allahsız - madalyalı tanımları (1. sayfa)
1.
yağmur adam
yağmur adam en kısa anlatımıyla bir değerler karşılaştırması filmiydi ve çok sevildi.
filmde sistem tarafından toplumu küçük parçalara bölmek ve örgütlülüğü engellemek için pompalanan individualizm (bireyselcilik) ve kapitalizm bir ağabey - kardeş arasındaki ilişki üzerinden yerden yere vurulurken , kaybedilen değerlerde akılda kalıcı yöntemlerle hatırlatılıyor.
açılış sahnesinde kırmızı son model spor bir otomobilin bir konteynerden limana indirilişini izliyoruz ; kırmızı bu sahnede kapitalizmin ta kendisi , çünkü kapital bir başka deyişle güç ve para kırmızı renk gibi göz alıcı , arzulanan , heyecan verici bir şey ve onu elde etmek için her yolun geçerli kabul edildiği bir düzen var ortada. otomobil ise auto-mobile yani kendi kendine hareket edebilmek - özgürlük - bireysellik gibi kavramların temsili olduğu için bence çok güzel bir seçim olmuş.
neyse işte bu kırmızı spor araba baş aktörlerden biri için geliyor , bu açgözlü arkadaş tam bir kapitalist ve bireysel hırsları uğruna iş dünyasında can yakmaktan çekinmeyen bir tip. neyse işte bu sefilin dayatma popülist değerler uğruna yabancılaştığı , yıllarca arayıp sormadığı tek aile üyesi olan babası ölüyor ve bu açgözlünün varlığından bile haberdar olmadığı otistik kardeşine yüklü bir miras bıraktığını öğreniyor . kardeşini ele geçirirse , mirasada sahip olacağını düşünen kurnaz tilki kardeşini almaya gidiyor ve olaylar gelişiyor.
sonu malum ; bizim kurnaz tilki bir aileye sahip olmanın ne demek olduğunu , kaybettiği değerleri ve bir kalbi olduğunu hatırlıyor , belki de hayatında ilk kez bir insana karşı saf bir sevgi duymayı öğreniyor ve mutlu sonla bitiyor.
film senaryosu , oyuncuların yeteneği , çekimlerin mükemmelliği yanında film müziğiyle de büyük başarı elde etmişti. ost 'ye imzasını atan başarılı müzik prodüktörü hans zimmer'in henüz alman kültürünü tam olarak terkedip amerikalılaşmadığı ve soyadını zimmer değilde zimmerman olarak kullandığı zamanlarına denk gelir bu film. filmin afişinde bile adı zimmerman olarak geçer. çok başarılı bir müzik prodüktörüdür bunu da söylemeden edemeyeceğim.
filmde sistem tarafından toplumu küçük parçalara bölmek ve örgütlülüğü engellemek için pompalanan individualizm (bireyselcilik) ve kapitalizm bir ağabey - kardeş arasındaki ilişki üzerinden yerden yere vurulurken , kaybedilen değerlerde akılda kalıcı yöntemlerle hatırlatılıyor.
açılış sahnesinde kırmızı son model spor bir otomobilin bir konteynerden limana indirilişini izliyoruz ; kırmızı bu sahnede kapitalizmin ta kendisi , çünkü kapital bir başka deyişle güç ve para kırmızı renk gibi göz alıcı , arzulanan , heyecan verici bir şey ve onu elde etmek için her yolun geçerli kabul edildiği bir düzen var ortada. otomobil ise auto-mobile yani kendi kendine hareket edebilmek - özgürlük - bireysellik gibi kavramların temsili olduğu için bence çok güzel bir seçim olmuş.
neyse işte bu kırmızı spor araba baş aktörlerden biri için geliyor , bu açgözlü arkadaş tam bir kapitalist ve bireysel hırsları uğruna iş dünyasında can yakmaktan çekinmeyen bir tip. neyse işte bu sefilin dayatma popülist değerler uğruna yabancılaştığı , yıllarca arayıp sormadığı tek aile üyesi olan babası ölüyor ve bu açgözlünün varlığından bile haberdar olmadığı otistik kardeşine yüklü bir miras bıraktığını öğreniyor . kardeşini ele geçirirse , mirasada sahip olacağını düşünen kurnaz tilki kardeşini almaya gidiyor ve olaylar gelişiyor.
sonu malum ; bizim kurnaz tilki bir aileye sahip olmanın ne demek olduğunu , kaybettiği değerleri ve bir kalbi olduğunu hatırlıyor , belki de hayatında ilk kez bir insana karşı saf bir sevgi duymayı öğreniyor ve mutlu sonla bitiyor.
film senaryosu , oyuncuların yeteneği , çekimlerin mükemmelliği yanında film müziğiyle de büyük başarı elde etmişti. ost 'ye imzasını atan başarılı müzik prodüktörü hans zimmer'in henüz alman kültürünü tam olarak terkedip amerikalılaşmadığı ve soyadını zimmer değilde zimmerman olarak kullandığı zamanlarına denk gelir bu film. filmin afişinde bile adı zimmerman olarak geçer. çok başarılı bir müzik prodüktörüdür bunu da söylemeden edemeyeceğim.
devamını gör...
2.
the last samurai
the last of the mohikan gibi filmin 2. baş karakterinin hayatının halivud ünlüsü 1. karakter üzerinden anlatıldığı bir diğer film. yani son samurai nathan değil katsumoto ve film katsumoto üzerine kurulu. yani son samurai üzerine.
filmde amerikan ahlakının ruhunda açtığı derin yarayı alkolle temizlemeye çalışan asker eskisi nathan algren'ın hikayesinin , yaşayan son bir kaç samuraydan birine katsumoto 'ya küçük bir karşılaşmada esir düştüğünde - ki diğeri general hasegawa zaten aynı karşılaşmada artık düşman kabul edilen samuraylar karşısında savaşmamış ve bozguna uğramanın utancından hayatını sona erdirerek kurtulmayı seçmişti - başlayan ilişkileri ,dönemin olayları ve nathan 'ın iç hesaplaşması ile sentezlenerek anlatılışına tanıklık ediyoruz.
algren esir olarak girdiği köyde önce alkolden kurtuluyor , sonra kendiyle ve japon kültürü ile yüzleşiyor , kılıç kullanmayı - daha doğrusu kılıç gibi olmayı - samuraylardan öğreniyor ve sonunda katsumotonun dostu olarak ayrılıyor . esir düşmeden önce para karşılığı japon düzenli ordusuna eğitim vermek üzere kiralanan algren , sözde modern japonya düsturu ile fimin kötü karakter kadrosunu dolduran omuro şeytanının katsumotoyu öldürüleceğini anladığında onu kurtarmak üzere harekete geçiyor. ve olaylar olaylar olaylar..
filmi izleyen izlemiştir zaten , izlemeyen de benim yazdığımla izlemeyecek nasıl olsa zira ben bile filme girerken
- ulan yine ve yeniden amerika'nın yediği boku temizleyen bir halivud özür filmi diyerek girmiştim ama çıkarken fikrim değişmişti.
neyse the last samurai filminde beni çok etkileyen 3 önemli sahne vardı.
birincisi katsumoto 'nun kehanetinin gerçekleştiği sahne . burada nathan'ın kanının son damlasına kadar mücadele eden karakterine tanık olduk ve bu tema katsumoto ile aralarında gelişen dostluk sırasında da , filmin sonunda da yer verilen kader ve mücadele temalarını çok iyi bir zemindi.
ikinci sahne ise nobutada'nın tokyoya geldikleri ilk saatlerde japon askerleri tarafından üst topuzunun kesildiği sahne. bence bu sahne omuro'nun samurayları artık japonyada istemediğini son derece saygısız bir yolla ve değersizleştirerek anlatmanın en kuvvetli yoluydu. beni çok etkiledi ve omura'dan nefret ettim gerçekten!
üçüncü sahne ise aşk filmlerine taş çıkartan o meşhur nathan'ın öldürdüğü samurayın karısı taka tarafından giydirildiği sahne. vay arkadaş! o neydi öyle ! başka hiç bir halivud filminde asla göremeyeceğimiz tarzda romantizmi (ne adam ne kadın soyunmadığı gibi adam giyindi yahu) , hatta bir miktar erotizmi bile hiç eğreti durmayacak şekilde taşıyan unutulmaz bir sahneydi.
filmde amerikan ahlakının ruhunda açtığı derin yarayı alkolle temizlemeye çalışan asker eskisi nathan algren'ın hikayesinin , yaşayan son bir kaç samuraydan birine katsumoto 'ya küçük bir karşılaşmada esir düştüğünde - ki diğeri general hasegawa zaten aynı karşılaşmada artık düşman kabul edilen samuraylar karşısında savaşmamış ve bozguna uğramanın utancından hayatını sona erdirerek kurtulmayı seçmişti - başlayan ilişkileri ,dönemin olayları ve nathan 'ın iç hesaplaşması ile sentezlenerek anlatılışına tanıklık ediyoruz.
algren esir olarak girdiği köyde önce alkolden kurtuluyor , sonra kendiyle ve japon kültürü ile yüzleşiyor , kılıç kullanmayı - daha doğrusu kılıç gibi olmayı - samuraylardan öğreniyor ve sonunda katsumotonun dostu olarak ayrılıyor . esir düşmeden önce para karşılığı japon düzenli ordusuna eğitim vermek üzere kiralanan algren , sözde modern japonya düsturu ile fimin kötü karakter kadrosunu dolduran omuro şeytanının katsumotoyu öldürüleceğini anladığında onu kurtarmak üzere harekete geçiyor. ve olaylar olaylar olaylar..
filmi izleyen izlemiştir zaten , izlemeyen de benim yazdığımla izlemeyecek nasıl olsa zira ben bile filme girerken
- ulan yine ve yeniden amerika'nın yediği boku temizleyen bir halivud özür filmi diyerek girmiştim ama çıkarken fikrim değişmişti.
neyse the last samurai filminde beni çok etkileyen 3 önemli sahne vardı.
birincisi katsumoto 'nun kehanetinin gerçekleştiği sahne . burada nathan'ın kanının son damlasına kadar mücadele eden karakterine tanık olduk ve bu tema katsumoto ile aralarında gelişen dostluk sırasında da , filmin sonunda da yer verilen kader ve mücadele temalarını çok iyi bir zemindi.
ikinci sahne ise nobutada'nın tokyoya geldikleri ilk saatlerde japon askerleri tarafından üst topuzunun kesildiği sahne. bence bu sahne omuro'nun samurayları artık japonyada istemediğini son derece saygısız bir yolla ve değersizleştirerek anlatmanın en kuvvetli yoluydu. beni çok etkiledi ve omura'dan nefret ettim gerçekten!
üçüncü sahne ise aşk filmlerine taş çıkartan o meşhur nathan'ın öldürdüğü samurayın karısı taka tarafından giydirildiği sahne. vay arkadaş! o neydi öyle ! başka hiç bir halivud filminde asla göremeyeceğimiz tarzda romantizmi (ne adam ne kadın soyunmadığı gibi adam giyindi yahu) , hatta bir miktar erotizmi bile hiç eğreti durmayacak şekilde taşıyan unutulmaz bir sahneydi.
devamını gör...
3.
northern exposure

jenerik burada
alaska'daki kurgusal küçük bir kasabanın eksantrik sakinlerini konu alan, 1990 - 1995 yılları arasında cbs'de yayınlanan, toplam 110 bölümden oluşan bir amerikan kuzey komedi-drama televizyon dizisi.
beş yıllık yayın süreci boyunca 57 ödüle aday gösterildi ve 1992 en iyi drama dizisi primetime emmy ödülü, iki ek primetime emmy ödülü, dört yaratıcı sanatlar emmy ödülü ve iki altın küre dahil olmak üzere 27 ödül kazandı.
dizi rob morrow'un canlandırdığı joel fleischman isimli yeni mezun doktorun , alaska eyaletine olan eğitim ücreti borcunu ödemek üzere mecburi hizmet görevi olarak atandığı anchorage , alaskaya gönderilmeyi beklerken cicely isminde ve aile hekime acil ihtiyaç duyan daha küçük ve daha uzak bir kasabaya gönderilmesiyle başlıyor. ilk bölümlerde daha çok genç doktorun sudak çıkmış balık misali deneyimlerine ağırlık verilse de zaman içinde kasabada yaşayan diğer karakterlerde ağrılık kazandı ve ortaya 6 sezonluk çok güzel bir seri çıktı.
ana karakterlerin bir kısmı ;
joel fleischman (rob morrow) , yukarıda belirtiğim gibi nevrotik yeni mezun doktorumuz. ama yakışıklı!
maurice minnifield (barry corbin) , ordudan emekli multimilyoner bir iş adamı olanmaurice, genç doktorun , doktoru olmayan kasabaya getirmeyi ayarlayan kişi .ince bir kibarlık maskesinin altında, kibirli, baskıcı ve bağnaz biri, ama bir şekilde dizi devam ettiği sürece tüm karaterle bir şekilde hep yardım etti.
maggie o'connell (janine turner) bu tom boy kızmız aslında çok güzel bir genç kadın. joel ile aralarında hızla bir aşk ilişkisi başlıyor , aşk - nefret ilişkisi demek daha doğru aslında. fakat onlarda dizi devam ettiği sürece romantik bir ilişki geliştirmeyi başardılar; sadece joel maggie'nin daha önceki sevgililerinin hep bir şekilde ölmesi nedeniyle arayı gerin tutmayı da elden bırakmadı diyebiliriz.
aralarında şaman , milyarder amerikan yerlisi , takıntılı polis memuru , gay bir çift gibi çok eğlenceli ve entellektuel derinliği olan diğer karakterlerimiz ise şöyle;
holling vincoeur (john cullum)
shelly tambo (cynthia geary)
chris stevens (john corbett)
ed chigliak (darren e. burrows)
ruth-anne miller (peg phillips)
marilyn whirlwind (elaine miles)
phil capra (paul provenza)
lester haines(apesanahkwat)
mike monroe (anthony edwards),
bernard stevens(richard cummings jr.)
leonard (graham greene)
officer barbara semanski(diane delano)
erick reese hillman (don mcmanus)
ronald arthur bantz(doug ballard),
adam (adam arkin)
eve (valerie mahaffey),
bence hiç bitmemesi gereken harika bir diziydi ama her güzel şeyin bir sonu oluyor. konusunu çok spoiler vermemek adına kabaca söylemiş oldum ama dizi ile ilgili son iki konu var anlatmak istediğim , ilki dizinin afişinde gördüğünüz ve jenerikte de yer alan geyik . adı mort , washington eyalet üniversitesi tarafından gönderilmiş . jenerik çekimleri için çekim bölgesini çitle çevirmiş, mort'u serbest bırakmış ve onu otla kandırmışlar.
diğeri ise jenerik müziği. o kadar eğlenceli ve diziye o kadar uygun ki , senelerce oynatma listemde yer aldı.
devamını gör...
4.
kool & the gang
kool & the gang new jersey , amerika , 1964 çıkışlı r&b, soul ve funk müzik grubudur. robert "kool" bell ve ronald bell kardeşlerin yanısıra , dennis "dee tee" thomas, robert "spike" mickens, charles smith, george brown, woodrow "woody" sparrow, ve ricky westfield gibi isimlerin zaman içinde yer aldığı grup , her değişen elemanla beraber jazz, rhythm and blues, disco, rock ve pop gibi müzik türlerini de stillerine katmış en sonunda sabit elemanları oluşunca ilk albümleri olan kool and the gang albümünü 1969 yılında piyasaya sürmüşlerdir.
benim jenerasyonum onları fresh , ladies' night , celebration , get down on ıt , victory , joanna , misled ve cherish the love isimli şarkılarıyla tanıdı ve sevdi.
50 yıldan fazla müzik piyasasında varlığını sürdüren kool and the gang , tüm dünyada 70 milyondan fazla albüm sattı , 2 grammy ve 7 den fazla amerikan müzik ödülüne layık görüldü.
get down on it ve fresh bugün hala ritmine kapılıp dans etmeye başladığım 2 zamansız şarkıdır.
best of k&tg
benim jenerasyonum onları fresh , ladies' night , celebration , get down on ıt , victory , joanna , misled ve cherish the love isimli şarkılarıyla tanıdı ve sevdi.
50 yıldan fazla müzik piyasasında varlığını sürdüren kool and the gang , tüm dünyada 70 milyondan fazla albüm sattı , 2 grammy ve 7 den fazla amerikan müzik ödülüne layık görüldü.
get down on it ve fresh bugün hala ritmine kapılıp dans etmeye başladığım 2 zamansız şarkıdır.
best of k&tg
devamını gör...
5.
calvary

2014 yapımı film.
yönetmen: john michael mcdonagh
oyuncular: brendan gleeson, chriso'dowd, kelly reilly, aidan gillen, dylan moran,ısaach de bankolé, m. emmet wals, marie-josée croze, domhnall gleeson, david wilmot, pat shortt, gary lydon, killian scott, orla o'rourke, owen sharpe, michael og lane, mark o'halloran, declan conlon, anabel sweeney
benim son yıllarda izlediğim iyi filmlerden biri calvary.
konusuna gelirsek; irlanda'nın küçük bir kasabasında yaşayan peder james lavelle derinlerde bir yerde inançsız , ailesi ile doğru iletişim kuramamış ama yine de dünyayı daha iyi bir yer haline getirmenin hayallerini kuran , iyi kalpli bir rahiptir. ancak kötü şeylerin iyi insanları bulması talihsizliğiyle karşılaşmasıyla hayatı alt üst olur. kendisini ziyaret eden ve yüzünü göremediği bir adam başından geçenleri ve bu yüzdende bir hafta içerisinde rahibi öldüreceğini v itiraf etmiştir. şimdi rahip james'in bir an önce diğer rahip arkadaşlarını bu konuda ikna etmek, gelecekteki katilinin kimliğini teşhis etmek ve bir anda çıkıp gelen “baba sorunsalı” denizinde yüzen kızıyla baş etmek zorundadır. dahası bunların hiçbirini becerememesi durumunda yüzleşmek zorunda kalacağı ölümü ve yapmaya başladığı hazırlıkları vardır. filmde özellikle peder james, kızı fiona ve dr.harte arasında geçen - film boyunca tüm diyaloglar- diyalogların uyarıcı doğası ve entelektüel derinliği, öte yandan inanç, cinsellik , insan doğası ve ölümün/ cinayetin toplumsal bozulmada kendine açtığı alanlar ve bu alanlarda bir şekilde yer tutmuş insanların yaşadığı yabancılaşma duygusu çok iyi bir kurgu ile verilmiş.
duygusal olarak bakınca peder james hemen fark edilen naif düşünce yapısı, kötü niyetten uzak tavırları ve samimiyeti ile son derece sempatik ve öne çıkan bir karater. brendan gleeson güçlü bir oyuncu olarak rolün hakkını tamamıyla vermiş. doktorumuz hakkında da birkaç kelam etmek gerek. “harte” yazılışı ve okunuşu ile kalp (sevgi) ve nefret gibi iki ayrı duygu durumunu çağrıştırıyor diyebiliriz. insanların hayatını kurtarmaya yemin etmiş bir doktorun, üstelik nefret zehri ile bulanmış kelimelerini film boyunca tüm karakterlere bir ok gibi batıran bir kalp cerrahının soyadının harte olması bence iyi düşünülmüş bir ayrıntı.
genel olarak birkaç sekansa iliştirilmiş gerilim öğeleri, müzik ve doğa unsurlarının dozunda kullanıldığı bir filmin, eğer irlanda’da geçiyorsa bana göre klişelerden kurtulması pek mümkün değildir ama calvary diyaloglarıyla bu uçuruma düşmekten kendini bir adımla kurtarıyor.
filmin müziklerini patrick cassidy yapmış. neden beni daha giriş sahnesinde olduğum yere çaktığını, sonradan anladım; kill the irishman, the front line, ashes and snow, csı , hannibal serisi gibi film ve dizilerin kompozörlüğünü de yapan cassidy ayakta alkışlanılası bir dahi. dinginlikle zihin açıklığını aynı anda veren müziği ile insana filmi, ayıraçlar koyar gibi geri sararak yeniden , yeniden izlettiriyor.
son olarak filmin sonuca bağlanan bir film olduğunu söylemek gerekir, havada kalan hiçbir unsur olmayacağını bilerek izleyin. filmden alıntı yapmak gerekirse; belki de filmin can alıcı noktası olan ve filmin tamamını son sahneye bağlayan meşhur baba- kız arasındaki telefon konuşmasında geçen o cümle bence sistem içinde sıkışıp kalan bireylerin yaşadığı kişisel azalmaları ve bu azalmanın neden dış dünya ile tamamlanamadığını açıklayabilir. –
“çünkü affedebilmenin küçümsendiğini düşünüyorum!” father james
devamını gör...