dengesizdengesiz yazar profili

öncelikle tanım yapalım; gondor vekilharcı denethor'un oğlu, minas tirith'in koruyucusudur.

şimdi bu aragorn efendinin tahtı red ettiği, bu işlerden uzak kaldığı dönemlerde gondor'un tahtına vekalet eden denethor'un büyük oğlu boromir (ve kardeşi faramir,kendisi kefeni yırttığı için mevzu dışı şu an) orta dünyanın en çok haksızlığa uğrayan adamıdır.

millet etrafta keyfince dolaşırken bu kardeşimiz mordor kapılarına en yakın yer olan osgiliath ve sonrasında minas tirith'i savunmaktadır. orklar olsun, büyücü kral olsun hiç birisine geçit vermeden geride kalan herkesin rahat nefes almasını sağlamaktadır.

gelgelelim adamcağızı güç yüzüğünü bana verin minas tirith'e götürelim dediği için afaroz ettiler ayrıkvadi'deki konseyde. adam verin yüzüğü sauron'a karşı kullanalım dedi altı üstü, hemen o kolpacı gandalf'la elrond çullandılar tepesine. o da haklı olarak "hafız iyi diyosun da biz savaşıyoruz yıllardır orklara karşı, hepiniz burda keyifle şarap içiyorsunuz. olmaz böyle düzeltin bunları" dedi.
sonra hemen "vay efendim sen ne anlarsın yüzükten, bunu en iyi biz biliriz bizz.. onu yok etmemiz lazım, kim götürecek hüküm dağına.. aaa frodo burada, o götürsün, zaten buraya kadar gelmişsiniz, iki adım yer şuracıkta" diye diye elinden aldılar yüzüğü.

neyse efendim, boromir de yüzüğe göz kulak olalım bu salaklar şimdi düşürürler filan diye kardeşliğe katılır. (hatta bir sahnede yüzüğü hakikaten düşürdü frodo, boromir aldı, oğlum dikkat et, etraf kötü kaybolan eşyalardan müessesemiz sorumlu değildir diye geri verdi. ben olsam hayatta vermezdim, salak bir yüzüğe sahip çıkamıyorsun der yürür giderdim açıkçası).

kardeşliğin daha ilk büyük çatışmalardan birinde amon her'de frodo'dan yüzüğü ister, frodo salağı kaçmak için yüzüğü takınca yeri de hemen belli olur bütün uruk hai'ler çullanır tepelerine.
boromir yine delikanlı adamdır, "oğlum bana yüzüğü vermediler, naparsanız yapın" demedi (ben olsam kaçardım, ne uğraşıcam elin iti uğursuzuyla). gitti uruk hai ordusuyla çatıştı hatta merry ve pippin'i kurtardı kendisi öldü.
hatta ölmeye yakın gondor borusunu çalıyordu.

aah ahh yazık oldu adama. bir de son anlarda "kralım" filan diyordu, ya senin kralım dediğin adam manita peşinde koşmaktan aklı çıktı sonra haberin yok kardeşim. yazık...

hep italya ile oynadım, yenildim.
yine oynadım daha iyi yenildim.
sonra tekrar tekrar oynadım yine yenildim.

neyse ki yıllar sonra mame emulator imdadıma yetişti de italya ile oyunu bitirdim. (o kadar uğraştan sonra bitirince insan güzel bir ending scene bekliyor ama nafile. bir eleman parmağının ucunda top döndürüyor, isimler yazıyor. ayıptır, insan bir güzellik yapar değişik bir şeyler ekler).
oyunda ispanya ve italya'nın oynadıkları saha plaj yanında, böyle daha bir janjanlı gibi. ayrıca bu ikisinin sahasında oynanan maçların fondaki müziği de güzel.

ahanda bu

filmin güzelliği ile mel gibson'un yaşlandığını görmenin verdiği hüzün birbiriyle doğru orantılıdır.

adam gözümüzün önünde tertemiz delirdi...

otisabi, yılmaz aslantürk'ün uzun yıllardır çizdiği hikayenin kahramanıdır. kadınları yatağa atmaya çalışan, mümkün olduğunca tek gecelik ilişki yaşamaya meyilli bekar bir grafikerdir. (çizerin başından kısa bir evlilik geçtiği için o kısmı da otisabi maceralarında görebiliriz.)

öykülerde arka planda teknolojinin, güncel hayatın, istanbul'un, çevrenin sürekli değiştiğine tanık oluruz. örneğin sabit telefonlarla iletişimden, cep telefonuna, msn, skype, whatsapp'a kademe kademe teknoloji ya da istiklal'de arka planda bohem tayfa varken, son dönem çizdiklerinde şalvarlı-çarşaflı arap çiftler görülür. değişmeyen tek şey otisabi'nin pardesüsüdür.

otisabi'ye göre her kadın farklıdır, onun dinamiklerine göre her seferinde yeni bir şey öğrenir ve ikna edebilmek için yeni taktikler geliştirir. maceralarında ara sıra itiraf eder "halen beni şaşırtmayı başarıyorsunuz, bunun için sizden vazgeçemiyorum" diye. ikili ilişkilerde başarılı olamayanlar için aslında gizli bir eğiticidir de denebilir.

dostoyevski'ye göre hepimiz gogol'un palto'sundan çıktık.
son dönemdeki kadın-erkek ilişkilerinin bir kısmı da otisabi'nin pardesüsünden çıkmış olabilir.

starcraft'ta karakterin üzerinde tıklamaya devam ettiğinizde ufak ufak çileden çıkmaya başlar. işi gücü bırakıp sırf monologu dinlemek için karakterlerin üzerine tıklarım ara ara. (warcraft'ta da aynısı mevcut bu arada)
her karakterin ayrı ayrı söyleyip saydırdıkları var.

örneğin battlecruiser ve marine'de aşağıdaki gibi;

battlacruise operational
receiving transmission
goodday commander
hailing frequincies are open
identify yourself
shields up weapons online
not equipped with shields, then buckle up
we are getting away behind schedule
i really have to go, number one
jean luc picard star trek next generation


marine;

you want a piece of me boy
go go go
lets move
outstanding
rock and roll
are you gonna give me orders
oh my god he's whacked
i vote we fraged this commander
how do i get out of this chicken beep outfit
if it weren't for these damned netural implants you'd be smoldering crater by now
ahhhh that's the stuff
ahhh yeaaa

modern keriz silkeleme yöntemidir.

gece ve gündüzün eşitlendiği bugün ilkbaharın başlangıcıdır. eski takvimlerde yıl bugünle başlatılır, çünkü tohumların atılacağı, bitkilerin yeşereceği, hayvanların uykudan uyanacağı, gidenlerin döneceği mevsim gelmiştir. nevruz demek, yeni gün, diriliş, uyanış zamanıdır. tüm canlıların kutlu mevsimi, doğanın sonsuzca döngüsünün işareti , yeşermenin vaktidir. yaşamın doğum günüdür. bugün açan ilk çiçeğe baharın müjdecisi olarak nevruz adı verilmiştir.

çingeneler der ki, sis kralının kızları, dağ ve orman perileri uzun saçlarını yaşadıkları yüksek dağdan aşağı doğru sarkıtarak dalgalandırır, sis meydana getirirlerdi. bu perilerin saçları bitlendiğinde de dolu yağardı. bütün kış mağaralarda yaşar, ilkbaharda ortaya çıkarlardı. guguk kuşunun bu dağ ve orman perilerinin tekrar ortaya çıkışlarını yani ilkbaharın gelişini bir kayın ağacı dalına konarak müjdelediğine inanılırdı. (alıntı)

şu güzel bayramın bir kaç harf ile politize edilmediği mutlu bir coğrafyada kutlanmasını dilerim.

uzunca bir süre görmezden gelinen, dikkat çekmeye başladığında vahşi kapital sistem tarafından "sevgililer günü"ne indirgenmeye hatta harcanmaya çalışılan, son bir kaç yıldır "emekçi kadınlar" kısmının yeterince çok olmasa da ön plana çıkmaya başladığı (çok şükür) gündür.

halen daha sadece "kadınlar günü diye kutlanması gereken vasat bir yıldönümü" olarak görülmesi bir erkek olarak beni çileden çıkartıyor.
halbuki 8 mart, kadın emeğinin kutsanması gereken bir gündür. emeğiniz kutsaldır.

haklarını savunmak için direnirken ölen dokuma işçisi kadınlara selam olsun.
amerika'daki dokuma işçisi kadınlar bu bilince yıllar önce sahip olmuşken, bizim bu konuda daha çok yolumuz olması da çok acı.

günümüzde kadın erkek ilişkileri

(final sağlam)

bülbül gibi şakımak iki biraya bakar.

1999'da 4400 metreden atlayışı esnasında paraşütü açılmayınca 128 km/sa (nasıl önemli bir sayı bu, her yerde karşımıza çıkıyor) hızla yere çakılan kadındır.

çakıldığı yer ateş karıncalarının yuvasıymış. yuvaya düşünce karıncalar tarafından yüzlerce kez ısırılınca vücudu şoka girerek adrenalin salgılıyor ve duran kalbi tekrar çalışmaya başlıyor. 2 hafta komada kalıp daha sonrasında 20 estetik operasyon ve fizik tedavilerle iyileşiyor.
sonra yine paraşütle atlamaya devam ediyor.

kalitesi zaman çarkı serisine dönmez umarım. beklentileri düşük tutmakta yarar var.

bunun bir üst seviyesi o kitabın hiç gelmemesidir.

sanırım artık 50lik olarak üretilmiyor ya da ben denk gelmiyorum. biraz acımsı bir içimi var, genizde aromasını fark ettiriyor. bir ara gittiğim mekanlarda çok fazla içerdim, şimdi sadece 33lük gördüğüm için dişimin kavuğuna bile gitmiyor, içmiyorum.

aromasının fazlalığı biranın tadını biraz fazla örtüyor.

1970 doğumlu çizer. oğuz aral gırgır'ının son dönemine yetişmiş karikatürist, aynı zamanda cumhuriyet davalarında mahkeme çizerliği de yapmıştır.

2010 yılında (istanbul avrupa kültür başkenti seçildiği yıl) kısmen başlayıp 2017'de bitirdiği
fractal istanbul tarihi yarımada illüstrasyonu 200.000.000 piksellik bir çalışmadır. "haritanın kökleri çocukluğuma kadar uzanır, 70li yılların bol araba kornalı, simit kokulu istanbul'una kadar" diye tanımlamaya başlıyor tarık tolunay. aylarca uğraştığı ufak bir kısmın çizimlerini beğenmeyip çöpe atmış, tekrar çizmiş. tarihi yarımadayı tamamen sokak sokak çizmeye imkan olmadığı için mümkün olduğunca sadeleştirdiği halde çok detaylı olmuş. her santimetre karesinde farklı bir detay yakalanabiliyor. o kadar ince detaylar var ki ayasofya'daki bir mermer üzerindeki yazı ya da oğuz aral'ın efsane karakteri avni bile görülebilir.
dijital ortamda ekranda zoom yaparak en ince detaylarına kadar incelemesi saatler sürüyor buna rağmen bitiremiyorsunuz.

2019'da yılında haydarpaşa panorama , 2020 yılında fractal istanbul pandemi , son olarak ters açıdan bakan goldenhorn çalışması yayınlandı.

nft dünyasına da çok hızlı giriş yaptı, eserlerini etherium karşılığı opensea üzerinden satıyor.

basılı ürünlerinden iki tanesi (her ne kadar maliyeti biraz yüksek olsa da) evimide duvarların bir kısmını süslüyor. sadece tarihi yarımadayı almaya niyetlenip, dayanamayıp goldenhorn'u da alarak nihayete ulaşmıştım. gözüm diğer haydarpaşa eserinde, burasıyla ilgili ayrı bir gönül bağım olduğu için ilk fırsatta ulaşacağım sanırım.

2009 yılında 2.futbol liginde oynayan oyuncuların 38 yaşına kadar askerliği tecil edilebileceğine dair yasanın çıkmasına mütakip önce arsinspor'a, daha sonra takım küme düşünce tepecikspor'a transfer olmuş şarkıcıdır.

biz değil ama kendisi gayet müsterih görünüyor. nebati ile kolkola girerek pandemi sürecini fesh etmişler.

bu daha iyi olurdu sanki.