ethempertevefendi yazar profili

ethempertevefendi kapak fotoğrafı
ethempertevefendi profil fotoğrafı
rozet
karma: 5518 tanım: 403 başlık: 31 takipçi: 76

son tanımları | başucu eserleri


kitap okuma alışkanlığı

türkiye'de "kitap okumak" diye ne okuduğundan ve nasıl okuduğundan bağımsız bir uğraş var zannediliyor. yani kitap okumanın kendisi çok spesifik bir şeymiş gibi. kitap okumak dediğiniz şey çok geniş bir kavram, internete girmek gibi. ne okuyorsun, hangi konuda okuyorsun. kitap dediğimiz nesne yalnızca düşünme tarzının ve bir insanın fikirlerinin başka kişilerle paylaşılmasının bir yöntemidir. ve size şöyle söyleyeyim: bu iş için şu ana kadar bulunmuş en iyi yöntemdir. çünkü kitap formatında düşünceler belirli bir plan dahilinde oluşturulur, belirli bir disiplin ile sergilenir; okuyucu kitabı okurken sadece kitabı yazanın düşüncelerine ve düşünme biçimine, argümanlarını ortaya seriş tarzına odaklanır. başka bir takım uyaranlar yoktur ve tamamı ile okuduğu konu üzerinde odaklanır. fakat dediğim gibi, kitap sadece düşüncelerin paylaşılması için bir araçtır. yemek kitapları da vardır, cinsellik ile ilgili kitaplar da vardır, futbol tarihi üzerine kitaplar da vardır, tarihin envai çeşit alt dalı üzerine kitaplar vardır vb. eğer siz dünya üzerinde hiçbir şey ilgimi çekmiyor derseniz anlarım, o zaman "kitap okumamanız" normal. ancak bir konu ile gerçekten ilgileniyorsanız o konu hakkında bilgi edinmenin daha iyi bir yolu yoktur.
devamını gör...

yapay zeka

eskiden bu kavram general intelligence denilen, yani insan zekası ile eş değer nitelikte olan ve doğal süreçler ile değil insan yapımı olarak ortay çıkarılmış bir zekayı anlatıyordu. fakat son zamanlarda machine learning ile birlikte her şeye yapay zeka denir oldu. bu bana kalırsa bir işgüzarlık, yani bu alanda çalışan insanların kendi alanlarının önemini artırmak için kullandıkları bir pr faaliyeti. yukarıdaki tanım kabul edilirse aslında yapay zeka diye bir şey günümüzde yok; günümüzde yapay zeka olduğu iddia edilen algoritmaların yaptığı şey, çok büyük veriler arasındaki ilişkileri tespit etmek ve bu veriye eklenecek yeni bir ögenin bu ilişki ağı içerisinde nerede olacağını tahmin etmekten ibaret. dolayısı ile kendi değerlerini oluşturan, kendi başına karar veren, otonom olarak bazı hedeflerin peşinden giden ve en önemlisi farklı alanlarda bu "zekayı" kullananan "özneler" değiller.

fakat insanları işlerinden etmeleri için genel zeka seviyesine erişmeleri de gerekmez. bence "yapaz zekanın" istihdama etkisi ile ilgili en aydınlatıcı metafor, zamanla su altında kalan bir arazi metaforudur. istihdamı engebeli, eğri büğrü bir arazi olarak düşünelim ve zamanla bu araziyi su basmaktadır. önce kumsal, sonra kayalıklar zamanla su altında kalmaktadır. teknolojinin yeteneklerini artırırak sürekli olarak yeni iş alanlarına girmesini devamlı olarak yükselen ve araziyi dolduran bu suya benzetebiliriz. sular yükseldikçe insanlar henüz su basmayan alanlara doğru kaçmaktadırlar, fakat sular yükselmeye devam etmektedir ve eninde sonunda tüm araziyi kaplayacaktır. bunun sonucunda neler olacaktır, bence çok iyi şeyler olmayacaktır. büyük bir toplumsal alt üst oluş yaşanması çok yüksek ihtimaldir.
devamını gör...

gösteri toplumu

1967 yılında yayınlanan bir guy debord kitabıdır. debord bu kitapta marx'ın kapitalini güncellemek iddiasındadır. kitap, kapitalin ilk cümlesinin detourne edilmiş halidir. kapitalin birinci cümlesi şu şekildedir:

"kapitalist üretim şeklinin hakim olduğu toplumların zenginliği, kendisini 'metaların devasa bir birikimi' olarak gösterir."

gösteri toplumunun başlangıç cümlesi ise aşağıdaki gibidir:

"modern üretim koşullarının hakim olduğu bir toplumda tüm yaşam, kendisini gösterilerin devasa bir birikimi olarak gösterir."

debord'un iddiasına göre, marx'ın kapitalde incelediği meta ekonomisi 1960'lar itibarı ile öyle bir aşamaya gelmiştir ki, artık bu ekonominin temel üretim birimi meta değil, gösteriler olmaya başlamıştır. gösteriden kastettiği yalnızca televizyon ile (o dönem için) birlikte hayatın her alanına nüfuz eden imajlar değildir. kapitalist üretim sisteminde nihai amaç satılacak bir ürün (yani meta) üretmek olduğuna göre ve insanların hayatlarının bütünü (çalışma ve boş zamanın toplamı) bu metaların üretilmesi (çalışma) ve tüketilmesi (boş zaman) çerçevesinde organize edildiğine göre, hayatlarımızın bütünü metaların çevresinde dönen bir gösteri haline gelmiştir. çünkü kapitalist üretim tarzı, marx'ın onu incelediği yıllardan beri giderek genişleyerek hayatın her alanını işgal etmiştir.

kitle iletişim araçlarının ürettiği imajların her yeri işgal etmesi bu üretim tarzının olağan bir sonucudur debord'a göre. gittikçe yoğunlaşarak birer imaj haline gelen metalar, modern bireyin yaşamının her bir anını doldurmaktadır. sanırım debord yaşasaydı, internet medyasının sonuçlarını kendi teorisinin bir doğrulanması olarak okurdu. çünkü 1960'lı yıllar ile kıyasladığımızda, hem imajlar akıllı telefonlar sayesinde hayatın her bir köşe bucağını daha fazla nüfuz eder olmuştur, hem de izleyicisini kendine bağlama kapasitesi (siyah beyaz tüp televizyonlar ile kıyaslanınca) muazzam bir şekilde artmıştır.

fakat debord'un üstünde önemle durduğu şey yalnızca insanların boş zamanlarının gittikçe artan bir şekilde tüketim ve imajlar ile dolması değildir, aynı zamanda üretimin ortaya çıkardığı bu imajların insanların gerçek karakterini ve gerçek hayatlarını da şekillendirmesidir (yani bir anlamda insanları baştan üretmesidir.) yani insanların dünya görüşleri, inançları, davranışları, konuşma şekilleri –büyük ölçüde– gösteri haline gelmiş metalar tarafından şekillendirilmektedir. burada anlatılmak isteneni daha iyi anlayabilmek için, konuşma tarzınızın, dünya görüşlerinizin (politik fikirler, genel anlamda ahlaki ve etik duruş, kadın-erkek ilişkileri hakkındaki görüşleriniz), zevklerinizin (kıyafetlerden, hobilerinize) ne ölçüde izlediğiniz televizyon programları, filmler, youtube kanalları vb. ile şekillendirildiğini düşünün. sonuç olarak, modern üretim sistemi metaları ve metaların daha yoğunlaşmış bir biçimi olan gösterileri ürettiği gibi (çalışma hayatı), aynı zamanda bu metaları ve gösterileri tüketecek (boş zaman) insanları da üretmektedir. [debord'un bu tezlerinin günther anders'in matriks teorisi ile oldukça benzeştiğini de belirtmem gerekir. ya bu iki düşünür çok benzer sonuçlara varmaktadırlar ya da debord'un bir aşırması söz konusudur bilemedim.)
devamını gör...

komünizm

imkansızdır. şöyle ki:

giriş

aslında komünizmin ne olduğu üzerinde kesin bir görüş birliği yoktur. hatta komünistler bile, eğer hala bu konu üzerinde kafa yoruyorlar ise tabi, bu konuda bir görüş birliğine sahip değiller. hatta bu konu üzerinde düşündüklerini bile söyleyemeyiz. genelde gördüğümüz şey bir takım insanlara ya de zümrelere duydukları nefret ile komünist olduklarıdır. söylemlerinde sürekli bir intikam ve öç alma gerekliliği vardır. amaçları yeni bir toplumsal düzen kurmaktan çok şu andaki toplumsal düzenden en çok fayda sağlayanları cezalandırmak gibidir. yani niçe’nin bahsettiği ressentiment ruh haline çok benzer bir şey. şu anda kendisini komünist olarak tarif eden kişilerin birçoğunu cezbeden şey herkesin eşit olması ve maddi yoksunluğun bitmesidir. bir de türkiye'li versiyonlarında, akp ve yaptıklarına duyulan nefret ile de perçinlenen, tüm kötülükleri gelenekselcilikte, muhafazakarlıkta ve dindarlıkta görme eğilimi vardır. bu eğilim aydınlanmaya, hurafelerden arınmaya, bilimin yol göstericiliğine aşırı bir vurgu yapmalarına sebep olmaktadır. birçoğu, komünizmin, muhazakarlık, din ve geleneklere karşı en radikal ve uzlaşmaz tavırda olduğunu düşünerek komünist olmaktadır. nasıl bir dünya tahayyül ettiklerine dair son zamanlarda pek bir şey söylemiyorlar. bu, belki de kendilerinin de komünizmi aslında imkansız görmelerinden kaynaklanıyor olabilir.



marksist teori ve komünizm

belirli ve çok spesifik bir toplum biçimi komünist düşünürler ve hareketler tarafından ortaya konulmamış olsa da ana hatları ile belirlenmiş bir hedeften bahsedilebilir. komünizm, marx’ın teorisine göre, sosyalizmden sonra gelecek olan, tüm sınıfarın ortadan kalktığı, insanların maddi ihtiyaçlar ile ilgili her türlü sıkıntısının çözüldüğü, marx’ın kendi formülasyonu ile herkesten yeteneği ölçüsünde bir katkı alınıp herkesin ihtiyaçlarını toplum tarafından karşılanacağı bir örgütlenme tarzıdır. sınıflar, devletler, hiyearşiler ortadan kalkacaktır. hiç kimse ait olduğu etnik köken, cinsiyet sebebiyle farklı bir muamaleye maruz kalmayacaktır. aslında oldukça basitleşmiş bir toplumsal örgütlenme olduğu söylenebilir çünkü ortada genel koordinasyonu sağlayacak hiçbir organizasyonel yapı, hiçbir hiyerarşik örgütlenme tarzı kalmayacatır: marx’ın devletin sönümlenmesi olarak ifade ettiği şey. yani kısacası sınıfsız, özgür, hiçbir hiyerarşinin olmadığı, tüm devletlerin ortadan kalktığı, fiziksel ihtiyaçlar ile ilgili her türlü maddi problemin çözüldüğü bir toplum.

bilimsel olduğunu iddia ettikleri marx'ın teorisi, gelecek olan bu toplum biçimini bir tarih felsefesine oturtur. bilimsellik iddiası da temelde bu tarih felsefesinden gelmektedir. yani marx tarihin akışınını mekanizmasını çözmüştür. yukarıda bahsettiğimiz tarzda bir toplumsal yapının kurulmasını istemek ütopik bir hayal değil, belirli bir tarihsel akışa uyan bilimsel bir çıkarımdır bu düşünceye göre. marx bu tarih felsefesini komünist manifesto ve daha ayrıntılı olarak alman ideolojisinde geliştirmektedir. bu görüşe göre tarih, sınıfların çatışması ile ilerlemektedir. belirli bir tarihte üretim araçlarının, yani teknolojinin geldiği seviye, o toplumdaki sınıf konfigürasyonunu belirler; üretim araçlarının yapısı, belirli bir sınıfı bu savaşta ön plana çıkartır ve o sınıf yeni toplum biçimini oluşturur. toplum biçimleri şu sırayı takip eder: ilkel komünal toplum - antik/köleci toplum - feodal toplum - kapitalist toplum - sosyalist toplum - komünist toplum. yani marx'ın tarih felsefesi belirli bir yöne doğru gitmektedir; teleolojiktir. bu yönü ve tarihe bu eğilimi veren mekanizmayı marx bulmuştur. bizim bulunduğumuz evre, kapitalist toplumdan sosyalist topluma geçiş evresidir. peki biz neden bu evrede bulunuyoruz? çünkü teknolojik ilerlemenin geldiği seviye, kapitalist toplumdan sosyalist topluma geçiş yapmamızı mümkün kılmaktadır. bu insanların yapıp ettiklerinden çok üretim araçlarının yani teknolojinin gelişmesi ile ilgilidir. 19. yy'dan itibaren teknolojide yaşanan muazzam gelişmeler, (buhar motorunun bulunması, bunun kitle üretiminde kullanılması ile üretim kapasitesinin muazzam bir şekilde artırılması) insanları tarih boyunca sınıflara bölen maddi olanaksızların, tarihte zoru ve şiddeti ortaya çıkaran maddi yetersizliklerin aşılması imkanını sunmaktadır. bu yeni teknolojik olanaklar kullanılarak üretim seviyesi öyle seviyelere çıkarılabilir ki, maddi ihtiyaçlar için mücadale etmek gereksiz hale gelir, böylece toplumun bu ürünleri kapışmasının sonucu ortaya çıkan sınıfsal bölünmeler de ortadan kalkar. sınıfsal bölünmelerin ortadan kalkması, bir sınıfın diğeri üzerindeki hakimiyetinin tesisi anlamına gelen devletlerin de ortadan kalkması anlamına gelir.

mesela oksijen o kadar bol bir şeydir ki, kimse onu meta haline getirip satmaz ve onun için paylaşım mücadeleleri doğmaz. teknolojideki gelişmeler ve üretimdeki kapasite artışı ile birlikte tüm ürünler oksijen gibi bollaşıp, üzerinde kavga edilmesi gereken nesneler olmaktan çıkarılabilir. marx’a göre, teknolojik gelişme insanoğluna bu imkanı sunmaktadır. fakat insanlığın bunu başarmasının önündeki engel kapitalizmdir. kapitalizm bu yeni teknolojik alt yapının tüm gücü ile kullanılmasını ve böylece tüm maddi sıkıntıların ezeli olarak ortadan kaldırılmasını engellemektedir. çünkü kapitalizmde kendi arasında rekabet halinde olan birçok şirket bulunmaktadır. üretim, rasyonel bir kontrol ve planlama altında değil, pazarın ilkelerine, adam smith’in görünmez el dediği mekanizmanın yönlendirmesine bağlı olarak yapılmaktadır. bu sebeple üretim ve tüketimin dengesi sağlanamamakta ve ya aşırı üretim krizleri ya da büyük resesyonlar yaşanmaktadır. proletarya üretim araçlarına el koyup, pazarın hakimiyetini yıktığında, üretimi bir plan dahiline oturtup, onu görünmez elin hakimiyetinden kurtarıp, rasyonel bir şekilde yönetecektir. böylelikle üretimin seviyesi, tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde artırılacak ve bahsettiğimiz bolluk ortamını yaratıp, komünist toplumu mümkün kılacaktı. 


komünist ütopya

daha önce de belirttiğimiz gibi komünist toplum, tüm maddi sıkıntıların ortadan kalktığı bir toplumdur. hiç kimse ben nasıl geçineceğim diye düşünmez. çünkü her şey boldur, teknolojik olarak gelişmiş bu toplumun bir parçası olan bireye, sırf bu toplumun üyesi olduğundan dolayı bu olanaklar sunulur. o da fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak gibi bayağı şeyler ile uğraşmak zorunda kalmadığı için; sanat, felsefe, bilim, düşünce, şiir, sinema vb. gibi "yüce" şeyler ile, yaratıcı faaliyetler ile uğraşır. marx bunu alman ideolojisinde şu şekilde anlatıyor: "... komünist toplumda, yani kimsenin sınırlanmış bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin arzu ettiği bir dalda işin üstesinden gelebileceği toplumda, toplum genel üretimi düzenler. böylece, bugün başka bir şey yarın başka bir şey yapmak, hiçbir zaman avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirmen olmak durumunda kalmadan, akla estikçe, sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam sığır yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra da eleştiri yazmak mümkün olur...” bu düşünceye göre özgürlük hem doğanın, hem sınıflı toplumun insan üzerinde oluşturduğu baskılardan azade olmaktır. sınıflı toplumu yaratan da doğal imkansızlıklar olduklarına göre, insanın özgür olabilmesi için doğayı yenmesi şarttır. yani marksist ve solcu düşüncenin kökeninde vahşi doğanın tamamen ortadan kaldırılarak, insan organizasyonunun regülasyonuna tabi tutulması söz konusudur. ancak bu şekilde, doğal ortamda bulunan tüm eşitsizlikler, maddi yetersizlikler, hiyerarşik yapılar ortadan kaldırılacaktır. marksist teoriye göre, komünizm öncesi zaten insanlığın tarih öncesidir. maddi imkansızlıların sebep olduğu bitmek bilmez bölünmeler (kabile, ulus, sınıf bazında), bunların insanların kafalarındaki yansıması hurafeler. (dinler, gelenekler, inançlar) teknolojinin bunları yenmesi ile insanlık tüm bu tarih öncesinden kurtulup, özgürleşecektir. iletilim ve ulaşım imkanlarının gelişmesi ile tüm sınırlar kalkacak, tüm insanlık birbiri ile kaynaşacaktır. böylece uluslar, eski maddi sıkıntıların insanların tahayyüllerindeki yansımaları olan dinler, gelenekler, hurafeler, inanışlardan kurtulmuş olarak, evrensel bir insan toplululuğunda kaynaşacaklardır. bu evrensel insan topluluğu, tüm maddi sıkıntılarını çözmüş olarak, bilimin aydınlattığı bir yeryüzü cennetinde yaşayacaktır. kulağa çok hoş geliyor fakat bu yalnızca ilk bakışta güzel görünen bir tahayyüldür. çünkü biraz durup düşününce anlatılan şeyin mükemmel bir şekilde işleyen bir termit kolonisi olduğu görülmektedir. çünkü bir amaç için mücadele edip bunu başararak tatmin olma imkanlarının tümü böyle bir toplumsal organizasyonda ortadan kaldırılmış olacaktır. yani hayatı anlamlı ve yaşamaya değer kılan her şey. insanlar, vahşi doğayı tamamen boyunduruk altına almış bir kollektif organizsyonun beslediği evcillleştirilmiş türler haline gelecektir. hayatta kalmalarının amacı yalnızca bir takım teknolojik eğlenceler ile meşgul tutulmak olacaktır. yaptıkları tüm faaliyetler gerçek bir yararı ve anlam olmayan birer hobi olacaktır. fakat biz böyle bir dünyanın arzulanabilir olup olmadığı tartışmasına çok fazla girmeden, böyle bir toplumun mümkün olup olmadığı konusuna dönelim.)


marxın tarih felsefesinin yanlışlığı

öncelikle bu tarih felsefesi, yani tarihin belli bir yöne doğru aktığı, belirli bir güzergahının olduğu ve bu akışının motorununu sınıf savaşı olduğu bir masaldan ibarettir. hiçbir şekilde bir bilimsel gözleme ya da veriye dayanmamaktadır. yalnızca ideolojik wishful thinking’ten ibarettir. marx’ın hegel’den ödünç alıp materyalizme uyarladığı diyalektiğin nasıl işlediği belirsizdir. diyalektik materyalizm de hiçbir bilimsel veriye ve gözleme dayanmayan keyfi yorumlamalardar ibarettir. ne toplumlarda ne de doğanın kendisinde diyalektik vardır. diyalektiği göre iki zıt kutbun çatışmasından yeni bir sentez doğar. yani doğadaki ve toplumsal yapılardaki özneler ya da nesneler birbirlerini değilleyerek yeni yapıları ve formları ortaya çıkarırlar. fakat mesela işçi-sınıfı, burjuvazinin reddidir ya da tersidir cümlesi ne anlama gelmektedir? radyoaktif bozunma sonucu radyum kurşuna dönmektedir, radyum kurşunun reddi, değillemesi ya da negasyonu mudur? evrimsel sürece bakalım, birbirinni yerini alan türler birbirlerinin reddi, tersi midirler? mesela kuşlar balıkaların reddi midir? homo eructus sapiensin reddi midir? sınıf savaşı tarihte gerçekleşen tüm değişimleri açıklayamaz. bunun en bariz örneği avcı-toplayıcı toplumlardan tarım toplumlarına geçiştir. avcı-toplayıcı toplumlarda, marx’ın da söylediği gibi sınıflar yoktur. tarihin tüm akışını sağlayan sınıf savaşları ise, bu durumda avcı-toplayıcı toplumların ilelebet durağan olmaları gerekir çünkü bu toplumlarda sınıflar yoktur ve dolayısı ile sınıf savaşları da yoktur. üstelik marx ayrınıtılı olarak yalnızca tek bir geçiş dönemini feodalizmden – kapitalizme geçiş evresini incelemiştir. bu geçiş dünyanın küçük bir bölgesinde kuzey batı avrupada ve tarihin belirli bir evresinde gerçekleşmiş bir hadisedir. marx bu dar kapsamlı gözlemden tüm tarihi ve dünyanını her yerini kapsayacak çok geniş ve evrensel bir yasa çıkarmaktadır. marx’ın tarih felsefesi durağan asyatik imparatorlukları ve medeniyetleri açıklayamaz. çin, hindistan, japonya ya da amerika kıtasındaki medeniyetler marx’ın toplumların ilerleme şemasına uymamaktadırlar. marx tarihin akışına kendi kabul ettiği ideolojik değerler üzerinden belirli bir anlam ve akış atfetmektedir.

marksist teorinin alt yapısını, aydınlanma ekolü ve bu ekolün temel kavramlarından biri olan ilerleme kavramı oluşturur. insanlık tarihi, doğrusal bir ilerlemenin tarihidir. kimi zigzaglar olsa da genel çizgi "ileri"ye doğrudur. bu ileriden kasıt da aydınlanma düşünürlerinin iyi, güzel ve arzulanabilir olarak gördükleri şeylerdir. insanoğlu rasyonel bilim vasıtası ile bilgi seviyesini artırmaktadır, sürekli yeni şeyler keşfetmektedir, bilinmeyenleri ortaya çıkarmaktadır. bu bilimi tekniğe uyarlayarak iş yapma becerilerini geliştirmektedir. teknolojinin gelişmesi ile birlikte gücü artmakta, maddi olanakları genişlemektedir. tüm bunlar toplum yapısının da daha özgür, daha höşgörülü, daha açık fikirli yapmaktadır. politik yapılar da bu doğrultuda gelişmekte, daha eşitlikçi ve daha demokratik olmaktadır vb. marx da bu idealleri ve bu fikri paylaştığı için tarihin gidiş yönünün böyle olduğunu söylemiştir. fakat tarihin gidiş yönünün böyle olmak zorunda olduğuna, teknolojinin sürekli olarak ilerleyeceğine, ilerlese dahi bunun toplumsal sonuçlarının her zaman için marx’ın olmasını isteyeceği tarzda olacağına dair bilimsel bir kanıt ve gözlem yoktur. bunlar yalnızca marx’ın kişisel değer yargılarından ve bu değer yargılarını oluşturduğu tarih felsefesine aktarmasından ibarettir. marx'ın teorisi ve komünist toplum ideali, aydınlanma ideallerinin ve ideali paylaşanların teknolojinin gelişmesi ile ilgili inançlarının mantıksal sonuçlarına götürülmesinden ibarettir. tamamı ile teknikleşmiş ve bu yönü ile doğaya hakim olmuş bir insan toplumunun nasıl olabileceği ile ilgili bir tahayyüldür. 

gördüğümüz gibi teknoloji, komünist teoride çok önemli bir rol oynamaktadır. hatta onun idealize ettiği toplum biçiminin oluşmasında olmazsa olmazdır. bu toplum biçiminin alt yapısı ve bir anlamda gerçekleştiricisidir. çünkü tarih onun gelişmesi ile birlikte bu toplum biçimine doğru akmakta, insanların ya da belirli sınıfların (mesela işçi sınıf) rolü bu akışı hızlandırmak biçiminde olmaktadır.



teknoloji ve marksizm

ancak teknolojik gelişmenin marx’ın ve komünist teorinin hayal ettiği tarzda gelişmelere sebebiyet vermediği 20. yy’da görülmüştür. komünist teori teknolojik gelişmeye, kendi ahlaki, metafizik değerlerini atfetmekte ve teknolojik gelişmenin otomatik olarak bu değerleri yaygınlaştırıp geliştireceği, diğer katılmadıkları, eski, köhne buldukları değerleri ise ortadan kaldıracağı tarihsel bir rol atfetmektedir. ancak tarih özellikle 20. yy’da yaşanan gelişmeler göstermiştir ki teknolojik gelişmenin böyle bir tarihsel görevi yoktur ve kimsenin iyi, arzu edilir bulduğu hedeflerin peşinden gitmez. tekniğin kendi ilkeleri ve işleyişi vardır. her şeyi bu teknik işleyişe boyun eğdirmeye çalışır. doğa, hayvanlar ve insanlar dahil. mesala 20. yüzyılın başında uygulanmaya başlayan taylorizm teknikleri ile birlikte, insanlar makinelerin birer uzantısı haline getirilmişlerdir. yaptıkları işler çok küçük bir takım mekanik hareketlerden ibaret olmaya başlamıştır. bu durum insanların yaptıkları işlerden tatmin olmamalarına sebep olur fakat yapacak bir şey yoktur, üretimin verimliliği, teknik olarak işlerin bu şekilde yapılmasını gerektirmektedir. tekniğin amaçları arasında insanların eşitliği, özgürlüğü, maddi sıkıntılardan kurtulması gibi idealler yoktur. bunlar ancak teknolojik sistemi verimli çalıştırdığı ölçüde önemlidir. kendi başına, mutlak bir değerleri yoktur.

teknoloji, günümüzde öylesine muazzam bir güç haline gelmiştir ki, onu en verimli çalıştıran sistem (sistemden kastımız ekonomik, politik ve toplumsal değerlerin bir bütünüdür), gücünü muazzam bir biçimde artırıp, diğer tüm toplumsal sitemlere hakim olmakta ve onları değişikliğe uğratmaktadır. ya da diğer toplumsal sistemler kendilerinden daha başarılı olan toplumsal sistemleri gözleyerek, onların tekniklerini alarak kendilerini o sistemlere benzetmektedirler.)
(örneğin 19. yy’dan beri dünyada yaşanan gelişmelere baktığımızda, sanayi devriminden sonra, bu devrimin yarattığı toplum biçimi, dünyanın tüm yüzeyine hızlı bir şekilde yayılmaktadır. aslında bizim kendi tarihimiz, çok genel bir ifadeyle, sanayi devriminin yarattığı toplumsal biçimin, bizim geleneksel toplumsal biçimimizde yarattığı değişikliklerden oluşmaktadır.) toplumsal sistemlerin kendilerine atfettikleri bir takım değerler, dinsel inançlar, politik yapılar, eşitlik, özgürlük vb. ancak teknolojik sistemin işlerliğini artırıp azaltmak bakımından değerlidirler. teknolojinin daha verimli çalışmasını sağlayan unsurlar güçlenip yayılırken, diğerleri elenmektedir. ancak seçilim, insanoğlunun isteklerine ya da arzularına göre değil, teknik ilkelere göre olmaktadır. örneğin kölelik yıkılmıştır, ancak ahlaken kötü olduğu için değil, kapitalist sistemin ortaya çıkardığı ücretli emek çok daha verimli bir çalıştırma yöntemi olduğu için. toplumdaki ayrıcalıklar silinmekte ve eşitlik artma eğilimindedir (burada eşitlikten kastımız maddi eşitlik değildir, yasalar önünde eşitlik ve fırsat eşitliği anlamında, toplumun hiçbir kesimini din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı ile belirli işlerden soyutlamamak anlamında eşitliktir, maddi eşitlik son zamanlarda azalma eğilimindedir.) çünkü herkesin yeteneklerinden faydalanmak, hiçbir kabileyeti ziyan etmemek teknik açıdan daha verimlidir. üstelik bu ayrıcalıkların getirdiği nefretler ve kavgalar, zaman ve kaynak kaybına sebep olur. ancak bu eşitlik, marx’ın bahsettiği gibi tüm bireylerin her türlü kabiliyetlerini geliştirmesi, kafa ve kol emeği ayrımının ortadan kalkması, sabah koyun güdenin akşam kuantum mekaniği ile uğraşması şeklinde bir eşitlik değildir. çünkü bu tarz bir eşitlik, teknik verimliliği düşüren bir eşitlik olacaktır. bir fabrikada, yöneten ve yönetilenler olmalıdır. idari işler ile ilgilenenler ve görevi bir makinenin tuşuna basmaktan ibaret olanlar olmak zorundadır. çünkü uzmanlaşma, her alanda kabiliyeti artırmakta ve bireysel katkıyı çoğaltmakta, bu da sonuç olarak teknik verimliliği yükseltmektedir. eşitlik, liyakat esasına göre, ırk, din, dil ayrımı yapmadan hakedeni hak ettiği pozisyona getirmek üzerinedir. yani bahsettiğimiz tüm bu gelişmeler, ahlaken iyi oldukları için değil, teknik açıdan verimli oldukları için ortaya çıkmaktadırlar. ileride aynı eğilimlerin devam edip etmeyeceği kesin değildir. mesela günümüzde en çok tartışılan teknik gelişmelerden ikisi olan sanayi 4.0 ve crisp-cas9 adı verilen genetik müdahale yöntemlerinin toplumsal etkilerinin ne olacağı tam olarak bilinemez ve bu etkiler ancak tahmin edilebilir. fakat bunların ille de marx’ın ya da komünistlerin isteyecekleri tarzda gelir eşitliğini sağlayacak ya da hiyerarşilerin ortadan kalkmasını sağlayacak etkileri olmayabilir. hatta günümüzde yapılan tahminler, bu gibi gelişmelerin tam da bunlara zıt sonuçlar doğuracağı yönündedir. örneğin sanayi 4.0 sistemin insana duyduğu ihtiyacı büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. bu durumda sistemin insan bakma yükümlülüğü ortadan kalkmış olacaktır. gereksiz hale gelmiş insanlara kaynak aktarmayan, yani toplum içindeki eşitsizliği daha da artıran toplumlar, teknolojiyi daha verimli yönetir hale gelebilirler. bu da, eşitlik ve herkes için onurlu yaşam gibi ilkeleri, teknik verimlilik hilafına savunmaya devam eden toplumlardan daha fazla güçlenip onları absorbe etmeleri ile sonuçlanabilir. bu da tarihte görülmemiş bir maddi eşitsizliğe sebep olabilir. ınsan toplumunun büyük bir çoğunluğu, işsiz, güçsüz bir şekilde, kendini korumaya almış elitlerin yaşam alanlarının dışına itilebilir. (belki de, güvenlikli siteler ile şimdiden görmeye başladığımız bir eğilim?)

kapitalizm yukarıda bahsetmeye çalıştığım seçilim ile dünya üzerinde yayılmıştır. çünkü teknolojiyi en verimli şekilde kullanan ekonomik sistem kapitalizmdir. komünistler gerçek komünizmin ya da sosyalizmin hiçbir zaman yaşanmadığını bu sebeple kapitalizmin hakim olduğunu söyleyeceklerdir. bu inananların gerçek din bu değil söylemi ile aynıdır. aslında bu bana kalırsa ikisi için de ortak bir kök sebepten ileri gelmektedir. çünkü, kağıt üzerinde kurgulanmış bir toplumsal sistem, hiçbir zaman teorikte kurgulandığı gibi, gerçek hayatta uygulanamaz. bu sebeple gerçek uygulamada müminlerin (komünist, sosyalist, faşist, dindar vb. müminlerin) beğenmedikleri, hayallerinde olmayan bir takım durumlar ortaya çıkar. çünkü toplumsal yapılar, öylesine karışık, sayısız parametreden, bilinen bilinmeyen ve bilinmeyen bilinmeyenlerden oluşan bir organizmadır ki, rasyonel ve planlanmış bir şekilde yönetilemezler. kağıt üstünde kurgulanmış bir plan, bu toplumsal yapıya uygulanıp, beklenen sonuçlar elde edilemez. her zaman öngörülmemiş bir takım tepkiler, zincirleme reaksiyonlar ortaya çıkar. bu da gerçek din bu değil, gerçek sosyalizm bu değil itirazlarının kaynağını oluşturur.



reel sosyalizm deneyleri

sosyalizmin ekonomiyi planlı bir şekilde, kollektif olarak daha verimli bir şekilde yönetme iddiası 20. yy’da çökmüştür. hatırlayalım ki bu da marx’ın iddialarından birisi idi. marx yeni toplumun ayrıntılı bir tarifini vermediği için, tam olarak çin’i ya da sscb’yi kastetmediği söylenebilir. ancak iddiası planlı bir ekonominin, pazarın zincirlerinden kurtulmuş bir ekonominin teknolojik imkanları daha verimli kullanacağı idi. fakat bunu şu ana kadar kapitalizmden daha iyi yapan bir ekonomik sistem ortaya çıkmamıştır. katı bir plana dayanan ve belli bir hedefe varmak için (sadece politik yapı anlamında değil, salt ekonomik hedefler olarak da) ekonomiyi zorlamaya çalışan modeller, istisnasız olarak fiyasko ve felaketle ile sonuçlanmıştır. fransız ihtilalindeki assignats, maximum ve ekonomik seferberlik benzeri uygulamalar, çindeki büyük sıçrama adı verilen uygulamalar ve sscb’nin ekonomik verimsizliği sebebiyle dağılması. sscb’de 1930’larda uygulanan, kulakların tasfiyesi ve bu yolla tarımdan kaynak artırarak sanayi atılımı yapılması projesi büyük bir fiyaskoya ve insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birine sebep olmuştur. bırakın ekonomik bir sıçrama yapmayı, aslında kontrollü bir serbest piyasa ekonomisi olan nep zamanının bile çok gerisinde kalınmış refah olarak çarlık zamanın bile gerisine düşülmüştür. sonuç olarak sscb sosyalizm deneyini daha fazla devam ettiremeyerek dağılmış, devamındaki ülkeler serbest piyasa ekonomisine geçmiştir. çin ha keza asıl büyük sıçramayı, 1978 yılından, yani serbest piyasa ekonomisine geçtikten sonra yapmıştır.

tüm bunlar ile anlatmaya çalıştığımız şey, marx’ın komünizme geçiş için fiziksel altyapıyı oluşturacağını iddia ettiği sosyalizmin, yani tüm ekonominin tek yerden, planlı bir şekilde yönetilmesinin, onun bahsettiği sonuçları vermediğidir. ekonominini tek bir elden, planlı bir şekilde yönetilmesi denemeleri, her örnekte, serbest piyasa ekonomisinden daha kötü ekonomik sonuçlar doğurmuştur. marx, sosyalizm adını verdiği böyle bir geçiş aşamasının toplumu sınıfsız, devletin olmadığı, maddi sıkıntıların kaldırıldığı bir noktaya doğru taşıyacağını iddia etmişti. fakat sosyalizmin böyle bir şeyi başarmasını bırakın, uygulandığı toplumlarda kapitalizmden daha beter eşitsizliklerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. bu deneyi yapan ülkeler kapitalist toplumlar karşısındaki başarısızlıklarını görerek, kapitalist ekonomilere geçmişlerdir. sovyetlerin doksaların başında çökmesi, doğu bloğunun dağılması ve çin’in 1978 yılından itibaren serbest pazar ekonomisine geçmesi.

solcular reel sosyalizm deneylerinin gerçek sosyalizmler olmadıkların bunların çeşitli açılardan problemli oldukların iddia ederler. bunların neden başarısız olduklarına dair çeşit çeşit teoriler dahi geliştirilmiştir. tek ülkede sosyalizmin mümkün olmadığı, rusya'nın, ekim devrimi olduğunda burjuva devrimlerini gerçekleştirmemiş olduğu ve kapitalizmin üretim araçlarını sosyalizmi mümkün kılacak tarzda geliştirmediği, bu sebeple devlet kapitalizmine ya da bürokratik diktatörlüğe savrulduğu vb. gibi bir çok laf salatası mevcuttur. ancak bunların hepsi bahanedir. sosyalist ekonomik modelin başarısız olmasının tesadüf olmayan kimi yapısal sebepleri bulunmaktadır. sayısız parametreden oluşan karmaşık bir sistem olan ekonomi tek elden planlı bir şekilde yönetilemez. böylesine karmaşık bir sistemi tüm ayrıntılarına kadar planlayarak yönetmeye çalışmak, hiç planlamamaktan daha verimsiz sonuçlar doğurmaktadır. tam bir gelir eşitliğini sağlamak, ancak ekonomiye dışarıdan yapılan bir müdahale ile mümkündür. tam olarak serbest bırakıldığı varsayılan ve tüm aktörlerin eşit başladığı ekonomik bir sistemde, eşitliğin korunmasına yönelik dışsal bir müdahele olmazsa, eşitsizlikler artma eğiliminde olacaktır. çünkü insanların ekonomik anlamda yetenekleri, zekaları ve kabiliyetleri birbirlerinden farklıdır. tam bir gelir eşitliğini sağlamak için ortalamanın vasat bir yerde çekilmesi ve dışsal bir müdahale ile bunun sürekli olarak korunması gerekir. bu da ekonomik potansiyelin gerçekleşmesini engeller. sosyalist bir ekonomide, başarısız ve verimsiz çalışan şirketlerin/kurumların yerlerini daha verimli çalışanları alamaz. çünkü devlet suni olarak verimsiz çalışan işletmeleri kollamaya devam eder. serbest piyasa ekonomisinde ise işletmeler sürekli rekabet halindedir. bu rekabet durumu bu işletmelerin kendilerini geliştirmeleri için onlarda bir zorunluluk yaratır, bunu yapamayanlar yerlerini daha verimli diğer işletmelere kaptırırlar.
kolektif mülkiyetin ve mülkiyet eşitliğinin korunabilmesi için iktidarın el değiştirmemesi gerekir. bu da belirli bir zümrenin ve tek partinin iktidarda kalma zorunluluğunu doğurur. bu durum, kadroların ve bürokrasinin yozlaşmasına sebep olur. tek parti iktidarı toplumdaki denetim mekanizmalarını yok eder. adam kayırma, rüşvet ve dolayısı ile verimsizlik ve israf alıp başını gider.



özgürlükçü sol, anarşizm, doğrudan demokrasi, konsey komünistleri ve benzerleri

sol içerisinde yelpazenin en solunda bulunan kimi akımlar, 20. yüzyılın reel sosyalist deneylerinin komünizmin başarısızlığını temsil etmediğini iddia edeceklerdir.

tarihte hiçbir zaman sorumlu bir pozisyona gelmedikleri için moral bir üstünlüğe sahip görünen anarşistler, konsey komünistleri ve benzeri devlet karşıtı sol akımlar, 20. yüzyıl sosyalist devletlerinin diktatörlükler olduklarını, ekonomik gelişme, üretim kapasitesi, sahip olunan araba sayısı, savaş teknolojisi vb. gibi sınıfsız, özgür bir toplumun önemsemeyeceği ve dolayısı ile diğer kapitalist toplumlar ile aşık atmayacağı alanlarda onlarla rekabete girdiklerini, dolayısı ile nitelik olarak onlar ile aynı olduklarını, kendilerinin ise saf ve el değmemiş bir şekilde temiz olduklarını söyleyeceklerdir. ışçi konseylerinin, mahalle komitelerinin doğrudan iktidarında bu yanlışların hiçbirinin olmayacağını söyleyeceklerdir.

önerdikleri yapı, doğrudan demokrasidir. fabrikalar bazında örgütlenmiş ve silsile halinde temsil yolu ile bir üst kademeye çıkan işçi konseyleri, doğrudan demokrasi yolu ile ekonominin yönetimini üstleneceklerdir. mahalle, semt, il komiteleri şeklinde örgütlenmiş yapılar yine doğrudan demokrasi yolu ile politik yapıyı oluşturacaklardır. bu fikirleri duydukça, pericles dönemi atinası’nda yaşadıkları ve herbirinin birer thucydides olduğu düşünülebilir. doğrudan demokrasi ancak belirli bir nüfus ve coğrafi büyüklükteki toplumlarda uygulanabilir. ki tarihte de, bu politik yapıların örnekleri çok az olmuştur. geniş coğrafyalara ve büyük nüfuslara hükmetmeyi mümkün kılan günümüzün ulaşım, iletişim ve veri işleme imkanları karmaşık ve devasa toplumsal yapıları ortaya çıkarmaktadır. günümüz teknolojik toplumunun büyüklüğü, alınması gereken kararların karmaşıklığı, uzmanlaşmanın zorunlu hale gelmiş olması doğrudan demokrasiyi imkansız hale getirmektedir. toplumumuzda alınması gereken kararlar özgür yurttaşları ilgilendiren politik kararlar değil, bir takım bürokratik teknik kararlardır. bırakınız tüm dünyaya entegre kaotik bir ekonomik yapıyı bir fabrikayı dahi doğrudan demokrasi ile yönetmek imkansızdır. büyük bir kaosa ve verimsizliğe sebep olacaktır.

içinde yaşadığımız toplumsal sistem 7 milyar insanı besleyebilen ve hasbelkader istikrarlı bir ortamda yaşamalarını sağlayan, çok karmaşık bir toplumsal yapıdır. bunu mümkün kılan bu toplumun teknolojik altyapısıdır. herşeyin birbirine bağlı olduğu muazzam karmaşık bir toplumsal yapıdır. bu toplumsal yapının işler bir halde tutulması için toplumun büyük bir disiplin içinde hareket etmesi gerekir. herkes işe zamanında gitmeli, ona verilen işi, söylendiği şekilde, söylenen zamanda yapmalıdır. trafik kurallarına uymalıdır. yasalara uymalıdır. fabrikaların çalışabilmesi için insanlar belirli bir eğitimden geçmelidir. bunun için okullar kurulmalıdır. okulları kuracak ve denetleyecek yapılar olmalarıdır. okulların işler olması için onlara kaynak aktarılmalıdır bu da vergi toplanması yolu ile olur. vergi toplanması için devletlere ihtiyaç vardır. devletler ve onun tekel haline getirdiği fiziksel güç olmadan bu kadar karmaşık bir toplumsal yapı ayakta duramaz. insanlar hiyerarşik bir şekilde örgütlenmezse, yasalar, eğitim ve propaganda yolu ile yaptıkları işleri yapmaya programlanmazlar ve maddi ve psikolojik ihtiyaçları sistem tarafından karşılanmazsa, sistem büyük bir kaosun içine girer ve çöker. bu kadar büyük bir nüfusa sahip karmaşık bir toplumun yönetimi ve organizasyonu gezi parkında insanların birbirlerine çizi ikram etmesine benzemez.

aslında solcular burada marx’ın teorisinin söylediklerini bir kenara itmektedirler. alt-yapının, yani bir toplumun teknolojik seviyesinin, üst-yapıyı yani devletin yapısını, örgütlenme tarzlarını ve bir toplumdaki hiyerarşik yapıları belirlediği ilkesi. devlet karşıtı komünist/anarşist akımların hayal ettiği, doğrudan demokrasi ile yönetilecek toplumu mümkün kılacak imkanlar, teknoloji tarafından yok edilmiştir. böyle bir toplum, oluşturulmaya çalışılsa dahi, günümüz endüstriyel/teknolojik toplumları ile baş edemez. çünkü doğrudan demokrasi, günümüz teknik gerekliliklerini yerine getiremez.

üstelik belirli bir yönlendirici mekanizması olmayan, hiçbir hiyerarşisi olmayan konseyler şeklinde örgünlenmiş bir yapının korunması, idareye hakim olması, mesela leninist bir örgüt tarafından tasfiye edilmemesi imkansızdır. nitekim tarihteki her örnek bunu doğrulamıştır. konseyler, fransız ihtalili, rus devrimi, ispanyol iç savaşı, 1956 macar isyanı gibi, tarihteki bir çok devrimci periyotta ortaya çıkmış ve ya karşı devrim tarafından, ya da hiyerarşik bir örgütlenme etrafında birleşmiş ve karar mekanizmaları daha hızlı olan ve kararları daha süratli bir şekilde uygulayabilen klikler tarafından tasfiye edilmişlerdir. paris komünü, fransız, rus devrimi, ispanya iç savaşı, mayıs 68 hep bu tecrübeyi doğrulamıştır. konseyler hareketin liderliğini alamamakta, alsalar dahi ellerinde uzun süre tutamamaktadırlar böylece inisiyatif hiyerarşik bir şekilde örgütlenmiş dar bir kliğe geçmekte ve bu da devrimin en aşırı uçlardaki diktatörlüklere savrulmasına sebep olmaktadır. fransız ihtalilinde terör dönemi, rus devriminde deklukizasyon ve gulaglar, çin örneğinde büyük sıçrama gibi en aşırı uygulamaların görüldükleri dönemler.



ekolojik felaket, yolun sonuna gelmiş olmamız ve komünizm


teknolojinin yarattığı ekolojik felaket, marx’ın hayal ettiği toplum biçimi imkansız kılan çok daha güçlü ve yapısal bir faktördür.

teknolojik gelişmenin, komünist bir toplumun kurulabilmesi için olmazsa olmaz olduğunu marx’ın belirtiğini söylemiştik. marx’ın sosyalizmini ütopik olmaktan çıkaran ve bilimsel yapan yanı da teknolojiye yaptığı bu vurgudur. çünkü teknolojik gelişme, komünist toplum idealini bir ütopya olmaktan çıkarıp, ona gerçekleşebileceği fiziksel bir alt yapı sunar. çünkü maddi bolluğu yaratacak olan ve tarihte zorun rolünü ortadan kaldıracak olan teknolojik gelişme sayesinde gerçekleştirilebilecek kitlesel üretimdir. ancak 20. yy’ın ortalarından itibaren görülmüştür ki, teknolojinin gelişmesi, ortaya çıkardığı muazzam güç ile insanlığın refah seviyesini artırması, doğada, 19. yy’da tahmin edilemeyen bir takım değişiklikler yaratmaktadır. teknolojinin yarattığı maddi bolluk sürdürülemez mahiyettedir, bu insanlık tarihi açısından dahi çok kısa bir dönemdir. çünkü bu durum, dünyada canlı yaşamını mümkün kılan olanakları ortadan kaldırmaktadır.

konunun uzmanlarına göre tarihte daha önce 5 kez gerçekleşen ve şu an, insan faaliyetlerinin doğada bıraktığı tahribat sonucu bir yenisi başlayan büyük yok oluşların 6.’sının içinde bulunuyoruz.

teknolojinin ortaya çıkardığı muazzam güç, çevre şartlarını, belki de tarihteki bir takım istisnasi doğal olaylardan dahi daha hızlı bir şekilde değiştirmektedir. atmosferdeki co2 miktarı son 150 yılda, milyonlarca yıldır görülmemiş seviyelere çıkmıştır. bu hadisenin jeolojik zamandaki aniliği ancak bir patlama ile ifade edilebilir. bir çok uzmana göre, şu anda dahi geri dönülemez eşikler aşılmıştır. bu dünyanın iklimini 10–15 derece artıracak bir pozitif geri bildirimler silsilesini tetikleyecek ve habittatta yaşanacak bu ani değişim yaşayan türlerin büyük çoğunluğunu yok edecektir.

bu teknolojinin habitatta yaptığı değişimin en medyatik yönüdür. ancak mesele bununla sınırlı değildir. her yıl doğaya karışan milyonlarca ton kimyasal, nükleer atıklar; yerleşim ve tarım alanları açmak için yok edilen doğal alanlar ve yıkıcı gücü her geçen gün daha da artan teknolojik sistem. ekonomik faaliyetlerin doğal kaynaklar üzerinde yarattığı bu ağır baskı, şu andaki toplumsal örgütlenmemizin dahi temellerini sarsmaktadır. endüstriyel sistem dünyanın doğal limitlerinin sınırlarına dayanmış gibidir. bırakın tüm maddi sıkıntıları ortadan kaldırmayı, mevcut hayat tarzımızı dahi devam ettiremeyeceğimiz kesin gibidir.

üstelik 20. yy’da gerçekleşen teknolojik gelişmeleri mümkün kılan ve gelişmiş ülkelerde yaşam standartlarını artıran şey, insanoğlunun milyonlarca yılda birikmiş fosil yakıtları çok kısa bir zamanda harcaması olmuştur. marx’ın zamanında bu kaynakların sınırlı olduğu düşünülmüyordu. ki aslında marx, eleştirdiği klasik ekonominin temel düsturlarından birini hiçbir zaman sorgulamamıştır. buna göre ekonomide kullanılan ve onun girdisini oluşturan maddi kaynaklar sınırsızdır. klasik ekonomi, doğal kaynakların, ekonomik faaliyete katıldıktan sonra geri döndürülmez bir şekilde tüketilmelerini hesaba katmaz. ona göre bu kaynaklar sonsuz bir biçimde dünyada var olan ve ekonominin sonsuz büyümesinde sonsuza kadar kullanılabilecek kaynaklardır. fakat gerçekte ekonomik faaliyet, doğada bulunan kaynakları kendi sürecine katarak değişikliğe uğratan ve kaçınılmaz olarak entropiyi artıran bir süreçtir. doğada bulunan malzemeler alınır, belirli bir değişikliği uğratılır ve bu değişiklik geri alınamaz mahiyettedir. kullandığınız doğal kaynakları tekrar aynı şekilde yerine koyamazsınız. ve ekonomik faaliyet sürekli olarak bu kaynakları tüketmektedir, bu tüketimin hızı da, ekonominin büyümesi ölçüsünde artmaktadır. kullandığınız petrolü, madenleri hiçbir şey olmamış gibi yerine koyamazsınız. yani tüm maddi sıkıntıları, ilelebet çözecek ve böylece tarihi de durduracak bir toplumsal sistemin kurulması, ekonominin de tabi olduğu bu entropi ilkesi gereğince de imkansızdır.

19 yy’da hayal edildiği gibi teknolojik ilerleme tüm maddi sıkıntıları hiçbir faturası olmadan çözecek bir mucizevi güç, insanlığın tarih öncesi bitirecek bir kurtarıcı değildir. görüldüğü gibi her şeyin bir bedeli vardır ve o bedel epey bir ağırdır.

teknolojinin doğal ortamda yarattığı tahribatın sorumlusunun kapitalizm olduğu iddia edilebilir. ki bu komünistler tarafından sık sık dile getirilen bir iddiadır. bu itiraza göre, kaynakların planlı bir şekilde paylaştırılması, doğanın kendini yeniden üretmesine izin verecek bir plan dahilinde, tüm dünyanın ekonomisinin, üretiminin ve tüketiminin örgütlenmesi sağlanabilir. fakat bu yine, sınıfsız ve devletsiz ve tüm dünyaya yayılmış bir toplumsal organizasyon olan komünizmin imkansızlığı anlamına gelmektedir. çünkü dünya çapında ekonomiyi örgütleyecek, tüm insanların harcamalarını, yaşam standartlarını, doğanın kaynaklarını yeniden üretmesine izin verecek şekilde düzenlenmesini sağlayacak bir organizasyon, şu andaki devletlerden çok daha güçlü ve herşeye karışan, fiziksel şiddet imkanları çok daha gelişmiş olan, tüm dünya sathına egemenliğini yaymış bir süper-devlet olabilir. böylesine büyük, karmaşık ve herşeye hakim olan devlet organizasyonu mükemmel derecede organize olmuş hiyerarşik bir bürokratik örgütlenme ile yönetilebilir ancak. bu da komünizmin hedeflerinden bir diğeri olan tüm hiyerarşilerin ortadan kalkmasının imkansızlığı anlamına gelecektir. süper-devletin yöneticisi bu bürokratik sınıf, yeni egemen sınıf olacaktır; kurdukları düzen ise tarihte eşi benzeri görülmemiş güçlere sahip, tüm dünyayı egemenlik altına almış bir diktatörlük rejimi olacaktır.

komünizmin, aydınlanmanın ve 19. yüzyıldaki teknik gelişmelerin ortaya çıkardığı iyimserliğin yarattığı bir hayal olduğu ve 20. yüzyılda sönüp gittiği söylenebilir. yahya kemal’in bir rubaisinde bahsettiği o hayal gibi:

yokmuş o hayâl ettiğimiz âleme yol
artık ne açıl ey gül-i ümmîd ne sol
ey rûy-i zemin bu ye'simizden sonra
ister vîrân ol ister âbâdân ol
devamını gör...

marksizm

marx'ın sosyal bilimlere yaptığı bir katkı varsa, o da insan toplumlarının yapısının maddi şartlar tarafından belirlendiğini söylemesidir. tabi marx bunun tam olarak nasıl olduğunu sarih bir şekilde ortaya koyamamıştır. bu fikrin asıl geliştiricileri 20. yüzyılda kültürel materyalistler (cultural materialism) olmuştur, özellikle de marvin harris. fakat bu ekolü marksizm ile karıştırmak kendilerine yapılmış büyük bir haksızlık olur, çünkü bu ekol "sosyal bilimlerin" gerçekten bilim olabilmesi yönünde atılmış oldukça önemli bir adımdır.

marksizm ise bilimsel bir teori olmaktan çok bir ideolojidir. teleolojik bir tarih görüşüne sahiptir. yani marksizme göre tarih belirli bir yönde akar ve bu akışı sağlayan da sınıflar arasındaki mücadeledir. şimde tarihin akışının sınıflar arasındaki mücadele olduğunu söylediğinizde aslında en baştaki maddi temelin belirleyici olduğu fikrini terk etmiş oluyorsunuz ve böylece maddi temelden çok (ekoloji, coğrafya, enerji kaynakları, nüfus, teknolojik aletler vb.) toplumsal organizasyonun (toplumun sınıf konfigürasyonu) belirleyiciliğine vurgu yapmış oluyorsunuz. ve böylece toplumların sınıf konfigürasyonunu da belirleyen şeyi, yani maddi koşulları gözden kaçırmış oluyorsunuz ve maddi koşullara yapılan vurgu yerini sınıflara; yani bir takım şerefsiz, kan emici, adi, alçak burjuvalara, para babalarına vb. bırakmış oluyor. şimdi gidin türkiye'deki komünist partilerin söylemlerine bakın, hep bu şekilde, çizgi filmlerdeki gibi dünyayı ele geçirmek isteyen bir takım kötü adamlardan bahsederler. elbette marksizmin ve komünistlerin bu şekilde bir söylem tutturmasının sebebi bu ideolojiye meyilli olan insanların belirli bir psikolojik eğilimi paylaşmalarından kaynaklanmaktadır. nietzsche buna ressentiment adını vermişti ve bu ressentiment denilen şeyin ne olduğu anlaşılmadan solculuğun, marksizmin, sosyalizmin, komünizmin ne olduğu anlaşılamaz.

komünizm ve marksizm hakkında daha ayrıntılı bir tartışma için #240078
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim