1.
maladaptasyon
insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı toplum yapılarında, bireylerin birbirine yararcı değil zararcı olması. şiddetin ve bencilliğin artması durumu. dahası maladaptasyon geçiren toplumlarda bir çıkar yolu bulmak, çözüm üretmek imkansız ayrıca başka kültürlere vahşet gelecek ritüelller, radikal kültür kabul edilebilir. buna örnek olarak toplum yapıları şu şekilde anlatılmış.
britanyalı saygıdeğer sosyal antropolog evans pritchard klasik eseri "the nuer" adlı kitabında; sudanlı erkeklerin küçük bir kışkırtmayla birbirleriyle çoğunlukla kavga ettiklerini, bazen bu kavgaların ölümle noktalandığını yazmıştı. jale halkı gibi, nuerler de bunun gibi şiddeti veya yol açtığı misilleme güdüsünü önleme konusunda etkili bir araca sahip değildi. söylendiği üzere bilakis nuer halkı bu duruma bitmeyen bir kan davası diyordu. pritchard bunu "nuer halkının gerektiği kadar gıda almamış olmasına" bağladı. buna rağmen kıt hayvancılıkla zar zor geçinen bu insanlar, hayvancılık hastalıklarına karşı tarıma yönelmek vb çözüm üretmek yerine, hayvancılıkta inatçıydılar.
bolivya'nın doğusunda yer alan tropik ormanlarda avcılık, balıkçılık ve tarla ekip biçerek yaşamış sirion6 yerlilerini düşünelim. allan r. holmberg bir bireyin diğerine karşı aile içinde bile hissiz olmasının kendisini "şaşkına çevirmeyi asla durdurmayacağını" yazmıştı. bunu göstermek için, "tüm gün avlandıktan sonra kampa dönüş yolunda karanlığa yakalanmış bir adamın" tipik olduğu söylenen bir hikayesini şöyle anlatmaktadır: "ay ışığının olmadığı bir gecede kaybolmuş bir adam defalarca yardım istemiş, siriono yakınlarındaki bir kampta yaşayan akrabaları ise adamın çığlıklarını duymalarına rağmen önemsememişler. yarım saat sonra bağırma sesi kesildiğinde, adamın kız kardeşi neşeli bir şekilde: 'bir jaguar onu kapmış olmalı' demiş. aslında, bu avcı geceyi bir ağaca tırmanarak ağacın tepesinde geçirmişti. o karanlık gecenin sabahında kampa döndüğünde kimse onu karşılamamıştı. bunun yerine kız kardeşi yakaladığı avların küçük bir kısmını verdi diye acılı bir serzenişte bulunmuştu. holmberg, siriono halkının kavga ettiğini, yemekleri bir yerlere gizlemek, paylaşmayı reddetmek, tek başına gece ya da ormanda yemek, aile üyelerinden saklamak, özellikle kadınların yemekleri vajinalrına gizlemesi gibi konularda birbirleriyle sürekli kavga ettiklerini de ifade etmiştir.
siriono'da gıda daima kısıtlı ve açlık hayatın değişmez bir gerçeğiydi. bazı grupların nerdeyse açlıktan ölmenin eşiğine geldiği zamanlar olurdu. aslında göçebe hayata ayak uyduramayan hasta ve yaşlı insanlar dışlanırdı, bazen göç eden grubun arkasında acınacak halde ölene kadar sürünmeye bırakılırdı.
kültür ve din çoğunlukla bu başıbozukluğu dizginlemeye çalışan adaptif kendiliğinden ortaya çıkan kurallar bütünüydü. bize göre topluma zararlı, tehlikeli olsa da bu patternlerin çıkış nedeni, zarardan çok topluma yararı olması.
eğer büyücülük gibi belli bir inanç sisteminin bir topluma zararlı olabileceği kabul edilirse, onun zararlarından çok daha fazla ağır basan faydalarının da olduğu hemen öne sürülür. örneğin clyde kluckhohn ve dorothea leighton klasik etnografyalan the navaho aralarındaki büyücülerin varlığı hakkında yaygın navaho inancının korku ürettiği, şiddete yol açtığı ve bazen masum insanların trajik acılar çekmesine neden olduğu sonucuna vardılar. yine de, clyde kluckhohn ve dorothea leighton, navahoların akrabalarına ve hayatın kendi tehlikelerine karşı hissettiği tüm düşmanlığı büyücülere yönlendirmesine izin vererek büyücülük inançlarının "toplumun çekirdeğini sağlam tuttuğu" ve dahası, zenginlerin ve güçlülerin çok aşırı güce ulaşmasını engellediği ve genelde sosyal açıdan bölücü eylemleri önleme amacına hizmet ettiğini gördüler.
sonuç, maslow ihtiyaçlarının ilk adımlarını tamamlayamayan toplumlardan, modern fikirler, eşitlik, hukuk beklemek doğru olmaz. aynı şekilde gerçek dışı inançlar sisteminin de kültür olmasına şaşırmak. gelir düşüklüğü ile giderek artan şiddet ve insanların yoksullaştıkça daha fantastik fikirlere kendilerini kaptırması bana türk toplumunu hatırlattıç.
britanyalı saygıdeğer sosyal antropolog evans pritchard klasik eseri "the nuer" adlı kitabında; sudanlı erkeklerin küçük bir kışkırtmayla birbirleriyle çoğunlukla kavga ettiklerini, bazen bu kavgaların ölümle noktalandığını yazmıştı. jale halkı gibi, nuerler de bunun gibi şiddeti veya yol açtığı misilleme güdüsünü önleme konusunda etkili bir araca sahip değildi. söylendiği üzere bilakis nuer halkı bu duruma bitmeyen bir kan davası diyordu. pritchard bunu "nuer halkının gerektiği kadar gıda almamış olmasına" bağladı. buna rağmen kıt hayvancılıkla zar zor geçinen bu insanlar, hayvancılık hastalıklarına karşı tarıma yönelmek vb çözüm üretmek yerine, hayvancılıkta inatçıydılar.
bolivya'nın doğusunda yer alan tropik ormanlarda avcılık, balıkçılık ve tarla ekip biçerek yaşamış sirion6 yerlilerini düşünelim. allan r. holmberg bir bireyin diğerine karşı aile içinde bile hissiz olmasının kendisini "şaşkına çevirmeyi asla durdurmayacağını" yazmıştı. bunu göstermek için, "tüm gün avlandıktan sonra kampa dönüş yolunda karanlığa yakalanmış bir adamın" tipik olduğu söylenen bir hikayesini şöyle anlatmaktadır: "ay ışığının olmadığı bir gecede kaybolmuş bir adam defalarca yardım istemiş, siriono yakınlarındaki bir kampta yaşayan akrabaları ise adamın çığlıklarını duymalarına rağmen önemsememişler. yarım saat sonra bağırma sesi kesildiğinde, adamın kız kardeşi neşeli bir şekilde: 'bir jaguar onu kapmış olmalı' demiş. aslında, bu avcı geceyi bir ağaca tırmanarak ağacın tepesinde geçirmişti. o karanlık gecenin sabahında kampa döndüğünde kimse onu karşılamamıştı. bunun yerine kız kardeşi yakaladığı avların küçük bir kısmını verdi diye acılı bir serzenişte bulunmuştu. holmberg, siriono halkının kavga ettiğini, yemekleri bir yerlere gizlemek, paylaşmayı reddetmek, tek başına gece ya da ormanda yemek, aile üyelerinden saklamak, özellikle kadınların yemekleri vajinalrına gizlemesi gibi konularda birbirleriyle sürekli kavga ettiklerini de ifade etmiştir.
siriono'da gıda daima kısıtlı ve açlık hayatın değişmez bir gerçeğiydi. bazı grupların nerdeyse açlıktan ölmenin eşiğine geldiği zamanlar olurdu. aslında göçebe hayata ayak uyduramayan hasta ve yaşlı insanlar dışlanırdı, bazen göç eden grubun arkasında acınacak halde ölene kadar sürünmeye bırakılırdı.
kültür ve din çoğunlukla bu başıbozukluğu dizginlemeye çalışan adaptif kendiliğinden ortaya çıkan kurallar bütünüydü. bize göre topluma zararlı, tehlikeli olsa da bu patternlerin çıkış nedeni, zarardan çok topluma yararı olması.
eğer büyücülük gibi belli bir inanç sisteminin bir topluma zararlı olabileceği kabul edilirse, onun zararlarından çok daha fazla ağır basan faydalarının da olduğu hemen öne sürülür. örneğin clyde kluckhohn ve dorothea leighton klasik etnografyalan the navaho aralarındaki büyücülerin varlığı hakkında yaygın navaho inancının korku ürettiği, şiddete yol açtığı ve bazen masum insanların trajik acılar çekmesine neden olduğu sonucuna vardılar. yine de, clyde kluckhohn ve dorothea leighton, navahoların akrabalarına ve hayatın kendi tehlikelerine karşı hissettiği tüm düşmanlığı büyücülere yönlendirmesine izin vererek büyücülük inançlarının "toplumun çekirdeğini sağlam tuttuğu" ve dahası, zenginlerin ve güçlülerin çok aşırı güce ulaşmasını engellediği ve genelde sosyal açıdan bölücü eylemleri önleme amacına hizmet ettiğini gördüler.
sonuç, maslow ihtiyaçlarının ilk adımlarını tamamlayamayan toplumlardan, modern fikirler, eşitlik, hukuk beklemek doğru olmaz. aynı şekilde gerçek dışı inançlar sisteminin de kültür olmasına şaşırmak. gelir düşüklüğü ile giderek artan şiddet ve insanların yoksullaştıkça daha fantastik fikirlere kendilerini kaptırması bana türk toplumunu hatırlattıç.
devamını gör...