başkası olarak kendisi yazar profili

başkası olarak kendisi kapak fotoğrafı
başkası olarak kendisi profil fotoğrafı
rozet
karma: 2211 tanım: 126 başlık: 12 takipçi: 84
"Gerçek, her zaman olduğu gibi, çok daha tuhaf olacaktır."

son tanımları


normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

tatvan sanayi dönercisinde takılan harika kedi:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kendini doya doya sevdirdi ama gelmedi benimle..

ben olmalıydım :(
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

tatvan, bitlis:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

ehlileştirme veya eğitim:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ağlama döverim

bunu diyen ebeveyne karşı çocuğun şöyle küfür etmesi caizdir, meşrudur, haktır:

buradan
devamını gör...

duyar sıçmak

dandik insan turnusolü ifade.
devamını gör...

imge

"gerçek, gerçek midir yoksa bir imge mi" ya da "gerçek, bir imge midir yoksa imge gerçeğin kendisi midir?"

orhan pamuk, kara kitap 'ta bir yerde bunu sorguluyordu. üstüne kafa yormanın çok zevkli olduğu bir sorgulama. önce imge nedir sorusuna cevap vermek gerekirse:

"imge fiziksel bir algılamanın ürettiği bir duyumun zihinde yeniden üretilmesidir. bu yüzden bir insanın gözü belli bir renge algıladığında, zihnine o rengin bir imgesini kaydedecektir- “ imge” sini, çünkü bu kişinin yaşantıladığı öznel duyum, nesnel rengin görünürde bir kopyası ya da sureti olacaktır. zihin doğrudan fiziksel algılamaları yansıtmadığında da imgeler üretebilir: bir zamanlar algıladığımız, ama artık var olmayan bir şeyi anımsama girişiminde, zihnin deneyim üzerinde amaçsızca gezinmesinde, imgelemin algılamadan yola çıkarak kurduğu birleşimlerde ya da rüyalara ve ateş nöbetine özgü sanrılarda, vb. olduğu gibi. “

norman friedman, imge, kitaplık dergisi, imge sayısı

“ dünyanın, nesnenin aynısı olan imge yoktur. imge; öznenin nesneyi yakalama, nesneye ulaşma, onunla barışma çabasıdır. doğadan kopan varlık olarak insanın alınyazısıdır. imge ; dünyayı kurcalama, açınlama, anlama, dile getirme çabasıdır. insansal dünyayı kurucu başlıca etkinliklerden biridir. dünya ile ilişkiye girmiş imgelemini ürünüdür.”

oğuz demiralp, imaj değil, imge, kitaplık dergisi, imge sayısı

benim anladığım kadarıyla imge gerçeğin kendisidir. gerçek dediğimiz şey uydurduğumuz, icat ettiğimiz bir şey. tabii bu icat ettiğimiz imge, dış dünya ile uyumlu olduğu ve insanlar tarafından kabul gördüğü ölçüde "gerçek" olabiliyor. toplum ve ,yine topluma dahil olan ama ayrıca belirtmek durumunda kaldığım, otoriteler (üniversiteler, bilim adamları, dini kurumlar, din adamları vs.) bu gerçeğin kriterlerini belirliyorlar. bilim adamları dünyanın işleyişi ile daha uyumlu imgeler icat edebildikleri için sekülerleşebilmiş toplumlar, topluluklar iktidarı büyük ölçüde elinde bulundurabiliyorlar. dindarların sekülerleşmesi vs. daha farklı tartışma konuları. ben daha bireysel bir yoldan ilerleyeceğim.

"kirlenmek" mesela. kir dediğimiz somut bir şey, başka bir deyişle "gerçek" . tanımlayacak olursak: bir şeyin hijyen olarak gerekli yeterliliğe sahip olamamasına sebep olan şey. yani kirli bir şey sağlıksız, hastalık yayıcı, tiksinti veren bir şey olur.

anlatmak istediğim şeye gelirsek. şu an çalıştığım iş yerine ciddi bir öfke ile başladım. aslında iyi başlamıştı ama torpilim yok diye ilk senemde, doğuda, ihtiyaç olan başka bir şehirde görevlendirildim. bu haksızlıkla başa çıkmakta, duygusal olarak çok fazla zorlandım. nasıl olur da işimde hiç de fena olmamama rağmen kimsenin gitmek istemediği bir şehirde görevlendirilirdim. bir şekilde istifa falan da etmeyip devam ettim. bu durum bende obsesiflik denebilecek ölçüde bir temizlik takıntısına sebep oldu. iş yerinde kullandığım kıyafetleri eve gelir gelmez çıkarıyordum, birkaç günde bir yıkıyordum, kurumdayken her işten sonra ellerimi yıkıyor veya dezenfekte ediyordum vs. bunda pandeminin de etkisi oldu tabi. sonra işte terapide bunun daha çok kirlenmiş olma düşüncesiyle ilgili olduğunu fark ettim. tayinimin yapıldığı yer sürgün yeri olarak görülüyor. ben sanki sürgüne gönderilecek bir suç işlemişim de buraya gönderilmişim gibi düşünmüşüm. bana bir iftira atılmış gibi yani. bu duruma razı gelip hak etmediğim, sevmediğim bir yerde çalışmayı kendime ihanet etmek ve kirlenmek olarak algılamışım.

ben kendi hikayemi anlatmak istedim ama çok bilinmedik bir şey değil "kirli hissetmek", ne kadar yıkanırsan yıkan temizlenememek. çünkü kafamız karışık olsa da, gerçeklikle uyumlu olmasa da "kirli olmak" bir şekilde kirli hissedenin gerçeğidir.

şöyle de düşünülebilir. görüştüğünüz herkes sizden habersiz ve planlı bir şekilde yüzünüzde bir pislik olduğunu söylese veya kötü koktuğunuzu söylese nereye kadar bunun böyle olmadığını düşünebilirsiniz ki? "cuma ya da pasifik arafı" nda robinsonun dediği gibi cuma da görüyorsa uzaklarda bir gemi var ama görmüyorsa olmayabilir.

türk dil kurumu sözlüğünde de şöyle geçiyor kir:

"1. isim herhangi bir şeyin veya vücudun üzerinde oluşan, biriken pislik; kir pas, pasak:

"yanaklarında yer yer kirle karışmış gözyaşı var." - halide edip adıvar

2. isim, mecaz utanılacak durum."

yani neyin kirli olduğuna ve hangi durumda kirli olduğunuza da toplum karar veriyor. neyin kirli olduğu konusunda yine "imgesel" olan "gerçekliğe" başvurabilseniz de hangi durumda kirli olduğunuz konusunda sizin "kirli olmadığınız" konusunda sizinle hemfikir olabilecek birilerine ihtiyacınız var.
devamını gör...

arzulanan biri olmak vs ihtiyaç duyulan biri olmak

geçenlerde bir konuşmada insanın arzularını tasarlayamayacağından bahsettik. schopenhauer 'in deyimiyle "her şeyi arzulayabilirsin ama neyi arzulayacağını seçemezsin." sonrasında biri "sevgilin/eşin başka birini arzuladığını söylerse ne yaparsın?" diye sordu. yani sevgili olmak veya evlilik sözleşmesi iki tarafın da birbirini ölene dek arzulaması gibi bir durumu içeremez. uzun bir ilişkide çiftler başkalarını arzulayabilir. böyle bir arzuyu fark ettiklerinde arzusunu gerçekleştirmeyi veya arzusunu bastırıp halihazırdaki ilişkisini riske atmamayı tercih edebilir. tabi her ikisini seçmeyi deneyenler de olabilir. onları dışarıda tutarsak ikincisini seçenler neden böyle bir seçim yaparlar? çünkü ihtiyaç duydukları şey güvenmek, güvenilmek, derin bir bağ kurmaktır. arzu eninde sonunda sönüp gider. bir arzuyu bastırmak, gerçekleştirememek biraz iç sıkıntısına, öfkeye falan sebep olabilir belki. bir de arzu, kişinin kendinde duyduğu bir eksikliğe yöneliktir muhtemelen. insanın bunu analiz edebilmesi gerekir.

yani arzu ve ihtiyaçlar denk düşmeyebilir, hatta çelişebilir. böyle bir durumda neyi tercih edeceğimizi daha net görebilmek için neye ihtiyacımız olduğunu ve neyi arzuladığımızı iyi bilmemiz gerekir.

bütün bunların ardından aklımda şu soru kaldı: arzulanmayı mı isterdim, ihtiyaç duyulmayı mı? ilki çok çekici, ikincisi ise çok soğuk ve mantıklı. gözlemlediğim kadarıyla insanlar genellikle ilkini seçiyor hatta bunun mümkün olması için çok fazla emek sarfediyorlar. ilki imaj, ikincisi karakterle ilgili; ilki görüntü, ikincisi içerik. bu konu kadınların efendi ekrek yerine p.. tercihi üzerinden de konuşulabilir belki. tabi mesele bu kadar siyah beyaz değil de galiba. hem arzu hem ihtiyaç birbirini içerebilir. yani yeri gelince p.. yeri gelince efendi olmak lazım biraz sanki..
devamını gör...

okuduğun kitaptan bir alıntı bırak

"katilim olacak o...u ç...nu bulun."

orhan pamuk, benim adım kırmızı
devamını gör...

öbür dünyada huri istememek

what's that brother
devamını gör...

öbür dünyada huri istememek

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

aslında her insanın kendi içinde rabbi aradığı gerçeği

ı looked inside for a long time and there is no rabbi men.
devamını gör...

peygamber olsan mucizen ne olurdu sorusu

oha !! çok iyi soru. bilmiyorum.. valla bilmiyorum. çok iyi gitar çalmak olabilirdi belki. sololarımla insanları baştan çıkarır, onları hakikate davet ederdim. gelen vahiyler için konserler düzenlerdim. soloya girdiğimde şimşekler çakar, yıldızlar falan kayardı falan.("kapalı havada nasıl?" diye soran arkadaşlar başlığı terk etsin lütfen ) ilk inananlardan bir grup kurardık tabi, sesi uygun biri solist olurdu. kimse benim ses tonumu dahi bilmezdi; çünkü ben sadece tanrıyla konuşurdum :d
devamını gör...

dürüst olmak işe yarar mı sorusu

dürüst olmak işe yaramaz, dürüst görünmek işe yarar.

tabi hangi bağlamda bahsettiğimize göre değişir. genel olarak bütün ilişkilerimizde durum böyle bence. bununla illa dürüst görünüp dürüst olmamayı kastetmiyorum. zaten dürüst görünmek için büyük ölçüde dürüst olmanız da lazım. bu size zaman zaman yalan söyleyebilmeniz için imkan sağlar. bu imkanı kullanmada müsrif, özensiz bir tavır takınırsanız dürüst görünemezsiniz. dürüst görünemezseniz de yeri geldiğinde yalan söyleyemezsiniz.

tabi mesela terapi odasında dürüst olmalısınız mesela. iyi bir analist bir yerde yalan söylediğinizi ortaya çıkarır. siz de bu açıdan çok inatçı olmazsanız ilgili meselede neden yalan söyleme ihtiyacı duyduğunuz üzerine konuşursunuz. zaten kendinize yalan söylemeyin, başkalarına yalan söyleyin. birine iltifat edin; patronunuza, yöneticinize iyi insanlar olduklarını söyleyin, hasta olduğunuzu ve işe gelemeyeceğinizi de söyleyin; öğrencinize zeki olduğunu söyleyin.. gerçekten işinize yarayacak yalanlar söyleyin.

öte yandan neyin yalan olduğu meselesi de karışık aslında. yalan söylediğinizi düşündüğünüz şeyi yalan yapan ne ki mesela. bir kadına iltifat ederken bu iltifatın yalan olduğunu düşündüren ne: amaç galiba. onunla bir gece yatabilmek için bunu söylüyorsanız yalan söylüyorsunuzdur ama bir şekilde çekici bulduğunuz için bunu söylüyor ama bundan emin değilseniz.. pek yalan olmuyordur sanki. güzellik kriteriniz ilk aşkınız veya eski sevgilinizdir, onun yasını tutamadığınız için de birinden hoşlansanız bile eski sevgilinize benzemiyor diye ona iltifat etmek içinizden gelmiyordur. içinizden gelmiyorsa da sorun bir şekilde yakıştırdığınız iltifatın gerçeklikle uyumu değil sizin kendinizle uyumsuzluğunuzdur. peki ya sırf bir gece yatabilmek için iltifat ettiğiniz birisi ile ilişkiniz beklenmedik şekilde evliliğe falan evrilirse? o bahsettiğimiz iltifatı gerçek yapar mı bu?

birkaçınız okusun da silerim belki, fazla dürüst bir yazı oldu :)
devamını gör...

terapi

dün terapistimle görüşürken ona öfkeli olduğumu fark ettim. dün bunun sebebini sorgulamadım ve ifade etmek de istemedim. terapi bir hafta içinde bitecek. dünkü seans sondan beşinci görüşmemizdi. bu yüzden de saklamayı tercih ettim. bu arada terapistimi seviyorum. sevdiğiniz insanlardan biraz nefret de edersiniz. bu ara darian leader 'in "depresyon, yas ve melankoli" sini okuyorum. kitabın birinci bölümünde bu durumdan bahsediyor (sf:42). insanların sevdikleri kişiden aynı zamanda nefret de etmeleri durumunu kabullenmekte zorlanıp bu nefreti başka yere yönlendirmelerinden bahsediyor. terapistime olan öfkemi saklarken bu öfkenin nereye gittiğine dair pek fikrim yoktu. işler yoğun olsa da belirgin bir öfke göremiyordum kendimde. kitabın ilgili kısmını okurken kafamda bazı parçalar birleşti:

yedi yıldır diyarbakır 'da yaşıyorum. iş dolayısıyla bölgede diğer şehirlere de sık sık seyahat ediyorum. van görevinden dönerken tatvan 'dan bal aldım. bu tarafta bal sarı, yuvarlak bir teneke kutunun içinde satılıyor genellikle. geçen seyahat de almıştım bu baldan, balı beğendiğim için bir kutu daha aldım. sabah geçen seferden kalan balı yerken çatalı fazla bastırınca teneke çizildi. bu tür konularda fazlaca titiz, bir ölçüde takıntılı olmama rağmen çataldaki balı çatal tertemiz olana kadar emdim. bu çelişkiyi farketmekle birlikte kafamda başka şeyler dönüyordu: çatalda, tenekedeki çizikten kalan boya kalıntısı bedenime ne yapacaktı. sırf bu yüzden acaba kanser olur muydum, yoksa vücut bu kadarını tolere edebilir miydi? sonuçlar ne zaman çıkardı? şimdi anladığım kadarıyla terapistimden sakladığım öfkeyi kendime yöneltmiştim. yoksa normalde o çatalı değiştirir, çizik olan yerden yemez, belki bütün kutuyu atardım.

"bitkinliğin ve hayata karşı ilgisizleşmenin nedeni birçok durumda kesinkes engellenmiş öfke­dir. bu bağlantı, bebeklerin genellikle bağırıp ağladıktan hemen sonra derin uykuya dalmasıyla örneklendirilebilir." diyor leader

böyle bir ikilemde ortaya çıkan öfkeyi veya nefreti bastırmayıp bir yerlere ister istemez yöneltiyorsunuz. peki ne yapmalı? bende bunu ifade etmek işe yarıyor, o yüzden yazıyorum. terapi bittiği için artık mecbur yazacağım. spor falan da belki işe yarayabilir. ama en önemlisi durumun farkında olmak.

aslında yazı buraya kadardı ama ilgimi çeken bir şey daha var. edebiyat teorisi, imge, kurgu-gerçek meseleleri çok ilgimi çeker. terapistime öfkelenmem, bunu ondan saklamam, sabah bal yerken kendimi zehirlemeye çalışmam ortaya bir hikaye çıkartıyor. bu hikaye benim hoşuma gidiyor ve bana iyi geliyor. bu çok "saçma" ama böyle. psikanaliz de aslında ortaya bir hikaye çıkartabilmek ve bu hikayeyi analiz edebilmekle ilgili.
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

bir kadının gözlerinden yıldızları seyretmek

şöyle ki: #3137420
devamını gör...

bir kadının avuçlarını gezegen edinmek

şöyle ki: #3137420
devamını gör...

üst bacağında dövme olan kadınla ciddi düşünmek

şöyle ki: #3137420
devamını gör...

yas

biriyle veya bir şeyle kurduğumuz bağ, hem bizde hem ötekinde kimliğimizin bir uzantısı, parçası haline gelir. en uç noktada, mesela özsaygısi düşük birinde, kendini onun üzerinden tanımlamak şeklinde olabilecekken diğer uçta kendi kimliğinden/imajından ayrı tutmak şeklinde görebiliriz. ilk örnekte "o olmadan ben hiçim." şeklinde yıkıcı bir bağ kurulurken ikincisinde "o benim bir parçam değil, ben o olmadan da varım." diyerek aslında bir bağ kurulmasına izin verilmez. bağ kurmak aynı zamanda bağ kurulan kişinin veya nesnenin kimliğimizin bir parçası olmasına izin vermek demek. kendisini müslümanlık üzerinden tanımlayan veya baskın kimliği müslümanlık olan biri bu kimlikle/ imajla ters düşecek bir kişiyle/ nesneyle bağ kurmaya izin vermez. fakat arzularına özgürlük alanı taniyabilen, toplumsal kimliklerinin arzularını bastırması ile başa çıkabilen biri arzuları doğrultusunda bağ kurmaya meyillidir. bağ kurmak kimliğini/ imajını yeniden yapılandırmakla, buna cesaret edebilmekle mümkün. bu da yukarıda bahsettiğim iki ucun arasında bir yere denk geliyor. yası bu kadar yıkıcı, yıpratıcı yapan şey de aynı zamanda ortaya çıkan bu kimlik krizi, kendi imajımızın irademiz dışında değişikliğe uğramasıdir.
devamını gör...

i know this much is true

bir senaristin, bir hayat ne kadar ters gidebilir, ne kadar trajik olabilir diye yola çıkıp işin bokunu çıkarması sonucu ortaya çıkan bir dizi. bir tür acı pornosu, mazoşizm.. ilk bölüm hoşuma gitse de bi endişelenmiştim zaten bu yeşilçam dramasına bağlamasın diye, endişelerimde haklı çıktım.

--- `spoiler` ---

ikiz kardeşi şizofren, annesi kanserden ölen, zorba, üvey bir baba ile büyümüş, ilk çocuğunu daha yaşına varmadan kaybeden, cadılar bayramında arabasına saldırılan, ardından gece öfkeyle arabasına binip yol yaparken kötü bir kaza yapan, sonrasında işe gidip evin çatısından düşen... bir adamın hikayesi. 4. bölümde bıraktım. tabi daha fakir olması, kardeşinin kütüphanede elini kesip hapse atılmasından, sevgilisinin onu aldatmasından falan bahsetmedim.

--- `spoiler` ---

bir kurmaca, yalan olduğu önden kabul edilerek var edilir ve alıcısı da bunu bilerek kurmacayı talep eder. bununla birlikte anlatıcının okuyucuyu/ izleyiciyi kurmacadan koparmayacak bir ustalık sergilemesi beklenir. bu önceden kurmacanın gerçekçi olması ile ilişkiledirilirdi ama postmodernizm ile "gerçek" belirsizleşti, belki de bu sayede harika romanlar yazıldı.

konuya dönecek olursak bu diziye ben bir yerden sonra tahammül edemedim. 4. bölümün ortasında bıraktım. güzel bir kadınla sohbet etmeme sebep olmasaydı muhtemelen 3. bölüme gelmeden bırakırdım. bence bu kadar trajedi bir dizide bile olmaz.

bir filmi veya diziyi başarılı kılan karakterlerle empati kurabilmemdir. sonuçta kurmacadan keyif almamızın olayı da bu: ben onun yerinde olsam nasıl olurdu? diziyi izlerken böyle bir şey başıma gelebilir miydi diye sormaya başlayınca bir yerde yeter amk dedim artık yani. peki neden isyan ettim? ben bu kadar acıyı hayalinde bile kaldıramayacak kadar güçsüz müyüm? bence bu soru bir süper kahraman filmi izlerken ben de bu adam gibi uçabilir miyim demekle aynı. ama süper kahramanın gerçekdışı bir karakter olduğu çok açıkken dominic uçamıyor diye (çatıdan düştüğünü saymazsak) onu daha gerçekçi, daha içimizden biri gibi mi sayacağız?

bir diğer taraftan asıl bana bu diziyi bıraktıran, dizinin zihnime bir karamsarlık örüntüsü işliyor olabileceği ihtimaliydi. ergenlikte karamsar olmak cool bir hava veriyordu, 20 li yaşlar da ergenlik sayılıyor mu bilmiyorum ama bu 30 larıma kadar devam etti. işler fazlaca boka sardığında bu karamsarlık bir mucize beklentisine dönüştü, gerçeklik algımı bozdu. bir süre dindarlığımı körükledi, sonrasında inancımı yitirsem de dindar biri olarak kalmaya devam etmeye çalıştım. derken bir mucize oldu ve tanrı dualarımı kabul etti derken başka bir şehirde sürgünde buldum kendimi. karamsarlık başa çıkamadığım bir karanlığa, boşluğa dönüştü. haneke yüzünden, varoluşçu yazarlar yüzünden böyle oldu hep diyordum. yeterince karamsar olabilmek beni daha cesur yapacaktı. daha başıma ne gelebilir ki bunlar gelebilir gönder gelsin. gardını açıp rakibine meydan okuyan gerizekalı boksör tavrı bu. gerizekalı.. cüneyt arkın 'ın yıkılmayan adamı da böyleydi sanki.

neyse sonuç olarak dizi size duygusal mazoşizmin, ajitasyonun doruklarında bir seyir vadediyor. duygusal olarak bu kadar acı çekmenize rağmen hala diziyi güzel buluyorsanız bence sıkıntı var ya. "six feet under" ın dördüncü sezonu, "leyla ve mecnun" un son dönemleri falan da fazlaca trajikti ama onlar kurnazca bu trajediye maruz bıraktılar sevenlerini.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim