for sama
uzun yazı olması gerçekte bir şey söylediğim manasına gelmeyecektir. gerçekte parmaklarımdaki dokulardan klavyeden yazılıma geçen ikmal sürecinde, bana ait hiçbir söz yok. fiiliyatta orospular ve pezevenkler doğurmuş/doğurtmuştur. siber-uzamda ne yazarsak yazalım neyi alaşağı edersek edelim, bize düşen ve akamet sağlayabileceğimiz herhangi bir söze cevap yok. orada değilim. hiçbir izm doğurganlığı örtbas edemedi. yazım hatalarının canı cehenneme/köküne kibrit suyu!
for sama yapımındaki: harabe yıkıntılar arasında üreyen böcekler üzerine
doğum tuzağa düşürülmedir. buna sebep olanların itlaf edilmesi, lağvedilmesi, izale olması ve yerle yeksanlığa bulanıp, tastamam zail olması en meşrusudur.
bir taammüt varsa o da doğumdur.
velüdiyetçi sözde savaştan kaçtık belgeseli:
salt hödük bir kadının üstlendiği vahşetin her yana sirayet ettiği yerde; izlenilen görüntülerde olansa, 50 dakikadan fazla 'doğum güzellemesi' savaşın/çatışmanın ortasında, sözde çocuğuna bir şey bırakma maksatlı ürettiği bu garabetlik harikasından geriye yıkım-kıyım ve ardıllarıyla gelen metrukluktan başka bir şey bırakmadı. anneliğini kullanıp batıya bebekcikler ölüyor göndermesi yapacak kadar utanç verici söylemlerden sakınılmamış. birilerinin öğünlerine tekabül edecek, zaruri ihtiyaçlar dahilinde olan: yiyecek ve su bile bulunmayan ürpertiği, birileri kahvesini yudumlayarak izledi. ama 'annemiz' demogoji yaparak batı uluscuğu bizi izledi diyor. hiçbir uzam-zamanda bile umurlarında değildiniz!
senin bebeğinin geleceğini refah düzeyinde katbekat arşınlamışlara, 'bak john bak anna' insanlar nasıl hayatları için ''savaş veriyor bunun için yaşıyor'' diye kendileri avutacak bir belgesel verdin. sabahına oburluklarını gidermek için koşuya çıkacaklar seni izleyip günbegün kıçlarını sıkılaştırmakla uğraşanların hallerinize üzülmesini beklediniz. bu asla kabul edilemez vahşet oyununda çocukları bile buna alet edip, (bunu tekrar ediyorum: yapım boyunca en katıksız haliyle pislik bir aptallıkla yer yer aptal sırıtışlar arasında, ekrana devamlı bebek sıçmalarından başka yaptıkları bir şey yoktu.) birileri çıkıp bunu klavyeden aktarmak kolay 'sen olsan ne yapardın'ı tıpkı keyfi yerinde, gerçekte bu konuları bile kendi çıkarı için kullanacak tiynetsiz sürüsü bu insanlara benzeşmeye ve empati yetersizliğiyle sonuçlanacak yoz yorumlarıda, bu savaşın içinden gelenlere yapacakları sığ yorumları andırır.
yapım boyunca sadece gözümüze çarpan, sözde analık içgüdüsünün allayıp pullayan, (bu melanet yere -yaşama katiyen gelmemesi gereken bebekleri), hayatları pahasına getirip, onları -kan havuzuna- kurban eden birkaç caniyi izledik! tıpkı kafalarına bomba yağdırmak sakınmayacaklar gibi, onlarda bir canlıyı, capcanlı kılmak için dehşet verici bir atmosfere velet pehdahlıyorlar... korkunç!
cüruf bomba atıkları arasında
ru486 ulaşım yok (!) amma bebek sıçmağa var.
jeopolitikliğinden hiçlik akan bir tiraniklerin oyun oynadığı yerde, söz gelimi 'masumdu o çocuklar lafını sıkacaklar', bizzat savaş çığırtkanlığının kol gezdiği
gisgriliğin sindiği terörizmin konuçlandığı coğrafyada bedelleri ancak -minik bedenler- ödesin demekten geri durmuyor. biçip ve ezip geçenlere karşı oluşturdukları duruş, donuklaştıran savaş-etkisi ve düşünememezlikten ziyade; tek gayeleri onulmaz yaralarını bebekler üzerinden yapacak kadar gaddar olmalarıdır.
harabiyet alanlarına karşın kof bir allah'a sığıntılık yapıp, etten duvarları da etraflıca (kordon bağını kestikleriyle) sürdürüyorlar.
[ bu yüzden savaşarak etrafınızda barış kuramazsınız. bu gezegeni huzur dolu bir yapamazsınız. u.g krishnamurti ]
bugünün yaşanılmayacak derece illet bir hal alan gezegeninde böylesi kısa vadeli -sözde mutluluk kusmayı- dikte edecekleri düzlemde bile hiçbir şey kalmamışken; ellerinden kayıp giderken, yarının zenofobisine maruz kalacaklar, bizim gibi menfur bir ülke olan türkiye'de bile, - bu senaryonun işlendiği yabancılaşmaya kadar gidecek her olgunun gerçekleşerek bu insancıkları hiçe çevirdiği noktada kendi delaletlerinde, böcek dalaşından öteye geçemeyecek, safi kan deryası içinde, ''hiç gelmeyen gelecekte'' oluşmadan sönen faziletlerini sadece ve sadece çocuklarını bu savaşa ortak etmek için gerisingeriye didip duruyorlar.
cesetlerin dolup dolup taştığı yıkıntılar arasında, ehvalin gezine durduğu, ve yegane buluştuğu çöküntülerde, çürümeğe bırakılan bilhassa çocukların tahakkümle olmaması gereken hiçliğe sürükleyen bu eblehlerden başkası değildir. zoraki olarak illa doğurup tüm bu keşmekeşin ortasına ne uğruna iskelet atıverirsin? tüm oluşmaması en iyisi olacak fenotipleri savaşın ortasına atılmasından başka nedir? yarının paramilitarlerini yetiştirmek için mi?
hizipçilik arasında gebermelere doyamıyorlar. tümden bu sorgulama bile suya düşüyor. bu -atık kadavralar- çoktandır kendi hiçliklerini kuşanmış vaziyetteler.
yapımımızda çocuklar savaş alanının içinde rahatça doğup hiç de perinatal asfiksi uğradıkları söylenemez. bol bol bombadan zehirlenme varken rahimden cehenneme iştirak etmek varken, analığının karnında kendini öldürme cüreti gösteremeyecek
kusmuk dölütler ortadoğudaki hezimete düşmek için can atmışlardır.
infilak eden ceset-leşmişlerin arasında sırıtmakta ancak
oligofreniden ileri gelir.
durumun öcü ve kor-trajik vehametine bakmak bizi leşe çeviyor!
(eğer ki bir (b: misopedia) sorunu vuku buluyorsa: bunca kalıntıları sindiren geberikler tozu dumana kattıkları bataklıkta,
childism yapanlar varsa, en büyük misopedialığa zaten onu bu lanetimsi yere bırakarak yapmış olur.)
otonom savaş makineleri arasına düşecek velet için el kitabı niyetinde; (doğmamanın biricikliğini asla kestiremeyecek olanlara) 'doğal doğum' diye bir kitabı öyle bir atmosferde yazacak jinekolog lazım bu kişiciklere.
yitik kitlerinin hiç doğmaması üzerine: bu kokuşmuş analiz sıçmanın sonunda denilebilir ki; böylesi parçalanarak infilak eden bedenler arasında olmamak en meşrusudur.
korkunç ötesi kanların oluk oluk aktığı ortadoğu bataklığında: leşleşmenin hitamı!
anti-natal olmak, pre-natalist
pronatalizm karşıtlığının antidotluğunu üstlenmek, ya da
depresif realistliği takınmanın bile bir anlamının olmaması; tümden hiç oluşmadan sönmesi - tam da yapımdakiler gibilerin her yana doluştuğuna işarettir. en zoru bu tutum-dışı hali sürdürmektir. en
negativist söz öbekleriyle dahi bu noktalara ilişilemiyor.
yoksa, bunca bataklığın içinde hemhal olunan konular arasında cehennemin solungaçları üzerinde durup, neslin devamlılığıyla ilgilenmemek ne övülesidir ne de yerilesi.
''(...)istismardan istismara, şiddetten şiddete kadar, yarışın, otoyolun, gecenin sonuna geliyoruz. bizi acı çekmeye zorlayanları hor görerek, reddederek, zihinsel olarak öldürerek, melankoli ve kabullenmenin saf güzelliğinde gemi kazası geçirerek acı çekebiliriz.''
guido ceronetti
gynocentric şirretliğe ne kadar çok hak tanınırsa, o kadar canlının hayatıyla oynamaya devam edeceklerdir işarettiğim bu. asla bir sözde uçkurunu ön safaya koyarak, ''bir şeyi var etmek istiyorum yumurtalıklarımın hükmü burada, ve sen kim köpeksin buna karışırsın'' tam da ölümün öcüsünden korkan asalak furyanın yitik kişilerinin kullanacağı satırlardır. lafları ancak birincil-ahmaklığı takınan bu coğrafyanın kokuşmuş kadınlığın kof aptallığına yaraşır. dünyaya mother gaia diyen erk piçiydi. bugün sahibeliğine soyunan dehşeti ilkah eden
öcü kadın-merkezciliğin sözde variyetidir. kökten yapay-robot doğuma sığınmanın verdiği bedenleşme ve tüm paradigmaların ardılı ne varsa, bu abartılıp da kendinden menkul olan bedenlere yüklenen en gereksiz misyon çıktısı da bunun yegane örneğidir. erkeğin ucubeliğinin manası hakkında hiçbir şey konuşamayız.
*ni parça pinçik edecek kadın kendine en büyük iyiliği yapmış olur.
''sen erkek bir zirzopsun bana düşünceni dikte edemezsin'' vıyaklaması, kendi yumurtalıklarının mabutluğunu en bozungucu korunan aptallık haliyle üstlenen, ihtilaç halinde kalanları dünyaya fırlatıp sevgi verdim diyen gaddarlardır. çocuklar halavettir diyende uçkurundan ayrıksı konuşamayacak bedenlerdir. hiçbir özelliği olmayan kadınlığın ihtira arasından bir şeyi söküp aldığını sanması en büyük kötülüktür. hiçbir şekilde yetmeyen dünyayı bile kıskanan ve gerçekte hiçbir şeyi dahi hak etmeyecek kadınlıktan kasıklarını sökünce geriye hiçi bile kalmaz. ihtiraslarını canlıya dikte eden odur. savaşların hiçi erke gelmedik, neden/niçin rolünü sorgulanamayacak derecede yoksun. dölleyerek geberikleştiğinden reddiyesini dahi salık veremedik. tıpkı yapımdakiler gibi (belirtmek gerekir ki buradan analoji ve kıyas dahi çıkmaz) ... fasfakirliğinde bile doğurganlıklarından ödünvermeyen tiynetsizleri andırır. hemcinslerine ulusa seslenir gibi seslenen, birbirlerinin yumurtalıklarını kıskanan iğrençlikler kendileri metalaştırarak boykot eder. eh, heyhat günün bitimindeyse birinden biri tokofobik değildir.
(bu sayıklamalar neticesinde doğum vuku bulduğunda sadece ilk defa doğuran kendiymiş gibi yapan, ve dedikleriyle birbirleri didik didik edip, ellerini kasıklara sokup sıvazlayan lanet kadın figürüne düşen, son söz merciği ve doğuma onun karar verecek olması en apansız haliyle onmaz/onulmaz bir vahşettir.)
cansızlıktan canlıyı bu evrenin göt deliğine dünyaya getirmeye zorlama. erkliğin erekliğini kökten söndür. menisini topyekun reddet. tam robot olmanıza kadar, bedenlerimiz artık karınlarımızdan vajinalarımızdan ölüm sıçmıyor diyene değin. savaşsız ve en güzel gezegen denilen yere çevireceğiz dediğiniz noktaya kadar savaş erbabı erk-tahakkümünün sonu!
thomas malthus, genellikle
insanın kıtlığı yenmekteki icat gücünü değerlendiremeyen sahte bir kâhin olarak görülür. aslında yasak bir gerçeği dile getirmiştir. insanlar diğer hayvanlar gibi çevrenin taşıma kapasitesini aşabilir. böyle olduğu zaman kıtlık, salgın ya da savaş bir kısmını ayırıp yok edecektir. bu gerçek, tarihin hiçbir döneminde bu kadar belirgin olmamıştır. robert kaplan’ın yazdığı gibi:
malthus -verimsiz toprakların, kıtlığın, hastalığın ve yoksullar arasındaki yaşam kalitesinin siyasi etkileri üzerinde duran ilk filozof- rahatsız edicidir, çünkü yirmi birinci yüzyılın ilk yarısının en önemli tartışmasını tanımlamıştır. nüfus, öngörülen istikrara ulaşmadan altı milyardan on milyara yükselerek gezegenin doğal çevresini daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir teste tabi tutarken -`bir milyar insan açlıkla ve yerkürenin yoksul kesimleri`nde kronikleşen (hem siyasi hem suça yönelik) şiddetle karşı karşıyadır-
malthusçu sözcüğü önümüzdeki yıllarda artan bir sıklıkla duyulacaktır.
el kaide, john gray
sosyo-biyoloji sıçmağa gayret gösterip, ''savaş esnasında insanlar üremeğe neşnedir'' diyecek olmayan bireyciklere sözüm yok.
terörizmi kanla vehmetmek isketlerinin mezarı bu dünyayla ödeşmesinden başka bir şey değildir. taruz kusursuzlaştırmaya ıkınan savaş; biyoteknolojiyle bile bir paralellik gözetemiyor/gözetmiyor.
terörize olmak/terörize edilmek ile yetinilmiyor! artık algoritmadan bir yazılımdan süren en basite indirgenen komplekslikle süren savaşa hala kokuşmuş bedenleri ortaya sürerek bu oyunu sürdürüyorlar.
kıtalara konuçlanmış terrörizm kendi kendini lağvedemedi.
gebermelere doyamayan, (çevresindeki hiçlikle yüz yüze gelen bu gezegende olmaması yeğ olacaklar: ihtilaç halinde didinmelerini paklayacak yegane çare, dünya kendi taksonomisini en saf haliyle istemediği an ancak -kitlesel yok oluşla gelecek, gerçek dünya soykırımıyla son bulsun!)