son samuray yazar profili

son samuray kapak fotoğrafı
son samuray profil fotoğrafı
rozet
karma: 6257 tanım: 342 başlık: 63 takipçi: 113
İşi gücü olanlar, çoktan gitti.

son tanımları | başucu eserleri


yazarların itiraf köşesi

iki yıl iki ay önce göçüp giden babamı çok özlüyorum. çocuklara belli etmemek için onların yanında ve uyanık oldukları saatlerde babamın fotoğraf ve videolarına bakmıyorum.

onlar uyuyup da el ayak çekilince ardiye olarak kullandığımız küçük balkona gidip doya doya bakıyorum fotoğraflarına. o an bir dal sigara alıyorum yanıma, sırdaşlık etsin diye bana.

ondandır ki günde iki üç dal sigarayı çıkaramıyorum hayatımdan.

(bkz: özlemek)

22.04.2023 günü gelen edit: bu özlemek denen şey zaman geçtikçe dik bir yamaçta aşağı doğru yuvarlanarak çığ gibi büyüyen bir şey.
devamını gör...

hacı dediğin sakallı olur

doksanlı yılların başları. henüz sakalım yok ama nasıl hevesliyim sakal traşı olmaya. ah bi sakalım çıksa da bende traş olsam diye iç geçirirdim.

şimdilerde sebebini biliyorum aslında. babamın traş oluşu çok hoşuma giderdi. bende iş makinası seyreden yurdum insanı gibi babamın traş oluşunu izlerdim hep.

neden bilmem, babam haftada bir kere pazar günü traş olurdu. pazar kahvaltısı diye bir terim yoktu henüz lugatımda. şimdilerde var da ne işime yarıyor ki!*

neyse konumuza dönelim. -enteresan bir şekilde- babamın traş olacağı günün sabahı annem gecekondumuzun bahçesindeki üç taştan ibaret yer ocağında, odun ateşinde mercimek çorbası pişirirdi.

uyandığımda ablamların -aralarında- yatakları sen topla atışmalarından kurtulmak için bir an önce kendimi dışarı atardım. her biri boy boy beş abla!!! dile kolay.

mercimeğin pişmesini bekleyen annemle ateşi seyreder, hayallere dalardım. her seferinde farklı bir meslek ile hayalime başlar devamında askerlerine komut veren bir subay olarak devam ederdim. babam çok isterdi subay olmamı. bende onun istediği gibi iyi bir subay olacaktım büyüyünce.*

derken pişerdi mercimek. evde atışmayı kazanan abla; diğerlerine yatakları toplatmış olurdu tabii. sonra miss gibi mercimek ile başlardı günümüz.

şimdilerde en kral pazar kahvaltısında alamadığım hazzı alırdım o sıcacık ama tek çeşitli yer sofrasında.

mercimek piştikten sonra ocağın közüne bırakılan güğümde su ısınırdı biz kahvaltı edene kadar. sofra kaldırılırdı. ablamlar ev temizliği, bulaşık ve çamaşır işine girişirken babam güğümde ısınan su ile traş olmaya koyulurdu.

evin küçük oğlu olarak babamın yanında bir ben kalırdım.* odanın tam ortasına bir gazete sererdi babam. gazete bitimine de bir yastık koyar, yastığa da bir ayna yaslardı.

onbeş yirmi dakika sürerdi sakal traşı. traş olurken ağzını yüzünü şekilden şekile sokardı. çok ilgimi çekerdi bu halleri. pür dikkat seyrederdim. adeta bir berber çırağı edasıyla...

aktı zaman, geçti yıllar. o zamanlar elli yaşlarında olan babam yetmişlerine merdiven dayamıştı. iyi göremiyordu. artık her gün traş olmak zorunda olan ben ise bir yetişkin olmuştum.

babamın o eski traş takımını elime aldığımda yıl 2007 idi. istisnasız her pazar günü sakal traşını kendi ellerimle yaptım. ta ki bir gün; oğlum yeter ben sakal bırakmak istiyorum. “hacı dediğin sakallı olur” diyene kadar.

tam dokuz yıl traş etmiş, bir gün bile off dememiştim. sakal bıraktıktan üç yıl kadar sonra bırakıp gitti bizi hacı.

biri traş olurken birinin seyretmesi saçma bir durum aslında. iyi ki seyretmişim, iyi ki onu yıllarca ben traş etmişim.

hastanede* yatarken doktorlar traş etmek istemişler, izin vermemiş. küçük oğlum gelsin onun dışında kimseye traş olmam demiş.*

ben gidince de aslında traş olmak istemediğini söyleyip doktoru ikna etmemi istemişti benden. dediğini yaptım. doktoru ikna ettim.

taburcu olmadı bu son seferinde, sakallı öldü benim babam...* öyle ya; hacı dediğin sakallı olurdu çünkü!*

not: eski traş takımını ve takımı koyduğu o siyah kutuyu saklarım hala. sanki bir pazar sabahı uyanıp onu yine traş edecekmişim gibi.
devamını gör...

yazarların itiraf köşesi

yarın 8 mart malum. dün gece çocuklar anneleri için yarın hediye alma planı yaparken bana ve annelerine yakalandılar. sürpriz patladı tabii. gece gece üzgün yattı yumurcaklar.

hem o patlayan sürprizi telafi etmek hem de çocukların keyfini yerine getirmek üzere onlardan önce uyanıp kahvaltı hazırlığına giriştim. çok alışık olmadığım bir şey aslında. kahvaltıda da en sevdikleri şeyi yaptım. menemen.

defalarca annelerinden menemenimin* methini duyan çocuklar çok istiyordu yapmamı. demek ki daha önce de yapmışım. evet yaptım bugün. şuan etrafta koşuşturuyorlar heyecanla. anneleri son dokunuşları yapıyor kahvaltıya. sofra serildi bile. birazdan gelecek kahvaltıyla güne başlayacağız.

hem mutlu çocukları hem de çocuklar gibi şen bir eşi kim istemez ki! ama bunun için biraz da çabalamak gerek değil mi?*

mutlu pazarlar…

mutlu edit: (bkz: ona küçük sürprizler yapın)
devamını gör...

the last samurai

*2004 şubat’ında piyasaya çıkmış savaş* filmi. malum her savaş aynı zamanda bir dramdır da aslında.

filmin başrolünde tom cruise oynuyor. ona japon oyuncu ken watanabe ve shin koyamada eşlik etmiş. iyi ki de etmiş. bu sayede harika bir film çıkmış ortaya.

filmi hiç izlemediysem 50 defa izlemişimdir. ilk izlediğimde, kimliğimi bırakarak kiraladığım orjinal* film cdsinden izlemiştim. nasılsa haftasonu bende diye üç dört defa izlemiştim.*

daha sonra defalarca izleyerek japon disiplini ve azmini takdir ettim. japonların eskiyi ve yeniyi bir arada tutmalarını hep hayranlıkla karşılamışımdır. günümüzde bu kadar modern ve gelişmiş bir toplum yaratmak sadece çalışmayla olmaz.

sadece çalışmak bir şeyler inşa etmenizi sağlar ama temeliniz sağlam değilse inşa ettiğinizin ömrü de uzun olmaz. onun için, geçmişin ışığında geleceğin peşinden koşmak gerekir. *

sadece koşmak da yetmez. yeni değerler var ederken bir diğer yandan varolan değerlerin korunması ve muhafazası da çok önemli. bir değeri var ederken mevcut değerleri örselemeden devam ettirmek gerek çünkü.

filmde mevcut değerlerin varlığı ve kıymeti vurgulanır, eski ile yeninin birlikte de güzel yaşayabileceği savunulur. hem savunulan mevcut değerler öyle üstün körü inanılmış dogmalara veya kulaktan dolma duyumlara dayanmaz.

öylesine güzel, sürükleyici bir anlatım ve akış yakalanmış ki geleneksel değerlerin mükemmelliği ve doğanın samuraylık geleneğiyle kusursuz uyumu izleyiciyi filme hayran bırakır.

her izlediğimde apayrı bir keyif ve tad alarak izler yeni bir detay farkederim.

neyse filmin içeriğine girmeden pazarınızı güzelleştirecek bir film önerimin sonuna geldim. iyi seyirler dilerim.

beyazperde.com dan konusunu alıntılayarak tanımıma son vereyim.


amerikan ordusunda, ukala ve aynı zamanda da kıdemli bir kaptan olarak bilinen nathan algren, 1870’lerde japonya’dan bir teklif ve davet alır. kendisinden, japon imparatorluğu’nun ilk ordusuna askeri eğitim vermesi talep edilmektedir. her ne kadar modern savaş yöntemleri açısından gelişim gösterseler de samuray kültürü de hem devam etmekte hem de önemsenmektedir. ancak algren, başına gelen bir kaza sonucu, samurayların lideri tarafından kurtarıldığı vakit, esas samuray kültürüyle tanışır ve bundan ziyadesi ile etkilenir. bir samuray savaşçısı gibi hareket etmeyi öğrenmesi onu son derece önemli bir kararın eşiğine taşıyacaktır. başrolde tom cruise’un oluşu filme ekstra bir cazibe katıyor.
devamını gör...

catch me if you can

leonardo dicaprio ve tom hanks’in başrolünü paylaştıkları drama-komedi filmi.

defalarca kendini izleten bu film bambaşka bir atmosfere sahip bence. filmi izlemeyen varsa diye çok da sıpoylır vermeyim şimdi. sonra şöyleydi böyledi. yahu biz izlememiştik. oldu mu şimdi? demeyin.

pazar gününüzü güzelleştirecek film olabilir. şimdiden seyretmeye koyulacaklara iyi seyirler dilerim.

sonrasında özelden atacağınız bir turunca hayır demem. hem film hakkında da konuşulur.

filmin beyazperde.com dan alıntı konusu da şöyle:

sıkıysa yakala, bir ajan ile bir suçlunun arasındaki kedi-fare oyununu konu ediyor. fbı ajanları hiç şüphe yok ki kendilerine çok fazla güvenmektedirler; ancak bu kez karşılarındaki, onlar için bile pek de kolay bir lokma olmayacaktır. henüz yirmili yaşlarında, çocuk yaşta bir adam onlarca ülke gezerek, bazen pilot, bazen doktor, bazen savcı mesleklerine bürünerek fbı'ı peşinden koşturmaktadır. bu ya bir kedi-fare oyunudur ya da sadece farenin oyunudur. amerikan sinemasının en büyük ustalarından steven spilerberg'in yönettiği filmin başrollerinde leonardo di caprio ve tom hanks var.
devamını gör...

kimlik kartında medeni hal bilgisinin yazmaması

2017 yılında dağıtımına başlanan yeni kimlik kartının* üzerinde medeni hal bilgisi yazmıyor. zaten bu bilginin yazmasının hiçbir artı veya eksisi yoktur pratikte.

eski şekli ile -nüfus cüzdanında yani- bekar yazdığı halde evli dolaşan veya evli yazdığı halde bekar olan binlerce insan vardı ortalıkta.

medeni hal bilgisinin taşıdığımız kimlikte olması bizi aldatmak veya aldatılmak eylemine teşvik etmez, bu durumdan korumaz da maalesef.

kişi aldatacaksa kimliğinde ne yazdığının bir önemi yok. zaten hangi birimiz ilk tanıştığımız kişiden medeni hal bilgisini belgelemesi isteriz ki. bu insanların içinden gelmesiyle ilgili bir şey.

ayrıca birisiyle evlilik kararı alacak raddeye geldiğimizde onun sosyal yaşantısı ve medeni halini bilmiyorsak o da bizim hıyarlığımız. burada suçu devlete atamayız di mi?

yine de sırf bu yüzden yasa koyucu vatandaş mağdur olmasın diye bir istisna tanımış ve herkes diğer herkesin medeni hal bilgisini alma yetkisine sahip.

bunun için yapmamız gereken en yakın nüfus müdürlüğüne kimliğinizle gidip medeni hal bilgisini istediğiniz kişinin bilgilerini de içeren iki satır dilekçe yazmak.

yine de umarım hiç birinizin buna ihtiyacı olmaz. çünkü kuşku çok kötü bir şey. bu bilginin peşine düştüğünüz biri ile asla evlenmeyin derim.

bir abi tavsiyesidir.
dikkate alın, üzülmeyin.
devamını gör...

kanlı para

yer antalya olsa da nispeten soğuk bir kış günü. akşam saat on gibi telefonum çalıyor. bakıyorum amcaoğlu arayan. açıyorum telefonumu. biraz da kaygılı bir şekilde. hem sık aramayan biri hem de vakit -kış saatine göre üstelik aile babası birine göre- epey geç.

telefonun karşı ucundaki ses tedirgin bir şeyler söylüyor ama pek anlaşılır değil. belli ki bir hengame yaşanıyor çevresinde. bizim evin oraya gel, konuşmamız gerek diyor.

hemen çıkıp gidiyorum telaşla. vardığımda bir nebze rahatlıyor içim. zira konu ve hengamenin başkahramanı amcamın oğlu değil. ama belli ki içi acımış, beti benzi atmış. soruyorum nedir? ne değildir diye...

başlıyor komşusundan bahsetmeye... komşusu çocukluktan beri aynı mahallemizde oturan bir ailenin kızı. pek sohbetimiz yok ama aşinayız. eşi ile kardeşi kavgaya tutuşmuşlar. meğer erkek kardeşinin iki göz odasında kiracıymış kadın.

konu her neyse kayın ile enişte dalmışlar birbirine. altı aylık hamile kadın kavganın ortasında kalmış. durumu gören amcaoğlu koşmuş ama o yetişmeden kayınço çekici rastgele sallamış eniştesine. üstüne çıkın benim evimden hem de bu gece, diyerek daha ağır darbeyi kız kardeşine vurmuş.

yarık bir kaş ve kırık bir kalp. illede bu gece taşınacağız sizin gecekonduya diyorlar. bizim gecekondu bir kaç aydır boş duruyor. hem uğraşmak istemiyoruz kiracı ile hem de ev bize zaten çokta oturulacak durumda gelmediğinden bekletiyoruz öylece.

durum böyleyken tamam diyorum. eve bir bakın, kafanıza yatarsa taşınırsınız diyorum. kadın; sizin evinizi biliyorum, bakmaya gerek yok diyor. kısa bir telefon trafiğinden sonra eşyalar yükleniyor gelen kamyonete. evi göstermeye götürürken eşyaların ufak bir kısmı taşınıyor.

yolda yaşananları ve hamile kadını düşüyorum. kim bilir nasıl bir ruh hali içinde ama panter gibi atik aslan gibi kuvvetli duruyor. yılmıyor eşyaları elleriyle yüklüyor, boşaltıyor. doğacak çocuğu canlanıyor zihnimde, yanındaki küçücük oğlu ve arkasından yürüyen kafası sargılı kocası ilişiyor gözüme daha bir büyüyor kadın devleşiyor adeta. ana diyorum. ana, bu kadın ana...

derken konu kira bedeline geliyor. vasat bir ev, akarı kokarı yok ama çokta iyi bir yer değil. onların gönlünü hoş edecek bir bedel söylüyorum katkım olsun diye. teşekkür ediyorlar. sonra kadın dimdik bir duruşla iyi dileklerini iletiyor. içimden geçenler dilime dökülüyor. abla diyorum; “dilerseniz bu ay benden olsun daha sonrada gönlünüz neye razı gelirse onu verirsiniz. insanlık öldü mü!” diye.

hayır diyor. kardeşimdi beni evinden kovan. allah kimseyi ne merde ne de namerde muhtaç etmesin. bize zaten uygun bir kira söyledin. allah çoluk çocuğunu sana bağışlasın. yarın akşam paranı getiririz diyor. elimahkum kabul ediyor ve onuru zedelenmiş kadını kendi ailesiyle, dertleriyle ve yeni eviyle baş başa bırakıp dönüyorum.

o gece zor uyuyorum. kadının onurlu duruşu gözümün önünde hep. ne ara dalıp ne ara uyandım bilmiyorum.

ertesi gün akşam oluyor. kapımızda kafası sargılar içinde kadının eşi. iki gündür birebir ilgilendiğim ve aklımdan çıkmayan ailenin reisi. adı hüseyin miş yeni öğreniyorum. içeri buyur ediyorum hayır üstüm başım uygun değil diyor. ısrarım kar etmiyor. içeri girmiyor. sonra elini önceki geceden üzerinde olan ve hala omuz kısmında kan izleri bulunan gömleğinin sol göğüs cebine uzatıp kira parasını çıkararak uzatıyor. içim rahat değil almak istemiyorum ama avuçlarıma bırakıp aşağı yönelmesi bir oluyor.

gittiğini görünce elimdeki paraya bakıyorum. üzerindeki kan lekeleri hemde daha tam kurumamış kan lekeleri. zor duruyorum ayakta o parayı harcamak gelmiyor içimden. ahmet kaya‘nın dillendirdiği öyle bir yerdeyim ki şarkısı geliyor


dostum dostum
güzel dostum
bu ne beter çizgidir bu
bu ne çıldırtan denge
yaprak döker bir yanımız
bir yanımız bahar bahçe.


ne kadarda haklı ne kadarda doğruymuş bu şarkının sözleri. ah ulan hayat senden ala puşt var mı söylesene?
devamını gör...

matkap

9-10 yaşlarındayken mobilyacıda çıraklık ederdim. takım taklava getir götürü, etrafın temizliği, ufak tefek zımpara işleri falan yaptırırlardı.

okuldan arta kalan zamanlarda gider bir kaç saat çalışırdım. eve bol bol odun ve talaş götürürdüm. 3-5 usta 2-3 kalfa vardı iş yerinde. her biri bir takım ister ve koştura koştura götürmemi isterdi.

yine o anlardan birinde canhıraş matkabı aldım elime. fişinin elektriğe takılı olduğunu farkedince bir iki kez düğmesine bastım. aman allahım ne güzelde ses çıkıyordu. derken ucu pantolonuma değer değmez dolanıverdi. o da ne. ben o telaşla düğmeye abandıkça meret pantolonu dolamaya başlamaz mı!

aman yarabbim. ne zıkkım bir illetmiş bu diye düşünürken kendimi yerde buluvermiştim. düğmeyi bırakmakta geciktikçe pantolonuma dolanıyordu.

neyseki imdadıma bir kalfa yetişip elimden alıverdi matkabı. ben öyle bir çaresizlik yaşamadım hayatımın geri kalanında. kalfa matkabı aldıktan sonra üç beş tokadı yapıştırıvermişti. ders olsun diye.*

aman deyim. dikkat edin kullanırken. dolayıverir giysinizi. ne olduğunu anlayamadan üstünüzü başınızı yırtıverir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim