makar devuşkin - en çok favorilenen tanımları (1. sayfa)
1.
birini tanımanın en iyi yolu
bence insanların gerçek kişiliğini asla bilmiyoruz. sadece bize gösterdiklerini biliyoruz. en iyi arkadaşımı, annemi veya bana yakın birini bile tanımıyorum. belki kim olduklarını bildiğimizi düşünüyoruz. ama gerçekte kim olduklarına dair herhangi bir fikrimiz yok. kendimizi bile tanımadığımız halde başka birini nasıl tanıyabiliriz? bu yüzden ben bir insanı tanımanın en iyi yolunun olduğunu düşünmüyorum.
devamını gör...
2.
normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar


ne zaman içim sıkışsa, nefes almak bana dar gelse hemen çıkarım pencereye. ellerimi pencerenin önündeki taşa koyar, başımı kaldırır göğe bakarım. çok severim gökyüzüne bakmayı. birbiri ardına uçan martıları izler, cıvıl cıvıl öten seslerini dinlerim. gökyüzünün uçsuz bucaksızlığına dalmışken birden uçuverir içimdeki sıkıntı, hüzün, özlem, acı, her ne ise.
“ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkan ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım”
turgut uyar - göğe bakma durağı
sayfa 27, yky.
devamını gör...
3.
normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar


14 temmuz 2021 tarihinde çekmiş olduğum iki fotoğraf. bu fotoğrafları çektiğim sırada daha önce hiç günbatımı izlemediğimi fark ettim. o anda sadece durdum ve gün batımını izledim, tüm odağımı renklerin uyumlu dansına verdim. hayatımızın içerisinde hep bir koşuşturma, hep bir acele var ve bir yerlere yetişme içerisindeyiz. ve bu koşuşturmalar bizi etrafımızdan soyutlayabiliyormuş! siz daha önce hiç gün batımı izlediniz mi? izlemediyseniz, kafanızı göğe kaldırın, kendinize birkaç dakikalığına vakit ayırın lütfen. bu zamana kadar hiç gün batımı izlememiştim, ne acı…
devamını gör...
4.
2002 doğumlu birini ciddiye almak
merhaba sevgili x,y ve z kuşağına mensup değerli büyüklerim, yaşıtlarım.
bu tarz şeyleri görmek, okumak beni üzüyor. bir insanın hangi yılda doğup doğmadığına göre ciddiye alan insanları görmek ise daha üzücü bir durum. her insan doğası gereği anlatmak, anlatabilmek ve anlaşılmak ister. bence bir insanı ciddiye alıp almamak, kesinlikle yaş meselesi değil. biz sadece anlaşılmaya açız.
siz değerli büyüklerimiz de bizimle aynı yollardan geçmiyor musunuz? tabiki geçiyorsunuz. siz de bizler gibi genç oluyorsunuz. bu yüzden sizin bizi daha iyi anlayabileceğinizi düşünmekteydim ki genel olarak pek öyle olmadığını görüyorum.
bütün kuşaklar birbirini bu kadar yermektense biraz birbirimizi desteklemeye ne dersiniz? daha iyi olmaz mı? sizden tek bir ricam var, biz gençleri, çocukları dinleyin. fikirlerimizi dinlediğinizi görmek dahi bizi çok mutlu eder. aslında birbirimizi mutlu etmek bu kadar basit. birbirimizin düşüncelerini küçümsemek yerine birbirimizle saygı çerçevesi dahilinde bir fikir alışverişi kurarsak çok daha iyi bir yaşam sürebileceğimizi düşünmekteyim.
kimse kimseyi sevmek zorunda değil zaten bunun farkındayım fakat birbirimize saygı duymamız gerek. birbirine karşı saygı duymayan insanların olduğu bir toplumda zaten sevginin olması da beklenemez.
umarım bu dediklerim ile bir nebze de olsa ifade etmek istediklerimi dile getirebilmişimdir.
-saygılarımla.
bu tarz şeyleri görmek, okumak beni üzüyor. bir insanın hangi yılda doğup doğmadığına göre ciddiye alan insanları görmek ise daha üzücü bir durum. her insan doğası gereği anlatmak, anlatabilmek ve anlaşılmak ister. bence bir insanı ciddiye alıp almamak, kesinlikle yaş meselesi değil. biz sadece anlaşılmaya açız.
siz değerli büyüklerimiz de bizimle aynı yollardan geçmiyor musunuz? tabiki geçiyorsunuz. siz de bizler gibi genç oluyorsunuz. bu yüzden sizin bizi daha iyi anlayabileceğinizi düşünmekteydim ki genel olarak pek öyle olmadığını görüyorum.
bütün kuşaklar birbirini bu kadar yermektense biraz birbirimizi desteklemeye ne dersiniz? daha iyi olmaz mı? sizden tek bir ricam var, biz gençleri, çocukları dinleyin. fikirlerimizi dinlediğinizi görmek dahi bizi çok mutlu eder. aslında birbirimizi mutlu etmek bu kadar basit. birbirimizin düşüncelerini küçümsemek yerine birbirimizle saygı çerçevesi dahilinde bir fikir alışverişi kurarsak çok daha iyi bir yaşam sürebileceğimizi düşünmekteyim.
kimse kimseyi sevmek zorunda değil zaten bunun farkındayım fakat birbirimize saygı duymamız gerek. birbirine karşı saygı duymayan insanların olduğu bir toplumda zaten sevginin olması da beklenemez.
umarım bu dediklerim ile bir nebze de olsa ifade etmek istediklerimi dile getirebilmişimdir.
-saygılarımla.
devamını gör...
6.
yazarların itiraf köşesi
kimse beni, gerçek beni asla tanımıyor. dışarıdan gösterdiğim ben ile benliğimdeki gerçek ben, birbirinden çok farklı. beni ne annem, ne babam, ne de arkadaşlarım tanıyor. okuldaki ben ve evdeki ben çok farklıyız. ruhuma takmış olduğum maske benim gerçeğim oldu artık.
sorunlarımı bir halının altına süpürmeye çalışıyorum fakat halı artık buna izin vermiyor. içime atmaktan yoruldum, aslında çoğu şeyden çok yoruldum sözlük. beni anlayacak, anlamaya çalışacak insanların olmasını bekliyorum fakat saçma bir beklenti içerisindeyim. beklentiler insanı üzmekten başka bir işe yaramıyor çünkü.
sorunlarımı bir halının altına süpürmeye çalışıyorum fakat halı artık buna izin vermiyor. içime atmaktan yoruldum, aslında çoğu şeyden çok yoruldum sözlük. beni anlayacak, anlamaya çalışacak insanların olmasını bekliyorum fakat saçma bir beklenti içerisindeyim. beklentiler insanı üzmekten başka bir işe yaramıyor çünkü.
devamını gör...
7.
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
evvelsi gün, gece 2 civarı, hava serin, ses seda yok, arada rüzgarın uğultusu duyuluyor sanki bir şey anlatmak istermişçesine. yeşil renkle bezenmiş koltukta oturuyorum öylesine, daha sonra bir ses duyuyorum. ‘evet, evet bu annemin sesi’ diyorum. aramızda kısa bir diyalog oluyor:
+kızım
-efendim anne?
+saçımla oynar mısın?
-gel, gel oynarım tabii.
daha sonra geliyor yanı başıma, kedi misali kıvrılıyor bacaklarıma doğru. saçları ipek gibi diyorum içimden, yumuşacık… daha sonra acıtıyor muyum?diye soruyorum, yok
diyor, tamam o hâlde diyorum. devam ediyorum ipek gibi saçlarıyla oynamaya. bir süre hiç konuşmuyoruz, bir anda bir ses duyuyorum, ellerin pamuk gibi diyor, öyle mi? diyorum, öyle diyor. bir süre daha oynuyorum saçlarıyla… öyle oynarken saçlarıyla, aklıma birden ölüm düşüyor, hüzünleniyorum aniden, belli de etmemeye çalışıyorum. annemin ne kadar yaş aldığını fark ediyorum, onun saçlarıyla daha ne kadar oynayabilirim, ona daha ne kadar sarılabilirim diye düşünüyorum, hüzünleniyorum yine. bu zamana kadar geçirdiğimiz vakitler gözlerimin önünden geçiyor, kahroluyorum içten içe… ölüm de doğum kadar hayatın bir gerçeğiydi, normaldi. fakat insanın canından canının gitmesi, nefesinin gitmesinin düşüncesi o kadar korkunç ki, düşünmek dahi berbat. ‘kabullenebilir miyim?’ diyorum kendi kendime, nasıl devam ederim yaşamaya hiçbir şey olmamış gibi?… nasıl devam edebiliyor bunca insan sevdikleri olmadan yaşamaya? ediyorlar bir şekilde, etmek zorundalar diyorum, aileleri var, sorumlu oldukları bir hayatları, bir çocukları, bir şeyleri var diyorum. ya benim? benim olacak mı? ben böyle düşünürken bir ses duyuyorum. evet, evet annemin sesi…
+kızım
-efendim anne?
+saçımla oynar mısın?
-gel, gel oynarım tabii.
daha sonra geliyor yanı başıma, kedi misali kıvrılıyor bacaklarıma doğru. saçları ipek gibi diyorum içimden, yumuşacık… daha sonra acıtıyor muyum?diye soruyorum, yok
diyor, tamam o hâlde diyorum. devam ediyorum ipek gibi saçlarıyla oynamaya. bir süre hiç konuşmuyoruz, bir anda bir ses duyuyorum, ellerin pamuk gibi diyor, öyle mi? diyorum, öyle diyor. bir süre daha oynuyorum saçlarıyla… öyle oynarken saçlarıyla, aklıma birden ölüm düşüyor, hüzünleniyorum aniden, belli de etmemeye çalışıyorum. annemin ne kadar yaş aldığını fark ediyorum, onun saçlarıyla daha ne kadar oynayabilirim, ona daha ne kadar sarılabilirim diye düşünüyorum, hüzünleniyorum yine. bu zamana kadar geçirdiğimiz vakitler gözlerimin önünden geçiyor, kahroluyorum içten içe… ölüm de doğum kadar hayatın bir gerçeğiydi, normaldi. fakat insanın canından canının gitmesi, nefesinin gitmesinin düşüncesi o kadar korkunç ki, düşünmek dahi berbat. ‘kabullenebilir miyim?’ diyorum kendi kendime, nasıl devam ederim yaşamaya hiçbir şey olmamış gibi?… nasıl devam edebiliyor bunca insan sevdikleri olmadan yaşamaya? ediyorlar bir şekilde, etmek zorundalar diyorum, aileleri var, sorumlu oldukları bir hayatları, bir çocukları, bir şeyleri var diyorum. ya benim? benim olacak mı? ben böyle düşünürken bir ses duyuyorum. evet, evet annemin sesi…
devamını gör...
8.
oğuzlar
oğuzlar ms. (766-1000); önce kök türk, daha sonra uygurların egemenliğinde yaşayan oğuzlar, batıya göç edip seyhun bölgesine yerleştiler. oğuzların bir kısmı, karluk ve kıpçak baskıları sonucu balkanlar’a yerleşip bizanslılar’ın hizmetine girmişlerdir. balkanlar’da kalan oğuzlar bugünkü romanya’nın dobruca bölgesindeki “gökoğuzlar” gagavuzların atalarıdır. hazar denizi‘nin doğusunda kalan oğuzlar ise oğuz yabgu devleti‘ni kurmuşlardır. büyük selçuklu ve osmanlı devletlerinin kökenini oluşturmuşlardır.
kaynak: tarih dersi notlarımdır. bana ait değildir.
kaynak: tarih dersi notlarımdır. bana ait değildir.
devamını gör...
9.
güne bir şiir bırak
bir sabah tanıdık bir şehre girerken
sıcak ve dost şeyler düşünür insan
tanıdık bir yatak bekler sizi
bir çocuk yüzü gülümser anılardan
dost şehirler, sevgili, anne şehirler
nice anılar, nice mutluluklar yaşadım her birinizde
delikanlı bir sevinçle sokaklarınızdan geçtiğim oldu
kederli günlerim oldu aklımı yitiresiye
sonsuz kareli bir film gibi
yaşamım geçiyor belleğimden
tekrar etmek duygusu
her şeyi yeniden, yeniden...
bir sabah tanıdık bir şehre girerken
hüzünlü, tuhaf şeyler düşünür insan
sadece o şehrin değil
kendisinin de değiştiği duygusundan...
bir sabah tanıdık bir şehre girerken - ataol behramoğlu .
devamını gör...
10.
anın fotoğrafı


anın fotoğrafı değil de, 10-15 dakika öncesinin fotoğrafı diyelim. gecenin bir saati aklıma birden bisiklet sürmek esti*. aldım bisikletimi, kulaklığımı da taktım, hava mis gibi, gökyüzü yıldızlarla dolu,* etrafta turluyorum kendi halimde, daha sonra bu köpekçik dikkatimi çekti, ‘nasıl da mışıl mışıl uyuyor’ dedim içimden. uyumasa sevecektim de, kıyamadım be sözlük, şimdi gece gece uykunuzun en tatlı yerinde gelip birisi sizi sevse hoşunuza gider mi? benim gitmezdi herhalde.* velhasıl kelam durum böyle. ha unutmadan belirteyim yaklaşık 8,5 kilometre yol gitmişim bisikletle, ne yoruldum bir bilseniz ama değdi.*
devamını gör...
11.
makar devuşkin
uzun süredir ortalıkta gezinmeyen, kayıplara karışmış, kafasını dinlemiş olan yazarcık kişisi.
yaklaşık 5 ay süren yokluğun ardından, az da olsa inzivaya çekilerek kafasını toparlayabilmiş.
bu süreçte de bol bol kitap okuyup, film izlediğini duydum. nick altında kendisinin yokluğunun az da olsa fark edildiğini görmesinden epey hoşnut olmuş. şimdi sözlükte deli gibi entry girmeye hazırlandığı söyleniliyor, ben de kendisinin yalancısıyım valla.*
yaklaşık 5 ay süren yokluğun ardından, az da olsa inzivaya çekilerek kafasını toparlayabilmiş.
bu süreçte de bol bol kitap okuyup, film izlediğini duydum. nick altında kendisinin yokluğunun az da olsa fark edildiğini görmesinden epey hoşnut olmuş. şimdi sözlükte deli gibi entry girmeye hazırlandığı söyleniliyor, ben de kendisinin yalancısıyım valla.*
devamını gör...
12.
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
çok yorgunum, hem de çok. ama bu yorgunluk bedenen değil sevgili okur, ruhen bir yorgunluk. ruhum o kadar yorgun ki bunu asla anlayamazsınız, evet asla.
zihnim çok karışık, hep bir düşüncelerin en derinlik noktalarında. sürekli düşünüyor, düşünüyor ama bir sonuca varamıyor bu zihin. bir sonuca varamadığının da farkında ama kendini bir yalana inandırmış işte, bir zamanlar sadece yalandan ibaret olduğunu düşünmüş olduğu bu “hastalıklı düşünce” artık hayatının merkezine kon(ul)muş bir gerçekliğe dönüşmüştü.
bir nevi kendini kandırmaktı belki de bu, kendimi kandırdığımın farkındayım. bazılarınız “kendini kandırdığının farkında olduğunu söylüyorsun, o zaman kendini kandırmamış oluyorsun” şeklinde bana söylevler çekebilir ama hayır hayır işte, bu gözüktüğü gibi değil. içinde bulunduğum durum bir çıkmaz sokaktan ibaret ve buradan çıkmam çok zor, belki bir ihtimal çıkabilirim ama çıkabileceğim noktaya gelene kadar epey daha acı çekeceğim-bunu da gayet aklı başında bir şekilde biliyorum- neyse, bu yazdıklarımın hiçbir manası yok aslında, çünkü beni anlayamayacaksınız. siz sevgili asilzade beyefendiler, hanımefendiler beni anlamanız çok düşük bir ihtimal, ben artık anlaşılma inancımı çoktan yitirdim sadece bunu kendime itiraf etmek kaldı. bir gün, bir gün bunu sizler ne dersiniz ne söylersiniz diye düşünmeden kendime itiraf edeceğim.
ek olarak; koca bir ağız dolusu yetersiz kelimelerden, düşük cümlelerden oluşan koca bir metin, yazı, tanım var karşınızda adını ne derseniz deyin, bu sefer dediklerinizi umursamayacağım -aslında umursuyorum da- neyse…
zihnim çok karışık, hep bir düşüncelerin en derinlik noktalarında. sürekli düşünüyor, düşünüyor ama bir sonuca varamıyor bu zihin. bir sonuca varamadığının da farkında ama kendini bir yalana inandırmış işte, bir zamanlar sadece yalandan ibaret olduğunu düşünmüş olduğu bu “hastalıklı düşünce” artık hayatının merkezine kon(ul)muş bir gerçekliğe dönüşmüştü.
bir nevi kendini kandırmaktı belki de bu, kendimi kandırdığımın farkındayım. bazılarınız “kendini kandırdığının farkında olduğunu söylüyorsun, o zaman kendini kandırmamış oluyorsun” şeklinde bana söylevler çekebilir ama hayır hayır işte, bu gözüktüğü gibi değil. içinde bulunduğum durum bir çıkmaz sokaktan ibaret ve buradan çıkmam çok zor, belki bir ihtimal çıkabilirim ama çıkabileceğim noktaya gelene kadar epey daha acı çekeceğim-bunu da gayet aklı başında bir şekilde biliyorum- neyse, bu yazdıklarımın hiçbir manası yok aslında, çünkü beni anlayamayacaksınız. siz sevgili asilzade beyefendiler, hanımefendiler beni anlamanız çok düşük bir ihtimal, ben artık anlaşılma inancımı çoktan yitirdim sadece bunu kendime itiraf etmek kaldı. bir gün, bir gün bunu sizler ne dersiniz ne söylersiniz diye düşünmeden kendime itiraf edeceğim.
ek olarak; koca bir ağız dolusu yetersiz kelimelerden, düşük cümlelerden oluşan koca bir metin, yazı, tanım var karşınızda adını ne derseniz deyin, bu sefer dediklerinizi umursamayacağım -aslında umursuyorum da- neyse…
devamını gör...
13.
güne bir söz bırak
“başımıza gelecekleri seçemeyiz, ama onlara nasıl tepki vereceğimizi seçebiliriz.”
paulo coelho-hippi.
paulo coelho-hippi.
devamını gör...
14.
normal sözlük'ün gececi yazarları
benim de içinde aktif olarak bulunduğum kitle. pandemi sağolsun iki yıldır ne uyku kaldı ne düzeni.* işsiz gibi burada yazan 203 tanımın hepsini de okudum, şimdi benden hızlı davranıp yazan yoksa ben bu başlığa 204. tanımı gireceğim.** yine boş yapmışım kusuruma bakmayın. hep ciddilik de olmaz ama şimdi * neyse bu başlıktaki tanımları okudum, çoğuna çok güldüm, keyfim yerine geldi güzel insanlar sayenizde. neyse, kafa sözlüğün gececi yazarlarına iyi geceler diliyorum.*
edit: tühh imla hatası yapmışım*, hemen düzelteyim.
edit: tühh imla hatası yapmışım*, hemen düzelteyim.
devamını gör...
15.
günün sözü
dünya yordu bizi. benim de söyleyemediklerim var. hiç söyleyemeyeceğim onları belki de…
kim bağışlayacak beni? - birhan keskin
metis yayınları, sayfa 49.
devamını gör...
16.
kuşlar da gitti
yaşar kemal’in kalemi okurların burnuna buram buram kokan anadolu’yu getirir, bu koku bazen özlemledir, bazen hüzünledir tıpkı “üç anadolu efsanesi” adlı eserinde olduğu gibi. kuşlar da gitti eserinde durum farklı, burada anadolu yerine istanbul’un o duru ve kirli kokusunu alıyorsunuz ister istemez. kokusu ile sınırlı da kalmıyor, gürültüsünü, kargaşasını, kalabalığını da okuyarak yaşıyorsunuz. sultanahmet’i, yeşilköy’ü, karaköy’ü, florya’yı, eminönü’nü ben de gezdim adeta. mahmut ile ben de ağıtlar yaktım, üzüldüm, suçluluk duydum, yeri geldi kahkaha attım. romanın kısa olmasına aldanmayın, okurları insanlık hakkında epey düşündürtmeye sevk ediyor bu eser.
büyük uğraşlarla yakaladıkları kuşları, tıkış tıkış kafesler içerisinde istanbul’un semtlerinde, kiliselerinde, cami önlerinde “azat buzat, beni cennet kapısında gözet” nidalarıyla satmaya çalışan üç fukara garip gençler, günler geçtikçe fark ederleri ki; artık kimseler ne kuş almak ne de onları azat etmek istemektedirler. insanlar öyle bir hale gelmiştir ki göz gözü görmez, konu komşu birbirine selam vermez olmuştur. şehir hayatında insanlar büyük bir koşuşturma içerisindedirler, bu koşuşturma insanları giderek insanlıktan çıkarmaktadır. istanbul’da betonlaşmalar günden güne çoğalmakta, doğa ana ise giderek gözler önünde yitip gitmektedir. insanlığın geldiği noktayı kuşlar üzerinden ne kadar vahşi, merhametsiz, bencil olmaya başladığımızın hikayesini okuyoruz, kuşlar da gitti eserinde.
alıntılar
• “bu dünyada tekmil yaratıklar birbirlerinin dilinden anlarlar.”
• “yadigar malın hiçbir şeyle değeri ölçülemez.”
• “o zamanlar insanlar, daha iyiydiler denemez, kim bilir, ama daha başkaydılar. belki de kuşları daha çok seviyorlardır. belki de yürekleri yufka, daha acımayla, daha sevgiyle doluydular. belki de doğaya daha yakındılar, kim bilir…”
• “seher yeli ormandan, denizden, çekmece gölünden, dört bir yandan efiliyor, insanın içini yuyup arıtıyor, bir tüy gibi insanı yeyniltip uçuracakmış gibi dünyayı sevinçle dolduruyordu.”
büyük uğraşlarla yakaladıkları kuşları, tıkış tıkış kafesler içerisinde istanbul’un semtlerinde, kiliselerinde, cami önlerinde “azat buzat, beni cennet kapısında gözet” nidalarıyla satmaya çalışan üç fukara garip gençler, günler geçtikçe fark ederleri ki; artık kimseler ne kuş almak ne de onları azat etmek istemektedirler. insanlar öyle bir hale gelmiştir ki göz gözü görmez, konu komşu birbirine selam vermez olmuştur. şehir hayatında insanlar büyük bir koşuşturma içerisindedirler, bu koşuşturma insanları giderek insanlıktan çıkarmaktadır. istanbul’da betonlaşmalar günden güne çoğalmakta, doğa ana ise giderek gözler önünde yitip gitmektedir. insanlığın geldiği noktayı kuşlar üzerinden ne kadar vahşi, merhametsiz, bencil olmaya başladığımızın hikayesini okuyoruz, kuşlar da gitti eserinde.
alıntılar
• “bu dünyada tekmil yaratıklar birbirlerinin dilinden anlarlar.”
• “yadigar malın hiçbir şeyle değeri ölçülemez.”
• “o zamanlar insanlar, daha iyiydiler denemez, kim bilir, ama daha başkaydılar. belki de kuşları daha çok seviyorlardır. belki de yürekleri yufka, daha acımayla, daha sevgiyle doluydular. belki de doğaya daha yakındılar, kim bilir…”
• “seher yeli ormandan, denizden, çekmece gölünden, dört bir yandan efiliyor, insanın içini yuyup arıtıyor, bir tüy gibi insanı yeyniltip uçuracakmış gibi dünyayı sevinçle dolduruyordu.”
devamını gör...
17.
normal sözlük yazarlarının hissettikleri
saniyelerle, saliselerle yaşadığımızın farkına vardım. ölüm ile o kadar yakınız ki bunu bugün hatırladım. yaşadığıma, nefes aldığıma şükrediyorum şu anda. yaralanmadığım için o kadar mutluyum ki, yaşamak gerçekten büyük bir mucize olmalı.
bazen nefes almanın değerini bilmiyormuşum, bunu daha birkaç saat önce anlayabildim.
bazen nefes almanın değerini bilmiyormuşum, bunu daha birkaç saat önce anlayabildim.
devamını gör...
18.
güne bir şiir bırak
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz temiz yastıkları
ahşap panjurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride
yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiç bir şey hiç bir şey
hiç bir şey
yalnızca üşüyorum şimdi…
murathan mungan - yaz bitti
bu şiiri, benim gibi murathan mungan’ı ve şiirleri çok seven; şiir gibi yüreği güzel olan, okudukça güzelleşen bir insana armağan etmek istiyorum. o kendini biliyordur nasıl olsa, biliyorsun değil mi?*
devamını gör...
19.
güne bir şiir bırak
akıl gözü
seni bulmaktan önce aramak isterim.
seni sevmekten önce anlamak isterim.
seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,
sana hep, hep yeniden başlamak isterim.
özdemir asaf - lavinia.
yky, sayfa 48.
devamını gör...
20.
normal sözlük yazarlarının hissettikleri
yüreğimde ve ruhumda kocaman bir boşluk.
devamını gör...