mir yazar profili

mir kapak fotoğrafı
mir profil fotoğrafı
rozet
karma: 24870 tanım: 6793 başlık: 1004 apolet: 4 takipçi: 57
" we don't claim to have the answers, we just weigh the options and side with plausibility.. " atheist people / "i am not an atheist because i studied science. İ am an atheist because i studied history." anonymous

son tanımları | başucu eserleri


güneş

fotojeniktir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

gereksiz abartılan şeyler

gereksiz abartılan şey tamlaması anlatım bozukluğu içerir. bir şey gereksiz abartılmaz. abartı tabiri edebiyatın sembolik olarak kullandığı (mübalağa tekniği) bunun dışında ise yalan - yanlış şeyleri tarif etmek için kullandığı bir tabirdir. abartı ekonomide ve pazarlama departmanlarında, askeri ve istihbarati tedbirlerde ve toplum manipülasyonu için politika alanında gerekli bir şekilde kullanılır.

edebiyat alanında abartı tabiri gereksiz şey anlamı da içerir, diğer içerdiği anlamların yanı sıra (duruma göre çok anlamlıdır, işlev olarak - çok çeşitli- anlamlandırmada yardımcı tabirlerler arasındadır yani.)

overrated things gibi bir cümle (saçma da olsa) sade ve mümkündür. türkçede, ingilizce deki overrated things cümlesi ya da yerine kullanılabilecek benzer bir cümle gibi bir abartılan şeyler cümlesi vardır. ve abartılan şeyler cümlesi anlamı tam olarak karşılamaktadır.

ek not :

şimdi, sonuç olarak şöyle de diyebiliriz akıl yürütürsek. (içimizden) gerekli abartılan şeyler başlığı açılsa daha çok tanım içerir ama gereksiz abartılan şeyler başlığı her kategoriden abartılan şeyi gereksiz bir şekilde içeriyor. gereksiz abartılan ürünler (reklam filmlerini vs.'yi eleştirerek mesela) başlığı olsa daha net tanımlar içerir.
gerekli abartılan şeyler tamlaması varsa ya da olabilecekse gereksiz abartılan şeyler tamlaması atıl (gereksiz) duruma düşer.
ör. : ' mir ve bir başka çocuk kafeye geldiler, seni sordular ' cümlesi kurulabilir. ama ' mir ve mir olmayan bir başka çocuk kafeye geldiler, seni sordular ' gibi bir cümle, türkçede, kurulmaz/kurulamaz.

abartılan şeyler tamlaması kendi başına cümle olarak daha mantıklı ve düzgündür. (sadedir) ama başlık olarak gerekli abartılan şeyler tamlaması daha sınırlayıcı, tanımlayıcı ve nettir, her abartılan şeyi içine sığdıramayacağınız bir başlık olurdu böyle bir tamlama.
gereksiz abartılan şeyler tamlamasında ilk bakışta göze çarpan gereksiz pekiştirmenin yaşattığı yavanlık hissiyatının kaynağı aslında dil ve anlatım bilgisi kapsamında olan bir kural hatasıdır.
devamını gör...

megalodon

çağımızın köpek balıklarına kıyasla çok daha büyük bir köpek balığı türü. milyonlarca yıl önce yaşadığı, sadece bir takım diş kalıntılarına dayanılarak iddia ediliyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

yukarıdaki görsel de büyük beyaz köpek balığı dişleri ile bir megalodon dişi kıyaslanmış.

görsel : wikipedia.

- bilimsel olarak eksik kanıt olarak kabul edilebilir. (evrim teorisi mesela, eksik kanıtlar ile doğru kabul edilebiliyor. ancak hala yaşanış şekilleri tam olarak kanıtlarıyla birlikte şemalaştırılıp ortaya konamadı. yani evrim gerçek ancak yordamları teori pozisyonunda incelenmeye devam ediliyor.)
- megalodonun başka hiçbir kalıntısı bulunamamış. fosili bile yok. yani varlığı belli ancak dişleri dışında tüm özellikleri hayal ürünü.
- genel olarak devasa okyanus canlılarının yaşam alanı okyanus tabanları ve çukurları / çatlakları olarak kabul ediliyor. ev ya da sığınak olarak bakacak isek eğer yaşam alanı olgusuna, mantıklı bulunabilir bu görüş. ancak ben canlıların çok daha fazla politika yaptığını düşünüyorum, tıpkı insanlar gibi. yaşam alanları ve yaşama anlayışları / kültürleri her zaman tek düze olmayabilir varlıkların.
- megalodonun tüm kalıntıları mariana çukurunda keşfedildiği için yaşam alanı da mariana çukuru olarak kabul edilmiş. ( en azından on-on beş milyon yıl öncesindeki yaşam alanı.) bu çok yanlış bir varsayım ve tüm dev okyanus canlısı teorileri açısından da çok eksik bir bakış açısı.
- yine eksik bir bilimsel kanıt daha var elimizde, dev okyanus canlıları ile ilgili: yüzlerce yıldır gözümüze görünmüyorlar. bu çok ciddi bir bilgi.
- canlıların türlerinin yok olabiliyor olması, yok olmuşların fosil kanıtları bizi yanıltıyor da olabilir. canlılar politika yaparlar. görünmez olurlar, saklanırlar vs. ' göl canavarları ' , ' denizaltı batıran dev kalamarlar' tarzı hikayelerle bir yerlere gelmeye çalışan insanları da kanıtlar yok iken teorilerin fanatikliğini yapmaya vardıran zihin oyunu alışkanlıklarını da sevmem, ancak ( tekrar ediyorum, umut ve gizem aşılamayan.) okyanus canlıları küçülmek ile birlikte, tamamen yaşayış stratejilerini değiştirmiş te olabilirler. bu sebep ile onların büyüklerini göremiyor olabiliriz. okyanusta canlılar: 1- beslenmek için. 2- dolaşım sistemlerinin (kan, sinir, boşaltım vs.) adaptasyonu için. 3- diğer avcı ve canlılardan saklanmak/korunmak için. 4- çeşitli ihtiyaçları giderecek ortamları keşif için, okyanus tabanına inerler. yani tam olarak okyanus tabanı onların yaşam alanı olduğu için değil. tam olarak okyanus tabanı yaşam alanı olan ve bilimsel olarak da tespit edilmiş, kayıt altına alınmış bir çok canlı da vardır.


- megalodon saldırısı olabilecek izler, dişler ve dev balık görüntüleri yakalamalar, sinyal cihazları ile takip etmeler. olguya, - bilimsel açıdan - baş aşağı bakmak gibi oluyor bana kalırsa. bulunmak istenen şeyi değil de o büyüleyici dişlerin sahibine dair daha çok kalıntı ve kanıtı araştırmalı bilim insanları.


yeme bizi megalodon!
devamını gör...

sanatın burjuva için olması

burjuvanın sanatı kapsaması sonucu oluşan görüngü, tıpkı zenginlerin ve büyük şirketlerin arkeolojiyi evlat edinmesi gibi bu da bir görüngü sadece. sanatı zenginler yaratmadı, tekniği, teknolojiyi, felsefeyi, ideolojileri.. aslında tüm nitelikli insan evrimi menşeili edevatları ekonomik (maddi) durumlarından soyutlayarak incelediğimizde - bir şeylerin - fakirleri, fukaraları geliştirdi, her şeye sahip olayazıp duran zenginler değildi bu yaratım dürtüsünün gerçek sahibi. evet kabiliyetli ve zeki insanlardı ve eskiden beri kabiliyet ve zeka zengin saraylarında koleksiyon niyetine biriktirilen bir şeydir. o kabiliyetli deha mühendislere, sanatçılara yakından bakarsanız çözüm bulmaya aç, fakir, üretkenliğin yoksulluğunu yenmeye çalışan, acılar içinde kıvranan kişiler görürsünüz genel olarak (istisnaları da vardır - yani uzmanlığı kişilik ve mental konular olan ya da bu konularda avantajlı durumda bulunan büyük zihinler de yaşamış-). sanatın bir işe yaramaması ve tekniğin, bilimin zengin, zeki ve soylu insanların emeği olduğu düşüncesi insanlık içerisinde kasıtlı olarak tutundurması yapılan ideolojik bir araçtır. varlık fakirdir, zenginleşmeye yönelir, zenginleşip zehirlenme fırsatı bulunca da arınmaya yönelme fırsatı (niyeti) bulursa da geriye dönmeye çalışır. canlılar da bir çeşit maddedir ve doğuştan fakirdirler, (oluşmuş yapısal ya da genetik yatkınlıkları kısmi buluyor ve kazanılmış bir zenginlik olarak görmüyorum, emek olmadan bir hiçtir bunlar, hatta bazen felakete sürükler varlığı)
daha zengin yaşayış için çözüm üretmek geliştirmek zorundadırlar. sanat bu şeyleri izah etmeye çabalayan toplumsal bir bilinçaltıdır, kim sahiplenirse onun için çalışır tıpkı zeka ve tekniğin krallar için, saraylar-beyler için çalışabileceği gibi sanat ta piç kalır ya da bırakılırsa onu sahiplenen burjuva için çalışır.

evet! teknik olarak 'entelijensiya' (akademik ileri gelenler) yöneticiliği bir mecburiyet değil ihtiyaçtır, ancak bu durumların mantığını insanların zihnini, - insansı - kabiliyetini, emeğini sömürmek için kullanan suistimalcilere karşı sorumsuz kişiler ve gruplar olarak varolunmamalı dünyada.
devamını gör...

siyaset yapmak

insanların algılarını taciz eden taciz savaşlarının oluşturduğu hengamenin içerisine düşünceler savurmak değildir.
misal, bu ortam sözlük ortamı, bir çeşit veri bankası formatında interaktif sanat-edebiyat sitesi. burada siyaset yapmak format dolayısıyla çok daha zor bir iş. propaganda ve ajitasyon yapmanın imkanı olmadığı için herkes birden kavgacı bir kimliğe bürünüyor. bu şeyler ekşi sözlük'te başladı, daha önce tüm dünya da ve her ortamda yaşanıyordu aslında. kendi mesleğinizi ya da hobilerinizi sözlükte kotarmaya çalıştığınızı düşleyin ve nasıl iki kat daha zor olacağına karar verdiğinizi hatırlayın. işte aslında burada yapmaya çalıştığınız hiçbir şey yapmak istediğiniz şey değil, insanların cıvıtması da aslında biraz bu durumun farkında olmalarından kaynaklanıyor. ortam tanım girilerek, edebiyat ve felsefe yapılarak, teknik bilgi verisi oluşturularak kullanıcı olunabilecek şekilde tasarlanmış. bunu bsşarmadan diğer hobilerinizi de bir şeye benzeterek kotaramazsınız böyle ortamlarda. insanlar beceremedikleri şeyleri anlamsız ilan edip işi soytarılığa ya da zorbalığa veriyor. ülke de böyle yönetiliyor. böyle insanların böyle zaafları merdiven edilmiş, tırmanan tırmanana. niteliklerinin işe yaramadığını gördüğü konularda ne yapabileceğini bilmeyen her insan yapılabilecek bir şey olmadığını zannedip ya cıvıtıyor ya her şeyden vazgeçme moduna geçiyor ya da öfkelenip tehtid oluşturduğunu zannettiği kişilere saldırıyor. işte bu noktada toplum manipülatörleri (emperyal güçler, hükümetler, faşist siyasi gruplar) devreye giriyor. insanları sömürmek için çok iyi fırsat.
inanın bana şuraya geldiğimden beri çaresizce ve üzülerek, sayısını hatırlamadığım kadar çok kullanıcıyı engelledim. siyasi konulara iştirak edeceğim diye doğrulan trolle dönüşüyor benim nazarımda. bu konuda da çözümler getirilmezse sonuç açık olarak ortamın çökmesi olacaktır. salt ortamın idare politikası bile siyasi bir hal almaya mahkumdur, dandik gibi görünse de çok gelişmiş bir sosyal aygıtın içinde hareket ediyoruz çünkü, bu da ideolojileri yasaklasak bile burada siyaset yapmaktan kurtulamayacağımızı gösterir bize.

yaptığınız şey (kendi tanımız ile) her ne ise (bence) siyaset yapmak değil.

ve gündem algınız çok zayıf. yazar olarak değil bence kişiler olarak gündemden kaçıyorsunuz. (sosyal psikolojinin konusu bu tabi, ayrıca başlık açıp tartışmak gerekir bunu.)
devamını gör...

pantolonlu bulut

pantolonlu bulut, ortamlarda sıklıkla paylaşılan ve mayakovski'nin başlık olarak kullandığı dizelerden ziyade birbirinden bağımsız dört ayrı baptan oluşur. şiir farklı bölümleri farklı zamanlarda ve farklı yerlerde yazılmış şiirlerin sentezi olarak yaratılmıştır. mayakovski özel yaşamından dünya'da yaşanmış ve yaşana gelen önemli siyasi olaylara kadar her şeyden yararlanmış eserini oluştururken. mayakovski'nin özel hayatı incelediğinde, kendisi ve denetim mekanizmaları tarafından oldukça zorlanmış, derlenmiş, sansürlenmiş ve hatta imha edilmiş şiirler gerçeği ile karşılaşıyor insan; mayakovski şiirlerine ve rus fütürizmine, en azından ben bu özel durumun perspektifinden bakıyorum: 'neresi avangard ve fütüristik bu inanın eserlerinin?! ' diye düşünenler için benim özel notum..

şöyle;

düşünceniz
sünepe beyninizde yatar ya miskin miskin
yağ bağlamış bir uşak yatar gibi pis bir yatakta,
çileden çıkararak kanlı paçavralarıyla yüreğimin
alaya alacağım hep onu, hınzır ve hayta.

ne gönlüme tek bir ak düştü,
ne ihtiyar sevecenlik başımda!
tuttu bütün dünyayı sesim, o korkunç gümbürtü;
yakışıklı yürürüm şimdi
yirmi iki yaşımda.

siz çıtkırıldımlar!
kemanlara geçirenler sevdayı.
siz geçiren hamhalatlar dümbeleklere.
derinizi kolaysa tersyüz edin benim gibi,
ortada baştan aşağı dudaklar kalsın bir kere!

gelin de görün
melekler takımında görevli bir hanım var salonda,
keten gibi düzgün.
ahçı nasıl çevirirse yemek kitabını
dudaklar çeviriyor yollu yordamlı o da.

isterseniz
ben çılgına dönerim tenden,
ya da renk değiştiren bir gök gibi ufukta
isterseniz
öyle çıtkırıldım olurum, öyle incelirim ki
çıkarım insanlıktan, dönerim pantolonlu bir buluta!

inanmıyorum çiçekler içindeki bir nis'e!
yine herkes benim yüzümde tafra sahibi,
bir hastane gibi köhne erkekler de,
yıpranmış kadınlar da bir atasözü gibi.

1

demek sizce sayıklatan malarya?

odesa'da,
odesa'da geçti bu.

"saat dörtte geleceğim" demişti mariya.

sekiz.
dokuz.
on.

aralık akşamı işte
bırakıp gidiyor son
pencereleri,
içine işlemiş de
gece korkusu.

kişner gibi gülüyor sokak fenerleri
yorgun sırtımda.

beni kimse tanıyamaz artık, bilemez:
inleyen
ve kıvranan
bir sinir yumağından başka neyim ki ben.
ne isteyebilir böyle bir külçe?
ah böyle bir külçe neler dilemez!

umurumda mı benim
ha yüreğim demirden olmuş,
ha tunçtan olmuş bedenim.
boğulmak isteniyor gümbürdeyişi
dişi
ve yumuşak olanla gece.

işte böylece
çok iriyarı
dayanıyorum pencereye.
alnım eritiyor camları.

gelecek mi aşk bana, gelmeyecek mi?
nasıl bir aşk _
büyük mü, ufacık mı? gerçek mi?

böyle bir gövdeye nereden gelir büyük bir aşk?
bir sevgiceğiz olacak besbelli,
akıllı uslu, miniminnacık.
irkilip sıçrayan otomobil kornalarından.
kızak çıngıraklarına daha alışık.

bekliyorum
yüzümü bastırarak yağmurun
çiçekbozuğu yüzüne,
bekliyorum uzun uzun
düşüp kentin o dalga dalga saçılan gümbürtüsüne.

bir bıçak sallıyor gece yarısı,
çullanıyor arkadan,
boğazlıyor,  _
gebersin gitsin tek!

on ikinci saat düşüyor
siyaset kütüğünden düşer gibi bir suçlunun başı.

külrengi damlalar camlara vurup
öyle bir uluyuş uluyor, öyle zıplıyorlar ki
kaş göz oynatıp, yüz buruşturup
haykırmağa başlıyor sanki
paris'in notre-dame'ındaki ejderler.

allahın belası kadın!
bu bile yetmiyor demek?
ağzım çığlıklarla yırtılıp gidecek neredeyse.

duyuyorum:
sinirin biri
usulca sıçradı yerinden
bir hastanın yataktan sıçrayışı gibi.

ve işte
yok gibi yürürken ilkin,
yürür gibi, yürümez gibi,
koşmağa başlıyor sonra
girgin,
delice.
iki sinir daha ayaklanıp eklenince
al sana korkunç bir tepinme, bir hora.
sıvalar döküldü alt katta.

iri,
ufak, sayısız
bir sürü sinir!
ve sıçrıyor her biri
koparıp bir büyük şamata
ve gitgide
bacakları birbirine dolaşık.

odanın içinde çamura döndü gece, koyu bir çamura,
bu çamurdan sıyrılamıyor hantal göz artık.

kapılar ansızın gıcırdıyor,
birbirine vura vura
otelin çatırdıyor sanki dişleri.

girdin içeri
"al işte!" der gibi sert, kaba,
işkence ederek süetine eldivenlerin,
dedin:
"biliyor musunuz acaba,
evleniyorum ben."

ya, pek güzel, demek evleniyorsunuz.
evlenin, ne yapalım.
dayanırım buna ben.
bakın _ ne kadar rahatım!
nabzı gibi
ölünün.

anımsayın bir ara:
"jack london
_demiştiniz_
para,
aşk,
tutku",
bense görüyordum sizin
çalmam gereken
bir ciokonda olduğunuzu! (muhtemelen la gioconda'dan söz ediyor.)

çalındınız da gerçekten.

oyunlara çıkacağım ben yeni sevdalı
kaşlarımın kıvrımını aydınlatarak ateşle.
olmayacak ne var?
yersiz yurtsuz serseriler
kimi zaman yanmış bir evde yatar!

beni kışkırtıyor musunuz?
"daha az bir dilencideki mangırlardan
sizin delilik yakutunuz".
anımsayın!
nasıl battı pompei
vezüv kışkırtıldığı zaman!

hey!
baylar!
meraklıları bütün
küfrün,
cinayetin,
kırımın, _
gördünüz mü
bunlardan daha korkunç
yüzümü,
ben
iyice yatışmış
iken?

seziyorum ne kadar
dar
olduğunu bu "ben" in.
içerimde benden kurtulmak için bir didinen var.

alo!
kimsiniz?
sen misin ana?

ana!
fevkalade hasta oğlun!
ana!
yanıyor yüreği, kıpkızıl bir kor.

git lyuda bacıya, ola* bacıya söyle.
de ki nerde kıvrılıp yatsın bilmiyor.
ve tutuşmuş ağzından tükürdüğü her söz,
bir şaka bile
fırlayıp düşüyor hemen
sokağa atılmış bir orospu gibi çırçıplak
yanan kerhaneden.

insanlar havayı kokluyor:
yanık mı kokuyor ne!
koşuyorlar birbirlerine!
parıl parıl
miğferleri!
boşunadır bu çizmeler!
söyleyin: itfaiye erleri
nazikçe girsinler yanan yüreğime benim.
ben kendim
gözyaşlarımla dolduracağım dev fıçıları.
n'olur yaslanayım biraz kaburgalarımın üstüne.
sıçrayacağım! sıçrayacağım! sıçrayacağım!
kaburgalarım çöktü ya bütün bütüne
çıkmanın yolu yok bu yürekten dışarı!

yanık suratımda bir küçük
bir kömür kesilmiş öpücük
beliriyor çatlağından dudaklarımın.

ana!
şarkı söyleyemem ben artık.
yandı gönül tapınağına koro bölmesi.

dışarı uğruyor kafatasımdan
sözlerin, rakamların yanmış heykelcikleri,
fırlar gibi çocuklar bir yapıyı sarınca yangın.
korku da öyle
asılmak için göğe
havaya ağdı
alevler içindeki kollarından lusitanya**nın.

titreşen insanlara doğru
evlerinin sessizliğinde
o yüz gözlü parıltı koptu rıhtımından limanın.
son çığlığım
bari sen
yandığımı bildir, inleyerek, yüzyıllara.

* şairin kızkardeşleri: olga viladimirovna ile ludmilla viladimirovna.
** almanların 1915'de irlanda açıklarında batırdıkları ingiliz yolcu gemisi.

2

yüceltin beni!
eşit değilim ben hiçbir büyük kişiye.
üstüne varolan her şeyin
yazıyorum "hiç" diye.

artık
hiçbir şey okumam ben.
kitaplar mı?
kitaplar da neymiş ki!

düşünürdüm eskiden
nasıl yapılır diye kitaplar:
ozan gelip dururdu,
dudaklarını biraz aralar,
esinlenmiş, bilgisiz bir şarkı tuttururdu,
lütfen!

aslında yürürüz bir uzun, bir çetin yolu
başlamadan önce şarkıya,
ayağımız kemirgen nasırlarla dolu.
yüreğin çamurunda çırpınır uzun uzadıya
düşgücünün aptal balığı.

ama kaynatılırken uyakları gıcırdatarak
bir aşk ve bülbül çorbası,
dilsiz kırılır sokak,
ne konuşması vardır, ne haykırması.

övünçle kuruyoruz yeniden
kentlerde babil kuleleri,
ama
yerle bir ediyor
hepsini tanrı
birbirine karıştırarak dilleri.

sokak sessizce hız verdi işkencesine.
boğazdan fırladı bir çığlık dimdik
sıkışıp kaldıkları gırtlakta şahlandılar
şişkin taksiler, bir kemik bir deri landolar.
ve çiğnediler göğsü
bir vermeli göğsünden daha dümdüz etmecesine.

yolu karanlıkla tıkadı kent.

ve
bir kez:
gırtlağı saran havluyu fırlatıp atarak
alana tükürünce kalabalıkları,
düşündü herkes:
"başmelekler korosunda yerinden doğrulan tanrı işte ceza vermek üzere!"

ve çömelerek uludu sokak:
"biz de çöplenelim oldu olacak!"

çatık kaşlarını boyayıp saklıyor kentte
kruplar, krupçuklar, (lenin'in eşi krupskaya'ya benzeterek)
ama ağızda
ölü sözcüklerin çürümüş cesetleri var.
yalnız iki sözcük yaşayan ve semiren:
biri "ayaktakımı"
öbürü de
yanlış duymadıysam "borş". (etli lahana - çorba gibi- yemeği)

ozanlar
saçlarını başlarını yolarak, şaşkın,
savuşuyor sokaktan gözyaşları içinde:
"bu iki sözcükle nasıl yazılır
genç kızın şiiri,
aşkın,
çiğ düşmüş çiçeğin şiiri?"

ve ozanların ardında
kentin ağıntısı:
orospusu,
öğrencisi,
ve satıcısı.
baylar!
durun bir dakika!
siz dilenci değilsiniz ki,
isteyemezsiniz sadaka!

biz sırım gibiler,
biz dev adımlılar, gelin dinlemeyelim onları,
gücümüz elverir, gidelim yırtıp atmaya
o
eklenmiş bir sayfa gibi yapışanları
iki kişilik her yatağa.

boyun büküp dilenmek mi onlardan:
"yardım edin bana!"
yalvarmak mı onlara bir ilahi için,
bir oratoryo için?
asıl yaratıcılar bizleriz kızgın bir ilahide
fabrikaların, laboratuvarları gürültüsünü.

umurumda mı faust,
mefisto'yla birlikte kayan faust gök döşemesinde
bir şenlik fişeğine benzeyerek her ikisi?
biliyorum,
daha trajiktir goethe'nin uydurmasından
kunduramın çivisi!

ben
her sözcüğü yeni bir can
yaratıp hızlı,
temin cümbüşünü kutlayan
altın ağızlı,
bunu bilir, bunu derim hep:
yaşamın en ince tozu
daha değerlidir bütün yapıp ettiklerimden.

dinleyin!
bar bar bağıran yeni zerdüşt
vaaz veriyor
çırpınıp döğünerek!

biz
bir yatak çarşafına benzeyen uykusuz benzimiz
ve bir avize gibi sarkan dudaklarımızla,
bizler,
salgının dört bir yana altın ve çamur saçtığı
miskinler kentinin forsaları bizler
venedik göklerinde daha duruyuz,
arıtmış içimizi bir yıkayışta güneşlerle denizler!

ah nasıl gülüyorum
homerler, ovidyuslar çağına;
bizcileyin, isten delik deşik
insanlar gelmedi onların toprağına.
biliyorum,
güneş kararırdı giderek
bir görse ruhumuzun altın yataklarını.

dualardan daha etkilidir damarlar, kaslar.
bize mi düştü zamandan bağış dilemek!
benim, senin,
topumuzun elinde tek tek
bu evrenin
dizginleri var!

dinleyiciler golgota'sından yükseldi bir ses
petrograd'dan, moskova'da, odesa'dan, kiyev'den,
bar bar
bağırıyordu
herkes:
"haça,
haça gerin onu!"

ama siz,
insanlar,
bana kötülük etmiş olsanız bile
her şeyden daha yakın,
her şeyden daha azizsiniz.
söyleyin öyleyse, gördünüz mü hiç
kendisine vuran eli yalayan bir köpek?

ben
halkın eğlencesi olsam da şimdi
bir uzun,
bir açık saçık fıkra gibi.
görüyorum kimsenin görmediği birinin
zaman dağlarında yürüdüğünü.

insanın dar görüşünün durakaldığı
bir yerde, o dikenli devrim tacıyla
geçip kafasına aç sürülerin
ilerliyor bindokuzyüzonaltı yılı.

ne var ki ben heberciyim işin başında.
acı nerdeyse ordayım ben de.
kendimi çarmıha gerdim
her akan gözyaşında.
artık her önüme geleni bağışlamam ölsem bile.

sevecenlik fışkıran gönülleri ateşe verdim.
el koymaktan daha güçtü bu
binlerce, binlerce bastil'e!

ve geldi mi
kurtarıcı
ayaklanma gümbürtüsüyle,
siz de ona doğruldunuz mu,
çıkaracağım
ruhumu,
çiğneyeceğim iyiden iyiye
genişleyip büyüsün diye,
alabilmeniz için kana batmış bir bayrak gibi.

3

ne diyedir,
neye yarar
havaya kalkması kirli yumrukları bir bir
gönül açan aydınlıkta?

geldi o
bir umutsuzluk perdesini sıyırarak kafamda.
o tımarhane düşüncesi.
ve bir dretnot batıp da boylarken dibi
herkes nasıl fırlarsa ambar ağızlarından
soluklarını kesen kasılmalarla,
burlük de öyle kayıyordu çılgın gibi.
bir çığlığa dek yırtılıp
gözünün arasından.

kan yağdırıp sırılsıklam kirpiklerinden
çıktı,
doğruldu yerinden,
geldi
ve kalıplı bir adamda az görülen bir yumuşaklıkla
aldı ve dedi:
"çok iyi!"

çok iyidir bakışlardan koruması ruhun kendini
kuşanarak sarı bir yelek!
çok iyidir fırlatırken kendini
giyotinin dişlerine
haykırması insanın
"van huten kakaosu içiniz!" * diye.

ve bu saniye
bir kestane fişeğidir,
ağar yukarı;
hiçbir şeye değişmem onu dünyada,
hiçbir...

sigara dumanından beriye
bir likör kadehi gibi çıkarak
uzanıyordu severyanin'in*(2) şarap çalığı yüzü.

nasıl diliniz varıyor kendinize ozan demeye
öyle bir bıldırcının boz sesiyle şakıyarak?
bu gündür,
bir demir muştayla yarmamız gereken gündür
şakkadak
dünyanın kafatasını!

hep şunu düşünürsünüz siz:
"dansediyor muyum, dersiniz, kibarca?"
nasıl da eğleniyorum.
bir de bana bakın bir parça,
ben
ayaktakımından serseri,
kumarbazın üçkağıtçısı!

sizleri,
ki dalıp gitmişsiniz sırsıklam gönül işlerine
gözyaşı dökerek
kaç yüzyıldan beri,
bırakıp gideceğim sizleri
ve yerleştireceğim büyümüş gözümün üzerine
güneşi monokl benzeri.

yürüyüp gideceğim dünyada
şık mı şık giyinip kuşanarak en sonu,
güneşten kararmak için ve hayran.
ve sürüyüp götüreceğim yanımsıra bir buldok gibi
boynunda tasmasıyla napolyon'u.

sereserpe uzanacak yeryüzü bir kadın gibi
yakıp kavururken tenini istek
ve nice nesne varsa
canlanacak tek tek
ve fısıldayacak dudakları:
"haspa, haspa, haspa!"

birdenbire
bulutlar,
en büyüğünden en küçüğüne değin,
kopardılar gökte bir işitilmedik şamata.
sevinip coşması gibi beyaz işçilerin
kudurmuş bir grev ilan edip göklere.

bir bulutun ardından nasıl da azgın fırladı gök gürültüsü.
sümkürdü koskoca burun deliklerinden nasıl da kabararak.
gökteki surat buruştu bir saniye
yüz buruşturur gibi demirden bismark.

ve birisi,
bulutların ağına düşmüş birisi,
uzattı elini meyhaneye ansızın,
el uzatması gibi bir kadının kibarca,
uzanması gibi kibarca
bir top ağzının.

düşündünüz:
güneştir olsa olsa
şamar atan nazikçe meyhanenin yanacığına.
general galliffet*(3) mi geliyor yoksa
kurşun yağdırmak için isyancılar kalabalığına?

çıkarın ceplerinizden, boş gezenler, ellerinizi,
alın bir taş, bir bıçak, alın bir bomba,
ama aranızda varsa elsizi
kafasıyla vuruşsun o da.

ileri, küçük açlar,
küçük köleler sizi,
pisler,
bit dolu çukurda kalakalmışlar öyle!
ileri!
artık kanımızla boyayacağız bizler
pazartesileri,
salıları her bayram!

yeryüzü bıçaklar altında anımsasın
maskaraya çevirmek istediklerini!
yeryüzü,
roçild'in kendi gözünden esirgediği
o etli butlu kadın!

bayraklar dalgalansın
dalgalanır gibi anlı şanlı bayramlarda,
sokak fenerleri, çıkarın, daha yükseklere çıkarın
kanlı yığınını asılan un satıcıların!

kükreyerek,
yalvararak,
deşerek
dil geçirmek için adamakıllı
etlerine boş böğrün.

havada marseyyez*(4) gibi kıpkızıl
titreye titreye geberiyordu batan gün.

çılgınlık bütün.

hiçbir şey yok olup bitecek.

bastıracak gece,
gebertecek,
yutacak.
bak:
canımıza okuyor yeniden gece
ihanetle saçılmış avuç avuç yıldızıyla, bak!

geldi bile.
mamai*(5) gibi şenlik içinde çöktü
kentin üzerine kıçüstü.
azev*(6) gibi sinsi ve derin
bu geceyi göz gelip de geçemez artık!

meyhaneler uğrağım oldu, çöküp kuytu bir yerde
ıslatıyorum örtüyü ve ruhumu şarapla.
köşelerde
görüyorum meryem'in
yüreğime işleyen gözlerini, yusyuvarlak.

bir ipsizler sürüsünü alaca bulmaca, bayağı
bir haleyle taçlandırmak ne diye?
işte görüyorsun bir daha
barabbas'ın*(7) üstün tutulduğunu
sırtında çarmıh taşıyan, maskara edilmiş kişiye.

ola ki bile bile
katılsam gerektir bu insanlık lapasına
yüzlerimin herhangi biriyle.
belki
ben
en güzeliyim
senin bütün oğullarının.

onları,
o sevinç içinde çürümüş olanları
(öyle tez gelir ki ecel)
büyüyecek çocuklar kıl.
oğulları baba olsun,
kızların doğurgan olsun.

bilge büyücülerin kır saçıyla ört
bebeklerin başlarını.
onlardır gelecek olan,
onlardır verecek olan
çocuklara şiirlerimin adını.

ben kendini makineye, özlü toprağa adamış ozan
belki de
on üçüncü havarisiyim*(8) düpedüz
en beylik incil'in

ve gece gündüz
saatten saate
sesim gümbürdedi mi kepazece, uzun uzun,
belki o zaman işte
koklar derim isa
unutmabeni çiçeklerini ruhumun.

* o günlerin gazete haberlerine göre, bir idam mahkumu, başı kesilmeden önce böyle bağırmış, van huten firması da, bu reklama karşılık, onun çoluk çocuğunun bakımını üstlenmiş.
*(2) igor severyanin (1887-1943), mayakovski'ye göre, yönetici sınıfların beğenisine uygun şiirler yazan bir ozandı.
*(3) gasten de galliffet (1830-1909), paris komünü ayaklanması (1871) kan dökerek bastıran fransız generali.
*(4) marseillaise, fransız ulusal marşı.
*(5) mamai, bir şölende, efsaneye göre, düşman kellelerinden yapılma taht üzerinde oturan tatar hanı.
*(6) e. f. azev (1869-1918), devrime ve devrimcilere karşı savaşmış bir ajan provokatör. adı zamanla ihanet simgesi olmuş.
*(7) yahudiler in, isa'ya karşılık kurtulmasını sağladıkları haydut.
*(8) mayakovski bu şiirin adını önceleri "on üçüncü havari" koymayı düşünmüş.

4

mariya! mariya! mariya!

gireyim içeri, mariya!
sokaklarda kalamam artık!
istemiyor musun?
beklersin,
beklersin ki yanaklarım sarksın, buruşsun,
tadıma bakmadık kimse kalmayasıya
yavan
geleyim dersin
dişlerim dökülmüş, mırıldanarak
bugün benim ne yaman
"süzme namus" kesildiğimi.

mariya,
görüyorsun, daha şimdiden
nasıl çöktüğümü, ezildiğimi.

sokaklarda varsın insanlar
delsinler o dört katlı boğaz urlarının yağını,
kırk yılı sürüklemekle bezgin, bunalmış
gözlerini kıssınlar varsın,
sırıtsınlar
hala dünkü okşayışları
bayat ekmeği kalmış
dişlerimin önünde.

yağmur hıçkırıyor kaldırımlarda,

su birikintileriyle çevrili sırsıklam bir serseri
yol taşlarının ezdiği sokakların cesedini yalıyor
ve külrengi kirpiklerine
evet! _
buzlar halinde sarkan kirpiklerine
evet! _
yaşlar boşalıyor
kapalı gözlerinden olukların.

yağmurun kocaman ağzı yutuyor yayaları
ve kupa arabalarında atletler parıldıyor ardarda:
gülüyordu adamlar karınları tok,
sırtları pek,
damlıyordu çatlaklar arasından yağları.
ve bulanık suya kapılıp gidiyordu
kupa arabaları, emilmiş ekmek,
çiğnenmiş eski pirzolalar da.

mariya!

tatlı bir söz deler mi bir kulağı, tıkadıysa yağ?
kuş dediğin
öterek

ve şakıya şakıya
bense insanım mariya,
sıradan bir insan ki
kusar kusmaz veremli gece pis elleriyle tuttu presniya.*

beni olduğum gibi ister misin mariya?
al beni içeri, mariya!
gör, kasılan parmaklarım çıngırağını bir demir gırtlak gibi sıkıyor sanki!

mariya!

sokakları azgın hayvanlar basmış.
kalabalığın parmaklarından boynumdaki bütün sıyrıklar.

gel kapıya!

acım var!

gözlerimin ortasına saplanmış
baksana, şapka iğneleri!

aldı beni içeri

yavrum benim,
korkma sakın
ıslak bir dağ gibi abanmıştır diye boğa boynuma
karınları terli nice kadın;
korkma yaşam boyu sürüklediğim
milyonlarca büyük, saf aşkla
milyonlarca küçük, pis aşktan sakın.

korkma sakın,
ihanetin kara gününde
sığınır mıyım bir daha
ben o güzel yüzlerine
mayakovski'ye tutulmuş kadınların!
bil ki onlar bir delinin gönlünde
kurulmuş bir kraliçeler hanedanıydı.

yaklaş, mariya!

ister çıplaklığından sıkılıp utanmaksızın,
ister öldürücü bir titreyişle
güzelliğini ver bana öpülmemiş dudaklarının:
ulaşamadık ya mayıs ayına ben de gönlüm de,
bir yüzüncü nisan kaldı ya
geçip giden ömrümde.

mariya!
soneler yazsın ozan tiyanasına** varsın,
erkeğim  ben,
bir insanım
tepeden tırnağa etten, kemikten,
vücudunu istiyorum, bir bunu şimdi,
istediği gibi hristiyanların:
"verin bize
günlük ekmeğimizi bu gün de hadi."

ver, mariya!

mariya!
korkuyorum unutmaktan adını
unutuvermekten korkan ozan gibi ben de
çile çekip kaç gece uzun uzadıya
bulduğu bir sözcüğü,
yücelikte tanrıya eş bir sözcüğü hem de.

nasıl seveceğim bir bilsen
vücudunu,
tut ki bir asker,
savaşta sakatlanmış bir asker,
işe yaramazın,
kimsesizin biri
kalan bacağını o kadar sever.

istemiyor musun
mariya?
istemiyorsun demek!

demek
bu gözyaşlarıyla sırılsıklam,
zavallı, bitkin
yüreğimi yeniden almam,
götürmem gerek,
nasıl taşırsa ağzında
kulübesine doğru bir köpek
ezilen bacağını
bir tren tekerleği altında.

donatırım yolu yüreğimin kanıyla,
tozlu ceketime yapışır kan çiçekleri.

kesik başı çevresinde yahya'nın
bin kez dönen herodias'a eş
dansedecek yeryüzünü dolanıp güneş
ve bütün yıllarım yarın
bitirince son dansı
yayılcak izlerim milyonlarca kan damlasıyla
evine kadar babamın.

çıkacağım
(hendeklerde geçmiş nice gecenin sonu),
duracağım yamacına,
eğileceğim
söylemek için kulağına şunu:

bay tanrı, dinle!
nasıl saldırıyorsun bön gözlerini
bulutların bulamacına
sıkılmadan bir kez bile?
bilirsen gel de seninle
bir dönme dolap yapalım
günah ve sevap ağacına.

sen olacaksın her dolabın içinde elbet.
öyle şaraplar sunacağız ki seninle
can atacak şöyle bir dönüşlük ki-ka-pu'ya***
kara gönüllü havari aziz peter bile.
küçük havva'larla dolacak bizim sayemizde cennet.
emret!
istersen bu gece daha
en güzel kızlarını getireyim sana bulvarların
sürü sepet.
ne dersin ha?

istemiyor musun?

sallıyor musun yoksa kıvırcık saçlı başını?
çatıyor musun kırçıl kaşını?
düşünüyorsun:
hani tam ardında düşen şu senin
kanatlı var ya
sevilmeyi bilir mi dersin?

ben de melek takımındanım, öyleyim ben de,
şekerden bir kuzu gibi bakardım ya gözlere,
acıların serv unundan yapılmış ince vazolar
bağışlamam artık kısraklara boş yere.

kadiri mutlaksın sen. iki yol yarattın,
bir kafa uydurdun
her birimize, peki,
peki ama ne diye acı çekmeden
sevişilmez, sevişilmez, sevişilmez ki?

seni yüce tanrı sanırdım ya ben
karacahilin birisin, ufak bir tanrısın o kadar.

bak işte eğiliyorum,
çekiyorum çizmemden
o anda bir falçata.
sizi melek bozuntuları sizi!
nasıl büzüldünüz cennette kanat kanada,
nasıl kabarttınız korkuyla küçük teleklerinizi!
senin de, günlük kokusuna batmış senin de hatta
deşeceğim buradan alaska'ya kadar karnını!

bırakın!

tutmayın beni sakın.
belki yanılıyorum,
belki hakkım var,
ama artık yarışmak da elimde değil.

bakın:

başları uçuruldu yıldızların yeniden,
göğü kıpkızıl tuttu bu kıyımın bir anda kanı.
hey, sen!
gök!
çıkar şapkanı!
ben geliyorum!

gök sağır.

uyuyor evren yine,
yıldız keneler işlemiş koskoca kulağını
dayamış da pençesine.

* mayakovski'nin moskova'da bir süre oturduğu sokak.
** şair severyanin'in sevgilisi.
*** o yıllarda pek moda olmuş bir dans türü.
devamını gör...

bir mühimmat olarak nefret

kara mayınları gibi hangi zavallı çocuğun elinde ayağında patlayacak diye feldir feldir dolanıyoruz sonra ortalıkta. nefret pahalı mühimmat arkadaş, anlatamadık şunu bir türlü. güç verir evet. orası malum. kendi aklı yoktur ama bu türden şeylerin, ne zaman kimin canını yakacağı belli olmaz. insanlar neden savunma ve saldırı mühimmatı icat edip üretiyor paso. duygularınızla ve düşünceleriniz ile mühimmat yapmanızı gerektirecek kadar çıplak mısınız. aborjiblerin bile yayı var mızrağı var, nefrete ihtiyaç duyduklarını da zannetmiyorum. öfke patlamalarını mı nefret ile karıştırıyorsunuz bilemiyorum ki!? öfke kontrolü de çok başka bir konu. her şeyin cahilliği ayrı bir konu. kara cahilin konusu nefret.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim