1901/ 1984 yılları arasında yaşayan türk yazar, şair ve öğretmen olarak bilinir; kadın yazarların annesi olarak anılır iken üretken bir yazın hayatının ardından 83 yaşında hayatını kaybetmiştir.
1954 doğumlu ingiliz yazar, çevirmen ve edebiyat profesörü olarak bilinir; 1985 yılından beri kitaplarını yayınlamaya devam ederken, italya'da yaşamını sürdürdüğü bilinmektedir.
annesi françoise de beauvoir 1963 yılının ekim ayında bir kaza geçiriyor, trafik kazası değil, düşüyor ve 77 yaşında olduğu için bu düşme sıradan bir düşme etkisi yaratmayacak, çok daha fazlası yaşanacaktır, annesinin hastane sürecinde yaşadıkları, ölümle yüzleşmek, en sevdiğin insanın yok oluşunu izlemek ve bu yok oluşu nesnelleştirme çabası ise kitabın omurgasını oluşturuyor.
annesinin kanser olduğu ortaya çıkıyor, babasını yıllar önce kaybeden evin büyük kızı simone de beauvoir annesine kardeşinden biraz daha yakın, hem ilk çocuk olmasından dolayı, hem de annesini daha fazla yaşama şansı olmasından dolayı, onu daha iyi tanımasından ötürü, annesi değil de sanki ablası gibi bir bağ var aralarında, hem tanınan bir yazar olduğu için de annesi ona daha fazla değer veriyor, annesine söz geçirebilen ender insanlardan biri olduğunu hissettiriyor simone de beauvoir
hızla yaklaşan bir ölümün onun varoluşu üzerindeki sarsıcı etkileri olanca keskinliğiyle yansıyor her cümleden, satırlardan, güçlü kalma çabası, ölümle yüzleşmesi, annesine dair her şeyi yeniden hatırlaması, hatırladıklarını ve sezgilerini yansıtma biçimi kitabı daha sarsıcı kılan etmenler arasında yer alıyor.
bir yandan yaşamasını istiyor annesinin, diğer yandan ise acı çeken birinin yaşamasını istemeyi sadistlik olarak da değerlendiriyor, sen yaşamasını istiyorsun ama onu gerçekten seviyorsan ölümü tek kurtuluş olacaktır, her açıdan insanı paramparça eden sessiz bir ölüm oluyor günün sonunda elde kalan tek şey.
paramparça hissettiği anlarda bile soğukkanlılığını elden bırakmamaya çalışıyor simone de beauvoir,
ölümü sıradanlaştırmış bir insan olduğunu düşündürüyor olsa da bu yıkımdan derinden etkilendiğini de hissettiriyor daima.
kaybedilen insanın ardından duyulan acıyı gözler önüne seren, son derece güçlü bir anlatımın söz konusu olduğu, okunulması gerektiğini düşündüğüm bir kitap oldu.
benzer şeyleri kısa bir zaman önce yaşadığım için okurken o kırılma anlarını yeniden yaşadım, bu yüzden duygusal açıdan daha fazla etkileyen bir kitaptı.
bazı cümleleri bırakarak burada bitiriyorum.
benim gözümde, annem hep vârolmuştu, günün birinde, yakında, yok olacağını göreceğim hiç aklıma gelmemişti.
annem her an göçebilirdi.
çektiği acıların hiçbirinin karşılığını göremeyecekti.
annemi ölümünden önce bir daha görmeye öyle pek can atıyor değildim, ama onun beni bir daha göremeyeceği düşüncesine katlanmak olanaksızdı.
can veriyordu, bende çılgına dönmüştüm.
annemin yüzü içimi yıktı.
yeryüzünden ayrılmaktan korkuyordu yalnız.
ceset, hiçbir şey değildir artık, diyorlardı...
annemin ölümü gerçekten zahmetsiz, sessiz oldu, herkese nasip olmaz böyle ölüm...
artık yaşamak için sebebi kalmadığını düşünen orta yaşlarda bir adamın intihar etme çabalarını ve her şeye rağmen bu kararından vazgeçişini konu ediniyor.
neden artık yaşamak istemediğini bilmek imkânsız olsa da onu neyin ya da kimin hayata döndürdüğünü görebiliyoruz, duvardaki çerçevede kızının fotoğrafı görülüyor, ölmenin türlü yollarını arayan adamın hiçbir yöntemi istediği sonucu vermiyor, filmimiz 2 önemli noktaya değiniyor, bunlar;
hayattan vazgeçiş intihardan vazgeçiş
denediği her intihar girişiminde hayattan vazgeçiyor, en sevdiği insanı görünce ise ölmekten vazgeçiyor.
hayatının en kötü gününü yaşamış olabilirsin, kıyametten farksız günler, zamanlar geçiriyor olabilirsin, ama unutma ki hayatının en güzel gününü belki hâlâ yaşamadın, gelecekte saklı, seni bekliyor olabilir ve bu yüzden yaşamak, mücadele etmek, metânetini korumak gerekir.
insanı hayatta tutan şeyin idealleri ve sevdikleri olduğunu düşündüren, hatırlatan bir kısa filmdi.
yas; " kendimizden başka birini sevme cesaretini gösterebildiğimiz için ödediğimiz bedeldir "benzeri bir söz etmişti yazar aytuğ akdoğan
yasın evreleri üzerinde daha fazla durulurken, yas sürecinde yaşanan karakter değişimi üzerine fazla kafa yorulmamış gibi, ancak üstüne konuşulması gerekilen bir konu sanki yine de.
sevdiği bir insanı onulmaz şekilde yitirmesi kişinin vâroluşunu derinden sarstığı gibi, yitirdiği insana dair keşkeleri, pişmanlıkları da karakteri üzerinde etkiler bırakacak, belki de keşkeleri onun başka biri olmasını sağlayacaktır, bu durum bile yasın karakter değişimine etkisine bir örnek niteliğindedir.
sevdiğin birini kaybettikten sonra acımasız birine dönüşebilirsin, yufka yürekli birine de evrilebilirsin, onu bir daha kaybetmeyecek olmak tuhaf bir güç verirken onsuz olmak tüm gücünü de senden alacak gibidir.
yasın evreleri tamamlandığında ise,
sen artık eski sen değilsin...
ama kim aynı kalabildi ki?
düşünme, anımsama, akılda tutma yetisi, bellek, anlık, akıl anlamına gelen sözcük olmasının yanı sıra, amine bayraklı tarafından çekilen kısa film; senaryosu da aynı isim tarafından yazılmış ve 2018 yapımlı olduğu bilgisi verilmiştir.
iki dostun zamana yenilmeyen dostlukları, hatır kavramının önemi, gerçek dostluklarda önemli olan tek şeyin aradaki gönül bağı ve sevgi olduğu konu edinilmektedir.
dostlardan birinin maddi durumu diğerine kıyasla daha iyidir, kendisi bir boyacı dükkanı işletmektedir, diğer adam ise yakın bir zamanda sınava girecek olan, genç bir öğrencidir, gireceği sınavdan dolayı ulaşım ve konaklama durumları için masraf yapması gerekir, ancak maddi durumu buna elvermez, boyacı arkadaşı olan ve abi dediği adam ise onu zor durumda bırakmayacaktır.
aradan yıllar geçer, genç olanın maddi durumu daha iyi iken boyacının durumu ise kötüye gitmektedir, ve bu sefer yardım eden dostun yardımı yıllar önce içilen bir fincan kahvenin hatırına sayılır.
duygusal sayılabilecek bir kısa filmdi,
yaptığın her iyiliğin ya da her kötülüğün bir gün sana mutlaka geri döneceğini düşündüren bir film olduğu söylenebilir iken, dostluğun önemi de vurgulanan şeyler arasındaydı.
bana arkadaşını söyle
sana kim olduğunu söyleyeyim.
1864/ 1944 yılları arasında yaşayan türk yazar olarak bilinir; yazar olmasının yanı sıra gazeteci kimliği de bulunmakta iken, edebiyatımızın üretken yazarlarından biri olarak yaşamını sürdürmüş ve 79 yaşında hayatını kaybetmiştir.
1925/ 1985 yılları arasında yaşayan türk şair ve çevirmen olarak bilinir; bu mesleklerinin yanı sıra edebiyat öğretmenliği de yapan şair, çeviriler de yapmış ve çevirisini yaptığı isimler arasında federico garcia lorca'da yer alır.
sabri altınel seçme şiirler kitabıyla tanımış ve hakkında yazmayı unutmuşum, bir vefa borcu olarak yazmam gerektiğine inanıyorum.
senaryosu emre doğan tarafından yazılan ve aynı isim tarafından yönetilen kısa film; tanınmış isimlerden yazar ve doktor ercan kesal ile karya filiz rol almış iken 2016 yılında yayınlanmıştır.
rutubetli ve eski bir evin odasına badana yapmakta olan genç bir kızın ölen annesinin izlerinden ve özellikle ölümün kokusundan badana yaparak kurtulma çabasını anlatıyor.
hayatımda hiç badana yapmadım ama filmi izlerken o genç kızda sanki biraz kendimi gördüm, annesini yitirmiş ve muhtemelen annesinin son zamanları hastanede değil evde geçmiş, eve ise ölümün ve ölenin kokusu sirayet etmiş, onun son zamanlarını unutmak adına da evini yenilemek istemiş, taşınmaları mümkün olsa da geride kalan anıları o mekânda bırakıp gitmeme isteğinden dolayı bilerek taşınmadıkları söylenebilir.
çok yönlü, katmanlı, uzun uzun irdelenebilecek bir film değildi, ama hiç düşündürmeyen, etkilemeyen bir film olduğunu da söyleyemem.
anılar ve veda üzerine düşündüren bir kısa filmdi, badana yapan kızın içten oyunculuğu ve ercan kesal'ın son sahnelerden birindeki sözü ile film işlev kazanıyor bir nebze.
ana fikrin şu olduğuna inanmak istiyorum;
insanlar, sevdiğimiz canlılar, evcil dostlarımız bu hayattan gidebilir, istediği kadar mezar kazılsın, senin içinde yaşamaya devam ettikten sonra mezarın hiçbir önemi yoktur.
ve geride hep eşyalar, anılar kalır...
ölen birinden geriye kalan en büyük miras, sensin...
kitabımız louis aragon şiirlerinden birine de göz kırparak başlıyor.
yılmaz odabaşı'nın insanı heyecanlandıran, etkisi altına alan, düşündüren, hayatı sorgulatan, hüzünlendiren, mücadeleyi hatırlatan, aşklar ve ayrılıklar üzerine yeni bakış açıları gark eden bir şiiri var, okuduğum bütün kitaplarından yola çıkarak söyleyebilirim bunu rahatlıkla, bu kitabındaki şiirlerinde de benzer temalar, duygular gözle görülür nitelikte yansıyor.
baştaki şiirlerde feride ve aşk temalı şiirler yer alır iken daha sonraları içinde feride sözcüğünün geçmediği şiirleri de yer alıyor.
aşkına sahip çıkışını, aşkın onun vâroluşuna etkisini, aşkına olan bağlılığını derinden hissettiriyor, mücadeleyi, cesareti, kendini vuracak hale gelip de bundan gocunmamayı keskin bir biçimde işliyor şiirlerinde.
severek okuduğum bir kitaptı, bazı dizeleri oldukça iyi ve derindi.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.
" hiçbir şey söylemeyen sözlere varmak için, her şeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti... "
1944 doğumlu türk şair ve yazar ismet özel imzalı eser; kitabımız şiir türünde yer almakta iken 1984 yılında yayınlanmıştır.
of not being a jew kitabından sonra kendisinden okuduğum son kitap bu oldu;
oldukça ince bir kitap olsa da şiirleri son derece etkili ve külçe gibi oturuyor insanın içine, ismet özel okumak hep bir uçurumun kıyısında gibi hissettiriyor nedense, öylesine keskin ve fırtına gibi esen, kasıp kavuran bir şiir, hitâbet, güç onunki.
insana dair pek çok şeyi kendine özgü bir bakış açısı ve üslupla yansıtıyor şair,
" her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar " der bir şiirinde, yaşamının pek çok olaya tanık olduğunu, artık onu heyecanlandıran bir şey kalmadığını düşündürüyor.
kendine yabancılaşmak, uzaklık, ölüm, yalnızlık ve dünyada kendi mezarından başka yerinin olmadığını hissetmek üzerine etkileyici şiirler yer alıyor.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum, bazı dizeleri oldukça iyi ve etkileyici olduğu için mutlaka okunulası bir eser olduğunu rahatlıkla söylemem mümkün.
bütün bunlar celladıma gülümserken çektirdiğim son resmin arkasındaki satırlar...
ben ismet özel.
şair, kırk yaşında.
her şey ben yaşarken oldu,
bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat her şeyi gördüm, içim rahat...
en okunaklı çehremle bekliyorum.
nezaketten, haklılardan yanayızdır hepimiz sevinmemiz çapkıncadır,
ağlatır bizi küpeşteler
yaşamak deriz -oh, dear-
ne kadar tekdüze
katliamlar ne kötü be birader.
uzak nedir?
kendinin bile ücrasında yaşayan
benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
kendi kalbimle
kendi zamanım arasındaki sarkaç püskürtüyor beni dünyaya.
bir soru soruyor karanlığa
bütün cevaplar sendedir,
saklama diyor karanlık ona.
asıl adı katherine o'flaherty olan ve evlendikten sonra kate chopin olarak tanınan amerikalı yazar olarak bilinir;
1850/ 1904 yılları arasında yaşamış, türkçe'ye çevrilen kitapları da bulunmaktadır.
doğum tarihi bazı kaynaklarda 1851 olarak ifade edilmiştir.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.