son samuray tarafından ukde bırakılmıştır.
eminim daha önce
usçuluk, (bkz:
akılcılık) ve (bkz:
rasyonalizm) olarak açılmıştır. ve aynı manaya gelmektedir.
akılcılık, en salt manasıyla bilginin kaynağının yalnızca akılla elde edilebileceğini savunan katı görüştür. katı diyorum çünkü felsefe tarihinde epey yer ve zaman işgal etmişlerdir. hatta farklı filozoflar üzerine kendini tekrar eden görüşlerin varlığını sürdürmüştür.
akılcı yaklaşım belli bir alanı değil neredeyse tüm felsefi alanlar üzerinde söz sahibidir. akılcılık üzerine yapılan kırılmalar tarihin belli dönemlerindeki dönüşümlere sebep olmuştur.
peki kimdir bu akılcılar veya akılcı yaklaşanlar?
akılcı yaklaşan filozofların sayısı az değildir ve çoğu popüler filozoftur. hepimizin liseden bildiği adamlardır yani. sokrates öncesi dönemde pythagoras ve parmenides, sokrates sonrası dönemde ise platon ve aristotelestir. yine aristo sonrası plotinus önemli bir filozoftur.
islam felsefesindeki akılcılar ise meşai gelenekte olanlardır. yani aristoteles'in izinden yürüyenlerdir. farabi, ibn-sina ve ibn-i rüşd gibi.
ortaçağ felsefesinde ise yani avrupadaki kliseye bağlı kalan skolastik felsefede usçuluk ön planda değildir. bunun sebebi, hristiyanlığın avrupaya yayılması ve inançla aklı uzlaştırma çabasında inancın ön plana çıkmasıdır. o yüzden bu filozoflar usçu olarak nadiren değerlendirilmektedir.
şimdi gelelim, asıl akılcı yaklaşımın rasyonalizm olduğu dönem olan 17. yüzyıl felsefesine, aristoteles'in modern bir tekrarı olan descartes
cogito ergo sum'a ulaşma yolculuğunda meditasyonlar adlı eserinde başka hiçbir unsura bağlı olmadan bilginin kaynağını kendi aklında bulmuştur. arkasından gelen spinoza, leibniz ve wolf bu felsefeyi geliştirmişlerdir. zaten bu dönem aynı zamanda akılcılığın revaçta olduğu bir dönemdir çünkü bu paragrafta ismini zikrettiklerimiz ontolojilerini sadece akıla dayandıran metafizik sistem kurdular. ve yine bahsettiğim filozoflar aynı dönemde yaşamamış süreç 19. yüzyıla kadar uzamıştır. ama aynı zamanda batı felsefesi alanında akılcılığın güç kaybetmeye başladığı dönemdir. çünkü bilimsel çoğu devrim gerçekleşmiş ve insanların düşünsel ihtiyaçlarının sınırı batı için değişmişti. hegel, j. locke, rousseau gibi isimler akılcıların görüşlerini farklı alanlarda dönüştürdüler. hegel, zamanın geisti görüşüyle ruhun varlığını, j. locke ise en bilenen tabiriyle tabura rasa görüşüyle eğitim, ahlak ve bilgi felsefesini değiştirdi. rousseau ise akılcıların aristokrasiye olan bağlarını eleştirdi.
20. yüzyılda ise durum daha da değişti, artık farklı yaklaşımlar güçleniyor ve yeni yaklaşımlar türüyordu. ancak burada da halen akılcılığın sesi güçlü çıkıyordu. bü dönemde noam chomsky, ve ayn rayd en bilinen temsilciler oldular.
şimdi düşüncenin kedisini bu entry'de açıklamak çok zor, çünkü adını saymadığımız nice filozofun katkıları var ama temel prensipleri olan bilginin konumunudan başlayacağım. "bilgi a priori"dir. a priori bilgi deneyle elde edilemediğinden zihinde vardırlar. sokrateste böyleydi onun ebelik yöntemi var olan bilginin ortaya çıkarmasını sağlıyordu. bu görüşe göre deneyle bilgi elde edilemeyeceği yönünde. yaşanılan deneyimler, sohbetler veya yaşanmışlar diye özetleyebileceğimiz insan hayatının parçaları zihinde olan bilgiyi sadece ortaya çıkarır. yeni bir bilgi sunmaz. dolayısıyla bu yaklaşıma en büyük eleştiriler deneyci çevrelerden gelmiştir.
sadece günlük yaşamda içinde düşünmeyin akılcılar, tanrının varlığından tutunda başka ahlaki alanların konusu olan her şeyi zihnin üretimi olarak çözüme kavuşturmak niyetindeydiler.
bu bakımdan incelendiğinde, usçuluk bir yerde tıkanıyordu. hatta kant bu durumu bile eleştirdi. zaten kitaplarının adı oradan gelmektedir; arı usun eleştirisi, pratik aklın eleştirisi gibi.
hatta kant daha ileri gitti ve bazı şeyleri akılla kavrayamayacağımızı söyledi ve hume'u dogmatik uykusundan uyandırdı.
devamını gör...