bipolardan hallice yazar profili

bipolardan hallice kapak fotoğrafı
bipolardan hallice profil fotoğrafı
rozet
karma: 6140 tanım: 526 başlık: 177 takipçi: 92
İçinizden en az yarısını, arzuladığımın yarısı kadar bile tanımıyorum; ve yarınızdan azını hak ettiğinizin ancak yarısı kadar sevebiliyorum.

son tanımları


senaryoya sadık kalmayan insanlar

bugün çekimler için hava mükemmeldi. öğleden sonraki o altın rengi ışık, ana karakterim beren’in saçlarına vurduğunda görüntü yönetmenime (kendim) içimden teşekkür ettim. beren, hukuk fakültesi’nin önündeki bankta oturuyordu. kitap okuma sahnesiydi bu. basit bir sahne gibi görünebilir ama karakterin iç dünyasını, yalnızlığını ve entelektüel derinliğini vermek için kritik bir andı. performansından memnundum. sayfayı çevirirkenki düşünceli ifadesi, parmağını dudağına götürmesi... bunlar hep benim zihnimdeki senaryoya uygundu. ona bu özgürlüğü bilerek tanıyorum. iyi bir yönetmen, oyuncusunu ne zaman serbest bırakacağını bilir. böyle dehasal dokunuşlarım vardır.

yanındaki figüran kız biraz repliklerini unutuyor gibiydi. beren’in anlattığı bir şeye anlamsızca güldü. hayır, o diyalogda gülünecek bir yer yoktu. oraya hüzünlü bir tebessüm yazmıştım. acemi işte, ne olacak. zaten filmin ilerleyen dakikalarında beren’in hayatından çıkacak önemsiz bir karakter. adını bile hatırlamıyorum. bu yüzden üzerinde durmadım.

asıl sorun, çekim alanımıza giren davetsiz misafirdi. kampüsün güvenlik görevlisi, o bıyıklı olan. filmin kötü karakteri için fazla klişe bir tip. yapımcımızla (yine kendim) bu konuyu konuşup daha derinlikli bir kötü adam yazmasını söyleyeceğim. bıyıklı, tam yanımdaki çimlere basmayın uyarısının önünde durup bana bakmaya başladı. belli ki setimizi sabote etmek için gönderilmişti. göz teması kurmadım. yönetmen, setindeki piyonlarla muhatap olmaz. elime bir avuç çekirdek alıp yemeye başladım. bu, "seni umursamıyorum" demenin sinematografik yoludur.

beren ve arkadaşı kalkıp kantine doğru yürümeye başladılar. "takip sahnesi" için harika bir fırsattı bu. hemen peşlerine takıldım. yürüyüşleri bile bir ahenk içindeydi, tabii o figüran kız arada bir sendelese de olur o kadar. kantin kapısından girerken beren bir an duraksayıp arkasına baktı. tam o an içimden "close-up!" diye bağırdım. gözlerindeki o anlık tereddüt... kameram olsaydı ve o anı yakalasaydım, festivalde en iyi görüntü ödülünü alırdık.

kantinde boş bir masaya geçip onları izlemeye devam ettim. çay söylediler. senaryoda portakal suyu yazıyordu ama doğaçlama yapmalarına izin verdim. bazen en iyi sahneler böyle anlarda çıkar. o sırada bıyıklı güvenlik kantine girdi. gözleri direkt beni buldu. benim burada olduğumu biliyordu. aramızda bir gerilim müziği çalmaya başladı sanki. belli ki bu filmde benimle onun arasında kişisel bir mesele de olacaktı. bu detayı sevdim. hikayeye alt metin katıyordu.

beren’in yanına bir çocuk oturdu. sarışın, uzun boylu. kim bu şimdi? senaryoda böyle bir karakter yoktu. bir anda filmin gidişatı değişiyordu. panik yapmadım. soğukkanlılığımı korudum. belki de bu, hikayeyi daha ilginç yapacak bir dönüm noktasıydı. çocuğun hareketlerini, konuşmasını, beren’e bakışını incelemeye başladım. rolüne çalışıyor mu, yoksa tamamen hazırlıksız mı yakalanmıştı? bunu anlamam gerekiyordu.

çocuk, beren’e bir şey anlattı ve ikisi de gülmeye başladı. figüran kız bile bu sefer doğru yerde gülmüştü. bu çocukta bir potansiyel vardı. belki de filmin ikinci erkek karakteri, beren’in kalbini çalmaya çalışacak olan zengin ama ruhsuz çocuk bu olabilirdi. fikri beğendim. hemen yanımdaki peçeteye "sarışın çocuk - muhtemel rakip" diye not aldım.

bıyıklı, masama doğru bir adım attı. gözdağı veriyordu. çekirdeklerimden birini yavaşça ağzıma atıp kırdım. bu, "hamleni bekliyorum" demekti. yürüdü, tam masamın önünden geçti ama durmadı. gidip kendine tost aldı. bu bir aldatmacaydı. belli ki şimdilik harekete geçmeyecek, doğru zamanı kollayacaktı. bu adam, sandığımdan daha zeki olabilirdi. kötü karakteri yeniden yazmaya gerek kalmayabilir.

oturduğum yerden kalktım. bugünkü çekimler yeterliydi. elimde harika sahneler birikmişti. kurgu masasında (odamdaki masam) hepsini birleştirecektim. kantinden çıkarken beren’in masasına son bir bakış attım. sarışın çocukla hala gülüşüyorlardı. beren’in performansı bugün gerçekten harikaydı. oscar’a aday gösterileceği şimdiden belli.

not: beren'in o figüran arkadaşı, filmin finalinde ölecek karakterler için isim hafızamı yormuyorum. kural bu.
not 2: sarışın çocuğun kim olduğunu öğrenmem lazım. eğer rolünün hakkını veremeyecek biriyse, senaryodan acımasızca çıkarılacaktır. benim filmimde yeteneksizlere yer yok.
not 3: bıyıklı güvenlik görevlisi kesin rektörün adamı. prodüksiyonu sabote etmek için özel olarak gönderilmiş. yarın onun mesai saatlerini ve devriye rotasını çıkarmam gerekiyor. her büyük yönetmen, düşmanını iyi tanır.
devamını gör...

mennan

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
hayat bilgisi dizisinin unutulmaz hademesi mennan karakterine, usta oyuncu erdal türkmen hayat vermiştir. mennan, sürekli söylenen, her fırsattan maddi bir çıkar sağlamaya çalışan ama rıdvan kanat lisesi'nin koridorlarındaki belki de en bilge ses olan o eşsiz karakterdi.

elinde paspası, ağzında simit teklifleriyle mennan, ilk bakışta paragöz bir komedi unsuruydu. onun için her şeyin bir maddi karşılığı olmalıydı. ancak o meşhur "amma velakin..." sözü, her şeyi değiştirirdi. bu sözden sonra, hayatın sillesini yemiş bir adamın tecrübesi konuşur; afet hoca'nın idealizminin karşısına hayatın çıplak gerçeklerini koyardı. onun felsefesi ders kitaplarında değil, hayatın içinde öğrenilmişti.

erdal türkmen'in eşsiz yorumu, bu huysuz adamın içindeki altın kalbi görmemizi sağladı. mennan, ne kadar sızlansa da vicdanı devreye girdiğinde, zor durumdaki bir öğrencinin veya okulun onurunun yanında durmaktan asla çekinmezdi. o, paragöz olduğu kadar merhametliydi.

kısacası mennan, bir yan karakterden çok daha fazlasıydı. o, derslerde öğretilmeyen hayat bilgisini, koridorlarda, bir iç çekiş ve bir fısıltıyla öğreten, halkın içindeki o huysuz ama özünde iyi olan insanın ta kendisiydi.
devamını gör...

mobland

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
her yıl onlarca dizi yayına giriyor. büyük pazarlama bütçeleriyle parlatılan, başrollerinde yıldızların koşuşturduğu, her sahnesi bir sonraki sosyal medya akımını hedefleyerek çekilmiş yapımlar, kısa sürede gündemi ele geçiriyor ve bir sonraki popüler yapıma yerini bırakmak üzere hızla tüketiliyor. bu gürültünün ortasında, bazıları fısıltıyla konuşur. işte mobland, o fısıltıyla konuşan ama sözleri bir çığ kadar güçlü olan dizilerden biri. ve ne yazık ki, birçoğumuz bu fısıltıyı duymadık bile.

mobland, ilk bakışta bildiğimiz mafya anlatılarının bir tekrarı gibi duruyor. yeraltı dünyasına hükmeden köklü bir aile, nesiller arası çatışmalar, ihanetler ve kanla çizilmiş sınırlar... kağıt üzerinde, daha önce yüzlercesini izlediğimiz bir formül. diziyi bir başyapıta dönüştüren ve aynı zamanda kalabalıkta kaybolmasına neden olan şey ise bu formülü ele alış biçimiydi. mobland, mafyanın şatafatlı yükselişini değil, bir yaşam biçiminin onursuzca ve sessizce çöküşünü anlatıyordu. o, bir suç destanı değil, bir dönemin kapanışına yakılmış hüzünlü bir ağıttı.

dizinin merkezinde, artık eski gücünü kaybetmiş, değişen dünyaya ayak uyduramayan bellomo ailesi yer alıyor. patriark leo bellomo, "onur" ve "sadakat" gibi artık paslanmış kelimelere tutunan, geçmişin hayaletleriyle yaşayan bir adam. onun karşısında ise bu mirası bir onur değil, bir yük olarak gören, modern dünyanın acımasız kurallarıyla oynamaya çalışan yeni nesil var.

mobland'in en büyük gücü, karakterlerini asla karikatürize etmemesiydi. burada ne romantize edilmiş gangsterler ne de tek boyutlu kötüler var. her bir karakter, kendi ahlaki pusulasını kaybetmiş, geçmişin borçları ve geleceğin belirsizliği arasında sıkışmış, son derece insani figürler olarak çiziliyor. dizinin temposu da bu yapıya uygun şekilde ağır. hızlı aksiyon sahneleri veya şok edici ters köşeler yerine, karakterlerin yüzündeki bir seğirmeye, diyaloglar arasındaki o ağır sessizliğe ve bir türlü söylenemeyen kelimelere odaklanıyor. bu sabır isteyen anlatım, izleyiciye karakterlerin ruhsal çöküşünü iliklerine kadar hissettiriyor.

görsel olarak dizi, adeta solmuş bir fotoğraf albümü gibi. vıcık vıcık lüks mekanlar yerine, paslı limanları, dökülen sanayi mahallelerini ve modası geçmiş, loş iç mekanları mesken tutuyor. şehir, sadece bir fon değil; tıpkı karakterler gibi yorulmuş, ruhunu kaybetmiş ve çürümeye yüz tutmuş bir organizma. bu belgesel estetiği, anlatılan hikayenin gerçekliğini ve kasvetini o kadar güçlü bir şekilde destekliyor ki, izlerken kendinizi bir drama değil, unutulmuş bir ailenin mahrem anlarına tanıklık eden bir hayalet gibi hissediyorsunuz.

peki, bu kadar katmanlı ve güçlü bir yapım neden hak ettiği övgüyle karşılanmadı? cevap, belki de dizinin en büyük erdeminde saklı. mobland, izleyicisinden sabır ve dikkat talep ediyor. size hap gibi bilgiler veya anlık tatminler sunmuyor. hikayesini aceleye getirmeden, sindire sindire anlatıyor. popüler kültürün hız ve gürültüye olan takıntısının ortasında, mobland'in sessizliği ve derinliği, ne yazık ki bir dezavantaja dönüştü.

o, bize yeraltı dünyasının "havalı" olduğunu söylemedi. aksine, bu dünyanın ne kadar sefil, anlamsız ve ruhen tüketici olduğunu gösterdi. güç ve paranın getirdiği boşluğu, onurun nasıl kolayca bir bahaneye dönüştüğünü ve aile bağlarının en ağır pranga olabildiğini yüzümüze vurdu. belki de bu yüzden yeterince övülmedi. çünkü mobland, bir kaçış fantezisi sunmak yerine, rahatsız edici bir ayna tutuyordu.

sonuç olarak mobland, raflarda tozlanmaya bırakılmış paha biçilmez bir ilk baskı gibidir. onu keşfedenler için unutulmaz bir deneyim, fark etmeyenler için ise büyük bir kayıptır. eğer gösterişten uzak, insan ruhunun en karanlık ve en kırılgan köşelerine yolculuk yapmaktan çekinmeyen, diyalogları kadar sessizlikleriyle de konuşan bir dizi arıyorsanız, bu saklı hazineye mutlaka bir şans verin. zira bazı başyapıtlar alkışlarla değil, ancak yıllar sonra hak ettiği o saygılı sessizlikle anılır.
devamını gör...

suskun prensin öpücüğü

suskun prens lyren efsanesini herkes bilir. krallığın refahı için her bahar seçilen bir kız, prensi halkın önünde öper. bedeli ise basittir; kız, öpücükten sonra bir daha asla görülmez. herkes bunun büyük bir onur olduğunu düşünür.
ancak gerçek, bir masaldan çok bir lanetin fısıltısı gibidir.
prens dilsiz değildir; o bir kadehtir. halkının tüm söylenmemiş kederini, gizli korkularını ve acılarını kendi ruhuna çeker. onun sessizliği, taşıdığı bu dayanılmaz yükün ağırlığıdır.
ve o öpücük... bir şifa değil, bir aktarımdır.
kız, prensi öptüğü an, bir yıllık birikmiş acı seli onun ruhuna dolar. prens o anlık hafifler, bir yıl daha dayanacak gücü bulur. kız ise binlerce fısıltının ağırlığı altında ezilerek kim olduğunu unutur ve krallığın kederini uzaklara taşımak için bilinmeyene doğru yürür.
ritüel bir onur değil, her yıl tekrarlanan sessiz bir kurban törenidir.
devamını gör...

bir üstteki yazar hakkında düşünülenler

sözlükteki en iyi mahlaslardan birine sahip olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...

77. primetime emmy adayları

14 eylül 2025'te gerçekleşecek olan televizyon dünyasının en prestijli ödülleri olarak kabul edilen 77. primetime emmy ödülleri'nde çeşitli dallarda adaylar belli oldu.

--program kategorileri--
en iyi komedi dizisi
* abbott elementary (abc)
* the bear (fx)
* hacks (max)
* nobody wants this (netflix)
* only murders in the building (hulu)
* shrinking (apple tv+)
* the studio (apple tv+)
* what we do in the shadows (fx)
en iyi drama dizisi
* andor (disney+)
* the diplomat (netflix)
* the last of us (hbo)
* paradise (hulu)
* the pitt (max)
* severance (apple tv+)
* slow horses (apple tv+)
* the white lotus (hbo)
en iyi mini dizi veya antoloji
* adolescence (netflix)
* black mirror (netflix)
* dying for sex (fx)
* monsters: the lyle and erik menendez story (netflix)
* the penguin (hbo)
en iyi televizyon filmi
* bridget jones: mad about the boy (hulu)
* the gorge (apple tv+)
* quiz lady (hulu)
* sally wainwright's the ballad of renegade nell (disney+)
* the union (netflix)

--oyunculuk kategorileri--
komedi dizileri
en iyi kadın oyuncu - komedi
* uzo aduba, the residence
* kristen bell, nobody wants this
* quinta brunson, abbott elementary
* ayo edebiri, the bear
* jean smart, hacks
en iyi erkek oyuncu - komedi
* adam brody, nobody wants this
* seth rogen, the studio
* jason segel, shrinking
* martin short, only murders in the building
* jeremy allen white, the bear
en iyi yardımcı kadın oyuncu - komedi
* liza colón-zayas, the bear
* hannah einbinder, hacks
* kathryn hahn, the studio
* janelle james, abbott elementary
* catherine o’hara, the studio
* sheryl lee ralph, abbott elementary
* jessica williams, shrinking
en iyi yardımcı erkek oyuncu - komedi
* ıke barinholtz, the studio
* colman domingo, the four seasons
* harrison ford, shrinking
* jeff hiller, somebody somewhere
* ebon moss-bachrach, the bear
* bowen yang, saturday night live
drama dizileri
en iyi kadın oyuncu - drama
* kathy bates, matlock
* sharon horgan, bad sisters
* britt lower, severance
* bella ramsey, the last of us
* keri russell, the diplomat
en iyi erkek oyuncu - drama
* sterling k. brown, paradise
* gary oldman, slow horses
* pedro pascal, the last of us
* adam scott, severance
* noah wyle, the pitt
en iyi yardımcı kadın oyuncu - drama
* patricia arquette, severance
* carrie coon, the white lotus
* katherine lanasa, the pitt
* julianne nicholson, paradise
* parker posey, the white lotus
* natasha rothwell, the white lotus
* aimee lou wood, the white lotus
en iyi yardımcı erkek oyuncu - drama
* zach cherry, severance
* walton goggins, the white lotus
* jason ısaacs, the white lotus
* james marsden, paradise
* sam rockwell, the white lotus
* tramell tillman, severance
* john turturro, severance
--mini dizi veya televizyon filmi--
en iyi kadın oyuncu - mini dizi/tv filmi
* cate blanchett, disclaimer
* meghann fahy, sirens
* rashida jones, black mirror
* cristin milioti, the penguin
* michelle williams, dying for sex
en iyi erkek oyuncu - mini dizi/tv filmi
* colin farrell, the penguin
* stephen graham, adolescence
* jake gyllenhaal, presumed ınnocent
* brian tyree henry, dope thief
* cooper koch, monsters: the lyle and erik menendez story
en iyi yardımcı kadın oyuncu - mini dizi/tv filmi
* erin doherty, adolescence
* ruth negga, presumed ınnocent
* deirdre o’connell, the penguin
* chloë sevigny, monsters: the lyle and erik menendez story
* jenny slate, dying for sex
* christine tremarco, adolescence
en iyi yardımcı erkek oyuncu - mini dizi/tv filmi
* javier bardem, monsters: the lyle and erik menendez story
* bill camp, presumed ınnocent
* owen cooper, adolescence
* rob delaney, dying for sex
* peter sarsgaard
, presumed ınnocent
* ashley walters, adolescence

--yönetmenlik kategorileri--
en iyi yönetmenlik - komedi dizisi
* ayo edebiri, the bear ("napkins")
* lucia aniello, hacks ("a slippery slope")
* james burrows, mid-century modern ("here's to you, mrs. schneiderman")
* nathan fielder, the rehearsal ("pilot's code")
* seth rogen & evan goldberg, the studio ("the oner")
en iyi yönetmenlik - drama dizisi
* janus metz, andor ("who are you?")
* amanda marsalis, the pitt ("6:00 p.m.")
* john wells, the pitt ("7:00 a.m.")
* jessica lee gagné, severance ("chikhai bardo")
* ben stiller, severance ("cold harbor")
* adam randall, slow horses ("hello goodbye")
* mike white, the white lotus ("amor fati")
en iyi yönetmenlik - mini dizi, antoloji veya tv filmi
* philip barantini, adolescence
* shannon murphy, dying for sex ("ıt's not that serious")
* helen shaver, the penguin ("cent'anni")
* jennifer getzinger, the penguin ("a great or little thing")
* nicole kassell, sirens ("exile")

--senaryo kategorileri--
en iyi senaryo - komedi dizisi
* quinta brunson, abbott elementary ("back to school")
* lucia aniello, paul w. downs ve jen statsky, hacks ("a slippery slope")
* nathan fielder, carrie kemper, adam locke-norton ve eric notarnicola, the rehearsal ("pilot's code")
* hannah bos, paul thureen ve bridget everett, somebody somewhere ("agg")
* seth rogen, evan goldberg, peter huyck, alex gregory ve frida perez, the studio ("the promotion")
* sam johnson, sarah naftalis ve paul simms, what we do in the shadows ("the finale")
en iyi senaryo - drama dizisi
* dan gilroy, andor ("welcome to the rebellion")
* joe sachs, the pitt ("2:00 p.m.")
* r. scott gemmill, the pitt ("7:00 a.m.")
* dan erickson, severance ("cold harbor")
* will smith, slow horses ("hello goodbye")
* mike white, the white lotus ("full-moon party")
en iyi senaryo - mini dizi, antoloji veya tv filmi
* jack thorne ve stephen graham, adolescence
* charlie brooker ve bisha k. ali, black mirror ("common people")
* kim rosenstock ve elizabeth meriwether, dying for sex ("good value diet soda")
* lauren lefranc, the penguin ("a great or little thing")
* joshua zetumer, say nothing ("the people in the dirt")
devamını gör...

postacı (film)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
yönetmenliğini memduh ün'ün üstlendiği ve 1984 yılında çekilen postacı, kemal sunal'ın canlandırdığı sevimli ve iyi niyetli karakterler üzerinden toplumsal bir eleştiri sunan filmlerin en güzel örneklerinden biridir. tıpkı aynı yıl çekilen namuslu filmi gibi, postacı da 12 eylül sonrası türkiye'nin değişen sosyal dinamiklerini, özellikle de almancı olgusu üzerinden filizlenen yeni zengin sınıfını ve değerler erozyonunu hedefine koyar. film, mütevazı bir postacı olan adem'in aşk mücadelesi perdesi altında, paranın insan ilişkilerini ve toplumsal statüyü nasıl yeniden tanımladığını anlatan dokunaklı bir komedidir.

filmin en merkezdeki sosyal göndermesi, erdal özyağcılar'ın canlandırdığı latif karakteri üzerinden "sonradan görme" ve "almancı" tiplemesine yaptığı sert eleştiridir. latif, yıllar önce kapıcılık yaparken almanya'ya işçi olarak gitmiş ve ülkeye büyük bir servetle dönmüştür. ancak bu servet, ona sadece maddi zenginlik değil, aynı zamanda geçmişini unutan, eski komşularını ve hatta ailesini küçümseyen bir kibir de getirmiştir. onun sürekli olarak alman markından, mercedes arabasından ve video oynatıcısından bahsetmesi, batı'yı sadece tüketim malları üzerinden algılayan sığ bir zihniyetin karikatürüdür. latif karakteri, 80'ler türkiye'sinde türeyen, parayı tek güç ve itibar kaynağı olarak gören, insani değerleri hiçe sayan yeni zengin sınıfının somut bir temsilidir.

bunun tam karşısında ise kemal sunal'ın canlandırdığı postacı adem yer alır. adem, devletine hizmet eden, mahallelinin sevdiği, dürüst ve alçakgönüllü "küçük adam"dır. o, geleneksel değerleri, komşuluk ilişkilerini ve samimiyeti temsil eder. ancak film, bu değerlerin yeni düzende artık bir anlam ifade etmediğini acı bir şekilde gösterir. latif'in, kız kardeşi sevtap'ı yani fatma girik'i bir "postacı parçasına" vermeyi kendine yedirememesi ve adem'i sürekli mesleği üzerinden aşağılaması, aslında devlet memurluğunun ve emeğe dayalı dürüst kazancın, kolay ve hızlı gelen servet karşısında nasıl itibar kaybettiğinin bir göstergesidir. bu durum, 80'li yıllarda kamu hizmetinin saygınlığının azalıp, girişimciliğin ve zenginliğin yüceltilmeye başlandığı sosyal değişime doğrudan bir göndermedir.

filmin ana çatışması, adem ile latif arasındaki kişisel bir mücadeleden çok, iki farklı değerler sisteminin savaşıdır. bir yanda sevginin, samimiyetin ve onurun temsilcisi adem, diğer yanda ise paranın, kibrin ve gösterişin temsilcisi latif vardır. sevtap'ın bu iki dünya arasında kalması, toplumun da yaşadığı kafa karışıklığını simgeler. adem'in sevdiği kıza kavuşmak için girdiği komik ve naif çabalar, aslında paranın satın alma gücüne karşı insan onurunun ve sevginin direnişidir. film bu yolla, "insanın değeri parasıyla mı ölçülür, yoksa karakteriyle mi?" gibi evrensel bir soruyu sorar.

postacı, seyirciyi güldürürken aynı zamanda düşündüren, toplumsal yaralara parmak basan bir halk filmidir. 80'ler türkiye'sinin ekonomik liberalleşme ile yaşadığı sosyal kırılmayı, sınıf atlama hırsını ve bu süreçte yitirilen insani değerleri bir mahalle ortamında başarıyla özetler. film, paranın getirdiği sahte itibara karşı, sevginin ve dürüst bir kalbin her zaman daha değerli olduğunu savunan, sıcak ama bir o kadar da eleştirel bir klasik olarak sinema tarihimizdeki yerini almıştır.
devamını gör...

ikonik gol sevinçleri

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
tarihin en büyük futbol rekabetlerinden biri. real madrid ile barcelona'nın karşı karşıya geldiği bu dev maçta tansiyon, alışıldığı üzere tavan yapmış durumda. ama o gece, sahadaki 22 kişiden biri, kendine özgü bir şekilde zamanı durduruyor: lionel messi.

messi, maç boyunca real madrid savunmasına kök söktürmüş; yüzü kan içinde kalacak kadar darbe almış, ama bir an bile oyundan kopmamıştı. dakikalar 90+2’yi gösterdiğinde, skor 2-2 iken, barcelona’nın son atağında top bir şekilde messi’nin sol ayağına geldi. o ayak ki, defalarca tarih yazmıştı. ve yine yazdı. messi topu ağlara bıraktı. skor 3-2.

gol sevincine doğru ilerleyişi, aslında messi’yi anlatan bir sahneydi. sahada genellikle sakin, mütevazı ve abartıdan uzak olan messi, bu kez hiç alışılmadık bir şey yaptı.

formasını çıkardı. sırtındaki "messı 10" yazısını santiago bernabéu tribünlerine doğru kaldırdı. gözleri madrid taraftarlarına, bedeni kameraya dönüktü. ne bağırdı, ne koştu, ne sevindi. sadece orada durdu. sırtında kendi ismiyle.

o an aslında bir cümleydi. belki tek kelimeyle özetlenebilecek kadar sade ama etkisiyle çığlık gibi yankılanan bir mesajdı:
ben buradayım.”

bu hareket, bir oyuncunun rakip stadyumda egemenliğini ilan etmesiydi. tüm real madrid taraftarları, belki istemeden ama tanık olarak kabul etmek zorundaydı: o gece santiago bernabéu’da bir kral vardı, adı lionel messi’ydi.

bu gol sevinci; abartılı kutlamalarla değil, öz güvenle yapılan bir duruştu. messi konuşmadı, messi poz vermedi. sadece formasını tuttu. ama tüm dünya onun ne demek istediğini anladı.

o andan sonra bu hareket, poster oldu, tişörtlere basıldı, sosyal medyada yüz milyonlarca kez paylaşıldı. çünkü o poz, bir maçın değil, bir devrin fotoğrafıydı.
devamını gör...

namuslu (film)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ertem eğilmez'in yönetmenliğinde ve şener şen'in unutulmaz performansıyla, türk sinemasının en keskin ve en acı toplumsal hicivlerinden biridir. 1984 yılında çekilen film, 12 eylül 1980 darbesi sonrası türkiye'nin içine girdiği yeni sosyal ve ekonomik düzenin bir röntgenini çeker. ilk bakışta bir yanlışlıklar komedisi gibi dursa da, namuslu aslında paranın ve materyalizmin toplumsal değerleri nasıl altüst ettiğini anlatan derin ve karamsar bir dramdır.

filmin en temel siyasi ve sosyal göndermesi, 1980 sonrası turgut özal dönemiyle birlikte yaygınlaşan "köşeyi dönme" felsefesine ve liberal ekonominin yarattığı yeni ahlak anlayışına yöneliktir. filmin başkarakteri ali rıza bey, dürüstlüğü bir takıntı haline getirmiş, devletine ve işine sadık, alçakgönüllü bir mutemettir. o, eski türkiye'nin, cumhuriyetin erdem olarak yücelttiği "namuslu memur" idealinin yaşayan bir temsilcisidir. ancak film, bu değerlerin artık geçerliliğini yitirdiğini, hatta alay konusu olduğunu ali rıza bey'in ailesi ve çevresi üzerinden acı bir şekilde gösterir. onun bu "saf" dürüstlüğü, yeni düzende bir erdem değil, bir "kerizlik" olarak görülmektedir.

filmin kırılma noktası olan soygun ve sonrasında yaşananlar, bu toplumsal eleştirinin zirveye ulaştığı yerdir. ali rıza bey'in, çalındığını iddia ettiği parayı zimmetine geçirdiğine herkesin inanmasıyla birlikte, hayatı 180 derece döner. düne kadar dürüstlüğü yüzünden hor görülen bu adam, "uyanıklık" yapıp parayı çaldığı düşünüldüğü için bir anda toplumda saygı görmeye, itibar kazanmaya başlar. kasap ona veresiye et verir, patronu terfi ettirir, ailesi ona hayranlıkla bakar. film, "namus" kelimesiyle zekice oynar. ali rıza bey'in ahlaki namusu yani dürüstlüğü ona sefalet ve aşağılanma getirirken, varsayılan namussuzluğu yani hırsızlığı ona toplumsal namus yani itibar, şeref, saygınlık kazandırır. bu, paranın artık tek onur ve güç ölçütü haline geldiği bir toplum düzenine yapılmış en sert eleştiridir.

film, ciddi bir toplum eleştirisi de sunar. ali rıza bey'in masumiyetini kanıtlama çabası, kimsenin gerçeği umursamadığı absürt bir duvara toslar. polis, patronları ve hatta ailesi, onun hırsız olduğu basit ve akla yatkın görünen yalana, onun anlattığı karmaşık ve inanılmaz gerçekten daha fazla inanmayı tercih eder. çünkü yeni toplumun kodlarına göre bir insanın dürüst olmak için hiçbir sebebi yoktur; herkesin ilk fırsatta köşeyi dönmeye çalışacağı varsayılır. ali rıza'nın "ben namuslu bir adamım!" diye haykırışları, değerlerin anlamsızlaştığı bu yeni dünyada boşlukta yankılanan çaresiz bir feryada dönüşür.

namuslu, bir komediden çok daha fazlasıdır; o, bir değerler sisteminin çöküşünün ve bu çöküşün ortasında kalan "küçük adamın" trajedisinin filmidir. ertem eğilmez, türkiye'nin yapısal bir dönüşüm geçirdiği bir dönemde, paranın ve materyalist hırsların bir toplumun ruhunu nasıl ele geçirebileceğini, dürüstlük gibi temel erdemleri nasıl anlamsızlaştırabileceğini şener şen'in muhteşem oyunculuğuyla birleştirerek ölümsüzleştirmiştir. filmin finalindeki çaresizlik, seyirciye kahkahanın ardında kalan acı bir tortu bırakır ve bu da onu sıradan bir güldürüden ayırıp bir başyapıt mertebesine yükseltir.
devamını gör...

yıkıcı prensesin umulmadık parşömenleri

tarih boyunca prenses valeriana, krallığını felakete sürükleyen yıkıcı prenses olarak bilindi. ancak kaş'ta yakın zamanda keşfedilen antik parşömenler, bu binlerce yıllık anlatının aslında büyük bir iftira olduğunu gözler önüne serdi. bu metinler, valeriana'nın bir canavar değil, çağının çok ötesinde bir dâhi olduğunu kanıtlıyor.

parşömenler, "kutsal ormanları yok ettiği" yönündeki suçlamaların ardında, aslında kuraklıkla mücadele etmek için tasarladığı dâhiyane baraj ve su kanalı projeleri olduğunu ortaya koyuyor. toplumu kaosa sürüklediği iddiası ise, onun kadınlara mülkiyet hakkı ve sıradan halka eşitlik gibi zamanının çok ötesindeki taleplerinden rahatsız olan soylu ve ruhban sınıfının bir karalamasıydı. ona "dinsiz" denmesinin sebebi de yine bu parşömenlerde anlaşıldı: valeriana, körü körüne inancı değil, insan aklını ve bilimi temel alan felsefi metinler kaleme almıştı.

valeriana'nın fikirleri, mevcut düzeni o kadar derinden sarsma potansiyeli taşıyordu ki, gücü elinde tutanlar, onu bir canavar gibi göstererek kendi otoritelerini korumayı seçtiler. kısacası, "yıkıcı prenses" olarak anılan bu kadın, krallığını yok etmeye değil, tam tersine onu kurtarmaya ve geleceğe taşımaya çalışan bir kahramandı.
devamını gör...

sürü (film)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
senaryosunu yılmaz güney'in hapishanede yazdığı ve zeki ökten'in yönetmenliğinde 1978'de çekilen "sürü", türk sinemasının sadece bir filmi değil, aynı zamanda toplumsal bir manifestosu ve politik bir ağıtıdır. film, ekonomik zorluklar ve kan davaları nedeniyle hayvan sürülerini satmak için doğu'nun dağlarından ankara'nın modern kaosuna doğru yola çıkan bir aşiretin trajik yolculuğunu anlatır. ancak bu basit olay örgüsünün altında, çöken bir feodal düzenin, sınıfsal ve etnik ezilmişliğin, ataerkil sistemin acımasızlığının ve modernite ile gelenek arasındaki kanlı çarpışmanın destansı bir alegorisi yatar. "sürü", bir ailenin değil, bir toplumun ve bir yaşam biçiminin çözülüşünün öyküsüdür.

filmin en güçlü siyasi göndermesi, yolculuğun kendisidir. aşiretin, hayvanlarıyla birlikte tıkıştırıldığı tren vagonlarında yaptığı bu yolculuk, sadece coğrafi bir yer değiştirme değildir; bu, feodal bir geçmişten, acımasız ve yabancı bir kapitalist geleceğe doğru yapılan zorunlu ve sancılı bir göçtür. tren, demir raylar üzerinde ilerleyen soğuk, mekanik ve merkezi devlet aygıtını simgeler. kendi topraklarında bir değere ve güce sahip olan aşiret, bu trenin içinde kimliksizleşir, değersizleşir ve bir nesneye dönüşür. yol boyunca karşılaştıkları hor görülme, dolandırılma ve aşağılanma, kırsal ve etnik olarak öteki olanın, kentin ve merkezi otoritenin karşısındaki çaresizliğinin bir özetidir.

sürü, çökmekte olan feodal düzeni romantize etmez, aksine onun içindeki çürümüşlüğü de cesurca gösterir. tuncel kurtiz'in canlandırdığı aşiret reisi hamo, eski düzenin ve onun katı değerlerinin temsilcisidir. ancak onun otoritesi, kendi toprakları dışında hiçbir anlam ifade etmez. film, bir yandan bu ataerkil ve baskıcı düzenin nasıl sürdürülemez olduğunu gösterirken, bir yandan da bu düzenin yıkılışının getirdiği kimliksizleşme ve yabancılaşmanın acısını seyirciye hissettirir. bu bağlamda, tarık akan'ın canlandırdığı şivan karakteri, eski ile yeni arasında sıkışmış, hem babasının baskısına hem de modern dünyanın acımasızlığına karşı mücadele eden trajik bir figürdür.

filmin en dokunaklı ve en sert eleştirisi ise melike demirağ'ın canlandırdığı berivan karakteri üzerinden ataerkil sisteme yöneltilir. berivan, sadece hasta bir kadın değil, aynı zamanda aşirete dışarıdan gelmiş bir gelin olarak "öteki"dir. onun hastalığı, kayınpederinin ve kocasının ailesinin gözünde bir utanç ve bir yük olarak görülür; insan olarak değeri hiçe sayılır. berivan'ın trenin soğuk ve pis tuvaletinde sessizce can vermesi, kadının en çok ezilenler arasında bile en altta olduğunu gösteren, sinema tarihinin en sarsıcı sahnelerinden biridir. o, hem feodal düzenin hem de o düzeni yutan yeni sistemin ortak kurbanıdır.

sürü, diyaloglarından çok sessizliğiyle, görüntülerinin gücüyle konuşan politik bir başyapıttır. yılmaz güney'in keskin gözlemi ve zeki ökten'in usta yönetimiyle, bir halkın ekonomik ve kültürel olarak nasıl cendereye alındığını anlatır. film, bir yandan feodalizmin insanlık dışı yönlerini eleştirirken, diğer yandan kapitalizmin ve modern devletin yarattığı yabancılaşmayı ve kimliksizleşmeyi suratımıza bir tokat gibi çarpar. bu çok katmanlı ve cesur anlatımıyla "sürü", sadece türkiye sinemasının değil, dünya sinemasının da en önemli politik filmleri arasındaki yerini haklı bir şekilde almıştır.
devamını gör...

uhud savaşı'nda tepeyi terk eden okçular

savaş öncesi hz. muhammed, ordusunu uhud dağı'nın eteklerine yerleştirirken, stratejik bir hamle olarak 50 kişilik bir okçu birliğini savaş alanının kenarındaki küçük bir tepeye konuşlandırdı. bu tepe, hem savaş meydanını hem de ordunun arka hattını kontrol edebilecek konumdaydı. peygamber, okçulara kesin bir emir verdi:
biz kazansak da kaybetsek de yerinizi terk etmeyin.

savaşın ilk aşamasında müslümanlar büyük bir üstünlük sağladı. mekkeli müşrikler dağılmaya başladı ve savaş alanında ganimetler ortaya çıktı. bu durum bazı okçular arasında savaşın sona erdiği, artık aşağı inip ganimet toplamanın zamanı geldiği düşüncesini doğurdu. komutanları abdullah bin cübeyr’in tüm uyarılarına rağmen, okçuların büyük çoğunluğu tepeden ayrıldı ve aşağıya indi. geride yalnızca birkaç kişi kaldı.

bu sırada mekke ordusunun süvari birliğini yöneten halid bin velid, savaşın seyrini değiştirecek hamleyi yaptı. boşalan okçular tepesi’ni fark etti ve birliğiyle dağın arkasından dolanarak tepeye saldırdı. geride kalan birkaç okçuyu etkisiz hale getirdikten sonra müslüman ordusuna arka taraftan saldırdı. ön cepheden hâlâ dağılmamış mekke askerleriyle birlikte, müslümanlar iki yönlü bir saldırının ortasında kaldı.

bu baskınla birlikte müslümanlar düzenlerini kaybetti. savaş meydanında büyük bir panik başladı. hz. hamza bu kargaşa sırasında şehit oldu. hz. peygamber yaralandı ve ordunun morali çöktü. o ana kadar kazanılmakta olan savaş, bir anda tam tersine döndü.

bu olay, islam tarihinde büyük bir ders olarak yer etti. okçular tepesi, sadece bir tepe değil, bir imtihanın ve bir ihmalin sembolü oldu. hz. peygamber’in açık emrine rağmen disiplinden sapmak, zaferi mağlubiyete dönüştürmüştü. o gün müslümanlar, zafer sarhoşluğunun, emre itaatsizliğin ve tedbiri elden bırakmanın bedelini ağır şekilde ödediler.

kısacası müslüman yine müslümanlığını yapmış.
devamını gör...

selvi boylum al yazmalım (film)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
atıf yılmaz'ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve 1977'de izleyiciyle buluşan "selvi boylum al yazmalım", ilk bakışta dokunaklı bir aşk üçgenini anlatan bir melodram gibi görünse de, derinliklerinde 1970'ler türkiye'sinin toplumsal değişimlerine, emek kavramına ve sevginin anlamına dair felsefi bir sorgulama barındırır. cengiz aytmatov'un edebi metninden yola çıkan film, cahit berkay'ın unutulmaz müzikleri eşliğinde, sadece bir aşk hikayesi anlatmanın çok ötesine geçerek, toplumsal bir vicdan ve değerler muhasebesi yapar. bu yönüyle film, siyasi olmaktan çok, toplumsal ve insani göndermelerle örülmüş bir başyapıttır.

filmin en temel toplumsal göndermesi, sanayileşme ve modernleşme ile geleneksel yaşam arasındaki çatışmada görülebilir. kadir inanır'ın canlandırdığı kamyon şoförü ilyas karakteri, bu yeni ve hareketli dünyanın bir simgesidir. onun "al yazmalım" adını verdiği kamyonu, sadece bir ulaşım aracı değil, aynı zamanda köklerinden kopuşun, sürekli hareketin ve yerleşik hayata meydan okumanın bir metaforudur. ilyas'ın coşkulu, tutkulu ama bir o kadar da sorumsuz ve gelgitli aşkı, bu modernleşme sürecinin getirdiği istikrarsızlığın ve bireysel savruluşun bir yansımasıdır. arka planda görünen baraj inşaatları ve yollar, ülkenin kalkınma hamlesine işaret ederken, bu değişimin bireyler üzerindeki yıkıcı etkisini ilyas'ın hikayesinde somutlaştırır.

bu hareketli ve güvencesiz dünyanın karşısında ise ahmet mekin'in hayat verdiği cemşit karakteri durur. cemşit, sabrı, sükuneti, toprağa ve insana bağlılığı temsil eder. o, sevginin anlık bir tutku değil, bilinçli bir tercih ve sürekli bir çaba olduğunu gösteren canlı bir anıttır. film, bu zıtlık üzerinden tarihe geçen o meşhur soruyu sorar: "sevgi neydi?". asya'nın bu soruya verdiği "sevgi, emekti" cevabı, filmin bütün felsefesini özetler. bu cevap, romantik ve bencil tutkuların karşısına, sorumluluk almayı, fedakarlığı ve bir insanı ve onun hayatını sabırla inşa etmeyi koyan derin bir toplumsal eleştiridir. sevginin sermayesinin "emek" olduğunu vurgulayarak, dönemin sol siyasi söylemine de incelikli bir selam gönderir.
filmin bir diğer güçlü yönü ise türkan şoray'ın canlandırdığı asya karakteri üzerinden kadının toplumdaki yerine dair yaptığı yorumdur. asya, çaresiz ve pasif bir kurban değildir. büyük bir tutkuyla sevdiği ilyas'tan, gördüğü sorumsuzluk ve vefasızlık üzerine, kendi ayakları üzerinde durma iradesini göstererek ayrılır. çocuğuyla tek başına kaldığında cemşit'in sunduğu şefkati ve güveni kabul eder. yıllar sonra ilyas geri döndüğünde yaptığı seçim, tamamen kendi iradesiyle, aklıyla ve vicdanıyla verdiği bir karardır. asya, anlık bir hevesin peşinden gitmek yerine, kendisi ve oğlu için güvenli bir gelecek sunan "emeği" seçer. bu, 1970'ler türkiye'sinde kadının kendi kaderini tayin etme hakkına ve duygusal olgunluğuna yapılmış güçlü bir vurgudur.

selvi boylum al yazmalım, karakterlerinin kişisel dramları üzerinden evrensel ve toplumsal gerçeklere kapı aralayan sinematografik bir şiirdir. modernleşmenin getirdiği sancıları, sınıf bilincini, ve en önemlisi sevginin ne olduğunu sorgulatırken, cevabını yine insanın en temel değerinde, "emek"te bulur. bu sebeple sadece kalplere dokunan bir aşk filmi değil, aynı zamanda izleyicisine insana ve hayata dair derin bir bakış açısı sunan, zamanın ötesinde bir klasiktir.
devamını gör...

zübük (film)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kartal tibet'in yönettiği ve 1980 yılında sinemaseverlerle buluşan "zübük", türk sinemasının en keskin ve en cesur siyasi hicivlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. aziz nesin'in aynı adlı romanından uyarlanan bu başyapıt, seyirciyi yalnızca güldürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal ve siyasi yapı üzerine acı gerçeklerle yüzleştirir. film, kartal tibet'in yönettiği ve 1980 yılında sinemaseverlerle buluşan "zübük", türk sinemasının en keskin ve en cesur siyasi hicivlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. aziz nesin'in aynı adlı romanından uyarlanan bu başyapıt, seyirciyi yalnızca güldürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal ve siyasi yapı üzerine acı gerçeklerle yüzleştirir. film, ibrahim zübükzade adlı ahlaki değerlerden tamamen yoksun bir karakterin yükseliş hikayesi üzerinden, siyasetin yozlaşmış doğasını, halkın zaaflarını ve bu ikisinin tehlikeli birleşiminden doğan trajediyi gözler önüne serer. "zübük", bir karakterin eleştirisinden çok, o karakteri yaratan ve yaşatan sistemin ve toplumun bir analizidir.

filmin merkezindeki ibrahim zübükzade karakteri, kemal sunal'ın alıştığımız saf ve iyi niyetli rollerinin tam zıddında, sinema tarihimizin en unutulmaz anti-kahramanlarından biridir. zübük, herhangi bir ideolojisi veya prensibi olmayan, tek amacı kişisel çıkar ve güç elde etmek olan bir siyaset prototipidir. insanların inançlarını, geleneklerini, korkularını ve umutlarını birer araç olarak kullanmakta ustadır. herkese duymak istediğini söyleyen, nabza göre şerbet veren, utanma duygusundan tamamen arınmış bu karakter, aslında popülist ve demagog siyasetçinin evrensel bir portresidir. onun entrikaları, yalanları ve akıl almaz manevraları, siyaset arenasının nasıl bir ahlaki çöküş yaşayabildiğini karikatürize ederek suratımıza çarpar.

ancak "zübük" filminin asıl dehası, eleştiri oklarını sadece siyasetçiye yöneltmemesinde yatar. film, aziz nesin'in de vurguladığı gibi, "zübük var olduğu için mi biz böyleyiz, yoksa biz böyle olduğumuz için mi zübük var?" sorusunu sorar. ibrahim zübükzade'yi bir canavara dönüştüren, onun yükselmesine göz yuman, hatta alkış tutan halkın kendisidir. kasaba halkı, kendi küçük çıkarları, tembellikleri ve bir "kurtarıcı" bekleme alışkanlıkları yüzünden zübük'ün oyunlarına kolayca gelir. film, rüşvet veren memurdan, işini gördürmek için zübük'e yalvaran esnafa kadar toplumun her kesiminin bu yozlaşmadaki payını gösterir. bu yönüyle film, sadece bozuk bir siyasetçinin değil, aynı zamanda o siyasetçiyi var eden "zübüklenebilir" bir toplumun da eleştirisidir.

filmin anlatı yapısı da bu eleştiriyi güçlendirir. olaylar, kasabaya gelen bir gazeteciye, zübük'ün kurbanları tarafından anlatılır. ancak anlatan her kişi, kendi rolünü ve sorumluluğunu gizlemeye, kendini aklamaya çalışır. bu durum, toplumsal bir ikiyüzlülüğü ve kendi hatalarıyla yüzleşmekten kaçan bir zihniyeti ortaya koyar. herkes zübük'ten şikayetçidir ama herkes bir noktada onun değirmenine su taşımıştır. bu, filmin en can alıcı ve bugün bile geçerliliğini koruyan mesajıdır: sorumluluk sadece yönetende değil, aynı zamanda yönetilende, yani toplumun bizzat kendisindedir.

sonuç olarak "zübük", bir komedi filmi maskesi altında, türkiye'nin siyasi ve toplumsal yapısına dair yapılmış en derinlikli eleştirilerden biridir. liyakatsizliğin, popülizmin ve ahlaki çöküşün bir toplumu nasıl esir alabileceğini ders niteliğinde anlatır. kemal sunal'ın kariyerindeki zirve performanslarından biriyle hayat bulan ibrahim zübükzade karakteri, bir isim olmaktan çıkıp bir kavrama dönüşmüş ve türkçenin siyasi argosuna yerleşmiştir. bu bile tek başına, filmin zamanı aşan etkisini ve ne kadar isabetli bir gözlem sunduğunu kanıtlamaya yeterlidir.
devamını gör...

banker bilo

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ertem eğilmez'in yönettiği ve 1980 yılında izleyiciyle buluşan "banker bilo", türk sinemasının yalnızca güldüren değil, aynı zamanda derinlemesine düşündüren başyapıtlarından biridir. film, ilk bakışta saf köylü bilo'nun, kurnaz hemşehrisi maho tarafından dolandırılıp almanya yerine istanbul'a bırakılmasının trajikomik hikayesini anlatsa da, satır aralarında 12 eylül 1980 darbesi öncesi türkiye'nin sosyal ve ekonomik çalkantılarına dair keskin bir eleştiri barındırır. bu yönüyle "banker bilo", bir komedi filminin çok ötesinde, dönemin ruhunu yansıtan siyasi bir inceleme niteliği taşır.

filmin en temel siyasi göndermesi, 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında türkiye'yi saran "köşeyi dönme" zihniyetine ve bunun bir yansıması olan "banker" furyasına yaptığı eleştiridir. şener şen'in canlandırdığı maho karakteri, bu yeni ve acımasız ekonomik düzenin mükemmel bir temsilcisidir. maho, köydeki dayanışma ve güven gibi geleneksel değerleri hiçe sayarak, insanların umutlarını ve hayallerini sömüren bir fırsatçıya dönüşür. onun "banker mahmut" olarak yükselişi, aslında o dönemde türeyen, yüksek faiz vaatleriyle halkın birikimlerini toplayan ve sonunda büyük bir ekonomik krize yol açan bankerlerin karikatürize edilmiş halidir. film, bu yozlaşmış sistemin nasıl çalıştığını, paranın ahlakı nasıl satın aldığını ve sistemin kurnaz olanı nasıl ödüllendirdiğini maho'nun şahsında gözler önüne serer.
diğer yandan, ilyas salman'ın hayat verdiği bilo karakteri, bu vahşi kapitalizmin ve şehir hayatının karşısında ezilen, saf ve dürüst anadolu insanını simgeler. bilo'nun almanya'ya gitme hayali, aslında dönemin türkiye'sindeki ekonomik sıkıntılardan ve işsizlikten bunalan milyonlarca insanın ortak umududur. bu umudun maho tarafından acımasızca sömürülmesi, büyük şehirlere göç eden kırsal kesim insanının yaşadığı hayal kırıklığının ve sömürünün bir alegorisidir.

bilo ve arkadaşlarının istanbul'da bir inşaatta, sefil koşullarda çalıştırılması, dönemin kontrolsüz kentleşme ve emek sömürüsü sorunlarına doğrudan bir göndermedir. inşaat patronunun onlara reva gördüğü muamele, işçi haklarının ve sosyal güvencenin olmadığı, insanın değersizleştirildiği bir düzenin eleştirisidir.

filmin siyasi okuması, sadece ekonomik sistemle sınırlı kalmaz. maho'nun rüşvetle ve dalavereyle işlerini yürütmesi, bürokrasideki ve toplumsal düzendeki çürümüşlüğe de işaret eder. para sayesinde her kapıyı açabilen, kanunları ve kuralları hiçe sayabilen maho'nun karşısında bilo'nun dürüstlüğü ve saflığı sürekli kaybetmeye mahkumdur. bu durum, "doğru duvarın yıkılacağı" yönündeki karamsar toplumsal inancı pekiştirir. ancak filmin sonunda bilo'nun tesadüfler zinciriyle maho'nun yerine geçmesi ve ondan intikam alması, halkın adalet özlemini yansıtan sembolik bir zaferdir. bu final, ezilenin bir gün ezeni alt edeceği yönündeki naif ama güçlü bir toplumsal temenniyi dile getirir.
sonuç olarak "banker bilo", kahkahaların ardına gizlenmiş güçlü bir sosyo-politik eleştiridir. ertem eğilmez, 12 eylül darbesine giden süreçteki ekonomik liberalleşmenin sancılarını, toplumsal değerlerdeki erozyonu, sınıf çatışmasını ve emek sömürüsünü bilo ile maho'nun zıtlığında ustalıkla işlemiştir.

film, üzerinden geçen onca yıla rağmen, fırsatçılık, gelir adaletsizliği ve iyi ile kötünün mücadelesi gibi evrensel temaları sayesinde güncelliğini korumakta ve türk toplumunun hafızasında özel bir yer tutmaya devam etmektedir. o, sadece bir güldürü klasiği değil, aynı zamanda çekildiği dönemin vicdanı ve aynasıdır.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının kedileri

cunda & frodo
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sensörlü lamba

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
sensörlü lamba... apartmanlar için mükemmel bir fikir. özellikle merdiven boşluğunda ışık aniden sönünce, kör gibi ellerini duvara yapıştırıp anahtarı arama devri bitti. sensör seni görür görmez lambayı yakıyor, sen de sanki özel biriymişsin gibi gururla yürüyorsun.

babam bir gün yine “internette ne varsa alınmalı” akımına kapılıp, antreye sensörlü lamba taktırdı. büyük proje. sanki nasa ile ortak çalıştılar. ''gece uyanınca rahat edersiniz'' dedi. evet... ilk 3 saniye şahane. sonra ışık sönüyor ve ben tam ortada kalıyorum. karanlığın tam ortasında, sağım mutfak, solum tuvalet, önüm belirsizlik.

bir anda kendimi ninja gibi hissediyorum. hareket etmeye çalışıyorum ama sensör uykuda. elimi kolumu sallıyorum, olmadı parmaklarımı şıklatıyorum, en son küçük bir dans figürü deniyorum.

geçen gece annemle aynı anda uyanmışız. ben henüz antreye varmamışım, ışık sönmüş, bir baktım annem orada kalakalmış. karanlıkta heykel gibi durmuş. birbirimizi göremiyoruz ama sesler var. annem elini havada sallıyor, arada "tıss tıss" gibi sesler çıkarıyor, sanki sensörü ıslıkla çağıracak. ben de geriden ''ellerini yukarı kaldır anne! sağ çapraza doğru bir adım at!'' diye komut veriyorum. sensörle twister oynuyor gibiyiz.

bir de babam sabah olunca ''çok kullanışlı değil mi?'' diye soruyor. biz gece boyunca orada mekik çekiyoruz, maymun gibi şekilden şekile giriyoruz adam hâlâ memnun. sensör söndükten sonra orada dakikalarca durup mum yakıp dua ettiğimiz oldu, hâlâ ''çok pratik'' diyor.

şu an evin antre kısmı bir geçiş alanı değil, bir sınav merkezi. geceleri oradan geçerken kendini hayatta kalma kampında gibi hissediyorsun. tek eksik, biraz ışık.
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

open.spotify.com/track/1USN...
devamını gör...

ikonik gol sevinçleri

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
futbol tarihinin en ikonik ve en tartışmalı gol sevinçlerinden biri, 27 mart 1999 tarihinde liverpool’un efsanevi golcüsü robbie fowler tarafından sergilendi. anfield’da oynanan ve liverpool’un ezeli rakibi everton’la karşılaştığı merseyside derbisinde, fowler attığı gol sonrası yaptığı sevinçle tüm dünyanın dikkatini çekti ama bu sevinç, alışıldık bir kutlamadan çok daha fazlasıydı.

liverpool, ezeli rakibi everton ile premier league maçında karşı karşıyaydı. maç oldukça gergin geçiyor, iki taraf da sert mücadele ediyordu. robbie fowler, liverpool formasıyla ağları havalandırdıktan sonra kaleye yönelmedi, tribünlere de koşmadı. onun yerine, sahanın kenarına gitti, yere eğildi ve burnunu çizgi boyunca çeker gibi yaptı; sanki kokain kullanıyormuş gibi.

bu hareket hem tribünlerde hem televizyon başındaki milyonlarca izleyicide şok etkisi yarattı. ancak bu sevinç aslında bir “protestoydu.”

fowler, bu davranışıyla özellikle everton taraftarlarının uzun süredir kendisi hakkında ortaya attığı bir uyuşturucu kullanma dedikodusuna göndermede bulunuyordu. everton taraftarları, genç yaşta yıldızlaşan fowler’ın uyuşturucu bağımlısı olduğunu iddia eden söylentileri yıllardır tribünlerde dile getiriyordu. fowler, bu gol sevinciyle bu ithamları alaycı bir şekilde protesto etmiş, "işte istediğiniz bu muydu?" dercesine, bir futbolcunun nasıl medyanın ve tribünlerin baskısıyla karşı karşıya kaldığını göstermişti.

bu sevinç, ingiltere futbol federasyonu’nun tepkisini çekti. robbie fowler, "ahlak dışı ve kötü örnek teşkil eden davranış" nedeniyle 4 maç ceza ve 60.000 sterlin para cezası aldı. liverpool teknik direktörü gérard houllier ise oyuncusunu savunarak, "aslında çizgileri kokluyormuş gibi değil, yere düşen şekerleri yiyormuş gibi yaptı," gibi oldukça yaratıcı bir açıklamayla gündem olmuştu.

robbie fowler’ın bu gol sevinci, sadece premier league değil, genel olarak futbol dünyasında gol sevinçlerinin bir ifade biçimi olarak nasıl kullanılabileceğini göstermesi açısından önemliydi. bu sevinç hem medya ile futbolcu ilişkilerinin, hem taraftar dedikodularının, hem de sporculuk psikolojisinin sınırlarını gözler önüne serdi.

robbie fowler’ın kokain içme taklidi yaparak golünü kutlaması, futbol tarihinin unutulmaz anlarından biri oldu. bir futbolcunun kendi itibarını savunmak için saha içinde yaptığı bu protesto, sevinçten çok bir mesajdı. ve bu mesaj, yıllar sonra bile hatırlanmaya devam ediyor.
devamını gör...

bugünün önemini anlatan üç konu başlığı

kitlenen direksiyon, kırık serçe parmağı ve pizza.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim