2011 yılının sonlarına doğru yürürlüğe konmuş, japon adasında, artık ayyuka çıkmış organize suç ile mücadeleyi amaçlayan bir kural/sınırlama/ceza dizisi. sıkı hükümler, iki yönlüdür. bir yandan yakuza üyelerini aktif ya da ex farketmeksizin toplumun dışına iterek gençleri bu hayata dahil olmaktan caydırmak amaçlanırken, diğer yandan da o zamana kadar mücadelenin yakuza ile devlet arasında geçtiği algısının, mücadelenin yakuza ile toplum arasında geçtiği şeklinde değiştirilmesidir. bu sebepten yakuza ile herhangi bir alış-veriş yapan sivilleri de cezalandıran hükümler yürürlüğe sokulmuştur. sabıka kaydına vs. bakmadan öyle ev, araba falan satamazsınız, yoksa japon polisi sizin de üstünüze çöküverir.
oldukça ağır hükümler içeren yönetmeliklerin en önemli özelliklerinden biri de, eşine dünyada rastlanmayan 'beş yıl kuralı'dır. buna göre; bir yakuza, bağlı bulunduğu örgütten ayrıldıktan sonra beş sene boyunca, hala bu örgütün üyesi gibi muamele görür ve imza gerektiren herhangi bir işlem yapamaz. buna telefon hattı açtırmak, bankaya para koymak, ev kiralamak da dahildir. tabii, bu beş yıl kuralı, genelde, halk tarafından bir yakuzanın tüm ömrünü kapsayacak şekilde uzatılır, gittikleri her yerde karşılarına çıkartılır. caydırıcılık açısından faydası tartışmalı olmakla, bir yandan da kısır bir döngü oluşmaktadır. asla topluma kabul edilmeyen yakuza eskileri, eninde sonunda ayrıldıkları oluşuma geri döner.
burada bir de şu duruma parantez açmalıyız; başka bir entaride detaylıca açıklayacağım, japon adalet sistemi oldukça sıkıntılıdır. övündükleri düşük suç oranı, suç yokluğundan değil, yakalama ile sonuçlanmayacak çoğu suçun asla soruşturulmamasından kaynaklanır. bir kere soruşturulmaya başlandığında ise, bir şekilde birileri hapse atılır, dosya açık bırakılmaz. ceza mahkemesi karşısına çıkan şahsın beraat etme olasılığı yoktur.
kısa vadede faydalı gibi görünse de, uzun vadede bu derece bir 'mob justice'in yüreklendirilmesinin doğuracağı sonuçları kestirmek pek mümkün değil.
filmlerde veya dizilerde gösterilenlerin aksine samurayların (ya da herhangi bir başka savaşçı/asker grubun) ana silahı değildir. samuray genelde at sırtında savaşır; mızrak ve uzun yay tercih eder, kılıç olarak ise çift elle kullanılan, kesici ağzı 1 metre uzunluğa sahip, 'odachi' isimli silahı savaş alanına götürür. zaten kılıç, savaş alanında süvari hariç kimsenin ana silahı değildir. gürz, çekiç ve balta gibi hem idare üretmesi hem de kullanması daha kolay olan silahlar tercih edilir. özel üretilmiş bazı tip kılıçlar harici, bir kılıçla zırh delinmez zira.
katana, kabaca arming sword olarak tanımlabilir. yani muharebe anında asıl silahın kırılması/kaybolması halinde başvurulacak bir ikincil silah ya da muharebe dışı durumlarda müdafaa taşınan, taşıması ve idare etmesi kolay bir kılıç tipidir. beylik tabancası gibi düşünebilirsiniz. zırhlı düşmana karşı işe yaramaz, çünkü hafif ve narin bir yapıya sahiptir. yaklaşık 2-3 kilo ağırlıkta, 70-80 cm kadar boya sahip bir silah, zırha çarpınca en iyi ihtimalle geri seker, en kötü ihtimalle de hasar görür. zırhsız düşmana karşı yeterince iyi performans vermekle birlikte, batılı çağdaşlarına kıyasla genel olarak daha düşük kalitede ve kullanması daha zahmetlidir. buçuk kılıç ya da kısakılıç gibi kalın, kuvvetli ve bükülebilir bir gövde yapısına sahip değildir. bu sebeple yanlış yerden alacağı darbeler, bıçakta çatlağa ya da kırılmaya sebebiyet verebilir.
bir başka sorun ise, çift elle idare edilen diğer kılıçlara göre daha kısa ancak tek elle idare etmek için de ağır ve uzun olması sebebiyle, (normal bir tek elli kılıçtan bir miktar daha uzundur standart katana), ortalama üstü bir 'footwork' de gerektirir.
dövülme stili, bıçağın genel yapısı, ve japon maden kaynaklarının dandikliğinden dolayı sadece belirli açılarla savrulduğunda yapısal bütünlüğünü koruyabilir, yani yanlış kullanırsanız işe yaramaz bir silaha dönüşür. körelir, zarar görür ve sonunda da kırılabilir.
inanılmaz bir kesme ve ortalama üstü bir delme gücüne sahip olması sayesinde (en azından bir pala için), zırh giymeyen düşmana karşı idealdir. zaten genelde de bu şekilde kullanım görmüştür.
japon iş kültürü sebebiyle, hiçbir işe yaramayacak düzenlemedir. maaş kesintisi zaten bu tip bir düzenlemeden yararlanmaya ihtiyaç duyacak hiçbir japon'un kabul etmeyeceği bir hal, zira tokyo yaşaması inanılmaz pahalı bir bölge.
kaldı ki, japonya'da çoğu zaman fazla mesai talep etmek bile ayıp görülürken, karoshi denilen masa başında çalışırken yorgunluktan ölmek diye bir hal varken, istifa etmenin bile kötülendiği, çalışanların şirket ile batması beklenen bir ülkede çoluk çocuğu bahane ederek kimse işten erken ayrılmaz. bunu isteyebilecek işçileri de çabucak işten çıkartırlar.
''arthurian'' mitolojisine sonradan, yaklaşık 12.yy'da, fransız şair chrétien de troyes tarafından eklenmiştir, lancelot du lac, (lancelot of the lake) ismi ile yer alır. kılıcının ismi ise bazı hikayelerde secace, bazen aerondight, bazen de joyeux olarak verilir.
hal ve tavır olarak ingiliz şövalye (knight) ideallerinden uzak, fransız şövalye ideallerine (cheavelier) daha yakındır. kılıç oyunundaki mahareti ile bilinir, tutkulu ve ateşlidir. yuvarlak masa'nın orijinal üyeleri kadar iffet düşkünü, safdil bir adam, soğuk nevale bir adalı değildir. hikayelerin en çok kabul gören versiyonunda, lancelot, gölün hanımı tarafından periler diyarında yetiştirilmiş bir yetimdir, şövalyelerin arasına, arthur'un tahta çıkışından daha sonra, silah kullanma becerisi sayesinde dahil edilir. diğerleri gibi ne politik bir müttefiktir ne de arthur hayatı için çarpışırken onun yanında yer almıştır. ama yetenekleri, yuvarlak masa'nın en güçlü üyesigawain'e kafa tutacak kadardır ve bu sebeptendir ki, tahtın en kıymetli şövalyesi haline gelir. güneş gökte olduğu sürece asla yenilmeyeceği kehanet edilen sir gawain hareket ettirilemez bir obje ise, sir lancelot da durdurulamaz bir güçtür.
hikayelerin genelinde, kendini guinevere'in hizmetine adamıştır. arthur'dan çok kraliçenin adamıdır lancelot ve guinevere de ona aşıktır. zaten, guinevere ile arthur'un evliliği büyük oranda politiktir. arthur, guinevere'e aşık olsa da, kraliçenin istediği ateşli aşık değildir o. guinevere aradığı aşkı, çekici ve gizemli şövalyesinde bulur.
avalon yandığında ve mordred ile arthur öldüğünde, yuvarlak masa'da geriye kalan son kişidir lancelot. kibirli, güzel, kudretli ve bir o kadar da zayıf karakterlidir. parlak zırhının altında, bir korkak saklanır. bir manastıra sığınır ve yaşlılıktan ölene kadar orada kalır.
90'lar sonunda yaşanan ve modern profesyonel güreş tarihinin en önemli olaylarından biri.
öncelikle arka planına bakalım;
90'lar sonuna gelindiğinde abd'nin iki büyük güreş promosyonu birbiri ile reyting savaşı içindedir. taraflardan biri vince mcmahon'un wwf'i (şimdilerde wwe) ve diğeri ise ted turner'ın wcw'sidir ve wwf monday night wars olarak da bilinen bu reyting savaşını kaybetmektedir. 1996 yılında, wcw, o dönem wwf'in 80'lerden beri yıldızı olan hitman lakaplı bret hart'a 8.3 milyon dolarlık, üç yıl süreli bir sözleşme teklif eder. buna karşılık olarak mcmahon ise şampiyonunu kaybetmemek adına daha önce hiç görülmemiş bir hamle yaparak hart ile 20 yıllık bir sözleşme imzalar. bu, tarafların birbirine olan sadakatinin bir göstergesidir. tabi sadakat falan vince'in umurunda değildir ama hart o dönem büyük bir yıldızdır ve özellikle memleketi olan kanada'da neredeyse ulusal kahraman gibi görülmektedir.
(bret hart)
(shawn michaels)
fakat, wwf'in hem cebi hem de cepkeni deliktir ve promosyonda paralar suyunu çekmeye başlamıştır. vince bu sorunu çözebilmek için şirket hisselerini halka açmayı planlar fakat önünde bret hart şekilli büyük bir engel vardır. zira halka açılış yapılabilmesi için şirketin uzun dönem harcama planlarının minimuma indirilmiş olması gerekmektedir. yani hart ile acele acele imzalanan 20 yıllık sözleşme vince'in ayağına zincir olmaktadır. aynı anda vince, hart'ın başka promosyonlarda güreşmesine de sıcak bakmaya başlar. tek sıkıntısı, hart'ın hala wwf şampiyonu olmasıdır. geçmişte bir başka şampiyonu promosyon değiştirmiş ve canlı yayında kemerini çöpe atarak wwf'in imajına zarar vermiştir. hart wwf'e saygılı olsa da, vince bu riski tekrar almak istemez. hart, bir şekilde o kemeri kaybetmelidir ve kemeri shawn michaels'a kaybetmelidir.
burada bir parantez açalım:
aslında burada yaşanan asıl problemi, vince'in artık hart'a ihtiyaç duymuyor olmasıdır. geçen 15 senenin ardından, hart gibilerin devri kapanmaktadır ve stone cold steve austin, heartbreak kid shawn michaels, undertaker triple h gibiler wwf'in geleceği olarak görülmektedir. teknik anlamda hart gerçekten iyi olsa da, mikrofonda kendinden sonra gelen jenerasyon ile karşılaştırıldığında pek becerikli sayılmaz. ayrıca hart'ın karakterini hala bir ulusal kahraman gibi oynamak istemesi onu attitude era için planlanan daha 'underground' senaryolara yazmayı imkansız hale getirir. artık güreşteki 'face' - 'heel' çizgileri bulanmaya başlamıştır ama hart kafa olarak hala 80'lerdedir. o hala steamboat'ın, macho man ile dövüştüğü, hulk hogan'ın hulkamaniac'lardan güç topladığı, marvel benzeri olarak tanımlanabilecek çağı yaşamak istemektedir.
shawn ile hart'ın arası ise bu dönemde, kişisel meselelerden sebep gergindir, hatta michael's hart'ı bir başka güreşçi olan sunny ile yatmak ile suçlar (hart başkası ile evlidir). yine de hart büyüklük gösterir, eğer mcmahon isterse kemerini michaels'a kaybetmeyi kabul edeceğini ifade eder ancak michael's bunu mcmahon istese dahi yapmayacağını söyleyince, o da aynısını yapmaya karar verir. bu arada vince ile hart arasında diyalog ile geçen bir süreç olur. hart, karakterinin wwf'in gittiği yönde kenara itildiğini düşünerek, vince'in de izni ile wcw'e gitmeye karar verir. tabii, önce kemeri kaybetmesi gerekmektedir.
zurna bu noktada zart dediğini notaya gelmiştir. vince, hart'dan bir an önce kurtulmalıdır ama hart, kemeri shawn michael'e kaybetmeyi reddeder. ayrıca bir kanadalı olduğundan dolayı, kanada'da yapılacak bir şovda da kemeri kaybetmeyi kabul etmez. aynı dönem kanada'da yapılacak survivor series sonrası, abd'nin herhangi bir yerinde kaybetmeyi ya da canlı yayında kemerden vazgeçmeyi teklif eder. vince bunu önce kabul eder, maç planı yapılır ve michaels ile hart arasındaki maçın iki tarafın diskalifiye olması ile biteceği kararlaştırılır. ancak sonradan işlerin rengi değişir, çünkü hart'ın ayrılacağı haberi basına sızdırılmıştır. ayrıca survivor series sonrası yapılacak şovlarda, wcw'nin nitro isimli şovu saat 8'de, yani wwf'in şovundan bir saat önce başlamaktadır ve bu bir saatlik sürede, wcw, wwf'i zora sokacak her türlü şeyi yapabilme potansiyeline sahiptir. vince, kemeri montreal'de bret'ten bir şekilde almayı kafaya koyar.
planlanan hart-michaels maçından bir gün önce; vince, üst düzey wwf çalışanlarından pat patterson ve shawn michaels, buluşurlar, ki bu görüşmede ayrıca wwf'in bir başka üst düzey çalışanı ve sunucusu/yorumcusu jim ross'un da bulunduğu iddia edilmektedir. maç burada yeniden planlanır. aile üyeleri tarafından uyarılan ve asla bir pin pozisyonunda kalmaması salık verilen hart da bir şeyler olacağından şüphelense de, maçı yönetecek hakem earl herbert ile yakın dosttur ve herbert hart'a ihanet etmeyeceğine çocukları üstüne yemin eder. hebner 2003 yılında, atılacak kazıktan maçtan sadece 10 dakika önce haberinin olduğunu söyler, fakat michaels 2005 yılında hebner'ın olay günü maçta olacaklardan haberdar edildiğini iddia etmektedir.
maç günü geldiğinde, bir terslik olduğu aslında bellidir. vince normalde takıldığı sunucu masasında değildir ve yanında wwf'in o dönem üst düzey çalışanlarından sgt.slaughter vardır. ayrıca pek çok wwf güvenlik çalışanı, ringin etrafına dağılmış halde beklemektedir.
yine de maç başlar ve bir süre planlandığı şekilde ilerler. ancak maçın son bölümüne gelindiğinde, işler karışır. hart planlandığı şekilde iplerden michaels'ın üstüne atlamaya çalışırken hakem hebner'e çarparak onu da yere düşürür. hart ve michaels çabucak yerden kalkar ve michaels hart'ı tekrar iplere doğru iter. hart aslında bu noktada olaya yavaştan uyanmaya başlamıştır, zira herbert yerden kalkmaya başlar ve onun yerine maça girecek ikinci hakemin hebner'a fazla erken hareket ettiğini bağırdığını duyar. bu noktada michaels, hart'ı bir sharpshooter kilidinin içine alır ancak anlaştıkları şekilde hart'ın bu hareketten kurtulmasına izin vermek yerine kilidi daha da sıkılaştırır. bu sırada hebner ayağa fırlar ve maç zilinin çalınmasını işaret eder. zil çalınmayınca vince zili çalacak olan mark yeaton'a dirsek atıp ''çal şu siktiğimin zilini!'' diye bağırır. o karmaşada zil çalınır ve hart bir anda hem maçı hem de kemerini, montreal'de, can düşmanı shawn michaels'a kaybeder. bir anda michaels'in zafer müziği çalmaya başlamıştır. hart vince'in yüzüne tükürür ve arenayı terk eder. vince, hala ringde bekleyen michaels'a kemeri almasını ve arenadan hemen çıkmasını emreder, zira kanadalı seyirciler ona zarar vermek istemektedir. triple h eşliğinde arenayı terkeder michaels.
otelde ise işler çok karışıktır. undertaker, ki kendisi vince'e belki de vince'in damadı triple h'den bile daha sadıktır, vince'in odasına gelip ona hart'tan özür dilemesi gerektiğini söyler. vince olayın daha fazla büyümesini istemediğinden bunu kabul eder, çünkü güreşçilerin ona karşı ayaklanmak üzere olduğunun farkındadır. soyunma odasında vince, hart'a olayları onun tarafından görmeye çalışmasını da söyler ve hart buna karşılık ona yumruk atar. hart daha sonra, wwf'in diğer güreşçilerine yaşananlardan dolayı wwf'i bırakmamalarını da söyleyecektir. olay aynı zamanda wwfin altın çağı attitude era'nın da başlangıcıdır. o gece yaratılan kötü patron vince mcmahon karakteri, yıllar boyunca pek çok güreşçinin baş düşmanı olacaktır.
her ne kadar vince somut olayda kötü adam olarak lanse edilse de, aslında yaptıklarında haksız değildir. hart, sözleşmesinden doğan hakları, belki de biraz intikam almak için, kötüye kullanmak istemiş ve kemerini kaybetmeme konusundaki inadı yüzünden, wwf'i drastik bir önlem almaya zorlar. zaten sonra gittiği wcw'de de pek başarılı olamaz, sonra da tekrarlayan sakatlıklardan dolayı güreşi bırakmak zorunda kalır.
dönemin güreş temelli diğer müsabıklarından farkı, sambo'nun güreş ve jiu-jitsu ile boks/kickboks disiplinlerini birleştirmeye çalışması sonucu, daha önce pek de görülmemiş ve cevap vermesi zor bir stile sahip olmasıdır.
kendisini anlamak için pride döneminde karşısına çıkan arketipleri inceleyelim;
a) grekoromen güreşçiler - kevin randleman
b) japon 'shoot style' güreşçiler - kazushi sakuraba
c) jiu-jitsu uzmanları - gracie'ler
d) boksörler/kickboksçular ve muay thai - mirko cro cop
not: pride döneminde, japon seyirci yerde geçen müsabakaları sevmediğinden, çoğu zaman güreş biraz fazla uzarsa maç durdurulur ve taraflar ayağa kaldırılır ve pozisyon resetlenirdi. bundan dolayı güreş ve jiu-jitsu kullanacak olanlar, bu dönemde hep işi çabucak bitirmeye dayalı, patlayıcı hamleler yapmak zorundaydı. bu da onların ilk iki raund sonrası yorularak efektifliklerini kaybetmelerine yol açıyordu.
şimdi gelelim fedor'a.
fedor hiçbir şeyi çok iyi yapmıyordu ama her şeyi iyi yapıyordu. bundan dolayı yenmesi neredeyse imkansız hale gelmişti. yerde zaten tehlikeli olduğu için mata indirme riskini almak isteyen pek yoktu ama fedor'da yere gitmeyi sevdiği için maçlar genelde fedor bizi kıskaca almadan nasıl vururuz konulu bir ali cengiz oyunu tadında geçiyordu. elleri ağırdı ve o boyuttaki bir ağır siklet için hızlıydı. çelik gibi sinirleri yüzünden asla panik ya da korku emaresi de göstermiyordu. yani bir şekilde hep can yakıyordu fedor. inanılmaz dayanıklı da bir adamdı, rampage jackson tarafından kafa üstü yere çakıldığında, bırakın kendinden geçmeyi, sersemlememişti bile.
pride sonrası dönemde ufc onu çok kovaladı, maç başına o zaman duyulmamış bir rakam olan 2 milyon dolar ve satışlardan pay teklif ettiler ama fedor ufc'nin patronu dana white ile asla anlaşamadı. white, fedor'dan bir mcgregor ya da sonnen kadar olmasa da en azından brock lesnar kadar çıkıp konuşma yapmasını bekliyordu ancak fedor bu tip sahte promoları istememişti. 2008'de, ufc şampiyonu tim silvia ile olan maçı öncesi yapılan basın toplantılarında bile sakin ve şakacıydı, saygılıydı.
seneler sonra, bir başka aykırı tip olan nate diaz bu durumu 'wolf tickets' diyerek tabir edecekti. yani bir maçı satmak için sahte bir kavga yaratmak.
fedor hiçbir zaman wolf ticket satmadı. pek çok başka yerde dövüştü, ama yolu ufc'ye (6 tane ufc şampiyonunu eze eze yenmiş olsa da) hiç düşmedi.
tam adı john hiromu kitagawa olan, idol endüstrisinin bilinen anlamda kurucusu ve aynı zamanda sektörün karanlık yüzü. sapık.
geçmişine dair çok bir bilgi yok. 1931'de los angeles'de doğuyor, 1933 yılında ailesi japonya'ya geri dönüyor, büyük ihtimalle ikinci dünya savaşı sırasında ülkede artan asyalı nefretinden korkarak. babası bir budist rahibi.
müzik işine girişi biraz tuhaf; 1950'lerin başında, yolda yürürken denk geldiği, beyzbol oynayan bir grup genç çocuğa bir müzik grubu kurma teklifinde bulunuyor. çocuklar kabul edince de ortaya tarihin bilinen anlamda ilk boyband'i olan johnny's çıkıyor. ilerleyen dönemlerde kitagawa'nın altında çalışan tüm yeteneklere johhny's denilecek kadar yerleşmiş bir isim haline de geliyor bu.
uygulanan sistem basit ama o güne kadar görülmemiş. yakışıklı/güzel gençlere, döneme göre popüler olan tipte şarkılar söyleterek koordineli olarak dans ettiriyor kitagawa.
1968'de four leaves adlı bir başka grup ile biraz daha fazla başarı elde ediliyor, hatta grup ulusal televizyona yedi sene üst üste davet ediliyor. 78'de grup dağılıyor. bundan sonra kitagawa ülkenin en ünlü boybandlerinden bazılarını kurmaya girişmiş. smap, jump, v6, arashi... bu süreçte artık öyle düz menajer johnny değil o, johnny and associates isimli bir şirket kurmuş, onun patronu.
idollerden her daim pazarlanabilir bir imaj çizmeleri bekleniyor ve kitagawa genelde idollerininin imajını koruyan bir yapıda. zaten adam kontrol manyağı, hiçbir yeteneğin şirketin dışında bir iş yapmasına olanak tanınmıyor. eğer herhangi idolü ile alakalı bir haber çıkarsa, bunun genelde üstünü örtüyor. cinsel saldırı vakalarında birden çok kez kendi yeteneğini korumak adına saldırıya uğrayan kızları piyasa baskısı/tehdit ile yıldırmışlığı olduğu söyleniyor. japonya gibi kol kırılır yen içinde kalır mantığının hakim olduğu bir ülkede çok da zor değil bu durum zaten. çoğu taciz/tecavüz vakası araştırma bile olmadan kapatılıyor.
çok yüksek paralar kazanılıyor. yıllık 2.9 milyar won kar ediyorlar boyband fırtınasının asya'yı salladığı dönemlerde.
(bunu da başka bir entaride anlatacağım o da ilginç bir dönemdir)
gelelim zurnanın son notasına;
işler iyiden iyiye büyüyünce, johnny's juniors isimli yetenek havuzu kuruluyor ve buradan gruplarda rol alacak gençler seçiliyor. bu gençler aynı zamanda şirketin yurtlarında kalıyor ve dans/müzik/oyunculuk eğitimleri alıyorlar. bu gençler önce ufak ufak back-up dansçılar olarak, sonra ajansın çeşitli varyete şov benzeri programlarında yer alarak, ünlü edilmeye çalışılıyor. müzikleri ile öne çıkmaları istenmiyor çünkü bunlar aslında şarkıcı değil zaten, arkada çalan müziğe vitrin süsü. çıkışlarından yedi-sekiz sene sonra ilk defa single çıkartan gruplar var.
işlerin çirkinleşmeye başlayacağına dair risk emareleri bağırıyor buradayız diye. japonya'nın her tarafından ünlü olma hayali ile gelen gençler, bu yurtlarda aileleri olmadan yaşıyorlar ve bütün gelecekleri kitagawa ve yüksek seviyeli yöneticilerinin iki dudağının arasında. regülasyon yok, herkes idol hayatının ışıltısı ile kör edilmiş durumda.
korkunç bir durum.
aslında perşembe'nin gelişi çarşamba'dan belli. 1960'lardan itibaren kitagawa hakkında cinsel saldırı iddiaları/şikayetleri var fakat kimse dikkate almıyor.
four leaves üyesi koji kita, dear hikaru genji adlı kitabında, kitagawa'nın yeteneklerinden cinsel taleplerde bulunduğunu iddia etmiş. aynı iddialar, bir başka yetenek ryo nakatani'nin johnny's revenge ve bir johnny's juniors üyesi olan junya hiramoto'nun all about johnny's kitaplarında da geçiyor. 2003'de bir davada cinsel saldırı iddialarının gerçek olduğu tespit edilse de, pek fazla bir sonuç çıkmıyor. 1.8 milyon won yen (180 bin dolar gibi düşünün) kesilmiş bir para cezası var o kadar. 2019'da sessiz sedasız ölüyor kitagawa, asla asıl suçlarından yargılanmıyor.
2023'te yine eski bir johnny's juniors üyesi kauan akamoto bir basın toplantısında 2012'den 2016'ya kadar birden çok kez cinsel saldırıya uğradığını ve bu dönemde kendi ile beraber en az 200 gencin de aynı durumu yaşadığını açıklayınca işler karışıyor ve yeni bir araştırma başlıyor. şirket, artık kitagawa öldüğü için bütün suçu ona yıkma peşinde. belirli açıklamalar yapılıyor, özürler dileniyor ama ortada artık yargılanacak bir şahıs yok. her şey göstermelik. yapılan araştırmalar 70'lerden 2010'ların ortasına kadar kitagawa'nın pek çok genç çocuğa cinsel saldırıda bulunduğu yönünde. aslında bütün eğlence sektörü olan bitenden haberdar. nhk (ulusal kanal) dahil özür yayınlıyor. ulan adama demezler mi, özür dileyene kadar dur deseydin diye? işte kimse demiyor. çünkü kitagawa = para. eğlence sektörünün tam ortasında, bir sapkın necaset yumağı, ve kimse de dokunmak istemiyor.
firma, olaylar sonrasında isim değişikliğine giderek smile-up adını alıyor ve içinde johnny kelimesi geçen her şeyi değiştiriyorlar. pişman olduklarından falan değil tabi. sadece büyük şirketler idolleri ile sözleşme yenilemek istemiyor, o sebepten. herhangi bir ceza ya da yaptırım uygulanmıyor. kendilerini unutturarak alttan alttan devam ediyorlar, bütün ülke de buna göz yumuyor. sanki koca sektörün tüm pisliğini sadece bir şeytana yüklemek mümkünmüş gibi, johnny kitagawa'nın ölümü ve ölümü sonrası birkaç günlüğüne ayıplanması 50 koca senenin tüm günahlarını silebilirmiş gibi, herkes hayatına devam ediyor...
japon televizyon kültüründe, eğlence programlarında yarışmacılık yapan komedyen/medya ünlüleri. arada sırada dizi-filmlerde oynasalar bile aktörlerden farklı bir sınıf olarak kabul edilirler.
genelde inanılmaz kısa, 1 ya da 2 sene, süren ve ortalama geliri çok da yüksek olmayan kariyerler yaparlar, zira bağlı bulundukları yetenek ajansları kazandıkları paranın büyük kısmına el koyar. aşağı yukarı tokyo'da orta sınıf bir ailenin hayat standartlarındadır gelirleri. ajansların pasta paylarının bu kadar büyük olmasının sebebi, tarentolar daha yolun başındayken onlara bedava kalacak yer ayarlamaları ve kendi ceplerinden yedirip içirip giydirmeleridir.
birden çok tipi olan tarentolar, kökenleri ya da stillerine göre ayrılır;
multi: birden çok alanda tanınır. genelde aktör falandır bunlar, sonradan varyete şovlarına dahil olurlar. en çok sevilen ve kazananlar bunlardır.
owarai: komedyen kökenlidirler, genelde bir stand-up stili olan manzai ile haşır neşir olurlar.
idol: eski idol. açıklamaya çok gerek yok gibi.
gaijin: ülkeye dışarıdan gelen yabancılar. genelde sarışın, mavi gözlü ve biraz sert görünmeleri beklenir.
gimmick: belirli bir hareketi ya da sesi sürekli tekrarlayan komedyen tandanslı tiplemeler. çocuklar duymasın haluk'un bababa'sı gibi düşünülebilir cümleleri.
atlet: eski sporcu.
her ne kadar bireysel olarak çok önemli olmasalar da, tarentolar toplu halde japon televizyon eğlence endüstrisinde vazgeçilmez bir yere sahiptir. çünkü pek çok varyete şovu, normal sokaktan geçen vatandaşın dahil edilebileceği şeyler olmaz, aşağılanma ve fiziksel acı yaşatan durumlar yaygındır. tarentolar para karşılığı bu aşağılanmayı bir meslek haline getirerek hem izleyicinin içini rahatlatır hem de işler biraz sertleşince mızıkçılık yapıp programdan çekilmediklerinden dolayı program akışlarına halel gelmemesini sağlarlar.
nickle profil arasında uyum olmayınca sallayamadım ya bişeyler. belki de yüzüğü kartallarla götürelim dediklerinde karşı çıkan şahış oydu. bilemem altan.
bilgi; bu entari girilirken üstteki arkadaş matthias'tı.
ingiliz restoran sahnesinin aykırı dahisi, kötü çocuğu. enfant terrible. celebrity chef tiplemesinin ilki. üç michelin yıldızı alan ilk ingiliz şef aynı zamanda.
1981'de cebinde 7 pound para ve birkaç parça esvap ile bir kutu kitabıyla, şef olmak için geldiği londra'da, 1987'ye kadar çeşitli restoranlarda, farklı ve büyük şeflerden eğitim alıyor. 1987'de açtığı ilk mekanı hemencecik birinci yıldızını alır. 1995 yılında, 33 yaşında ise üçüncü yıldızını kazanacaktır ve 2002'de massimiliano alajmo tarafından rekoru kırılana kadar üç yıldızı layık görülen en genç şef olarak kalır.
(adamın bütün kariyerini baştan sonra burada yazmayacağım, çünkü entari açısından yerli yersiz her detayın kıymeti olduğuna inanmıyorum.)
bırakana kadar takıntı seviyesinde işine bağlı bir adamdır white. haftada 6 gün, günde 16 saat çalışır ve çocuklarını sadece pazar günleri birkaç saatliğine görür. bu tavrı aile bağlarına verdiği zarar onu iki defa boşanmaya götürecektir.
dengesiz, ukala ve karizmatiktir. çıraklık döneminde, le manoir'de raymond blanc'ın yanında çalışırken, normalde ingiliz çıraklara hayatı dar eden fransız çalışanlar, white'ın ön görülemez tavırlarından çekinir ve asla canını sıkmazlar. şefliği döneminde, düzenli olarak haftada 8-10 müşterisi ile problem yaşar, dükkanından kovar. rezervasyon için arayan müşteriler ile bazen sahte bir fransız aksanı ile dalga geçer. bazen hanımlar ile flört eder. kendisi ile program yapmaya gelen çekim ekibi işine fazla karışınca onları azarlar. öğrencisi gordon ramsay'ı (evet o ramsay) mutfakta ağlatabilecek kadar agresif, birden çok dünya çapında şef yetiştirecek kadar da yeteneklidir.
hazırladığı yemeklerin görselliği hep en üst seviyededir. ramsay ona picasso der. ama kariyerinin başında yemekleri lezzet bakımından biraz zayıf kalmaktadır. o zamanlar ki hocası blanc, görsellik ile lezzet arasında eşitlik olmadıkça, tabakta bir yalanı servis ettiğini söyler. white bu uyarıyı dikkate alacaktır. kariyerinin sonlarında ve şefliği bıraktıktan sonra yemeklerinin görselliğine dikkat etmez.
1999'da ani bir kararla bırakır şefliği ve üç yıldızını da iade eder. bundan sonra artık çeşitli tv programlarında ve reklamlarla boy gösterecektir.
şefliği bırakıp, michelin'e sktiri çektiğinde herkes şok olur. white'ın mantığı basittir; kendinden daha az bilgiye sahip insanların standartlarına uymak için kendini alçaltmasına gerek yoktur ve hedefi olan yıldızlar, onu aşağı çeken ağırlıklara dönüşmüştür.
yarışmalarda jürilik yapmaya başlar. korkutucu ancak sakin ve ciddi tavrı ile televizyonda büyük ilgi toplar. gençliğindeki öfkesi sönmüştür, egosu törpülenmiştir ve geçen çalkantılı yıllar geride bilge bir usta bırakmıştır.
sonrasında knorr'un reklam yüzü olur. bu yönde aldığı eleştirileri de, şeflik kariyeri boyunca kendisine yapılan bütün eleştirileri sktrettiği gibi sktreder. artık michelin yıldızı olmadığı için istediğini yapmakta serbest olduğunu düşünmektedir. ki hala da öyledir. hala youtube videoları çekmekte, o videolarda hala knorr bulyonları kullanmakta ve yemekleri hala pek azımızın kavrayabileceği bir anlayış ile pişirmeye devam etmektedir.
cinsel saldırı özelinde konuşacaksak, beyan esası kararına göre, yargıtay nezdinde mağdur beyanıdır. cinsiyetten bağımsız kıymet görür.
savcının şikayeti reddebilmek için kanunen geçerli bir neden sunmak zorunda. bu konularda düşündüğünüz şekilde bir karar mercii değil orası, kanun ile sayılmış yetkileri vardır. savcı şikayeti alır, soruşturmaya gerek olup olmadığına bakar ama bakacağı hususlar yine kanun ile sayılmıştır. olayın suç unsuru oluşturmaması ya da savcılığa ulaşan ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması gerekir. ''tecavüze uğradım.'' bu iki başlığa da girmez.
kaldı ki zaten nitelikli cinsel saldırı, re'sen soruşturulur.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.