jedigillerden obi wan keno abi yazar profili

jedigillerden obi wan keno abi kapak fotoğrafı
jedigillerden obi wan keno abi profil fotoğrafı
rozet
karma: 529 tanım: 12 başlık: 11 takipçi: 5

son tanımları


maladaptasyon

insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı toplum yapılarında, bireylerin birbirine yararcı değil zararcı olması. şiddetin ve bencilliğin artması durumu. dahası maladaptasyon geçiren toplumlarda bir çıkar yolu bulmak, çözüm üretmek imkansız ayrıca başka kültürlere vahşet gelecek ritüelller, radikal kültür kabul edilebilir. buna örnek olarak toplum yapıları şu şekilde anlatılmış.

britanyalı saygıdeğer sosyal antropolog evans pritchard klasik eseri "the nuer" adlı kitabında; sudanlı erkeklerin küçük bir kışkırtmayla birbirleriyle çoğunlukla kavga ettiklerini, bazen bu kavgaların ölümle noktalandığını yazmıştı. jale halkı gibi, nuerler de bunun gibi şiddeti veya yol açtığı misilleme güdüsünü önleme konusunda etkili bir araca sahip değildi. söylendiği üzere bilakis nuer halkı bu duruma bitmeyen bir kan davası diyordu. pritchard bunu "nuer halkının gerektiği kadar gıda almamış olmasına" bağladı. buna rağmen kıt hayvancılıkla zar zor geçinen bu insanlar, hayvancılık hastalıklarına karşı tarıma yönelmek vb çözüm üretmek yerine, hayvancılıkta inatçıydılar.

bolivya'nın doğusunda yer alan tropik ormanlarda avcılık, balıkçılık ve tarla ekip biçerek yaşamış sirion6 yerlilerini düşünelim. allan r. holmberg bir bireyin diğerine karşı aile içinde bile hissiz olmasının kendisini "şaşkına çevirmeyi asla durdurmayacağını" yazmıştı. bunu göstermek için, "tüm gün avlandıktan sonra kampa dönüş yolunda karanlığa yakalanmış bir adamın" tipik olduğu söylenen bir hikayesini şöyle anlatmaktadır: "ay ışığının olmadığı bir gecede kaybolmuş bir adam defalarca yardım istemiş, siriono yakınlarındaki bir kampta yaşayan akrabaları ise adamın çığlıklarını duymalarına rağmen önemsememişler. yarım saat sonra bağırma sesi kesildiğinde, adamın kız kardeşi neşeli bir şekilde: 'bir jaguar onu kapmış olmalı' demiş. aslında, bu avcı geceyi bir ağaca tırmanarak ağacın tepesinde geçirmişti. o karanlık gecenin sabahında kampa döndüğünde kimse onu karşılamamıştı. bunun yerine kız kardeşi yakaladığı avların küçük bir kısmını verdi diye acılı bir serzenişte bulunmuştu. holmberg, siriono halkının kavga ettiğini, yemekleri bir yerlere gizlemek, paylaşmayı reddetmek, tek başına gece ya da ormanda yemek, aile üyelerinden saklamak, özellikle kadınların yemekleri vajinalrına gizlemesi gibi konularda birbirleriyle sürekli kavga ettiklerini de ifade etmiştir.

siriono'da gıda daima kısıtlı ve açlık hayatın değişmez bir gerçeğiydi. bazı grupların nerdeyse açlıktan ölmenin eşiğine geldiği zamanlar olurdu. aslında göçebe hayata ayak uyduramayan hasta ve yaşlı insanlar dışlanırdı, bazen göç eden grubun arkasında acınacak halde ölene kadar sürünmeye bırakılırdı.

kültür ve din çoğunlukla bu başıbozukluğu dizginlemeye çalışan adaptif kendiliğinden ortaya çıkan kurallar bütünüydü. bize göre topluma zararlı, tehlikeli olsa da bu patternlerin çıkış nedeni, zarardan çok topluma yararı olması.

eğer büyücülük gibi belli bir inanç sisteminin bir topluma zararlı olabileceği kabul edilirse, onun zararlarından çok daha fazla ağır basan faydalarının da olduğu hemen öne sürülür. örneğin clyde kluckhohn ve dorothea leighton klasik etnografyalan the navaho aralarındaki büyücülerin varlığı hakkında yaygın navaho inancının korku ürettiği, şiddete yol açtığı ve bazen masum insanların trajik acılar çekmesine neden olduğu sonucuna vardılar. yine de, clyde kluckhohn ve dorothea leighton, navahoların akrabalarına ve hayatın kendi tehlikelerine karşı hissettiği tüm düşmanlığı büyücülere yönlendirmesine izin vererek büyücülük inançlarının "toplumun çekirdeğini sağlam tuttuğu" ve dahası, zenginlerin ve güçlülerin çok aşırı güce ulaşmasını engellediği ve genelde sosyal açıdan bölücü eylemleri önleme amacına hizmet ettiğini gördüler.

sonuç, maslow ihtiyaçlarının ilk adımlarını tamamlayamayan toplumlardan, modern fikirler, eşitlik, hukuk beklemek doğru olmaz. aynı şekilde gerçek dışı inançlar sisteminin de kültür olmasına şaşırmak. gelir düşüklüğü ile giderek artan şiddet ve insanların yoksullaştıkça daha fantastik fikirlere kendilerini kaptırması bana türk toplumunu hatırlattıç.
devamını gör...

empirizm

bir deneyci temsili locke’tur. esas olarak bilginin özelliği ve kaynağına ilişkin felsefe problemine ayırdığı ünlü insan zihni ürerine bir deneme adlı kitabında locke zihni ‘üzerinde hiçbir yazı bulunmayan, hiçbir tasarıma sahip olmayan beyaz bir kağıda’ benzetir. peki o, yani zihin bu tasarımları ve düşünceleri nereden elde eder?

insanın her zaman meşgul ve sınırsız hayal gücünün kendisine hemen hemen sonsuz değişik biçimler verdirdiği bu geniş yığın zihne nereden gelir? zihin, aklın ve bilginin bütün malzemesini nerden alır? buna tek kelime ile cevap veriyorum: "deneyden”. görüldüğü gibi locke zihni, deney öncesinde üzerinde veya içinde hiçbir şey bulunmayan beyaz bir kağıda veya “boş bir levhaya’ benzetmekte (bkz: tabula rasa) ve bilginin bütün kaynağını deneyde, gözlemde, duyuların kullanımı sonucu zihne gelen verilerde bulmaktadır. başka bir deyişle locke’a göre insan zihninde doğuştan gelen hiçbir bilgi mevcut değildir ve her türlü bilginin kaynağı deneydir.

felsefe dilinde kaynağı deney olan bu tür bilgilere, ‘deneyden sonra gelen, deneyle elde edil­miş’ bilgiler anlamında (bkz: a posteriori) bilgiler denir. o halde locke’a göre her türlü bilgi a posterioridir. bununla birlikte locke, ılımlı bir deneycidir; zihni duyumlara indirgemez. zihnin bir kez kendilerini aldıktan sonra deneyden gelen şeyler, deney malzemesi üzerinde çalışmasını, anlam işlemesini reddetmez. buna karşılık deneyciler içerisinde daha ileri giderek, duyumlardan ayrı veya onları aşan bir zihnin olduğunu kabul etmeyenler, böylece zihni veya aklı sadece duyumların toplamına indirgemeye çalışanlar da vardır ve bunların bu görüşüne duyumculuk (bkz: sensationalismi) adı verilir. ünlü bir fransız filozofu olan (bkz: condillac) bu görüşü savunanların başında gelir.
devamını gör...

slinky

richard james adında pensilvanyalı bir mühendis son derece önemli bir askeri buluş üzerinde çalışıyordu. genellikle dalgalı denizlerde yolculuk ettiklerinden gemideki yerleşik donanımı sabitlemek için detaylı önlemlere ihtiyaç duyuyorlardı. james bu sorunu, türbülans anında herhangi bir sorun yaşanmasını önleyecek şekilde donanımı duvara yaylı sistemle bağlayarak çözmeyi denedi. james çalışmalarını devam ettirdiği sırada kazayla yaylardan birini yere düşürdü. yay düştüğü yerden masanın üstünde duran kitap yığınının arasına doğru sıçradı. daha sonra mükemmel bir silindir şekil oluşturacak şekilde toplandı.

james’in düşünceleri bir anda savaş gereçlerinden oyuncak sektörüne doğru kaymıştı. aklına gelen fikri karısı betty ile paylaştı. betty alete verilebilecek ilginç bir isim bulmuştu: slinky. slinky, yirmi metrelik çelik telin sarılması ile imal edilmektedir. james’in ilk makinası bu işlemi hemen hemen on saniyede tamamlayabilmekteydi. keskin uçların törpülenmesi haricinde oyuncak ilk modelin satışa sunulduğu 1945 yılından beri herhangi bir değişime uğramadı. james oyuncak firmalarını fikrini desteklemeye ikna edememişti. böylece slinky’i kendi üretip satmaya başladı. başlangıçta gimbel mağazası için sadece 400 oyuncak yapmıştı. james 1974 yılında öldü. fakat 1995 yılına gelindiğinde james ındustries, çeyrek milyardan daha fazla sayıda slinky oyuncağı satmıştı.
devamını gör...

bilişsel çelişki

(bkz: leon festinger), öğrenci kulüplerinin okula yeni başlayan öğrencilere kötü şakalar yapmaları bilişsel uyumsuzluk ilkesi ile açıklar. araştırmacılar başlangıç ritüelleri ne kadar küçük düşürücü olursa, yeni öğrencilerin de grubun bir parçası olmaktan o kadar keyif aldıklarını söylediklerini tespit etmiştir. sosyal psikologlar buna ‘çabayı gerekçelendirme’ paradigması adını verdiler. ayrıca; insanlara yalan söylemeleri için para ödenirse, söyledikleri yalana inanmadıklarını da tespit etmiştir. ama eğer yalan söylemeye para almadan gönüllü olurlarsa, söylediklerine sıklıkla inanmaktadırlar. yalan söylemelerini bunun için para almayla gerekçelendirmediklerinde, bilişsel uyumsuzluk hali yaşarlar. böylece söylediklerine inanmaya çabalarlar.
devamını gör...

utilitaryanizm

yararcılık nasıl davranmamız gerektiği hakkında bir kuramdır. yararcılara göre, dünyada ne en fazla toplam hazzı üretirse her zaman onu yapmalıyız. yararcılık, ilk önce ingiliz ekonomist ve filozof (bkz: jeremy bentham) tarafından ileri sürüldü ve sonraları (bkz: john stuart mill)tarafından detaylandırıldı.

çağdaş filozoflar, yararcılığı ‘sonuççuluk’un bir formu olarak düşünürler. sonuççuluk, şu soruya verilen bir cevaptır: hangi eylemler uygulanmak için ahlaken doğrudur? sonuççuluğun cevabı ise, hangi eylem en iyi sonucu verirse. olmuştur. bu genel görünüş, hangi dünya halinin nesnel olarak diğerlerinden daha iyi olduğunu bilmemizi gerektirir. bazı filozoflar, bunun mümkün olmadığını iddia ederler.

yararcılar, neyin iyi olduğuna dair hazcı bir fikre sahip sonuççulardır. tek nesnel iyinin ‘haz’ olduğunu düşünürler. diğer sonuççular, iyinin sadece hazzı değil, aynı zamanda saygı ve eşitlik gibi şeyleri de içerdiğine inanırlar.

bazı yararcılar, hazzın farklı türlerini sıralarlar. bentham, “önyargı kenara bırakılırsa çocukların oynadığı bir oyun, müzik ve şiirin sanat ve bilimi ile eşit değerdedir.” görüşünü öne sürdü. hazzın niteliksel değil niceliksel olarak ölçülmesi gerektiğine inandı. aksine mill, entelektüel arzuların tatmininin sırf duyusal arzuların tatmininden daha iyi olduğuna inandı. “tatmin olmamış bir sokrates olmak, tatmin olmuş bir domuz olmaktan daha iyidir” diye yazmıştır.
devamını gör...

katsuşika hokusai

(bkz: tani buncho) ya kimin daha iyi sanatçı olduğunu belirleyecek bir yarışma için meydan okumuştur. başlar başlamaz hokusai, büyük bir kağıt parçası üzerine maviyi boydan boya sürer, sonra bir tavuk ayağını kırmızı boyaya daldırır ve kağıt üzerinde rastgele dolaştırır. sonuçta ortaya çıkan şeye bir nehir üzerinde akçaağaç yaprakları adını vermiştir.

yıllar içinde hokusai, 500 çizim kitabında toplanan 30.000’den fazla çizim yaptmıştır. 1814 ile 1878 yılları arasında, geniş bir tarz çeşitliliğinde gerçek ve hayali konuların dağılımından müteşekkil mangaların (çalakalem resim) on beş cildini basmıştır.. bu serinin son parçası, ancak 1878’de, ölümünden yirmi dokuz yıl sonra ortaya çıkmıştır.

hokusai en çok, tokyo kökenli bir teknik olan (bkz: ukiyo-e) tekniği ile tanınır. “akan dünyanın resimleri” anlamına gelen ukiyo-e, farklı renklerin art arda akışı için kullanılan bir dizi farklı tahta kalıp üzerindeki renkli baskılardır. hokusai tarafından yapılan en ünlü ukiyo-e, onun fuji dağı’nın 36 farklı görünüşü albümünden kanawaga’ya çarpan büyük dalga isimli olanıdır. doğa güçleri ile savaşan balıkçıları tasvir eden baskı –geleneksel bir japon konusu sayılmaz– japonya’ya kadar giden hollanda gravürlerinden oldukça etkilenmiş görünmektedir.
devamını gör...

fransız ihtilali

genellikle, fransız devrimi’nin (bkz: bastille) baskınıyla başladığı kabul edilir. oysa devrim daha önce, bir tavşan kıyımıyla başlamıştır. (bkz: états généraux) 1789 mayısında versailles’da toplanmıştı. meclis, aralarında soyluların avlanma hakları da bulunan feodal hakların kaldırılmasını görüşüyordu. delege olarak toplantılara katılmış olan camille desmoulins, 10 haziran tarihinde, yani bastille baskınından bir ay önce, babasına yazdığı bir mektupta şunları anlatıyordu

“bretanlar şikâyet dosyalarındaki (cahiers de doléance) bazı maddeleri geçici olarak yürürlüğe sokuyorlar. güvercinleri ve av hayvanlarını öldürüyorlar. buralarda 50 delikanlı yabani tavşanlarla ada tavşanlarına karşı inanılmaz bir kıyıma giriştiler. söylendiğine göre, st. germain ovasında, nöbetçilerin gözlerinin önünde dört ya da beş bin hayvanı öldürmüşler.”

eylemciler bir insana yönelmeden önce basit gördükleri hedeflere yönelmişlerdi. sonrasında asıl olay bastille günü olur. o gün bütün şehir silahlanır. ayaklanma kralın adaletine karşıdır; bu adalet saldırılan ve işgal edilen binada cisimleşmiştir. mahkûmlar serbest bırakılır, böylece onlar da kitleye katılabilirler. bastille’in savunmasından sorumlu olan komutanla yardımcıları idam edilir. bu arada hırsızlar da sokak lambalarının direklerine asılır. bastille yerle bir edilir; taş üstünde taş kalmaz. adalet, iki temel öğesiyle, yani idam cezası verme ve affetme yetkisiyle birlikte halkın eline geçer.
devamını gör...

postiş

mısır fravunları'nın aşina olduğumuz çenelerindeki metalik sahte sakal otokratik ve dini statüyü vurgulayan bu simge çağlar öncesi predynastic dönemden beri önemli yer tutuyor. narmer tabletlerinde prens (bkz: rahotep) postişli şekilde işlenmiş. orta dönem hükümdarı ankhef'in de postişi var. önceden beri süregelen firavun ailesi mirası olduğu için bu otokratik modaya çoğu uymuş. aslında bunu anlamamız için antik mısır sosyolojisini iyi bilmek gerekiyor. çok sert bir hiyerarşik ayrım var. saray ile halk kesin ayrılmış durumda.

firavunlar kendilerini tanrı kabul ediyor. fake beard'ın önemli olmasına şaşmamak gerek, mitolojilerinde yer alan osiris aynı şekilde postişli resmedilmiş. çünkü onlara göre kendilerini tanrı gibi sunmanın dışavurumsal yorumu ona benzemekti. osiris'in metalik sakalı var. tutankhamun kendi altın maskesini osiris suretinde yaptırdı. aslında öncesinde firavunlar sakal bırakırdı sonrasında hijyen ve normal halk sefaletinden ayrılmak için kendilerini saray adına deforme etmeyi seçtiler. bu yüzden firavunların çoğu sakalsızdır bunun yerine fakebeard kullanırlar.

bu aynı zamanda kadın firavunların da örneğin (bkz: hatshepsut) postiş kullandığını açıklıyor. büyük hiyerarşik statülerini kendi modalarında kullanmaktan da geri durmadılar. sphinx başından bildiğimiz baş örtüsü(bkz: nemes) takıyorlardı. bazı firavun başlıklarında yılan motifi görürsünüz (bkz: uraeus). bunun anlamı firavun'un her daim düşmanlarına zehirli gücünü gösterebilmesi ayrıca mısır tanrıçası wadjet'in de sembolü.
devamını gör...

sihizm

(bkz: sih) inancının özünde, yaygın kast sisteminin bir reddi olarak, tüm insanların eşit olduğuna dair derin bir inanç vardır. bu, çoğu kişi tarafından ilahî cezayı alan günahkârlar olduklarına inanılan cüzzamlılara karşı gösterilen nezaketle örneklendirilir. tanrı’nın kindar olmadığına inanan sihler, cüzzamlıların tedavi görebileceği bir alan oluşturdular. sihler, otuz sekiz yaşındayken tek ve her zaman düşünceli bir tanrı olduğuna dair bir vahye sahip olan (bkz: guru nanak) tarafından hindistan’da, on beşinci yüzyılda kuruldu. bu tanrıya ek onkar adı verildi.

guru nanak, insanların ek onkar için günlük hayatlarında batıl inançlar ve ayinlerden çok, sevgilerini göstermeleri gerektiğini vaaz etti. guru nanak, her biri sihizm’i hindistan ve arabistan’ın farklı taraflarında yayan, kendisinden sonra gelen dokuz guruluk bir geleneğin öncüsüdür. önemlerine rağmen gurular, sadece tanrı’nın sözünü tekrarladıklarında ısrar ederek tanrılar gibi tapınılmayı reddettiler. son guru olan guru gobind singh, 1708’de öldü. yerini, “ölümsüz guru” olarak bilinen ve sihizm’in kutsal kitabı olan metin devraldı. bu kutsal kitaba, (bkz: guru granth sahib) adı verilir. sadece on gurunun öğretilerinden oluşmaz, ama aynı zamanda müslüman ve hindu inançlarından pasajlar de içerir. sanskritçe, farsça, ve penjapça yazılıdır. ibadet sırasında bu kutsal kitaptan pasajlar genelde ilahi şeklinde söylenir veya tekrarlanır.

sihler, zamanın döngüsel olduğuna ve ruhlarının doğum, ölüm ve yeniden doğuştan oluşan bir döngüde yakalanmış olduğuna inanırlar. döngü, insanların benmerkezciliği egoları, öfkeleri, açgözlülükleri, bağları ve şehvetleri – tarafından körüklenmektedir. insanlar kendilerini benmerkezcilikten kurtarabilir ve aydınlanmayı başarabilirlerse, döngüyü kırabilirler. ancak bu aydınlanmanın, kişinin kendi eylemlerinin sonucu olmasına gerek kalmadan, tanrı’nın iyiliği ile de verildiğine inanılır. sihler’in tütün ve alkol tüketmeleri, zina etmeleri veya vücutları üzerinde bulunan herhangi bir kılı kesmeleri yasaktır. ayrıca her zaman sihizm’in beş sembolünü taşımak zorundadırlar: saçlarını örten bir türban, bir tarak, çelik bir bilezik, bir hançer ve (genelde iç çamaşırı olarak) bir çeşit kısa don.
devamını gör...

ronald david laing

1927-1989 yılları arasında yaşamış olan bir psikiyatristtir, radikal psikiyatri akımı içinde yer alır ve işlevselcilerin çizdiği mutlu aile tablosunu eleştirir. laing aile üyelerinden en az birinin şizofrenik olduğu aileler üzerinde çalışmış, şizofreninin “delilik” olmadığını, şizofrenik olduğu ileri sürülen bir davranışın aile ilişkileri bağlamında ele alındığında anlamlı olabildiğini savunmuştur. diğer bir deyişle laing’e göre şizofrenik davranış ancak aile ilişkileri bağlamında anlaşılabilir ve makul bir davranış olarak kabul edilebilir.

laing ailenin bir dizi etkileşimden oluştuğunu, bu etkileşim sırasında üyelerin birbirleriyle karmaşık bir taktik oyunu oynadıklarını, oyun sırasında da bir dizi strateji kullandıklarını, ama bu etkileşimlerden bazılarının bireyler için zararlı, sömürücü veya yok edici olabildiğini ileri sürer. etkileşimin nasıl zararlı olabildiğini jane örneği ile anlatır. şizofrenik olarak tanımlanan jane hareketsiz oturmakta, sadece beslendiği zaman yemek yemekte, kendi düş dünyasında yaşamaktadır. bu dünya bir tenis oyunundan ibarettir ve jane de tenis topudur. gerçek dünyada jane’in ailesi bir çatışma yaşamaktadır, aile ikiye bölünmüştür, birbirleriyle iletişim kurmamakta, sadece jane aracılığıyla iletişim kurmaktadırlar. bu gerilim çok arttığında jane kaçmakta ve kendi düş dünyasına sığınmaktadır. ama düş dünyasındaki tenis oyunu ailedeki iletişim desenini temsil etmektedir, yani bu dünya bile ailesinden tamamen kaçmak için yeterli değildir.

bu vaka, ailenin bireyi nasıl sömürdüğünü ve aile içi etkileşimin nasıl zararlı olabileceğini gösteren bir örnektir. laing, ailenin çoğunluğu tarafından paylaşılan değer, inanç ve genel kanıyı, aile içindeki yoğun ilişkiler ağını ifade etmek için (bkz: aile nexusu)kavramını kullanır. nexus aile bağı değildir, ailedeki herkesin uyması beklenen ortak değerlerden oluşan son derece güçlü bir ağdır. nexus aile kimliğinin güçlenmesini ve sürdürülmesini sağlar, ama ailedeki her bireyin diğer bireylerin görüşlerinden, düşüncelerinden ve kendisine yönelik tutumlarından derinden etkilenesine, diğerlerinin düşündüğü gibi düşünmeye çalışmasına neden olur. nexus yüzünden aile bireyleri birbirlerinden sürekli olarak ilgi ve dikkat isterler. laing’e boğucu bir bağ olan nexus aynı zamanda aile bireylerini diğer aile bireyleri tarafından maniple edilebilecek, kolayca incinebilecek savunmasız bir hale getirir. aile nexusu içindeki etkileşim karşılıklı içselleştirme ile sonuçlanır.

bu kavram, aile üyelerinin aile kimliğini kendi kişisel gelişimlerini, özellikle benlik gelişimlerini sınırlayacak şekilde içselleştirmelerini ifade eder. bireyler aileyi içselleştirirler, aile üyeleri birbirlerinin ve bir bütün olarak ailenin bir parçası haline gelirler ve kendi benliklerini, özgürlüklerini ve kendi farkındalıklarını kaybederler. aile değerleri ve tutumları bireyin kendi değerleri ve tutumları haline geldiği zaman birey artık özerklik duygusunu kaybeder. yani aile kimliği, bireylerin özgürlükleri pahasına sağlanır ve bireye zarar verir. laing’e göre aile bireylerinin aile kimliğini kendi kişisel benlik gelişimlerini sınırlayacak şekilde ve derecede içselleştirmeleri sorunludur, aile değerleri bireyin kendi değerleri haline geldiğinde birey kişisel özgürlüğünü ve farkındalığını kaybeder.

leach gibi laing de aile üyeleri arasında bağımlılığın ve karşılıklı bağlanmanın çok yoğun olmasının aile üyelerinin kendileri ile toplumun geri aklanı arasına bir bariyer koymasıyla sonuçlanacağını düşünür. laing için aile üyeleri bir aile gettosu içinde yaşamaktadır. aile dış dünyadan korkmaya başlar ve aile içinde aşırı korumacı davranışlar görülür. dış dünyanın bir tehdit oluşturduğu duygusu ve aşırı korumacı davranışları nexusu daha da güçlendirir. laing bu durumda aile üyelerinin, özellikle çocukların dünyayı “bize benzeyen insanlar” ve “onlara benzeyen insanlar” şeklinde görmeye başladıklarını belirtir. bu oldukça tehlikeli bir sonuçtur çünkü bu ayrım daha sonra kolaylıkla ırklar, etnik gruplar, mezhepler, dinler ya da sınıflar konusunda ayrımcı davranışlar göstermeye dönüşebilir. dolayısıyla bu ayrım sadece ailenin kendisi için değil, toplumun bütünü için de zararlıdır. l

leach ve laing’in çalışmaları çeşitli açılardan eleştirilmiştir. ikisi de aile hakkında detaylı bir alan araştırması yapmamakla eleştirilmektedir, üstelik laing’in çalışması sadece şizofrenik bir üyesi olan ailelerle sınırlıdır. bir diğer eleştiri leach’in çalışmasının aksine laing’in çalışmasının tarihsle perspektiften yoksun olduğu yönündedir. her ikisi de toplumsal sınıfları ya da sınıf ve aile arasındaki ilişkileri görmezden gelmekle eleştirilmiştir. ayrıca ikisi de sadece batı toplumlarını analiz etmekle eleştirilmişlerdir
devamını gör...

obit anus abit onus

"eğer biz schopenhauer’ın yaşantısı ile yargı verecek olursak onun öğretisinin hiç de içtenli olmadığını söyleyebiliriz. normal olarak o iyi restoranlarda yemek yerdi. ufak tefek bir sürü gönül işleriyle vakit geçirirdi. hem de tutkulu değil, cinsel türünden. ziyadesiyle kavgacı ve görülmemiş derecede cimriydi.

bir kez, oturduğu evin kapısı dışında arkadaşıyla konuşan yaşlı bir dikişçi kadına kızmış onu merdivenlerden aşağı atmıştı. kadıncağız sürekli olarak sakat kaldı. schopenhauer mahkemece, kadına her iş gününce bir hayat boyu 15 (bkz: thaler) (eski alman gümüş parası) ödemeye mahkûm edildi. kadın 10 yıl sonra öldüğünde schopenhauer not defterine «obit anus, abit onus» yani «yaşlı kadın öldü, yükümüz gitti» diye not düştü.

kaynak: bertrand russell - batı felsefesi tarihi cilt ııı

devamını gör...

sandbanham

güney hindistan’daki (bkz: kerala) da yaşayan (bkz: nayar) toplumu anaerkil bir toplumdur ve biyolojik yeniden üretim ve çocuk yetiştirme konusunda oldukça farklı geleneklere sahiptir. nayar toplumunda bütün kız çocukları ergenliğe girmeden önce tali geleneklerine göre bir tali kocası ile evlilik ritüeli yaparlar. tali kocaları kız çocuklarının babalarının arkadaşları olan yaşlı erkeklerdir. bu tali-evliliğinden sonra tali kocaları kız çocukları ile birlikte yaşamaz ve aralarında bir cinsel ilişki de olmaz. kız çocuklarının tali kocalarına karşı tek sorumlulukları cenazelerine katılmak ve yaslarını tutmaktan ibarettir. ergenliğe girdikleri zaman ise belirli sayıda `sandbanham` kocası tarafından ziyaret edilmeye başlanırlar.

sandbanham koca adı verilen erkekler savaşçıdırlar ve zamanlarının çoğunuköy dışında geçirmektedirler. köylere geldiklerinde istedikleri sayıda nayar kadınını ziyaret edebilirler. bu ziyaretlerde sandbanham kocalar nayar kadınının evine akşam yemeğinden sonra gelmek zorundadır, kadınla erkek arasında cinsel ilişki gerçekleştikten sonra sandbanham koca, kahvaltıdan önce evi terk etmek zorundadır. bir zorunluluktan ötürü o evde kalması gerekirse kadınla birlikte uyuyamaz, evin verandasında uyumak zorundadır. sandbanham kocalar istedikleri sayıda nayar kadınını ziyaret edebilirken, her bir nayar kadınının en fazla 12 sandbanham kocası olabilir. bu ilişkilerden doğan çocukların bakımında sandbanham kocaların hiçbir rolü yoktur, biyolojik babalık önemli değildir. nayar kadınları ve sandbanham kocaların birbirlerine hediye vermelerine izin verilse de aynı kişiden çok fazla hediye almak ve diğerlerinden almamak hoş karşılanmaz. bu ilişkide karı ve koca hayat boyu süren bir bağ kurmaz, üstelik ekonomik olarak işbirliği içinde de değildirler.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim