doksanlı yılların başları. henüz sakalım yok ama nasıl hevesliyim sakal traşı olmaya. ah bi sakalım çıksa da bende traş olsam diye iç geçirirdim.
şimdilerde sebebini biliyorum aslında. babamın traş oluşu çok hoşuma giderdi. bende iş makinası seyreden yurdum insanı gibi babamın traş oluşunu izlerdim hep.
neden bilmem, babam haftada bir kere pazar günü traş olurdu.
pazar kahvaltısı diye bir terim yoktu henüz lugatımda. şimdilerde var da ne işime yarıyor ki!
*
neyse konumuza dönelim. -enteresan bir şekilde- babamın traş olacağı günün sabahı annem gecekondumuzun bahçesindeki
üç taştan ibaret yer ocağında, odun ateşinde mercimek çorbası pişirirdi.
uyandığımda ablamların -aralarında-
yatakları sen topla atışmalarından kurtulmak için bir an önce kendimi dışarı atardım. her biri boy boy beş abla!!! dile kolay.
mercimeğin pişmesini bekleyen annemle ateşi seyreder, hayallere dalardım. her seferinde farklı bir meslek ile hayalime başlar devamında askerlerine komut veren bir
subay olarak devam ederdim. babam çok isterdi subay olmamı. bende onun istediği gibi iyi bir subay olacaktım büyüyünce.
*
derken pişerdi mercimek. evde atışmayı kazanan abla; diğerlerine yatakları toplatmış olurdu tabii. sonra miss gibi mercimek ile başlardı günümüz.
şimdilerde
en kral pazar kahvaltısında alamadığım hazzı alırdım o sıcacık ama tek çeşitli yer sofrasında.
mercimek piştikten sonra
ocağın közüne bırakılan güğümde su ısınırdı biz kahvaltı edene kadar. sofra kaldırılırdı. ablamlar ev temizliği, bulaşık ve çamaşır işine girişirken babam güğümde ısınan su ile traş olmaya koyulurdu.
evin küçük oğlu olarak babamın yanında bir ben kalırdım.
* odanın tam ortasına bir gazete sererdi babam. gazete bitimine de bir yastık koyar, yastığa da bir
ayna yaslardı.
onbeş yirmi dakika sürerdi sakal traşı. traş olurken ağzını yüzünü şekilden şekile sokardı. çok ilgimi çekerdi bu halleri. pür dikkat seyrederdim. adeta bir
berber çırağı edasıyla...
aktı zaman, geçti yıllar. o zamanlar elli yaşlarında olan babam yetmişlerine merdiven dayamıştı. iyi göremiyordu. artık her gün traş olmak zorunda olan ben ise bir yetişkin olmuştum.
babamın o eski traş takımını elime aldığımda yıl 2007 idi. istisnasız her pazar günü sakal traşını kendi ellerimle yaptım. ta ki bir gün; oğlum yeter ben sakal bırakmak istiyorum. “
hacı dediğin sakallı olur” diyene kadar.
tam dokuz yıl traş etmiş, bir gün bile
off dememiştim. sakal bıraktıktan üç yıl kadar sonra bırakıp gitti bizi
hacı.
biri traş olurken birinin seyretmesi saçma bir durum aslında. iyi ki seyretmişim, iyi ki onu yıllarca ben traş etmişim.
hastanede
* yatarken doktorlar traş etmek istemişler, izin vermemiş. küçük oğlum gelsin onun dışında kimseye traş olmam demiş.
*
ben gidince de aslında traş olmak istemediğini söyleyip doktoru ikna etmemi istemişti benden. dediğini yaptım. doktoru ikna ettim.
taburcu olmadı bu son seferinde, sakallı öldü benim babam...
* öyle ya;
hacı dediğin sakallı olurdu çünkü!
*
not: eski traş takımını ve takımı koyduğu o siyah kutuyu saklarım hala. sanki bir pazar sabahı uyanıp onu yine traş edecekmişim gibi.
devamını gör...