1.
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
sakarya bakkaliyesi
çocukluğumun en güzel anılarını oluşturur dedemle geçirdiğim zamanlar.elimden tutar evden çıkarız, tren raylarının üzerinden geçeriz sonra yürümeye devam eder tek cam tek kapı ‘bakkaliye’ nin kepenklerini açarız.yandaki kasap, dükkanını açmış imalatı olan sucukları camından sallandırmaya başlamıştır.
plastik bir sepetin içinde francala ekmekler sıralıdır,üstünde temiz beyaz bir bezle bakkalın gelişini bekler.sepet alınır,tezgahın altındaki boşluğa sıralanır.
vitrini gören buzdolabının üst katında peynir ve tereyağ, alt katında da, açınca pıfffss diye ses çıkaran meyveli gazozlar vardır.
raflarda bakliyatlar, un ve yağlar; camekan içinde de çikolatalar sıralanmıştır.içlerinde en sevdiğim nestle pralinlidir.parmak şeklinde renk renk yaldıza sarılı çikolatalardır bunlar.bir de şu çekmeceli olanları severim,hani kırmızı kağıtları teker teker açılıp mideye indirilenleri.tezgahın arkasındaki metal çerçeveli camlı bölmelerde kiloyla satılan pöti bör kremalı ve finger bisküviler içerir.bazen dedem büyükçe paketleri bana verir ve herbirini kendi kutusuna dizmemi ister.öyle düzenli adamdır, tıpkı ismi gibi: nizam.
80’lerin filmlerinden aşina olduğumuz ibreli terazi gerekli gereksiz her şeyi ölçtüğüm bir oyuncaktır.altında dev bir satır var ki, dükkana girip dayılık yapmaya kalkanlara,pek sakinmiş gibi gözüken dedemin kullandığı havada yaylar çizen savunma silahıdır,şahit olmamayı dilemişimdir bu duruma.
tabure gibi rahatsız bir şey ve biraz daha konforlu eski bir koltukta günü geçiririz.bir yandan radyoda trt çalarken dedem,düzenler,işler durur.ben gelen her bir müşteriyi incelerim,bazılarına ben uzatırım aldıklarını.dedem pek resmidir,memuriyetten kalma tavrını takınır,bir bakkal dükkanı mıdır,yoksa bir devlet dairesi mi intizamlı,bilinmez.dışarıya karşı böyledir de dedem,torun bu,hem de ilk, ona can dayanmaz.
kapıda bir sineklik vardır,tahta bir çıtanın üzerinde sallanan plastik parçalardır bunlar.dükkan açıldığında,oradan geçen geçen çocuklar daha iyi görebilsin diye bir askıda dışarı çıkarılmış şişkince toplardan biriyle oynamaya başlarız.ben kapıda durduğum hâlde çoğu kez küçük boyum ve tombul halimle ordan oraya zıplayan topa yetişemez,bazen kapıdaki sinekliğin yerinden çıkması bazen de camekanlara gelmesi nedeniyle korkuyla karışık bir heyecan yaşarım. ha kızdı ha kızacak derken o ciddi bir şekilde, bozulan dökülen ne varsa kaldırır kapıdan birisi girene kadar oyunumuz devam eder.
yenilen peynir ekmekler,bisküviler -ki bunların adının yıllarca ‘püsküüt’ olduğunu sandım- gofret ve çikolatalar,içilen gazozlar bu dedeye zarar ziyandır hep, ama o hiç sesini çıkarmaz hatta birazını da eve götürmek üzere alır.tombul canavar biraz daha yesin diye.
ibreli tartı:
dedeminkine benzeyen bir radyo:
pralinli çikolata,aynısını bulamadım ama:
***
yıllar geçer gider,bakkaliye kapanmıştır,torun büyür üniversiteye başlamıştır,bölüm zor, sınavlar ağırdır.evden önce gittiği yer dede yanıdır.
-gel tavla atalım senle.
dedem yenilir bana,yaşlanıyor mu ne?
dûbaraaaa! oyun gitti bağıra bağıra.
koltuklarım kabarmıştır.
çok sonra öğrenirim ki okuldan moralsiz döndüğümde bilerek bana bırakırmış oyunu keyifleneyim diye.
yıllarca kanserle savaştı,diline kobalt iğneler bile battı,hastane odasının kapısında radyasyon işareti vardı.bir keresinde kamyon çarptı ve ciddi şekilde yaralandı.ah demedi,of demedi.halinden sürekli şikayet eden ‘ihtiyarlar’ kulağını kapattığı kişilerdi.hep gençleri,onlarla sohbet etmeyi sevdi.o, kurtuluş savaşında,annesinin sırtındaki küfede düşmandan kaçırılan bir bebekti bir zamanlar.şimdi yok,ama anıları hâlâ canlı.
özlüyorum dedem,seni.
nerdesin,nerde diğer gidenler peki?
henüz sıkılmamış okuyucuya, dedemle ben:
çocukluğumun en güzel anılarını oluşturur dedemle geçirdiğim zamanlar.elimden tutar evden çıkarız, tren raylarının üzerinden geçeriz sonra yürümeye devam eder tek cam tek kapı ‘bakkaliye’ nin kepenklerini açarız.yandaki kasap, dükkanını açmış imalatı olan sucukları camından sallandırmaya başlamıştır.
plastik bir sepetin içinde francala ekmekler sıralıdır,üstünde temiz beyaz bir bezle bakkalın gelişini bekler.sepet alınır,tezgahın altındaki boşluğa sıralanır.
vitrini gören buzdolabının üst katında peynir ve tereyağ, alt katında da, açınca pıfffss diye ses çıkaran meyveli gazozlar vardır.
raflarda bakliyatlar, un ve yağlar; camekan içinde de çikolatalar sıralanmıştır.içlerinde en sevdiğim nestle pralinlidir.parmak şeklinde renk renk yaldıza sarılı çikolatalardır bunlar.bir de şu çekmeceli olanları severim,hani kırmızı kağıtları teker teker açılıp mideye indirilenleri.tezgahın arkasındaki metal çerçeveli camlı bölmelerde kiloyla satılan pöti bör kremalı ve finger bisküviler içerir.bazen dedem büyükçe paketleri bana verir ve herbirini kendi kutusuna dizmemi ister.öyle düzenli adamdır, tıpkı ismi gibi: nizam.
80’lerin filmlerinden aşina olduğumuz ibreli terazi gerekli gereksiz her şeyi ölçtüğüm bir oyuncaktır.altında dev bir satır var ki, dükkana girip dayılık yapmaya kalkanlara,pek sakinmiş gibi gözüken dedemin kullandığı havada yaylar çizen savunma silahıdır,şahit olmamayı dilemişimdir bu duruma.
tabure gibi rahatsız bir şey ve biraz daha konforlu eski bir koltukta günü geçiririz.bir yandan radyoda trt çalarken dedem,düzenler,işler durur.ben gelen her bir müşteriyi incelerim,bazılarına ben uzatırım aldıklarını.dedem pek resmidir,memuriyetten kalma tavrını takınır,bir bakkal dükkanı mıdır,yoksa bir devlet dairesi mi intizamlı,bilinmez.dışarıya karşı böyledir de dedem,torun bu,hem de ilk, ona can dayanmaz.
kapıda bir sineklik vardır,tahta bir çıtanın üzerinde sallanan plastik parçalardır bunlar.dükkan açıldığında,oradan geçen geçen çocuklar daha iyi görebilsin diye bir askıda dışarı çıkarılmış şişkince toplardan biriyle oynamaya başlarız.ben kapıda durduğum hâlde çoğu kez küçük boyum ve tombul halimle ordan oraya zıplayan topa yetişemez,bazen kapıdaki sinekliğin yerinden çıkması bazen de camekanlara gelmesi nedeniyle korkuyla karışık bir heyecan yaşarım. ha kızdı ha kızacak derken o ciddi bir şekilde, bozulan dökülen ne varsa kaldırır kapıdan birisi girene kadar oyunumuz devam eder.
yenilen peynir ekmekler,bisküviler -ki bunların adının yıllarca ‘püsküüt’ olduğunu sandım- gofret ve çikolatalar,içilen gazozlar bu dedeye zarar ziyandır hep, ama o hiç sesini çıkarmaz hatta birazını da eve götürmek üzere alır.tombul canavar biraz daha yesin diye.
ibreli tartı:
dedeminkine benzeyen bir radyo:
pralinli çikolata,aynısını bulamadım ama:
***
yıllar geçer gider,bakkaliye kapanmıştır,torun büyür üniversiteye başlamıştır,bölüm zor, sınavlar ağırdır.evden önce gittiği yer dede yanıdır.
-gel tavla atalım senle.
dedem yenilir bana,yaşlanıyor mu ne?
dûbaraaaa! oyun gitti bağıra bağıra.
koltuklarım kabarmıştır.
çok sonra öğrenirim ki okuldan moralsiz döndüğümde bilerek bana bırakırmış oyunu keyifleneyim diye.
yıllarca kanserle savaştı,diline kobalt iğneler bile battı,hastane odasının kapısında radyasyon işareti vardı.bir keresinde kamyon çarptı ve ciddi şekilde yaralandı.ah demedi,of demedi.halinden sürekli şikayet eden ‘ihtiyarlar’ kulağını kapattığı kişilerdi.hep gençleri,onlarla sohbet etmeyi sevdi.o, kurtuluş savaşında,annesinin sırtındaki küfede düşmandan kaçırılan bir bebekti bir zamanlar.şimdi yok,ama anıları hâlâ canlı.
özlüyorum dedem,seni.
nerdesin,nerde diğer gidenler peki?
henüz sıkılmamış okuyucuya, dedemle ben:
devamını gör...