melinda ve onun seven adamın hikayesini anlatan müthiş bir albüm. insan hangi şarkıyı daha çok sevdiğini ayırt edemiyor.
albümde anlatılan hikayeyi chatgpt'ye yazdırttım. iyi işi çıkardı:
melinda’nın ardından
kasabanın girişinde rüzgâr, kuru yaprakları savururken, eski taş duvarlara sinmiş bir sessizlik yankılanıyordu. bu sessizliğin içinden bir figür belirdi: siyahlar içinde, yüzü saklı, gözleri karanlıkta parıldayan bir adam. yıllar önce inançsızlığı yüzünden sürgüne gönderilmişti. o zamanlar herkes onu lanetlemiş, adı anıldığında bile dua edenler olmuştu. ama şimdi, karanlığın örtüsünde geri dönmüştü.
bu dönüş, kinle değil; aşkla doluydu. melinda… onun gözlerinde kaybolmuştu bir zamanlar. o gözler, tüm dünyaya karşı koymaya değerdi. yıllar sonra hâlâ aynı duyguyla yürüyordu bu taş sokaklarda. geceleri, duvarlara yaslanarak izliyordu kasabayı; geçmişin yankıları kulaklarında uğulduyordu.
melinda’nın evini hatırlıyordu. penceresinden sızan ışığı, rüzgârla dans eden saçlarını, gülümserken yanaklarında beliren çukurları. onu tekrar görmek, onun sesini duymak, ona yeniden dokunmak istiyordu. ama melinda artık başka bir dünyanın içindeydi. bu kasabanın günahkâr sevgiye yer bırakmayan kurallarına hapsolmuştu. yıllar boyunca yalnız kalmış, tövbelerle yoğrulmuş, içinde bir zamanlar dans eden ruh şimdi diz çökerek dua etmeye zorlanmıştı.
ve nihayet o gece karşılaştılar. melinda bahçede, ay ışığı altında oturuyordu. göz göze geldiklerinde zaman durdu. kadının gözleri büyüdü, sonra yavaşça doldu.
“sen... gerçekten geri döndün mü?”
adam cevap veremedi. kelimeler yetersizdi. yalnızca elini uzattı. melinda tereddüt etti ama sonunda o eli tuttu. zamanla, her gece buluştular. kasabanın dışında, eski taş bir tapınakta. eski günleri anlattılar. sessizce birbirlerinin nefesini dinlediler.
ama melinda’nın içinde bir çatlak büyüyordu. onu severken bile uzaklaşıyordu.
“seninle kaçmak istiyorum,” dedi bir gece, “ama içimde bağıran bir şey var. tanrı mı, yoksa korku mu bilmiyorum.”
adam onun gözlerine baktı.
“bizi öldürmek isteyeceklerini biliyorum,” dedi kadın. “sana da, bana da merhamet etmeyecekler.”
“kaçalım,” dedi adam. “sadece sen ve ben. hepsi geride kalsın.”
melinda sustu. dudaklarında bir titreme vardı. o gece, ilk kez sarıldılar. adam onun omzunda bir ürperme hissetti. aşk değildi o; yaklaşan fırtınanın soğuk nefesiydi.
sonraki sabah, melinda ona çocukluğunu anlattı. gençliğinde nasıl sorguladığını, sonra nasıl bastırıldığını, ailesinin dualarla ruhunu eğdiğini…
“sana olan sevgimi içimde tuttum,” dedi. “ama bu sevgi şimdi suç gibi geliyor.”
adam, onun yüzüne baktı. o yüz artık hatırladığı gibi değildi. gözlerinin derininde bir yorgunluk, dudaklarında sonbahar gibi solgun bir ifade vardı.
ertesi gece, kaçmak için sözleştikleri tapınağa gitti. saatler geçti, melinda gelmedi. endişeyle sokaklardan geçti. onun evine vardığında kapı aralıktı.
melinda, odasında, boynuna dolanmış ince bir tülbentle yatıyordu. gözleri açıktı, ama bir sonsuzluğa bakıyordu artık. yüzünde hem bir huzur, hem de bir “özür” vardı.
adam diz çöküp ellerini tuttu. gözyaşı dökmedi. bunun için çok geçti. içinde yalnızca yanık bir boşluk kaldı.
melinda’yı din adına öldürmüşlerdi. kendi elleriyle değil belki ama kurdukları inanç sistemiyle. onu günah fikriyle boğmuşlar, aşkını zehirlemişlerdi.
adam artık başka biriydi. içinde yanan tek şey öfkeydi. ama hareket edemeden, yakalandı. sessiz kaldı. mahkemede tek kelime etmedi.
idam sehpasına çıktığında yüzünde sakin bir ifade vardı. son sözleri, kalabalığa değil, göğe bakarak fısıldandı:
“melinda’nın kanı sizin ellerinizde.”
ve ip çekildi.
rüzgâr bir kez daha sokaklara yayıldı. bu kez taşıdığı yalnızca yas değildi—aynı zamanda utançtı, inkâr edilemeyen bir suçun yankısıydı.
melinda ve o adam, şimdi yoktu. ama hikâyeleri, o taş sokaklarda hâlâ fısıldanıyordu.
çünkü aşk, en çok yasaklandığında unutulmazdı.
devamını gör...