyenler.. ama umut dolu cümleler kurmaktan çekinmeyip umut edenler ve insanlara nasihat edenler.. her şey farklı başlıyor diyorsan yanılıyorsun.. taksimde her şey aynı değişen tek şey.. sokakta tipleyen hayalciler sevgili çeşitliliği ve kalabalıktaki yüzler.. gerisi hala bırakıldığı gibi.
istiklal bugünde aynı ama sen aynı kalma biraz değiş biraz farklılaş.. ben böyleyim deme bir adım at.. yakınma artık umutsuz bakma kördüğüm olma.. sevecenliğin fora.. kişiliğin aynı edada.. yak bir sigara daha ciğerlerin zaten çıkmazda.. ama sen kaybolma.. inatlaşma.. bir küfür daha et bu dünyaya.. söylediklerine sen bile inanmıyorken.. lütfen başkalarının inanmasında bekleme.. aç gözlerini.. hadi bir kahve daha hazırla fincanında..
insanları anlamaya çalışma vazgeç artık.. bakma öyle boş boş bana.. ne istiyorsun onlar hakkında bir sözmü yada met-imleme mi.. nediyebilirim ki alıntı yapabilirim sadece.. yaradılışına seni çalanlara ve senden çıkartılanlara nasıl olduğunla alakalı değil hangi notayı verdiğin yada nasıl işittiğin..
önemli olan, tanrı'nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır.. insan denen bir enstrüman.. ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, tanrı'da insandan doğru sesi çıkartamamıştır. bu yüzden, tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özelliklede şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir..
şeytan bile boka yararken sen hala yazılanlardan anlam çıkartmaya çalış yada öyle mal mal bak.. bir anlam yok bir istek de yok.. sadece yazıtlar, yazıtlar ve yazıtlar...
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

bazıları hayallerle yaşar.

öylesine kapılır ki bu hayallere, bir yerde gerçeklik algısını yavaş yavaş yitirmeye başlar.

bazıları ise; daha gerçekçidir.

olana odaklanıp, olmayanın peşinden gitmezler.

bu iki insan birbiriyle hiç geçinemez. çünkü hayalciler genellikle umut dolu olurken, gerçekçiler daha somut şeylerle yaşar.

yine hayalcilerin tamamı, sırf bu yüzden gerçekçileri karamsar olarak görür.

o an gerçekçiler şunu düşünür!

eğer hala umut edebilen bir hayalci isen, yeterince umutsuz ya da çaresiz kalmamışsın demektir.

çünkü gerçekçi aslında bir hayalcinin küllerinden var olmuştur. yani hayalcinin bir sonraki aşamasıdır.

hayalci bunu bilmez. bilmediğinden umut etmeye ve her şeye rağmen hayal kurmaya devam eder.
fakat bir gün bir şey olur.

hayalci gözlerini açarak gerçekleri görmeye ve korkmaya başlar. içi ürperir soğuk soğuk terler. elleri titremeye ve gece başını koyduğu yastığı gözyaşlarıyla ıslatmaya başlar.

artık gelişimini tamamlamış bir gerçekçi olur.

ara sıra hayal kurmaya devam eder ve hayallerini her seferinde gerçeklik filtrelerinden geçirir.

o an başka bir hayalperest gelir ve şöyle der:

tanrı çektiğiniz acılardan haberdar ve sizi görüyor.
gerçekçi dönüp şöyle der:

ben onu görmüyorum…
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

sitem etme sitem..
sen sen ol
sitem etme

şu dünyada sitem kadar faydasız hiç bir bokuma yaramayan bir şey yok

beni niye aramadı..
eeee aklına gelse arardı
demek ki aklına gelmedi

ve
aramadı

sitem etme.. sen sen ol sitem etme

ne yapıcaz bekleyecekmiyiz.
neyi aramasını mi?
güldürme lütfen tabiki de hayır
eee ne yapacağız peki

ölümün son kez
işe yaramasını mı?

beklemeyeceğiz küçüğüm artık biz de gideceğiz..


evet öyledir..

aşağıya bakan atlamaz.
ölümden sonrasını düşünen atlamaz..
intahar aslında bir yardım çağrısıdır.
arayı bulmak için seçersin

hayatla ölümü
insan ile kaderi
dünya ile kendini barıştırmak için

intihar edenin eti kemiği kendine fazladır
acısını alırsın
sıradanlaştırırsın
insanın insana benzemeyen bir tarafı yoktur.
yalnız olmadığını anlatırsın
hayatın farkına varsın diye

ona ölümün genzini yakan acı havasını solutursun
kapıları çalıp kaçan çocukları düşün

sende aynı öyle
ölümün kapısını çalıp
oradan intihar edenle kendin ile beraber kaçarsın

sonra yenisi gelir sonra yinesi sonra yinesi

ve her vazgeçişten geriye
sana da yaşamak için
bir sebep kalır.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

altı yaşından daha iki gün almış, daha yaşından gün almanın ne olduğunun farkında olmadan önünde duran irili ufaklı oyuncaklara bakarken aklından geçenler bir yana, heyecandan ellerini titreten hayallerdir büyümek. ellerin çocukken de titrer elbette, önemli olanın aklınla hissedecek kadar büyümüş ellerinin dalgaların üzerinde süzülmesidir gerçek denilen hayat, gerçek sevgi, gerçek başarı, gerçek bir ölüm. büyümek hiç kimsenin yapmadığı kadar küçük kalabilmek, ancak bu küçüklüğün içerisinde büyüdüm zannedenlere gerçeği gösterebilmekte yatar.

yaşam boyu taşıdığın adın senden önce birçoklarının sahip olduğu kadar basit ve tahmin edilebilir bir seçenekle yazılmıştır, yıllardır var olmaya çalıştığın toplumun sana ayrıcalık diye sattığı kimlik kartında. sen ise o etiketi hak etmek için harcamak zorunda kalacaksın ömür dediğin azınlığı. ne olacağın belli, nereden geldiğin belli ve nerede çakılı kaldığın… ne olmak zorunda olduğun, ne yaşaman gerektiği değil en önemlisi, tam aksine kimsenin okumaya cüret edemeyeceği kadar küfür dolu bir gençlik savurabilmek asıl olan bu nezaketen insanların birbirlerine tecavüz ettiği sosyal ırkçılık deryasında. morarmış olsa da darbelerden kırılmış çocukluğun, sana anlatılan tüm masal kahramanların ellerine kan bulaşmış bir şekilde hepsinin katlettiği o insanlığına geri dönmek uğruna bir adım daha atarak, kimsenin yapmadığını yapmak zorunda olduğunu kabullenmek ihtiyacını hissettiğin o minicik yaştasın ömrünün her bir saniyesinde.

büyümek cesaret öte yandan, korkaklığın karşıt anlamlısı değil mesela; o yaşamaya duyduğun cesaret, alışılagelmişin yenilgisinin karşısında dimdik ayakta durup farklı bir şeyi yaşamak için ölmeye başlamaktır daha çok yorularak, daha çok çalışarak ve daha beyhude cümleler kurabilmek umuduyla insanların gündelik merhabalaşmalarının tam da ortasında. merak etme asla, nasılsa çok olağandışı olmadığı sürece hiçbirinin o gerekli sanılan formalitenin dışında bir büyük yaşanmışlığı olmayacak. sadece belli belirsiz sözde çizginin hafifçe dışına çıkabilenler kazanacak, onlar da aynı çizgiye dönmeye her daim hazır olmak şartıyla. senin yapman gereken o altı yaşındaki oyuncakların ortasında salakça bakınan çocuğun hayal gücüyle karışık ayaklanmak. aniden tüm oyuncakları paramparça ederek kendine bir hayat kurmak! kendine senden önce de binlerce çocuğun canını almak için yaşlı başlı adamların kullandığı silahları temsil eden vahşi oyuncaklar yerine bir başka ağaç yapabilesin diye aniden tüm o güzel kabul edilen istismar yuvası renklere bulanmış bebeklerin içinden bir tutam alıp heykellerini şekillendirebilesin diye var önünde ömrün. hala altı yaşındasın unutma, hala!

altı yaşından yirmi dokuzlarca sene almış olsan bile, henüz annenin dileğiyle yaşadığın saçmalıklar dairesinde günlerce, gecelerce yaşadığını unutup sokağa çıkman gerek, örneğin olmadık saatlerde. birkaç bakış gördün mü kaçmak yerine, gördüklerini söylemek için binlerce kez utanman, sinirlenilmen, dışlanman ve sorguladıklarının ne kadar değerli olduğunu yüzbinlerce kez daha birilerinden duyman gerecekse de vaz geçme, söyle tutarsızca. öyle de böyle de seni dinlemeyecekler nasılsa. çok anlamsız birkaç cümlen kaldıysa söyleyemediğin diğer yanda, yaz; bıkma, usanma. her gördüğün hiç alakasız birkaç sayfa romanın dallarının birinin kırıldığında ilk kez uçmayı öğrenecek bir kuş yavrusu beynin unutma, kanatlanmaya bak, kitaplardan mesela korkma, kimse okunsun diye yaşamıyor sonuçta.

6 yaşında ölmektense, 6 sene daha yaşayabil diye, hiç olmadık bir berduşluk içerisinde kendine büyük bir hata edin, tutkuyla peşinden koşulacak uçarı bir basitliğin kuyruğuna takılırken geçsin büyük bir ömür, geçsin ki kimsenin yüzüne bakmayacağı kadar başarılı ol! ardından çok farklı bu insan diyebilirler ancak bu şekilde… yaşadığın sosyallikte, tek değerli olan sistemin dâhilleri iken en güçlüler hep sistemi reddedenler kabul edilir, yaz mesela bunu bir kenara.

konuşmayı hiç beceremediğini çok iyi bildiğin insanların, sana altı yaşında bir çocuğa yaptıkları gibi her şeyini yönlendirme adına nasıl da konuşmacı kesildiklerini utanmadan izle, sakince dinle ve onlara hep hak ver, çok haklı olduklarını söyle, böylece onların ne kadar sessiz olduklarını ortaya çıkarmak için birkaç bebekçe soru sorman yeterli olacak. kısa kesip kaçacaklar ve elbet akıllarında hep senin o deli sorularınla yaşamaya mahkûm olacaklardır nasılsa. kendinden emin ol, birileri seni anlar diye değil, birileri seni anlamamak için direndikçe kendinin ne kadar doğru yolda olduğunu anlayabilmen adına.

kimselerin şahit olmadığı hayatlar yaşamanın en güzel örneklerinden biridir bu nedenle hayatımız, hepimizin ayrı ayrı çok sevdikleri, vaz geçemedikleri varken ortalıkta o kadar çok bırakılıp gideriz ki tek başımıza, kendi başımıza ördüğümüz bu çorabın ne kadar büyük olduğunu fark etmeyiz bile. ağlarız, inatla! susarız, inançla! salağız hatta umutla. hiç çekinmeyiz kendimizi kırdırmak için binlerce yol bulacak kadar camlaşır içimizdekiler, hep başkalarının yansımalarını yaşamak için bu kadar çırpınıp, insanların bizleri parlak göstermek için nasıl da aynalar haline getirdiğinin bilincini bir kez olsun taşımadan. kimsenin bunun farkında, hakkında, ardında ve suçlusu olmadan bizlere nasıl da bizim ellerimizle bir sistemin içinde çürümeye bırakıldığını görmezden gelir, bunun adına mutluluk deriz. kendimizi, her şeyde olduğu gibi, korumak adına…

yastıklarımıza sarılır bir sonraki gün yapmayacaklarımızın hayalini kuracak kadar başkalaşır, gözyaşlarımıza tutunur bir dahaki sefere daha akıllı olacağımızı binlerce kez söyler dururuz, bilmeden hep 6 yaşındaki çocuğun dondurma tutkusu kadar tutarsızlaşabileceğini içimizdeki kocaman mantığın bitmez tükenmez takıntıları.
"yazman gerekiyorsa, yazacaktın. okuması gerekenlerin sorunu olsun artık kalan her şey.." kimsenin okumayacağı bir kitaptır yaşam. kimsenin senin kadar içten yaşayamayacağı kadar gizli, sıradan ve sana ait.

hepimiz aynı yaştayız, akranız aslında. hiç okunmayacak birer cümledir doğum günümüz, bizler tüm dünya bizi kutlasın diye kılımızı kıpırdatmadan, tüm dünyanın bize küs olduğunu sanıp yüzümüzü düşürürüz var olan tüm sevdiklerimizi kırmak pahasına. hiçbir dakikasında değerlerimizin, ne kadar vasat, ne kadar geçici ve ne kadar çocuksu kaldığını umursamadan dünya tanrı’nın yaradılış-dışı çocuklarının kreşiymiş gibi hepimizi avutur bir başkasının gülücüğü, oyuncağı, umutları ve yalnızlığı. o kadar boş bir kalabalık halindeyiz ki hala, biri inanç adında bir dondurma getirecek olsa ezeriz birbirimizi tek bir basit tat uğruna. inanmak bizleri yaradan tek yaradılışımız, tek yarattığımız adıyla sanıyla. ne kadar büyüsek sadece dondurma sevdasının adı değişir yaşam denen çocuk parkında, yarın öbür gün bir öteki olur, bir hedefizdir, bize dayatılmış bir başarı öyküsü, kader diye adlandırdığımız zorunluluklar silsilesi ezkaza.

hiç kimsenin büyümediği bir yaşa gelmek gerekir diğerlerinden ayrılıp farklı mutsuzluklar inşa etmek için. farklı günler, farklı insanlar, farklı hikâyeler yaşamak gerekir, altı yaşından bir gün daha alabilmek için bazen ömürden seneler vermek gerekir. bu insan kıyımı dünyayı değiştirmek için altı yaşından çok daha büyük olmak gerekir, bunu sadece bilerek kendi ömürlerini dondurmalarını çöpe atabilenler başarabilir insanlık adına, kendi mutluluğu, huzuru ve sonsuz inancı adına. bugüne dek gelmiş geçmiş tüm tanrılar bile bizleri birer cennetle kandırmaktan öte gitmeyip dünyanın bu denli berbat bir yer olmasına göz yummuşsa, kâinatın içerisinde o noktada bizlerin hala altı yaşlarında milyarlar oluşumuzdan, dünyayı yaramazlıklarımız, inatçı şımarıklığımızla oyun bahçesine çevirişimizdendir anlaması zor değil. büyümek zor değil, büyüyebilme uğraşı korkutur hazırcı çocukluğumuzu aslında. o nedenle var kimselerin yaşayıp, hissetmediği, bilmediği, görmediği, anlamadığı, anlamazdan geldiği ve kör olduğu hikâyeler-yaşamlar dünyada. günlerden bir gün biri gelip bunları yazacak olsa, işte o hikâyelerdir altı yaşındakilerin okuyamayacakları, anlamayacakları ve görmek için gözlerini açmayacakları. sen bari o altı yaşındakilerden olma. oku ve anla.
devamını gör...
devamı...

yaratıcı mahlas isimleri

-... ..- / ... . ..-. . .-. / -- ..- - ... ..- --.. ..- -- --..-- / .- -- .- / -.- . -.-- ..-. .-..- -- / -.-- . .-. .-..- -. -.. . .-.-.-
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

"dolores'i yeni tanıdığımda bazen sevişirken hiç konuşmadığımdan yakınıyordu. öyle sözlerin aklıma kendiliğinden arapça geldiğini ve o bu dili bilmediği için kendimi tutup söylemediğimi izah ettim. düşündü, sonra: 'sanki anlıyormuşum gibi kulağıma fısılda' dedi.

ben de öyle yaptım."
sorayım:

her insan, kendi anadilinde mi sevişir?
ve, daha 20 yaşına dahi gelmeden lübnan'dan fransa'ya göçmüş o;
fransa'da bir üniversitede profesör olmuş.
daha doğrusu;
kökeni bir arap olsa da, o hayatı boyunca fransız kalmış; fransızca konuşmuş.
günlük hayatında ağzından arapçanın "elif"i dahi çıkmazken;
o, neden her orgazmına arapçayı sığdırmış?
insan, kendi anadilinde mi sevişir?
merak ettiğim bu.
öncesine gelelim.
kadın, erkeğe, babasının bir dansöze aşk sözlerini arapça fısıldadığını söylüyor ve ekliyor:
"sen de öylesin. bütün gece fransızca tartıştık; ama, yatakta."
şimdi, asıl soruya geleyim:
sadece ömrünün 5-6 yılında kürtçe konuşulan bir köyde yaşayan bir kürt, istanbul'a gelir ve sadece türkçe konuşulan ortamlarda bulunur;
kürtçeyi unutur ve "konuşma dili" türkçe olur.
ve herhangi bir sevişme anında;
kadının kulağına ne diye fısıldar:
a: seni seviyorum.
b: ez ji te pir hezdikim.
her orgazm;
bir parça kendine mi yakınlaştırır insanı?
ve o uçuş anı.
o her şeyin başka şeye dönüştüğü an.
o tek mutlak hayvan hali.
dünyaya ait tüm gerçeklerden uzaklaşma zamanı.
kendi yuvasına mı döner insan?
rahminden çıkarken annesinin;
kulağına fısıldanan ilk cümle.
dili neyse.
o dile mi dönüşür cümleleri?
insan, kendi anadilinde mi sevişir?
merak ettiğim bu.
eğer öyleyse, yasaklamayın dilleri.
sokakta konuşmasalar, yatakta konuşacaklar çünkü.
ve her yasak;
daha çok yatak dolduracak;
daha çok çarşaf kirletecek.
en çok yasaklar seviştirecek insanı.
ve en arzulusu, en hesapsızı o olacak.
ve o diller;
yatakta konuşulacak en çok;
orgazmın en doruğunda.
dilin, penisle oluşturduğu sinerjide.
ve sanırım;
kendi anadilinde sevişir insan.
bu yüzden;
yaşasın, yataktan çıkan özgürlük.
devamını gör...

senden sonra

kedi balkonda
balıklar vazoda
ben kanepede uyuyakalmışım
içim geçmiş.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim