matçıabla yazar profili

matçıabla kapak fotoğrafı
matçıabla profil fotoğrafı
rozet
karma: 6496 tanım: 246 başlık: 31 takipçi: 70
“eğer sana seçme şansı verselerdi, kısacık hayatın ardından öleceğini bile bile yaşamayı kabul eder miydin” portakal kız /jostein gaarder 06/03/2022

son tanımları | başucu eserleri


normal sözlük yazarlarının karalama defteri

sakarya bakkaliyesi
çocukluğumun en güzel anılarını oluşturur dedemle geçirdiğim zamanlar.elimden tutar evden çıkarız, tren raylarının üzerinden geçeriz sonra yürümeye devam eder tek cam tek kapı ‘bakkaliye’ nin kepenklerini açarız.yandaki kasap, dükkanını açmış imalatı olan sucukları camından sallandırmaya başlamıştır.
plastik bir sepetin içinde francala ekmekler sıralıdır,üstünde temiz beyaz bir bezle bakkalın gelişini bekler.sepet alınır,tezgahın altındaki boşluğa sıralanır.
vitrini gören buzdolabının üst katında peynir ve tereyağ, alt katında da, açınca pıfffss diye ses çıkaran meyveli gazozlar vardır.
raflarda bakliyatlar, un ve yağlar; camekan içinde de çikolatalar sıralanmıştır.içlerinde en sevdiğim nestle pralinlidir.parmak şeklinde renk renk yaldıza sarılı çikolatalardır bunlar.bir de şu çekmeceli olanları severim,hani kırmızı kağıtları teker teker açılıp mideye indirilenleri.tezgahın arkasındaki metal çerçeveli camlı bölmelerde kiloyla satılan pöti bör kremalı ve finger bisküviler içerir.bazen dedem büyükçe paketleri bana verir ve herbirini kendi kutusuna dizmemi ister.öyle düzenli adamdır, tıpkı ismi gibi: nizam.
80’lerin filmlerinden aşina olduğumuz ibreli terazi gerekli gereksiz her şeyi ölçtüğüm bir oyuncaktır.altında dev bir satır var ki, dükkana girip dayılık yapmaya kalkanlara,pek sakinmiş gibi gözüken dedemin kullandığı havada yaylar çizen savunma silahıdır,şahit olmamayı dilemişimdir bu duruma.
tabure gibi rahatsız bir şey ve biraz daha konforlu eski bir koltukta günü geçiririz.bir yandan radyoda trt çalarken dedem,düzenler,işler durur.ben gelen her bir müşteriyi incelerim,bazılarına ben uzatırım aldıklarını.dedem pek resmidir,memuriyetten kalma tavrını takınır,bir bakkal dükkanı mıdır,yoksa bir devlet dairesi mi intizamlı,bilinmez.dışarıya karşı böyledir de dedem,torun bu,hem de ilk, ona can dayanmaz.
kapıda bir sineklik vardır,tahta bir çıtanın üzerinde sallanan plastik parçalardır bunlar.dükkan açıldığında,oradan geçen geçen çocuklar daha iyi görebilsin diye bir askıda dışarı çıkarılmış şişkince toplardan biriyle oynamaya başlarız.ben kapıda durduğum hâlde çoğu kez küçük boyum ve tombul halimle ordan oraya zıplayan topa yetişemez,bazen kapıdaki sinekliğin yerinden çıkması bazen de camekanlara gelmesi nedeniyle korkuyla karışık bir heyecan yaşarım. ha kızdı ha kızacak derken o ciddi bir şekilde, bozulan dökülen ne varsa kaldırır kapıdan birisi girene kadar oyunumuz devam eder.
yenilen peynir ekmekler,bisküviler -ki bunların adının yıllarca ‘püsküüt’ olduğunu sandım- gofret ve çikolatalar,içilen gazozlar bu dedeye zarar ziyandır hep, ama o hiç sesini çıkarmaz hatta birazını da eve götürmek üzere alır.tombul canavar biraz daha yesin diye.

ibreli tartı:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
dedeminkine benzeyen bir radyo:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
pralinli çikolata,aynısını bulamadım ama:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
***
yıllar geçer gider,bakkaliye kapanmıştır,torun büyür üniversiteye başlamıştır,bölüm zor, sınavlar ağırdır.evden önce gittiği yer dede yanıdır.
-gel tavla atalım senle.
dedem yenilir bana,yaşlanıyor mu ne?
dûbaraaaa! oyun gitti bağıra bağıra.
koltuklarım kabarmıştır.
çok sonra öğrenirim ki okuldan moralsiz döndüğümde bilerek bana bırakırmış oyunu keyifleneyim diye.

yıllarca kanserle savaştı,diline kobalt iğneler bile battı,hastane odasının kapısında radyasyon işareti vardı.bir keresinde kamyon çarptı ve ciddi şekilde yaralandı.ah demedi,of demedi.halinden sürekli şikayet eden ‘ihtiyarlar’ kulağını kapattığı kişilerdi.hep gençleri,onlarla sohbet etmeyi sevdi.o, kurtuluş savaşında,annesinin sırtındaki küfede düşmandan kaçırılan bir bebekti bir zamanlar.şimdi yok,ama anıları hâlâ canlı.
özlüyorum dedem,seni.
nerdesin,nerde diğer gidenler peki?
henüz sıkılmamış okuyucuya, dedemle ben:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

portakal kız

yıllarca bebek arabasında gizlenmiş olan bir mektup aniden ortaya çıkar.
mektup, on bir yıl önce, o sıralarda üç buçuk yaşında olan oğula, kısa bir süre sonra ölmüş olacak babası tarafından yazılmıştır.
‘rahat oturuyor musun georg ?mutlaka rahat oturmalısın çünkü sana heyecan verici bir hikaye anlatacağım’
sözleriyle başlar.
...
‘ve söylesene, hubble teleskobu nasıl? biliyor musun? astronomlar evrenin yapısı hakkında daha fazla şey biliyorlar mı artık?’
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

25 nisan 1990 yılında uzay teleskobu görevine başlamıştı.(babanın hastalığını öğrendiğiyle aynı zamana rastlar).koskoca uzay boşluğunda ilerleyerek fotoğraflar çekecek ve yeryüzünde hiçbir teleskobun yapamayacağını gerçekleştirecekti: on iki milyar ışık yılı uzaklıktaki galaksilere aynalarını çevirecekti. bu evrenin tarihinde on iki milyar geriye bakmak demekti.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

tıpkı geçmişe aynalarını çeviren hubblegibi bu mektup da babası ve portakal kıza, dolayısıyla georg’un da geçmişine de ayna tutacaktı.
...
ilerleyen sayfalarda baba, oğluna şunu soracaktı ve dolayısıyla okuyucuya :
‘eğer sana seçme şansı verselerdi, kısacık hayatın ardından öleceğini bile bile yaşamayı kabul eder miydin’.

kitap, hayattaki rastlantılarla örülmüş bir macerayla bizi içine çekiyor ve o kadar akıcı bir hızla ilerliyor ki okumak isteyenler için ileride neler olacağını anlatıp büyüsünü bozmak istemiyorum.

not: onu aldığımda baskısı yoktu, ikinci el bulabildim.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

yazar jostein gaarder felsefe öğretmenidir, genç insanlara bu bilimi öğretmekten keyif alır. her ne kadar öğretmek sözcüğünü kullansam da bunu farkettirmeden yapar. sophie’ nin dünyası, maya, iskambil kağıtlarının esrarı, prenelerdeki şato, sirk müdürünün kızı, jostein gaarder’in okuduğum diğer kitapları. hepsini ayrı seviyorum ve kütüphanemden hiç ayırmıyorum. hem neşeli hem de biraz buruk; ama hayata dair sorularla karşımıza çıkıyor, düşündürüyor.
devamını gör...

pencereden bakmak

başlık bana londra asfaltı üzerindeki evimizi hatırlattı oradan dalıp gittim sevgili yazar.
inat eden kurbanlık koçu sırtında taşıyan babamı o pencereden gördüm.
yüksek gerilim hattı evin tam önündeydi,sağlığa zararlıymış diyorlar.ürkütücü duruyor,kuru kafa var üstünde.evi temelinden sarsan kamyonlar , oradan oraya gidip duran arabalar -renklerine ya da yönlerine göre sayardım kimi zaman-, yol sakin olduğunda karşıdan karşıya geçen yayalar…geceleyin o araba ışıkları öyle fena gelir ki insana, uykuda yüzünüze fener tutuldu sanırsınız.
korkunç kazalar da oldu gözümüzün önünde.freni patlayıp ardından dumanlar çıkaran bir askeri tır ve direksiyonuna başı düşmüş sürücüsü aklımda hâlâ.hatta,biz oradan taşındıktan sonra garip bir şey olmuş: yoldan fırlayan bir tekerlek tam da asfaltı izlediğim pencereden içeri girmiş. allah’tan ölen kalan yokmuş.
tam karşısında yolun bir kahvehane var: adamlar bütün gün bir sandalye tepesinde ne diye oturur?dostları mı var, anlatmak istedikleri mi, yoksa sadece kalabalık etmek için mi oradalar? sesleri bazen yolun gürültüsünü bile aşıp bize gelir.
sağ tarafta köfteci, arabasında ekmek arası satıyor. sonraları okulda hocanın biri, yüzünde anlamsız bir gülüşle,bu adamcağızın kızına takılıp ‘köftecinin kızı ayşegül’ diyecek.ne kötü öğretmenlerin şu etiketlemeleri, bazıları ne hadsiz, yazık.
öteki pencereden jandarma kampı gözükür. gizlice sigara içer askerler ortalığı kar yağmışçasına şenlendiren,hışırtılı kavak ağaçlarının altında. yaklaşan bir ayak sesi varsa elindekini bir çabuk yere atar postalıyla ezer.sabahları bir koro uyandırır bazen, camdan gördüğüm talim yapan işte bu gençlerdir.yeşil kamuflajlı beyaz atletli akaziler(kardeşimin askerlere verdiği ad) komutanın ardından bağırarak tekrarlar : ‘yüküm şimşir kaşıktır diloy diloy yaylalar’.
soldaki evde büyük kız en güzel giysilerini giyip makyajını yapar arz-ı endam eder başını balkona kaldırmış ‘asker abi’ lere gözükebilmek umuduyla.
aşağıda apartmanın çocukları vardır, çığlık çığlığa, ot bürümüş bakımsız bir bahçede koştururlar.yakar top ya da lastik gürültülü oyunlardır,kavgalar gırla gider.içlerinde en yaramazları kız kaçıran ateşler fiyyuuu diye dolanır etrafı duman duman.gece hava kararana dek ordadırlar bu çocuklar.
annem pek izin vermez çıkmaya,ne işim var ki ‘salma gibi’ dışarıda olunmaz o kadar.kırk yılda bir apartman önüne çıksam sanki bir suç işliyormuşum gibi gelir,başımı kaldırdığımda bana bakan yüzünü seçerim annemin.

ve yeniden pencereli saatler başlar çocuk dünyamda.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim