karanliktakimum yazar profili

karanliktakimum kapak fotoğrafı
karanliktakimum profil fotoğrafı
rozet
karma: 36644 tanım: 2428 başlık: 415 apolet: 9 takipçi: 145
Alçaklığın,hainliğin,ikiyüzlülüğün,puştluğun,kısacası cümle kokuşmuşluğun at oynattığı bir dönemde yaşamdan zevk alabilmek ancak zayıfların bahtiyarlığıdır. Esas olan,sadece yaşamak değil, insana yakışır şekilde ve onurlu yaşamaktır. Teslim olmadan, boyun eğmeden, sürünmeden,el etek öpmeden yaşamaktır…. Nazım hikmet

son tanımları | başucu eserleri


le voyage dans la lune

1902 yılı yapımı, dünyanın ilk bilim kurgu filmi, harika bir hayal gücü eseri.

jules verne’nin ay’a seyahat kitabından sonra, insanlar aya yolculuğun nasıl olacağını, orada neler olabileceğini düşünüp durdular. tabi herkesin hayal gücü farklı. öncelikle verne’in kitabını okumadım ama bu filmin onun hayal gücünden esinlendiğini söyleyebilirim.

film kısa film şeklinde. bildiğim, filmde sahne dekorları haricinde çift görüntü oluşturmak için,
georges melies film şeritleri üzerinde farklı bir teknik yaratmış. bu sayede bazı sahnelerde görünen iç içe geçmiş görüntüler ve aya vardıkları ve uyudukları zaman üzerlerinden geçen kuyruklu yıldız geçişi( ben kuyruklu yıldıza benzettim) bu yöntemle oluşturulmuş. malum kendisi illüzyonist olunca, hayal gücü harika bir şey yaratmış.

filmin konusu ise, başlangıçta bir grup tıplantı halinde aya nasıl seyahat edileceğini planlıyorlar. ikinci planda ise , uzaya gönderilecek roketin inşaatı var. üçüncü bölüm fırlatma ve dünya sinema tarihinin en ünlü görüntüsü olan , ayın gözüne iniş yapmaları var.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
sonraki bölümde aya iniş ve uzaylılarla karşılaşma. son bölümde uzaylılardan kaçış ve dünyaya dönüş. bu sahneler hareketli dekorlarla sağlanmış. izlerken komik gibi görünse de , muntazam bir dekor oluşturulmuş. malum görsel efekt yok o dönem. o yüzden
georges melies mesleğinin hilelerini kullanmış ve çoğu yerde dumanlar çıkıyor.

bu film ile ilgili bir ufak detay da var. hugo filminin başlığında kimse bahsetmemiş bundan ama, hugo filminde georges melies da var. onun bu filmi nasıl çektiğiyle ilgili, filmde kullanılan dekorlar gerçeğine uygun şekilde tekrar yapılmış. hugo filmini izlemeyenler bu filmde de bu filmin esintilerini görecekler be sanki renklendirilmiş halini görecekler.

film ile ilgili söyleyeceklerim ve bildiklerim bu kadar. yanlışım olduysa affola. izlemek isteyen içim filmi de bırakıyorum aşağıya. iyi seyirler.

devamını gör...

the vanishing lady

1896 yılı georges méliès’ın yönettiği sessiz ve kısa film. hatta o kadar kısa ki 1 küsür dakikada bitiyor.

bu arada sayın ateist kaplumbağa ‘nın dediği gibi, bir zihin okuma durumu yok*. çünkü başlıkları düzenlerken, işim hafifleyince yönetmen bazlı filmleri sırayla izleyeceğim dedim kendi kendime. malum melies’ın film süreleri kısa ve nedense beni gerçekten etkileyen bir kişi. ben de ondan başladım izlemeye. yani çiplik zihin okumalık yani komploluk bir durum yok*).

neyse efendim filme gelelim. orijinal ismi escamotage d'une dame chez robert-houdin , ingilizceye ise the vanishing lady olarak çevrilmiş; yani kaybolan kadın. filmin ilk sahnesinde yere bir örtü ve üzerine sandalye yerleştiren melies, leydiyi sahneye davet ediyor. sandalyede oturan leydinin üzerine örtü örtüyor ve leydimiz pufff. tabi film 126 yıllık; haliyle kadının kaybolma anında yumuşak geçiş yok. demek istediğim film şeritleri kadının var iken ve yok iken olan kısımları direkt birleştirilmiş. sonrasında filmlerde kullandığı kendi dilinde mizahı kullanarak kadının yerine iskelet geliyor. bu iskeleti bir yerden tanıyorum demiştim; muhtemelen the house of the devil filmindeki iskelet* . iskeletin üzerine örtülen örtüyle bu sefer leydimiz ortaya çıkıyor tekrar ve film bitiyor. leydinin geri geliş sahnesindeki geçişi başarılı; kaybolma anı gibi geçiş belli olmuyor fazla.

melies’ı gerçekten o dönemde olup tanımak isterdim. filmlerde de o heyecanı görünüyor çünkü. hugo filminde de ben kingsley o heyecanı çok güzel yansıtmış. izlemek isteyenler için zamanınızı da almayacak filmi aşağıya bırakıyorum. iyi seyirler.
devamını gör...

le manoir du diable

sinema tarihinin ilk korku filmi olarak gösterilen film. yılı bazı kaynaklarda 1896 , bazı kaynaklarda ise 1897 olarak gösteriliyor ama genel ifade 1896 yılı yapımı olduğu şeklinde. bu kısa film 3 dk 18 sn sürüyor ve yine sektörün öncüsü george melies imzalı.

film ingilizce olarak the house of the devil olarak geçiyor;adını 'şeytanın malikanesi' olarak çevirebiliriz. başta yazdığım gibi bu film bir korku filmi. melies bu filmde sihirbazlık yeteneğini de kullanmış ve tarihin ilk görsel efektlerini kullanmış. filmin içeriğini kısaca açıklarsam (zaten topu topu 3 dk), ilk sahnede bir yarasa görüyoruz. yarasa bir süre sonra, şeytan olarak tabir edilen adama dönüşüyor. sonraki sahnede çıkan kazanda,şeytan bazı büyüler yapıp, kazandan bir şeyler çıkartıyor. sonradan sahneye malikanenin 2 muhafızı giriyor. bu sıra şeytan gözden kayboluyor. bu sırada muhafızları korkutmak için, bir yaratık çıkıp dürtüyor ve kayboluyor; eşyaların da yerleri değiştiriliyor. muhafızlar olanlara anlam veremezken, hayaletler çıkıyor ortaya(hayalet de diyebilirz,cadı da.. görüntü malum çok net değil,ben beyaz giydikleri için hayalet dedim). muhafızlardan biri korkup balkondan atlıyor,diğer muhafız da bayılıyor. ayılınca hayaletlerle göz göze kalıyor, hayaletler kabyolunca da şeytan çıkıyor ortaya. şeytana haç tutan muhafız şeytanı kaçırıyor ve film bitiyor.

spoiler kullanmaya gerek duymadım. zaten 3 dklık bir fim,içinde gizem faktörü yok*. ama çekim teknikleri takdir edilesi. ara geçişlerini iyi yapmış, pek kopukluk hissetmiyorsunuz. ay'a yolculuk filmindeki gibi hareketli dekor bu filmde yok. tek mekanda geçiyor zaten. filmi de bırakıyorum aşağıya. izleyecek olana iyi seyirler.
devamını gör...

imkansıza yolculuk

1904 yılı tarihli georges méliès kısa filmi. kendisinin izlediğim 4.filmi ve 20 küsür dakika ile en uzun filmi de bu.

öncelikle la voyage dans la lune filminin esintileri bu filmde de var ve hatta devam filmi gibi diyebilirim. aya seyahat ‘de jules verne’in eserinden etkilenildiyse bu filmde de yine verne’in voyage à travers l'impossible adlı kitabından uyarlanmıştır. yani ilki esinlenme, bu film ise uyarlamadır. belki de tarihteki ilk kitaptan uyarlanan filmidir, emin değilim. uyarlama dedik evet ama melies kendi dilinde uyarlamış ve bu sefer bolca mizah kullanmış. hem bilim-kurgu hem de mizah; ohh bayılırım*.

öncelikle bu filme gerçekten bayıldım ve hatta başucu eserlerime alıp, sıkıldıkça izleyeceğim. aya seyahatte aya seyahat varken bu filmde imkansız bir yolculuk var: güneşe seyahat. burada da önce seyahati planlayan kalabalık bir grup var ve toplantıyı bir mucit idare ediyor ve bombayı patlatıyor: istikamet güneş. sonrasında inşa süresi var . sonra trenle seyahat süresi ve grubun başına gelen aksilikler; trenle güneşe yolculuk ( evet trenle ama modifiye) ve güneşin ağzına giriş. biraz güneşte keşif ve dönüş.

bu filmin işleyişi ama bahsedeceklerim daha farklı. aya seyahat filminde malum ayın gözüne iniş yapılmıştı, yani ay insan gibi resmedilmişti. burada da güneşin insan yüzü var ama bu sefer ağzını açan güneşin ağzına giriyorlar kahramanlarınız. en ilginci de, aya seyahat filmini izleyenler bilir ki, aydan dönüşte bir uçuruma uzay gemisini çıkartıp baş aşağı direkt dünyaya iniyorlardı. bu filmde de güneşte aynı şey var ve hatta düşerken ani düşmesin diye paraşütle dünyaya iniyorlar. o dönem acaba böyle bir inanış mı vardı diye insan düşünmeden edemiyor. yani ay yukarda diye orada uçurumdan atlayan kişi direkt dünyaya düşer şeklinde bir inanış yani. kafamda deli sorular.

bunlar haricinde dekoruna bayıldım. o şartlarda yapılabilecek olanın en iyisi. hele tren seyahati , dağlardan yavaşça gelmesi ve sonra köprüden geçişi… ayrıntılara gerçekten dikkat etmiş sevgili melies. bilet gişesi, tren istasyonu,…. izlemeniz gerekiyor gerçekten. benim kadar hayran kalacağınıza inanıyorum. aşağıya da renklendirilmiş halini bırakıyorum. iyi seyirler efendim.
devamını gör...

george orwell

uzun zamandır hakkında yazmak istediğim ve hakkını vermek adına ta bu zamanlara ertelediğim ca’nım yazar. kendisiyle ilgili çok yazıldı çizildi. aslında tüm kitapları onun bir nevi hatıra defteriydi. nasıl bir hayatı olduğu, ne işlerde çalıştığı , o zamanlarda neler hissettiği, kafasının içinde dönen korkuları ve endişeleri yazdığı kitapların sayfalarında sakladı. bu yazımda onun her yerde yazılan değil, hayatı ile hakkında bilinmeyenlerine değinmeye çalışacağım.

25 haziran 1903’te hindistan’da doğan yazarın gerçek ismi eric arthur blair. 3 kardeşim ortancasıydı. küçükken , çoğu zamanını da babasından ayrı geçirmesi nedeniyle kendini yalnız hissettiği zamanları oldu. bu nedenle ,çevresinin kendisinden korkmasına neden olan hayali arkadaşlar edindi. farkındalığı yüksekti; bu nedenle öz güvensizliğini yarattığı bu küçük dünyayla telafi etmeye çalıştı. yazar olacağını ve dile yatkın olduğunu küçükken dahi bildiğini söyler yazar.

8 yaşındayken, dönemin seçkin okullarından olan st. cyprians’a kabul edildi. genelde zengin ailelelerin çocuklarının kabul gördüğü okula, eric bursla kabul edilmişti. okulun ilk zamanları onun için çok zor geçti. ilk dönem altını ıslatma sorunu yaşadı. bulunduğu okulda bu bir suçtu ve bu suçun cezası da dayaktı. adaletsizliğin ve ayrımcılığın ne demek olduğunu ilk olarak bu okulda öğrendi. zengin çocukları yaptıkları hatalarda kolayca affedilirken, burslu olanlar aşağılanıyor ve küçük düşürülüyordu.

tanrı ile ilgili düşünceleri de yine bu okulda değişti. kendi deyimiyle olağan şekilde inanmayı kesmişti. her gece yatağa yattığında ‘tanrım lütfen yatağıma işememe izin verme’ demesine rağmen sonuç değişmiyordu.


biliyordum ki yatak ıslatmak fenaydı ve kontrolüm dışındaydı. şahsen farkında olduğum ikinci ve sorgulamadığım birinci gerçek. bu yüzden, işlediğini bilmeden,işlemek istemeden ve engelleme şansın olmadan bir günah işlemek mümkündü. günah, yaptığın bir şey olmak zorunda değildi, başına gelen bir şey de olabilirdi’.


tanrıyla ilgili düşüncelerini de, papazın kızıadlı romanındaki tren yolculuğu bölümünde kitabın kahramanının dilinden ifade etmiştir.

arkadaşları tarafından çirkin olduğuna, öğretmenleri tarafından da başarısız olduğuna inandırılmıştı. öyle ki , hayatı boyunca asla başarılı olamayacağına inanıyordu. bu duygu onunla 30’lu yaşlarına kadar gelecekti.

çocukluğundan beri ciğerlerinde sorun vardı ve kış dönemlerinde kronik öksürüğü nüksederdi. okuldaki görevliler bunun olağan ve hastalıkla ilgili değil, tamamen çok yediğinden kaynaklandığını iddia ederlerdi. hayatı boyunca bu okulda yaşadıklarının travmasını yaşadı ve yaşananları hatırlamamayı tercih etti. ama sonunda yüzleşmeye ve kitaplar ve sigaralaradlı kitabında da yer alan denemesinde kaleme almaya karar verdi.

eğitimini, o dönemin en seçkin okullarından olan eton college’de aldı. orwell, tam bir sigara tiryakisiydi. ne zaman başladığı bilinmese de , bu okul yıllarına rastladığı düşünülmektedir.

hayatı boyunca bir çok işte çalıştı. bazıları meslek olarak bazıları da kitaplarında işleyeceği konu için. 1922-1927 yılları arasında hindistan’da hindistan imparatorluk polisi olarak görev yaptı. ama gördüğü adaletsiz, yozlaşma nedeniyle görevinden istifa etti. yazarın hindistan anıları ve gözlemleri, burma günleriadlı romanında ve bir idam adlı makalesinde konu olmuştur.

bir dönem paris’te yaşadı. paris ve londra’da beş parasız adlı romanın kaynağını da burası oluşturuyor. bu arada belirtmem gerekiyor ki, bu roman tamamen yazarın hayatından alınmakla birlikte, bazı yerlerini yazar değiştirmiş. o nedenle bu kitabı roman kategorisinde değerlendiriyorum. paris’te de yine beş parasız olarak yaşadı. farklı işlerin yanında bir dönem aşçılık da yaptı. paris’teki gözlemlerini ayrıca yine burma günleriromanında da serpiştirmiştir. bu kitap için, 1 yıla yakın bir süre kılık değiştirip, dibin dibindeki insanlarla birlikte yaşamıştır. onlarla birlikte gündelik işlerde çalışmış, şanslı ise fakirhanelerde, şanssız gününde ise sokaklarda yatmış; onlarla birlikte yerden izmarit toplayıp gazete kağıdına sarıp içmiştir. bu yaşadıkları, hayatını ve yazacaklarını etkilemiştir.

kitapçıda çalışmıştır. kitapçıdaki anıları, aspidistra romanına ve ayrıca ‘kitaplar ve sigaralar’ kitabında yer alan makalesine de konu olmuştur. aspidistra kitabını okuyanlar, o karakterde orwell’ın o dönem düşüncelerini ve duygularını bulacaklardır. okul zamanından kalan öz güven eksikliğini dikkatli bir okuyucu bu satırlarda okuyacaktır.

şu an ismini hatırlayamadığım bir dük (sanırım dük idi, yanlış isem affola) tarafından finanse edilerek, dönemin ingiltere’sinde maden işçilerinin yaşamlarını gözlemlemekle görevlendirildi. birkaç ay onlarla birlikte madenlere girmiş, onlarla çalışmış ve farklı ailelerin evinde konuk olmuştur. bu araştırmasını ise wigan iskelesi yolu kitabında birleştirmiştir.

ispanya iç savaşı patlak verdiğinde eşi eileen maud blair ile barcelona’nın yolunu tutmuştur. eşini otele yerleştiren orwell, duşardan gözlemlemek yerine p.o.u.m.’a katılarak cephede görev almıştır. burada ilk kez sınıf farkının kalktığını ve herkesin birbirine yoldaş olarak seslendiğini görmüştür. cephe günleri çok hareketli geçmediğini ve genelde bekleme pozisyonunda kaldıklarından bahseder. katıldıkları tek tük çatışmalardan sonuncusunda yaralanmıştır ve doktorlar ona bir daha asla konuşamayacağını söylemiştir. doktorları yanıltan orwell, bir süre sonra yavaş yavaş sesine kavuşmuştur. bu cephedeki anıları ve ispanya iç savaşı’na dair gözlemleri katalonya’ya selam kitabına konu olmuştur. hayatında büyük bir önem arz eden bu savaş aynı zamanda hayvan çiftliği ve 1984 kitaplarının da başlangıç noktasıdır.

kendi duygularının farkında olan, sistemi olduğu kadar kendini de çok sert eleştirebilen bir yazardır. çok yönlülüğü , bulunduğu farklı ortamlar onun düşünce tarzını , görüşlerini peyder pey değiştirmiştir. kitaplarını tarih sırasına göre okuduğunuzda bu değişimi kendiniz de göreceksiniz. kitaplarını okuduğunuzda sizi kendi zihnine sokabilen ender yazarlardır. çünkü dürüsttür ve elinden geldiğince objektif davranmaya çalışır. olayları dışardan gözlemlemek yerine, daha objektif olabilmek için de, içinde bulunmayı tercih eden ender yazarlardan ve eleştirmenlerdendir.

bu yazı biraz uzun oldu. aklıma geldikçe editleyeceğim bu yazıyı. bu yazıyı yazmak uzun zamandır aklımdaydı ve tüm kitaplarını okumayı bekledim. sanırım okumadığım kalmadı (umarım kalmıştır) ve nihayet bu yazıyı yazabildim. şu an bu satıra kadar geldiyseniz, okuduğunuz için teşekkür ederim.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim