yalnızlık kalbinizi kuşattığında sizin dışınızdakilerin yalnızlığını göremez olursunuz. bu en yakınınızdakiler bile olsa böyledir. bağlar bu görememezlikle kopmaya başlar, göremedikçe de uçurumlar oluşur. maalesef kimisi de o uçurumdan düşer. sonrası ömür boyu pişmanlık. henüz vakit varken vakit ayırmak gerek sevdiklerimizin yalnızlıklarına. bir tebessüm, bir güzel söz, bir hediye. zor değil.
âh sen, ey özlemek, kuşatıyorsun kalbimizi. sana karşı koyacak gücümüz yok. her yerde bizimlesin, seninle anıyoruz dağı, taşı, denizi. uçmadan, lütfen, güzel ağırla bizi.
alman fizyolog emil du bois-reymond’un, insanın sınırlı bir varlık oluşunu ifade ettiği düşünülen bu sözü, zannediyorum ölüm başlığında eğreti durmayacaktır. her canlının deneyimlediği fakat deneyimini paylaşamadığı ölümün ne olduğuna dair yığınla söz sarf etmiş insanoğlu. sadece ne olduğunu bilmek mi istemiş de ölüm hakkında bunca bilgi ( bilgisizlik) sahibi olmuş yoksa onu yenmek arzusuyla mı sorgulamış? eminim bazıları, sadece, sevdiklerine onu yakıştıramadıkları için sormuş ve sorgulamıştır. elbette kimisi de korkudan. farklı sebepler de muhakkak var.
ölümün engellenemez, anlaşılamaz, güç yetirilemez doğasına rağmen ona çare arayan, bulma ümidi her nesille birlikte yenilenen fakat her seferinde hayal kırıklığına uğrayan; bunun yanında mevcuttan bir miktar daha uzun yaşayabilmenin çeşitli yollarına erişen insanoğlu çarenin yerine koyabileceği bir kelimenin denizinde hayat sürmeye devam etmiş: teselli.
bazen bağrımıza bastığımız bir taş olmuş teselli. bazen o taşı eritecek kadar yanmış da sineler, gönlümüzden gözlerimize bir yol bulup yaş olmuş teselli. kimini bir sükûtun yalnızlığına dost kılmış, kimini kimine kardeş eylemiş.
avunmuşuz takdiri ilahi diyerek, çıra gibi yanmışız da elimizden bir şey gelmemiş. kalan sağlar bizim olmuş da gidenlerin tebessümünü gökyüzüne yakıştırmışız. ağıtlarımız dinmiş bir süre sonra, matemlerimiz boynu bükük bir kuş gibi sus pus etmiş bizi. büyütmüş bizi ölüm, kimimiz adam, kimimiz asi. ne desem az, ne desem merhem olmaz. sanırım kader demenin vakti geldi.
ölümü bir tür yok oluş olarak tanımlayanlar da olmuş onu yepyeni bir hayatın başlangıcı olarak tanımlayanlar da. yaşamsal faaliyetlerimizin hepsinin son bulması ise genelin kabulü. elbette bu kabul biyolojik ölüme dair; psikolojik olanı da var çünkü. “ne tuhaf, ölüm korkusunun izine dahi rastlamıyorum kalbimde” gibi bir söz sarf eden biri içinse sanıyorum yaşam gibi ölüm de hayatın bir parçası ve doğal bir gerçeklik anlamı taşıyor.
ölüm hakkında rastladığım sözlerden birinde şöyle diyor: “ölüm olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalırdık.” bu söze katılıyor ve bu bahsi burada kapatıyorum zira ölesim gelebilir.
bir sevgi emanetçisi
kalbim
yıpratma
üşürsün
ateşten bir rüzgarla
üşüme
sevgilim
bir sevgi emanetçisi
kalbin
ruhumun bağını koparmasın arzuların
ağaç anneyle
yolumu aydınlatsın bakışların
el ele yürü benimle
sevgilim
bu yağmurlu
bahar sabahında
yarına doğru
emanet hakkı için
ışısın kalplerimiz
sanmam, yolda olduğumuza inanırım fakat yolun başlangıcı ile sonu arasında bir nefesten fazlasının olduğuna inanmam. dolayısıyla bana göre bu yolun yarısı diye bir sey olamaz.
boş yapıyorsun, yaşlanıyorsun, kabul et
bedenimdeki çürümenin hızlandığını kabul ediyorum, değişimi, dönüşmeyi. yalnız ilk çocukluk yıllarımda koşmaktan nasıl heyecan duyuyorsam bugün de aynı heyecanı duyuyorum. bir güler yüz bir tatlı söz beni o yıllarda nasıl mesud ediyorsa bugün de öyle. böylelikle, dostum, yaşlandığım konusunda seninle aynı fikirde değilim.
normal konuşmayı hiç bir zaman beceremedin, hep alangirli laflar.
normalden ne anlıyorsun?
ne anlaması. çoban rüstem gibi konuşmuyorsun işte. kasap hasan gibi de, manifaturacı hulusi bey gibi de. hep başka havalar var senin konuşmanda. biliyordum ben zaten sen o felsefe mi nedir onu okumaya gittiğin gün biliyordum başka başka halların olacağını.
iki çay söyle de senin hallarını konuşalım madem.
çay içerim amma hal filan sorma bana.
o niye o
zalımın kızı boşuna umutlanma sana varmam ben dedi. şehirli biriyle evlenip bu kasabadan gidecekmiş.
desene asıl sen yaşlanmaya başlamışsın, kara sevda adamı yer bitirir
insan ve son. kül ve toz. acıklı yok oluşu şatafatlı ömürlerin. ah o yere göğe sığmaz güzellik, devletlere diz çöktüren yiğitlik. nihayetin böyle mi olacaktı. neydin, ne oldun. ihtişamını hangi hırsız çaldı, tutkularını hangi deniz yuttu, o yıldırım öfkeni hangi gök söndürdü. yirmi gramlık ruhla mı kibirlendin şu mavi gezegende. ah sen. göğsü hırsla dolu varlık. neden hor görürsün başka toprakları. peki. sen bilirsin, sev ya da karanlığa dönüşüp kahrol. sen bilirsin, o deniz, o gemi, o ufuk senin.
bir ekmek iki para
bir hayal kırıklığı bir umut
bir doğru üç yanlış
kimimizde inanç
kimimizde felsefe taşı
nasıl da bir koşuşturmacanın içindeyiz
başımızda zaman telaşı
yaşam, muhteşem yalan
ölüm, tartışmaya kapalı tek gerçek
ve savaş, ebedî yazgımız
bir ekmek bir savaş
bir umut bir zafer
oysa kulaklarımızı tıkıyor
hâkim güçler
duymayalım diye
tarihin zalim hadiselerindeki çığlıkları
nasıl da bir rüyanın masumuyuz
başımızda zaman rüzgarları
özel bir gün için "insan sevmiyorum o yüzden bir melekle evlendim" diyerek çiçeğe düşülebilecek notta kullanılır mı tam emin değilim. insan nasıl sevilmez asıl buna hayret ederim. zira kastettiğim, beşer ve insan ayrımındaki ve insan evladı sözündeki insan.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.