son singapur vapuru yazar profili

son singapur vapuru kapak fotoğrafı
son singapur vapuru profil fotoğrafı
rozet
karma: 201774 tanım: 46857 başlık: 13742 apolet: 7 takipçi: 772
ㅤㅤㅤㅤㅤㅤ

son tanımları


tozlu raflar

" bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar.. "

kabuk adam

ali ihsan karabıçak tarafından çekilen kısa film; senaryosu birkaç kişi tarafından yazılmış iken 2016 yılında yayınlanmıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
yazıma aslı erdoğan kitaplarından en sevdiğim kabuk adam kitabından bir cümle ile başlamak istedim, çünkü kısa filmimizin konusuyla doğrudan ilgili ve oldukça haklı ve iyi bir sözdü, geçmişte kalan mutluluğu özlemek ve bir daha o kadar mutlu olamamak ne acı.

veryansınım bittiğine göre artık filmimize geçebilirim;

çocukluğu ve gençliği artık çok geride kalan bir adam çocukluğunu yeniden yaşamak arzusuyla uçurtma uçurmaya gidiyor, çocukluğu tarihin tozlu raflarında yerini almış, burada nostalji duygusu devreye giriyor.

nostalji; acı veren şimdiki zamanın inkârı demektir belki de,
bir yazar arkadaşımın tanımında gördüğüm bir sözdü bu, acı veren şimdiki zamanı inkâr etmek değil de nedir büyümek?
yaş almak, yaşlanmak...

konuyu sadece çocukluğu özlemek ile sınırlandırmak istemediğim için belki başka örnekler de verebilirim.

bazen en mutlu günlerimizin geçmişte kaldığına inanırız, bir daha asla o kadar mutlu olamayacağız gibi gelir, belki doğrudur bu, belki de sadece bir sanrıdır.

bir daha o kadar mutlu olamayacağımızı düşünüp şimdiki zamanı da hebâ ederiz geçmişte yaşayarak, geçmişte kalan mutluluğu özlemek yaşanılacak ya da yaşanan mutlulukları da görmemeye sebep olacaktır.

ve bir şey daha;

çocukluğunuza dair içinizde ukde kalan şeyleri şimdiki yaşınızda yaşamak istemeniz ayıp değildir, 30 yaşında da salıncağa binilebilir, 40 yaşında da uçurtma uçurulabilir.

bu dünyaya bir daha gelmemize imkân yok, içinizdeki çocuğun içinde ukde kalmasına izin vermeyiniz.

film hakkında yazacaklarım galiba bu kadar.

nostalji; " acı veren şimdiki zamanın inkârıdır ve bu inkâr edilemez...

devamını gör...

soğuk kazı

1963 doğumlu türk şair birhan keskin imzalı eser; yalnızca 63 sayfadan müteşekkil olan kitabımız 2010 yılında yayınlanmış ve metin altıok şiir ödülü sahibi olmuştur.

bazen bazı kitapları birden fazla kez okumamız gerekir, belki önceden okunduğunda anlam verilmeyen bir söz başka bir yaşta yeniden okunduğunda anlam kazanabilir, daha etkili gelebilir.

bu kitaba da yeniden döndüm bu yüzden, şimdi ise kitabımıza geçelim;

birhan keskin kitabına bu ismi öylesine vermiş değil, kitaptaki şiirleri adeta insan ruhuna soğuk bir kazı çalışmasında bulunuyor sanki, aşk ve acının insanın kimyasının değişimindeki payını da hatırlatıyor şiirlerinde bence.

ruhun acı karşısındaki değişimi, aşkın yitimi, ayrılığın herkes için aynı şey olmaması, ayrılığın ancak sevenler için zor bir süreç olması, birine bağlanmış olmak, hayatın zor zamanlarında yaşanan duygular, şiirlerde karşılaşacağımız konulardandır denilebilir.

birhan keskin soyadının hakkını veren ve ruhu da soyadı ile aynı olan bir insan, usta bir şair, güzel bir insan.

bazı dizeleri bırakarak burada bitiriyorum.
etkileyici bir şiir kitabı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


içimi açtım sana, içini açmak için.

benim seninle ilgili bildiğim her şey
bir yalandı...

devamını gör...

georg trakl bütün şiirlerinden seçmeler

" sende ölmüş gibiyim. "

1887/ 1914 yılları arasında yaşayan avusturyalı yazar ve şair georg trakl imzalı eser; dilimize ahmet cemal tarafından çevrilen eserin 1914 yılında yayınlandığı bilinmektedir.

bu kitabı daha önce okuduğumu hatırlıyor olsam da yeniden okuma gereği duydum, çünkü zaman denen bilmece pek çok şeyi silebiliyor, tamamen silmese de etkisi azalabiliyor.

şimdi ise kitabımıza geçelim;

yitip gitmeyi, boşlukta ya da sonsuzlukta yitip gideni, bir varlık değil de artık sadece bir gölge olmayı, yok olmayı istemeyi, acıyı ve ölümü, aşkın yıkıcı bir duygu haline gelmesini kendine özgü şiir formuyla sunuyor bizlere georg trakl

yollar ayrılır, mevsimler döner dolaşır, yıllar geçer, göğsünü daraltan her duyguya alışırsın, alışmaktan özge çare mi vardır?

gidenler ya da ölenler sonsuzluğa karışmakta iken bizler de bazen sonsuzluğa karışmak isteriz, zirâ yokluklarının acısı ölümü bekletecek hale getirir çok sevdiğimiz ve bir daha görme imkânı bulamayacağımız insanların.

georg trakl bu kitabındaki şiirlerde bence en çok da bu duyguyu yansıtıyor.

seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bir zamanlar geçip giderken
bir yüz görmüştüm,
acılarla dolu;
sanki alabildiğine derin
ve gizliden bana yakın.
tanrının bir armağanı
-öylesine geçip, gözden kaybolmuştu...

bir zamanlar, geçip giderken
bir yüz görmüştüm, acılarla dolu.
bir anda beni büyüleyiveren
sanki karşımdaki, eskiden, rüyadaymışçasına ve şimdi çoktan
geçmişe karışmış bir başka hayatta, sevgilim dediğimdi...

nasıldı eskiden,
ben gecede ve yalnızlıkta yitip gitmeden?

o zaman daha bir hüzünlü olur şarkılarımızın ezgileri
içimizde ağlayan ise kalır anlaşılamadan.

kucağındaki bir arpın telleriyim sanki
ve son acılarım uğruna şimdi
senin karanlık şarkın
boğuşmakta yüreğimde,
beni ölümsüz kılıp, bir sise çevirmekte.


bırak, hiç adın olmasın iç dünyamda.

artık yolumun sonuna varmak,
tek istediğim...

devamını gör...

kemal sunal

aramızdan ayrılışının 25. yıl dönümünde anısına saygı, sevgi, minnet ve özlemle...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sarı şey

" artık tepelerde bir ıhlamur ağacı altında uyumak yaşıma ulaştım

nasılsa bekleyenim kalmadı
geriye dönmeyi düşlesem...
"

bugün yokluğunun üzerinden tam 6 yıl geçmiş olan ve edebiyatımızın en bıçkın şairlerinden küçük iskender imzalı eser; kitabımız 2010 yılında yayınlanmıştır.

- bıçkın; korkusuz, yaman, cesur.

bu kitabı ilk okuyuşum değil bu, bugün onun anısına tekrar okumak istedim,
sevdiğimiz ve çoktan yitirdiğimiz insanların yokluğuyla genelde yıl dönümlerinde bir kez daha yüzleşiriz, yok olduklarını kabullenmemek için cebelleşiriz ama nâfiledir.

şimdi ise kitabımıza geçelim;

kitabımız aşk şiirlerinden ibâret değil, şairlerin çoğu ya da hepsi salt aşkı ve çiçeği böceği yazıyor sanılır, buna inanılır, ama bu her şair için geçerli bir önerme değildir, küçük iskender' de hiçbir zaman sadece aşkı yazan bir şair olmamıştır, bu kitabında da görürüz bunu.

bir şeylere, birilerine, iktidara muhalif bir bakış açısının lirizme evrildiği bir şiir dünyasının bu kitapta karşımıza çıktığını söylemek mümkün olacaktır.

demokrasi ve özgürlüğün geçirdiği başkalaşım, tek adam rejiminin ülkeyi kanser eden bir durum olması, ülkedeki herkesin eşit hak ve özgürlüklere sahip olmaması, bazı şiirlerin sıklıkla değindiği durumlardandı.

toplumsal ve siyasi bir düzlemde ilerleyen şiirler olmasının yanı sıra, kendi iç dünyasına ayna tutan şiirleri de yer alıyor kitapta.

ayrılığın, aşkın, ölümün, unutulmanın, terk edilmenin, yalnız bırakılan taraf olmanın ve acının da şairin kendine özgü perspektifinden damıtılmış hâlini şiirlerde bulmak mümkün.

seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

aynı anda hem muhalif, hem duygusal, hem ciddi, hem romantik, hem âsi olmayı başaran ender isimlerdendir küçük iskender

ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil!

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


ey devlet, beni de ötekileştir!
çünkü ötelenen,
merkeze göre menzile daha yakındır.
ey devlet, beni de başkalaştır!
çünkü başkalaşan
sana benzemeyi bırakmıştır.
ey devlet, beni de yabancılaştır!
çünkü yabancılaşan
neden sevilmediğini anlayacak kadar düşünmeye başlamıştır.

senden hâlâ bir haber yoktur
bir nesnenin neresinde akşam olur?

senden hâlâ bir haber yoktur
sessizlik çok berbat bir yolculuktur
insan üzülmeye görsün
ona hayat hep suçluluktur.

hazırız işte şimdi tüm gücümüzle başlayabiliriz gerçeği yazmamaya.

topu topu bir günde bitirdim ömrümü.

mamafih, her şeyi yarısında terktir özgürlük.

sanki siz
her şeyin kusur olduğu bir galakside
tek mutlak gerçek misiniz?

bana sen,
bir hasta yakını kadar yakındın aslında.

sonra ben sana artık hiç şiir yazmayacağım sonra ölmek de isterim.

yazılan her şey akrabamsa
ben bir daha ecele dahi inanmam.

evdeysen belki uğrar,
sana bir iki de sırrımı anlatırım
ya da neden sen böyle uzun uzun sevişirken ben bu kadar çok yalnızım?

şarkı söylemek geçti
kalbimin derinliklerinden
ne zaman akvaryumda
kırmızı bir balık görsem.

yaşadığına dair bir bilgi edinebilsem kirpikleri hâlâ alnına değiyor mu
keşke öğrenebilsem diyor...



kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

nereye gidiyoruz baba

fransız yazar jean louis fournier imzalı 102 sayfalık eser;

özgün adı ou on va, papa? olan kitabımız 2008 yılında yayınlanmış ve anlatı türünde yer almaktadır.

kitabımı aslı genç çevirisi ile okudum ve çevirisi oldukça güzeldi.

yazarın bekleyecek vaktim kalmadı artık ve tek yalnız ben değilim (kitap) kitaplarından sonra okuduğum son kitabı bu kitap oldu.

şimdi ise kitabımıza geçelim;

kitabımız yazarın gerçek hayatından izler taşımakta ve kişisel hayatı ile doğrudan ilgildir.

thomas ile mathieu adındaki çocukları bir iki yıl arayla dünyaya geliyorlar ve ikisi de farklı bir çocuk olarak dünyaya geliyor, zihinsel gelişimleri diğer çocuklardan daha geride ilerliyor.

anne baba olarak çocuklarına çok özen gösterse ve sevseler de engelli çocuğa sahip olmak onlar için küçük bir ölüm gibi, babaları olarak onlar için elinden geleni yapsa da bazen onların yerine "normal" çocuklarının olmasını dilemekten kendini alamıyor yazar.

çocukları arabanın arka koltuğunda otururken diğer çocuklar gibi şeyler sormuyor, cevaplamıyorlar, tek bir soru var; "nereye gidiyoruz baba?"

daha sonra marie adında bir kızları oluyor, o ise oldukça sağlıklı ve hiçbir engeli yok, onun doğumu yazarı ve eşini biraz olsun teselli ediyor.

çocuklarının başına gelen olaylar, özel bir çocuğun ebeveyni olmanın zorlukları, babanın iç dünyasında yarattığı travma, toplumun özel çocuklara bakış açısı, yazarın iyi bir baba olma çabası, bu duruma alışma süreci, çocuklarına iyi bir baba olmaya çalışması ve bir yandan da çocuk yaptığına pişman olması, kitabın omurgasını oluşturan durumlardandır denilebilir.

okurken biraz ağladığım bir kitap oldu, bilhassa " engelli bir çocuğun ölümü genelde fark edilmez " sözü yürek burkan bir sözdü.

yazarın keskin anlatımı ve duygusallığı da aynı anda koruyabilmesi kitabı daha etkileyici kılan faktörlerdendi zannımca.

özel bir çocuğa sahip olmanın ne hissettirdiğini oldukça etkili bir üslupla yansıtıyor jean louis fournier

seçtiğim bazı cümleleri bırakarak burada bitiriyorum ve eklemek istiyorum;

siz çok iyi bir babaydınız,
jean louis fournier...


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

size yine de bir kitap hediye edeceğim.
sizin için yazdığım kitabı. unutulmamanız için, engelli kartı üzerinde sadece bir fotoğraf olarak kalmamanız için.

hiçbir zaman dile getirmediklerimi yazmak için. belki de çektiğim acıları.

çok iyi bir baba olmadım. çoğu kez size katlanamıyordum, sizi sevmek zordu.
size peygamber sabrı göstermek gerekiyordu, ben de peygamber değilim.

engelli bir çocuğun ölümü genelde fark edilmez. yükün ortadan kalktığı söylenir...

çocuk yapmak, risk almaktır,
her seferinde kazanılmaz.
yine de insan çocuk yapmaya devam eder.
dünyada her saniyede bir, bir kadın bir çocuk doğurur, bu kadını hemen bulmak ve durmasını söylemek gerekir, diye ek­ledi mizahçı.

bu ânı boş yere bekledim.
sadece bir soru vardı sorulan:
"nereye gidiyoruz baba?"


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

metin altıok

sâhi o ölümü ben ilk nerede ölmüştüm? diye sorar bozlak kedi ve ölüm şiirinin sonunda.

32 yıl önce bugün sanki bir insan değil de bir çıra gibi yakılmış, hayattan koparılmış, ağır yaralandıktan günler sonra ise hayata tutunamamış ve hayatını kaybetmiştir o yangında hayatını kaybeden onca güzel insan gibi.

bizler de o günden beri bir acıya kiracı olarak yaşamaktayız.

anılarına saygı, sevgi, minnet ve özlemle...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

durmadan garlara garajlara düşerim
gayri bilmem ne olur size kalmış gerisi. adıma ara sıra törenle mum dikerim
ölümüme gönülden bir merhaba yenisi.

sahi o ölümü ben ilk nerde ölmüştüm?

bozlak kedi ve ölüm
devamını gör...

pembe kelebek

"içimdeki umut hiç bitmeyecek,
yaşadığım sürece bir gün karşılaşırız belki..
"

can hikmet değirmenci tarafından kaleme alınan 96 sayfalık eser olup şiir türünde yer almakta ve 2011 yılında yayınlanmıştır.

şairin adını daha evvel duyduğumu hatırlamıyorum, dolayısıyla okuduğum ilk kitabı bu kitap oldu.

büyük beklentiler içerisinde değildim kitaba başlarken, hâlâ çok edebî ve çok güçlü bir şiir kitabı olduğunu söyleyemem,
en azından kendi adıma söyleyemem,
ancak bazı dizelerinin oldukça iyi dizeler olması nedeniyle beklentimin biraz üzerinde bir kitap olduğunu belki söyleyebilirim.

aşk şiirleri yer alıyor kitapta, aşk ve özlem, ayrılmış olmak ve keder duygusu da karşımıza çıkıyor bazı şiirlerde.

büyüleyici ve çok sarsıcı bir şiir değildi belki, ama tam pes ederken dikkate değer bir dizenin çıkması kitabı okumak için iyi bir neden gibi duruyor.

sevmenin bazen zor olması, ya da sevmenin değil de sevilmediğin halde sevmeye devam etmenin zor gelmesi, sevdiğin insanın yokluğunda pek çok şeyin anlamını yitirmesi, en çok onu özlemek, ayrılınmış olunsa bile benliğinin hâlâ onunla yaşıyor olduğuna ve bir gün yeniden göreceğine inanmak, bazı şiirleri özetleyebileceğim konulardandı.

seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bitiriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ne çok yağmur yağmıştı o gün
elinde sana yazdığım sayfalar vardı.

akşam olup gün bitince
güneş de gider
bir hayalin kalır
yakamozlar üstünde.

içimde yalnızlık duygusu
ne zormuş seni sevmek...

hiçbir şeyi özlemedim senin kadar.

yine öyle güzel mi gülüyorsun?

hiç gitmemiş gibisin,
sen gidince o kadar çok şeyin kalıyor ki bende yokluğunun buruk tadı
acı bir çağla eriği gibi.

sende saklı kalan bir rüya var
kimselerin görmediği.

doğduğun kent cennet midir?

en son ne zaman sarılmıştım sana?
şimdi her şey bir rüya gibi.

içimdeki umut hiç bitmeyecek,
yaşadığım sürece bir gün karşılaşırız belki.

devamını gör...

rüzgarda yapraklar

" nerdesin, hayatımın bağrındaydın... "

gerçek adı ali ahmet sait eşber olan 1930 doğumlu suriyeli yazar ve şair adonis imzalı eser; fransa'da yaşadığı söylenen şairin bu kitabının 1958 yılında yayınlandığı bilinmektedir.

eser dilimize ise metin fındıkçı tarafından çevrilmiştir.

öncelikle kitap yayınlandığında şairin henüz 28 yaşında olmasına epey şaşırdığımı itiraf etmem gerekiyor, daha 28 yaşında olan birinin hayatı bu denli keskin algılaması ve algıladıklarını bu kadar etkili yazması pek kolay bir şey değildir.

şimdi ise kitabımıza geçelim;

matbu baskısı kaç sayfa bilmiyorum ancak pdf baskısı yaklaşık 160 sayfa kadardı.

şiirlerin oldukça iyi olduğunu kendi adıma söylemem mümkün olacaktır, şiirleri bu denli iyi bulma nedenim ise belki de şiirlerde kendimden bir şeyler bulmamdan ötürüdür.

zamanı, tükenmeyi, unutmayı, ölümü, hasreti, gerçekliği, rüyayı, birine bağlanmayı ve ansızın kopmayı, yok oluşu, yalnızlığı, sonsuzluğu, aşkı ve de acıyı derinden hissettiren bir yapıda olan şiirlerdi bence.

hayatın gizemini alabildiğine etkili bir biçimde yansıtan tesirli şiirler olarak değerlendirmem mümkün.

bazı dizeleri oldukça etkileyiciydi.
o dizeleri bırakarak burada bitiriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bütün hançerler bedenimde
ve ben kışta saklı.

onda yanlış hesap yok, unutur günleri.

dilin gerçeği, gerçeğiyle ölürüz
ölürüz kırılarak veya başararak.

nedir bu, nedir bu yırtılan gerçek?
beni yaralar gidişin.
bütün insanlar yeniden zaman istiyor.

hayatımın şarkısını söyledim sana.

ruhumdan başkasını sever.

ve kalbim öldü, silindi, öldü sonunda...

yüzündeki zamanı benimle tanıdı.

ne giderim ondan ne de kaybolurum..
ve başlar ölümler ruhum gibi kazınarak..


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

denge (kısa film)

cansu arslan tarafından çekilen kısa film; senaryosu da aynı isim tarafından yazılmış ve 2015 yılında yayınlanmıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kadın erkek eşitliğinin gerçek hayatta vâr olup olmadığını irdeleyen bir kısa film olduğu söylenebilir, gerçek hayat dememin sebebi ise bazı şeyler ancak kağıt üstündedir ve lâftadır, gerçekte, icraatte yoktur.

eşitlik demek belki biraz denge demektir ve film toplumsal hayatta dengelerin değişmemesini hatırlatıyor.

bir kadın ve bir erkek birbirini görmeden merdiven basamaklarından hızla üst katlara çıkmakta ve cinsiyetlerine yüklenen kalıpları kendilerine telkin etmektedirler.

kendi fikrime gelecek olursam, kadın erkek eşitliğinin vâr olduğuna inanmıyorum, kutsal kitaplar dahi erkeğin lehine, kadının aleyhine, yasalar kadınları korumuyor, erkekleri kolluyor, birini öldürmek artık o kadar da korkunç bir şey gelmiyor insanlara, nasılsa kısa sürede çıkarım diyerek cinayet işleyebiliyor ve şartlı tahliye edilerek salınıyorlar.

erkek için hayat her zaman daha kolay gibi, elbette iki cinsiyet için de belirli zorluklar var, ancak erkeğin sözünün geçtiği bir dünyada ve toplumlarda kadın sadece erkekten geride yürüyen bir gölge olarak yaşıyor.

farkında mısınız bilmem ama eski hikâyelerde bile olağanüstü şeyler bile hep erkeklerin başına geliyor, erkek tanrısal bir güce sahipmiş gibi görülüyor, neden öyle olsun ki, sen sadece erkeksin, hepsi bu, bu bir üstünlük değil, olmamalı da.

erkeklerin boyunduruğunda yaşamak ve kendi varlığını sadece onunla anlamlandırmak kabul edilebilir bir şey değildir.

film hakkında söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.

eşit olabilmek umuduyla...

devamını gör...

hatice dökmen

1958 doğumlu olduğu bilinen türk yazardır.

edebiyatın şiir, öykü ve roman olmak üzere farklı türlerinde eserler vermiş ve yayınlanmış çok sayıda kitabı vardır.

bazı kitapları

sağır kurbağanın izinde
salı ertesi
kum gibi
son gemi
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


aklına gelir miydi, hiç aklına gelmeyeceğim?
devamını gör...

hayvanlar kitabı

pablo neruda imzalı eser;
özgün adı bestiary/bestiario olan kitabı türkçe'ye ise selahattin özpalabıyıklar çevirmiştir.

sadece 23 sayfadan oluşan bu kitapta
pablo neruda bazı hayvanların hayatına özeniyor, onların konuşabilen bir canlı olmalarını istiyor ve belki de bu isteğinin altında yatan temel faktör insanların onu anlamaması ya da dinlememesidir.

hayvanlar bizi kıramaz, ruhsal açıdan yaralayamaz ve yargılayamazlar, belki de yazarın tek isteği insanlardan uzakta bir soluk alabilmek, dinlenilmek, yargılanmamak, insan olmayan bir yerde kendini görebilmekti.

son derece kısa, kitap olarak adlandırılamayacak kadar kısa bir kitaptı.

bana edebî açıdan bir şey kattığını söyleyemesem de son dizesi için okuduğuma memnun olduğumu söylemem gerekir.

kitapta bahsi geçen hayvanların da görsellerinin olması kitabı daha şirin bir hale getirmiş.

seçtiğim bazı cümleleri ile burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


tavuklar beni anlasaydı!


tavşanla konuşmak isterdim,
gelgeç âdetlerini seviyorum onun.

insanlar yetmiyor bana,
daha ileri gitmem gerek
daha yakına gitmem gerek.

sen ve ben yazgılıydık sevdalanmaya
nice erkek nice kadın arasında..

devamını gör...

sleepless in seattle

amerikalı yönetmen ve senarist nora ephron tarafından çekilen 1993 yapımlı amerikan filmi;

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
başrolde ise meg ryan - tom hanks gibi oyuncular yer alır iken yardımcı rollerde ise ross malnder - barbara garwick - bill pullman gibi oyuncular yer almıştır.

karısını kaybeden ve 8 yaşındaki oğlu jonah ile yaşayan sam baldwin adındaki bir adamın hayatının oğlu sayesinde değişimini ve annie ile tanışmaları sonrası değişimleri konu ediniliyor.

sam karısına delice aşık bir adamdır ve onu yitirmiştir, karısının aziz hatırasına sâdık olsa da hayatında bir kadının eksikliği gözle görülür niteliktedir.

sam düşünme biçimi oldukça farklı, zeki, şaşırtıcı, oğlunu çok seven ve karısını özleyen bir adamdır, çalışmaktadır.

bir gün oğlu bir radyo yayınını arar ve babasının durumunu anlatır, bu olaydan sonra babasına çok sayıda kadın tâlip olur, onunla "çıkmak" ya da hayatında olmak isteyen, mektuplar yazan yüzlerce kadın peydâ olur, ancak hiçbiri sam'in umrunda değildir, zaten hayatına victoria adında bir kadın girmiş ve onunla çıkmaktadır.

8 yaşındaki jonah yaramaz ve babasının hayatına burnunu sokmayı seven bir çocuktur, hiçbir kadını babasının hayatında görmek istemese de annie adlı kadının mektubundan hoşlanır, babasının onunla bir şansını denemesini ister ve babası da zaten onunla o olduğunu bilmeden tesadüfen karşılaşmıştır.

annie ise walter ile nişanlı olan genç bir kadındır, yayını dinlemiş ve sam'in karısına olan aşkını dinlerken ağlamış, ondan etkilenmiştir, nişanlısını artık sevmeyecek kadar etkilenmiştir bu adamdan ve onun sevme biçiminden.

hayat belki de onları bir radyo programı sayesinde bir araya getirdiği gibi empire state binası'nın tepesinde yeniden bir araya getirecektir...

çok severek izlediğim bir film oldu.

oyunculukların samimi olduğu bir filmdi, tom hanks'in oğlu new york'a gizlice gittikten sonra ona kavuştuğu sahnede sarılmaları filmin en duygusal sahnelerindendi.

tom hanks ve meg ryan iyi oyunculuk sergileyerek filmi daha etkili kılıyor, bazı sahneleri oldukça komikti, tom hanks'in kendisine yazılmış mektuplara bakarken " bu benim üçüncü sınıf öğretmenime benziyor dedikten sonra diğer mektup veya fotoğrafta "bu benim üçüncü sınıf öğretmenim! " dediği sahne oldukça komikti.

filmin en can alıcı repliği ise bence filmin başında tom hanks tarafından söylenen "neden öldüğünü sormaya başlarsak, çıldırabiliriz" repliği idi.

filmin ana fikri ise bence şuydu;

hayat ancak hoşlandığın ve gerçekten sevdiğin, aşık olduğun insanla yaşanmaya değer olabilir ve aşk bir sihirdir.
devamını gör...

kader (kısa film)

" pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın? "

gece yarısı kütüphanesi


fatih arıcı tarafından çekilen kısa film; senaryosu da aynı isim tarafından yazılmış ve 2016 yılında yayınlanmıştır.

kader kavramını farklı bir bakış açısı ile yorumlayan bir kısa film olduğu görülmektedir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kader kavramını yalnız bir gencin bir gününde fark ettikleri üzerinden ele alan bir kısa film olduğunu söylemek mümkün olacaktır.

öncelikle kader hakkında spesifik bir şey söylenebilir mi, yaşam ve yaşamda başımıza gelen her şey kader midir yoksa salt bir tesadüf müdür, orası kişinin neye inanmak istediğine göre şekil alır, belki kaderdir, belki tesadüftür.

eğer başka biri olarak dünyaya gelseydiniz yaşamınız asla böyle olmayacaktı, film de bu ihtimâl üzerinden gidiyor, uyandıktan sonra rutin eylemlerin ardından kahvesini alıp pencereden bakan genç adamın yolda gördüğü kişi aslında kendisi, daha sonra kendisi ise başka biri oluyor ve bu durum da bizlere biraz da olsa predestination filmini anımsatıyor.

ayrıca gece yarısı kütüphanesi kitabı da bu konuyla ilintili bir biçimde karşımıza çıkmıştır.

toparlamak gerekirse, hayatta bizi nelerin beklediğini bilemeyiz, geçmiş net olsa da gelecek görünmezdir, ancak içinden geçip geride bırakarak geleceğin nasıl olacağını sonradan yaşayarak anlarız.

kendin olmak bazen şans, bazen değildir, tıpkı filmdeki gencin aslında kendini araması gibi.

eğer kader denilen şey değiştirilemez olan ise değişen şeyler yalnızca bir rastlantıdır belki de, diye düşünmek de mümkün gibi görünüyor.

eğer başkası olsaydın yine de şimdiki sen olmak ister miydin?

devamını gör...

evren ağacı

"buradayım, artık hiçbir yerdeyim.
bir son arıyordum, nasıl olursa olsun..
"

1936 doğumlu türk şair ve yazar özdemir ince imzalı eser; şiir türünde yer alan kitabımız 2000 yılının haziran ayında yayınlanmıştır.

yedi deryalar geçsen kitabından sonra okuduğum ikinci kitabı bu kitap oldu.
laakal diğer kitabı kadar iyi şiirler olduğunu kendi adıma söylemem mümkün olacaktır.

okurken kendimizi bulduğumuz metinler, şiirler, sanat eserleri her zaman bir adım daha öndedir ve bu kitapta kendimize dair bir şeyler bulabileceğimiz dize sayısı azımsanamayacak ölçüde, bu da şiirleri daha çabuk benimsemeyi sağlıyor.

insanın arafta kaldığı zamanlardaki duygu durumuna ışık tutan dizeler olması bence iyiydi, hayatta kendine bir masa aramak, senin kabahatin olmayan şeylerin bile senden bilinmesi, artık hiçbir yerde olmadığını hissetmek, yitip gittiğini görüyor olmak, hayallerine bir yıldız kadar ırak yaşamak, zamanda her şeyin yok oluşunu izlemek, şiirleri özetlememin mümkün olduğu konu ve durumlardandı.

özdemir ince insanı şaşırtmayı da, etkilemeyi de, yıkmayı da, düşündürmeyi de ihmâl etmiyor bu kitabında.

severek okuduğum bir kitap oldu.

seçtiğim bazı dizeler ile burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ne başta ne sonda benim hayatım,
başka bir sitem arama arasında,
bırakın işte burada konuk kalayım.

bir zamanın sokak kapısındayım,
işte bana yaraşır bir başka zindan,
sussam bile konuştuğumu sanırlar.

artık işsiz tanrılar bile yardım edemez bana.
öyle bir yerdeyim ki kendime kavuşmak için ne kent var, ne deniz var, ne de bir ben!


son yokuşu olacağım bütün yolların.

dünya ile nasıl dost olabilirim
bir müstear adım bile yoksa?


buradayım artık, hiçbir yerdeyim.

su yansıtır geçen zamanı
ama bir ezel nöbetindedir görmez seni
ve hiç kimseyi.


yalnız ve ıssız bir nesneyim artık.
belki yittim, belki aslıma döndüm.


hüzün verir bana bir evin yıkılması;
ağladığım olmuştur,
çünkü hayallerim de alınmıştır elimden, yıkılmıştır, maden göçmüştür.

bir son arıyordum, nasıl olursa olsun.

zamanda her şey gidiyor,
bağışlanma yok onun kalesinde...



kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ataol behramoğlu seçme şiirler

" uçup giden yaşamla uçarak,
anıya dönüştü her şey birden...
"

1942 doğumlu türk şair, yazar, akademisyen ve çevirmen ataol behramoğlu imzalı eser; kitabın künye bilgisinde belirtildiği üzere kitabımız 1997 yılında yayınlanmıştır.

ataol behramoğlu her zamanki formunu bu kitabında da koruyor, her zamanki gibi on ikiden vuran dizeler, hem umut veren, hem de gerçekleri yüzümüze vuran, can alıcı duygular, her şiirde kendisine yer buluyor.

şiirlerde hem bir bireysellik, hem de bir toplumcu gerçekçi şiir anlayışı hüküm sürüyor, kendi duygularına ışık tutan şiirler olduğu kadar toplumu düşünen bir şiir dünyası da söz konusu, bu durum ise şiirlerini bir konu etrafında dönmekten kurtarıyor.

geçmiş zamana duyulan özlem, ölümün bazen istenilen bir şey olması, aşkların bir gün bitmesinin verdiği acı, unutulmanın verdiği boşluk ve çaresizlik hissi ile yaşamak, insanların birlik içinde yaşaması gerekliliği, hayatın her şeye rağmen bir mücadele etmeyi gerekli kılması, yalnızlık, bazı şiirlerin ortak noktası olan konu ve durumlardandı denilebilir.

bazı şiirlerini yeniden okumuş olduğum için tekrar mutlu olduğum, severek okuduğum bir kitap oldu.

ataol behramoğlu yaşamını etkileyen duyguları kendine özgü bir şiir dünyası ile bizlere sunuyor.

seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bitiriyorum.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


ah biliyorum, güç gelecek sizlere
ama artık gitmek geliyor içimden
bir sabah masmavi bir bulutun peşinden
dönüşü olmayan yerlere.

yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner
uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir.

bu aşk burada biter
ve ben çekip giderim
bu aşk burada biter
iyi günler sevgilim...

çaresiz, bomboş bir cesettim.

kalbim -ki bir gün durur-
var mıydı acaba?

her şey nasıl ölebilir
nasıl unutulur insan?

sanki yarın ölecek gibiyim.

uçup giden yaşamla uçarak
anıya dönüştü her şey birden.

devamını gör...

büyük kederler küçük öyküler

" içimi paramparça edip sustu. "

türk şair ve felsefe öğretmeni olduğu bilinen ali lidar imzalı eser; öykü türünde yer almakta iken 2019 yılında yayınlanmıştır.

toplam 20 öykünün yer aldığı kitaptan bazı öykülerin adları ise şöyle;

bütün bim'ler dokuzda açılır
yalnızlığa kesilen bilet
n'âpıcaz lan şimdi?
büyük kederler küçük öyküler

soğuk değildi ve yağmur çiselemiyordu adlı ilk öyküde hayatında kırılma noktası yaşayan bir adamın hayata yeniden adapte olma çabası ve süreci anlatılıyor.

ideolojik kalp kırıklığı öyküsünde ise üniversite öğrencisi bir gencin aşka dair yaşadığı hayal kırıklıklarını okuyoruz.

üçüncü öykü olan yalnızlığa kesilen bilet öyküsünde ise yalnız ve mutsuz, varlığı kimse tarafından o kadar da önemsenmeyen bir muavinin yolcu olan genç bir kıza beslediği duyguları ve sonrasında yaşadığı hüsran anlatılıyor.

dördüncü öykü olan mutsuzluğun otopsisi öyküsünde mutsuz ama geleceğe dair yine de az da olsa bir umut besleyen birinin iç dünyası karşımıza çıkıyor, içinde olayların olmadığı bir öyküydü.

beşinci öykü olan tek ev öyküsünde ise kişinin ev ile kurduğu bağ ve anılarını hatırlama çabasının yanı sıra aidiyet kavramı da işleniyor.

n'âpıcaz lan şimdi? öyküsünde ise bir imza gününde yaşanılanlar ve bir kişinin yazarı ne kadar değiştirdiği anlatılıyor.

kitabın adını taşıyan büyük kederler küçük öyküler adlı öyküde ise nasıl daha iyi yazar olabileceğini bilmek isteyen bir gencin yazarla arasındaki iletişim anlatılıyor, en sonunda onun öyküsünün yayınlandığını öğrenmemizle öykümüz sona yaklaşıyor.

mevzu kitap değil prensip adlı öyküde ise ders kitabını sevdiği kıza veren bir çocuğun öğretmeni ile olan sohbetini okuyoruz, kendisi ona kitabını feda ettiği halde onu sevmeyen kızın ona verdiği acıyı da hissettiren bir öykü olduğu görülüyor.

bizi hayatta ne savunabilir edebiyattan başka? öyküsünde ise kitaplardan başka sığınacak limanı olmayan birinin, (muhtemelen yazarın kendisini anlattığı öykülerdendi) edebiyatla vâr olma çabası anlatılıyor.

vasiyet öyküsünde ise bir meyhanede tanışan biri genç, diğeri yaşlı olan iki adamın dostluğu ve yaşlı olanın ona vasiyeti, aşka dair tecrübeleri ve yenilgileri konu ediniliyor.

son öyküden bir önceki öykü olan niye çaldın lan heykeli? öyküsünde ise bir heykel dışında kimse tarafından sevilmedigini sanan bir adam heykeli çalıp karakolluk olması anlatılıyor.

son öyküde ise bir ayrılık yansıyor sayfalardan.

severek okuduğum ve hemen içine çeken, hayattan öykülerdi, hayatın içinden öyküler olmaları onları daha gerçekçi kılıyor.
ali lidar'ı şair kimliği ile tanıyor olsak da isteyince öykü de yazdığını bu kitabıyla bizlere hatırlatmıştır.

bazı öykülerin kurmaca olduğunu düşünmüyorum, yazarın kendi hayatından kesitler olduğunu düşünüyorum.
zaten bazı öykülerde ali ismi de geçiyor.

öykülerin ortak özelliği bence hepsinde kederli bir insanın olmasıydı, hayatta bazı konularda yenilmiş ama edebiyatla vâr olmaya ve hayatta kalmaya çalışan insanların öyküleriydi bana kalırsa.

yazarın hayatı ve ilişkileri, yalnızlıkları, mutsuzluğu, vâr olma çabasını, hayatı etkileyen durumları anlatma biçimi bence iyiydi.

kitaptan seçmiş olduğum bazı cümleler ile tanımıma burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


anılar insanı rahat bırakmıyor.

insanın felaketi yüzüne yansıyor herhalde.

aslında vâr olduğum tek yer, herkesin gözüne battığım yemek masası.

içimi paramparça edip sustu.

esasen onun beni sevmeyeceğini bilirdim.

mutlu olabileceğimiz şeylerin sayısı o kadar az ki, otur ağla.

ben senin sesini ilk duyduğumda seni sevmeye karar vermiştim,
sen başın ilk sıkıştığında beni sevmekten vazgeçtin.

devamını gör...

yas (kısa film)

senaryosu uzay çetin tarafından yazılan ve tuana usta - can aslantaş ortaklığında çekilen yaklaşık 4 dakikalık kısa film; 2021 yılında yayınlanmıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

torununu kaybeden bir anneannenin bu kaybı kabullenmemesini ve kızıyla arasındaki duygu durumunu konu ediniyor.

yas hakkında düşündürücü bir söz okumuştum ve şöyle diyordu;
"yas; başkalarını sevme cesaretini gösterebildiğimiz için ödediğimiz bedeldir."

kaybetmek demek illâ sevilen birinin ölmesi demek değildir, onun sana verdiği değeri ya da sevgiyi kaybetmek de bir kayıptır, şansını yitirmek de bir kayıptır, yas tutmak için de illâ ölüm şart değildir, ölene kadar görememek de bir yas sebebi olabilir.

filmimizde bir anneanne ve kızı var, torununu kaybetmiş ama öldüğüne inanmıyor, hayata geri döneceğini sanıyor, belki veda edemediği için de son bir kez olsun görmek istiyor, artık yaşamayan o bedenin tekrar anlam kazanmasını istiyor.

kızı onu teselli etmeye çalışsa da yaşlı kadın ikna olmuyor ve onun birini ya da bir şeyi görüp bağırması ile filmimizin sonuna doğru yaklaşıyoruz.

konu ve konuyu işleme biçimleri sıradan olsa da izlerken düşündüren bir kısa filmdi.

yas seni içinde öldüren birini eski haline getirememek midir? izlerken kendime sorduğum sorulardandı.

yasın binbir türlü hâlinin olması mümkün gibi, eski hâlini özlemek, dönmeyecek olanı özlemek, artık yaşamayan ya da artık seni sevmeyen birini özlemek, bir zamanı özlemek, insanın eski saçını özlemesi bile mümkün.

bir sesi, bir gülüşü, bir bakışı, bir anıyı, kaybettiğimiz her şeyi özlemeye mâhkumuz ve bu yüzden sevdiklerimizin bizim için ne kadar değerli olduğunu bazen onları kaybetmeden anlayamayız, yaşarken değerli olduklarını onlara göstermeli ve hissettirmeliyiz.

kabuk adam kitabından bir cümle ile tanımıma burada bir son veriyorum.


bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de geçmişteki mutluluğu hatırlamak kadar...

aslı erdoğan - kabuk adam

devamını gör...

hıçkırmalısın

türk şarkıcı yonca lodi şarkısı;
2007 yılında yayınlamış olduğu yolumu bulurum adlı albümünde yer almaktadır.

sözlerinin aysel gürel imzası taşıdığı bilinen şarkının müziği ise febyo taşel tarafından bestelenmiştir.



kaçma acısınlar bu son haline
cesaretin yok dönüp gelmeye
bundan sonra çekilip bir köşeye
sessiz ağlamak yok hıçkırmalısın
bundan sonra çekilip bir köşeye

sessiz ağlamak yok, hıçkırmalısın.
devamını gör...

claire kilroy

1973 doğumlu irlandalı yazar olarak bilinir.

yazmaya çok erken yaşlarında başladığı bilinen yazarın ilk hikayesini ise 7-8 yaşlarında yazdığı söylenmektedir.

john banville ve vladimir nabokov gibi edebiyatçılardan etkilendiği bilinen yazarın dilimize çevrilmiş 1 kitabı bulunuyor.

kitapları

asker ile denizci

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


birlikte çok güzeldik, senle ben.
şimdiye kadar bir parçası olduğum en güzel şeydik.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim