bu yılın oscar töreninde "en iyi uluslararası film" ödülünü danimarka'ya kazandıran "körkütük" filmini geçtiğimiz hafta izleme imkanı buldum.
lisede öğretmenlik yapan dört arkadaşın orta yaş bunalımı ve rutin hayatın getirdiği sorunların üstesinden gelmek için kalkıştığı içki deneyi ile şekilleniyor.
norveçli bir psikiyatristin öne sürdüğü şey şuydu: insan kanında % 0.05 oranında alkol eksikliği vardı ve bu eksiklik tamamlanırsa insan özgüven problemi yaşamadan sosyal rahatlığa erişiyordu.
ve dört kafadar her gün kanlarındaki alkol oranını 0.05'e çıkarmak için düzenli olarak alkol almaya başlarlar.
ve vücutlar içkiye alışmaya başladıkça artan özgüvenle mesleki ve özel hayatta bir şeyler yoluna girmeye başlar. ama insan doğası gereği hep daha fazlasını isteyen bir varlık olduğu için zamanla promil oranını arttırırlar. bu da kurdukları dengeyi kaybetmelerine sebep olur. ve bazı yaşamlar için fazlasını isteme duygusunun sahip oldukları güzellikleri kaybetmek anlamına geldiğini fark ederler. yani sonunda tehlikeli de olsa böyle bir deneye kalkışmanın faydalarını görürler.
temel teması içki gibi görülen filmin merkezinde esasında varoluşçu kaygı, orta yaş bunalımı, yalnızlık ve hayat amacını kaybetme konuları işlenmektedir. hayatın ağırlığına karşı verilen mücadele ve yapılan meydan okuma karakterleri filmin sonunda belli bir noktaya taşımıştır.
filmde en sevdiğim sahne baş karakterimiz martin'in dans ederek koştuğu an filmin afişini gördüğüm sahnedir. bununda notunu düşmek istedim
bu yazdıklarımın ardından aklıma gelen bir şiirin sadece bir kesitinin filmi özetleyebildiğini fark ettim. charles baudelaire'in paris sıkıntısı adlı kitabındaki "hep sarhoş olmalı" şiiri...
"hep sarhoş olmalı. her şey bunda; tek sorun bu.
omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.
ama neyle?
şarapla,
şiirle
ya da erdemle,
nasıl isterseniz.
ama sarhoş olun..."
bonus: muhteşem bir final sahnesine sahip olan filmin yönetmeni thomas vinterberg'e göre sondaki dans sahnesi, martin'in çıktığı yolculuğun bir yansımasıymış:
"bu bir duygu karışımı: bir parçası uçmak istiyor, bir parçası boğulmak istiyor." diye yorumlamış.
izlemek isteyenlere şimdiden iyi seyirler diliyorum.
sevgililerin ya da arkadaşların şehrin meşhur bir yerinde önce birbirlerini bulup sonra istedikleri yerlere dağılması büyülü geliyor bana. cep telefonu olmayan zamanlarda tabi ki daha önemliydi buluşma yerlerinde beklemek ve bazen beklenen kişinin gelmemesi...ankesörlü telefondan evinin aranması, evden çıktığı bilgisini alıp beklemeye devam etmek vs.
tanım: anılar üzerine sinince olduğundan çok farklı anlamlara kavuşan mekânlardır.
doktor bir gecede neredeyse tüm şehrin maketini yapmış ve marti'ye nasıl geleceğe gideceklerini bu maketler üzerinden anlatıyor. ve bi de kusura bakma biraz aceleyle yaptım bunları diyor martiye.
mükemmelliyetçi adamın hali başka*
hababam sınıfında mahmut hoca tarafından güdük necmiye sorulmuş soru. ve cevap bu soruyu soranlarla nasıl dalga geçilmesi gerektiğini gösterir.
- pek iyi bilmiyorum ama galiba karanlık işler çeviriyor hocam*
tüm zamanlar için tam tersidir. açıklaması da gayet basittir. polis sürekli halkın içinde olduğu için yaptıkları göz önünde oluyor. hakkını arayan masum bir vatandaş coplanırken, haksız yere trafik cezası kesilirken ya da bir olay olduğunda güçlünün olaydan nasıl yırttığını halk gözleriyle görüyor. asker ne yaparsa yapsın göz önünde değil kışlasında olduğu için halk askeri daha temiz görür doğal olarak. ama bu konuyu günlük siyasete çekip darbeler üzerinden düşünürsek bazıları için aksi olması doğaldır.
herhangi bir tv programı veya internet portalından paylaşılan şeyler yayınlanır. fakat gazete, dergi, kağıt ilan yayımlanır. kitapları yayınevleri yayımlar.
anatole france'ın "tanrılar susamışlardı" adlı romanını "allahlar susamışlardı" diye çevirerek kendi kuyularını kazacak kadar büyük korkudur. nedeni filmlerde yapılan dublajlarda olayın geçtiği atmosfere uygun olarak tanrı kelimesinin kullanılmasından mütevellit bizimkilerin bu kelimeyi hristiyanlıkla özdeşleştirmiş olması diye düşünüyorum. ilk başta bahsettiğim eski bi çeviri. o yayınevinin sözde muhafazakarlığıyla alakalı olabilir.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.