yaşamı hep bir savrulmayla geçen insanları anlatan cümledir.

ne aile hayatında ne iş hayatında; ne duygusal dünyamızda ne de içsel dünyamızda bir yere oturtamadığımız bir hayatın, artık "ne geriye ne de ileriye" gidemediği, donup kaldığı bir zamanın gölgesine saklanmış vaziyette, dilimizin ucuna gelen soru: "ben neden dikiş tutturamadım?" oluyor. şairin, "neye uzatsak elimizi, bir arşın uzakta" dediği noktada asılı kalmanın trajedisinden bahsediyorum. bu noktada kendimizi kaçarken buluruz: herkesten ve her şeyden. yeryüzünün üstünde tutunacak hiçbir dal bulamamanın endişesiyle, kendimize zeminin altında gizli bir tünel açmaya çalışırız. saklanırız, gizleniriz ve o güvenli karanlığın içinde yaşamaya alışırız.

"saklı kim? biz."
"sırlı kim" biz."
"kimdir sığıntı? biziz."

göğüs kıllarımda çoğunluğu ele geçirmiş beyazlara bakıp, 32 senenin muhasebesine giriştiğimde, işin içinden çıkamıyorum. birçokları için birçok şey başarmış biri olarak söylüyorum bunu: insanın bir öznede, bir amaçta, bir fikirde köklenmesi, orada yeşillenmesi, kendini bulması ve ömrünü o kökün üzerine bir ağaç gibi inşa etmesi, benim için hep gıpta ettiğim bir zafer olarak gelmiştir. maddi koşullar, manevi koşullar, inişler ve çıkışlar mühim değildir; insan yolunda bir amaçla ve sökülen dikişleri her daim dikerek yürüyorsa, bu yaşamda mutlak zaferini ilan etmiş demektir. neden bahsediyor arturo, bu kendi içinde soyut ve kıvranan cümlelerinde? açıklayacağız.

bir gün, bir pub'da içki koyan baristaların olduğu bölmeye oturup muhabbet etmeye başladım. genç bir çocuk, tiyatro ile ilgileniyor, hayalleri var ve imkansızlık üzerine insanlara fıçıdan bira dolduruyor, patlamış mısırları özenle kaba dolduruyor ve götürüp getiriyor. her boş kaldığında muhabbet ediyoruz: "çocuklara tiyatroyu sevdirmek için bir seyyar tiyatro ekibi kurup tüm türkiye'yi dolaşmak" hayalinden bahsediyor: "bunun için yazdığım senaryolar var, kardeşimin okulunda bir tanesini oynadık, herkes çok beğendi." mağrur, mevcut durumdaki kaygıları ve yaşadıkları zorluklar vız gelip tırıs gidiyor zira kendi özünü ve yaşam amacını keşfetmiş bir gencin gözlerinde okuyabileceğiniz bir ateş var. bu dostumuzun attığı dikişlerden bazılarının söküldüğü bir noktadaydık; amaca giden yoldan, maddi kaygılardan ve liyakatsizlikten dolayı uzaklaşmak zorunda kalmış ve o dikişleri dikmek için gereken birikimi, insanlara "cajun baharatı bol! parmak patates" ikram ederek sağlamaya çalışıyordu. zafer onundu, farkında değildi ve iç dünyasındaki kavgasında, "ben burada ne yapıyorum?" sorusunda boğuluyordu ancak, kazanacağı bir yolda en emin adımları attığının farkında değildi.

bizim dikişimiz, nereden koptuğunu hatırlayamadığımız bir zamanda ve uzamda kopmuştu ve bu sebeple de dikmek için koptuğu yeri arayıp bulmakta zorlanıyorduk. yaşam amacımız neredeydi? onu hangi heyecanımızı söndürmek zorunda kaldığımız yerde hiçliğe ve karanlığa teslim etmiştik? neredeydi? seslensek, kalabalıklar içinde ve bu koca dünyada bir sızıntı duyabilecek ve görebilecek miydik? bilmiyorduk. vahşi gündelik yaşam gerçekliğinin içinde kaybolmuştuk ve işte oradaydık: içimizde kopan çığlıkları susturmak için birkaç bira içtiğimiz yerde, tüm heyecanıyla filizlenen bir çiçeğin heyecanıyla yüzleşiyorduk.

hiçbir yerde, hiçbir insanda dikiş tutturamamanın sancısıyla devam ediyoruz. yavaştan teklemeye başlayan kalbimizin, "sigarayı ve içkiyi bırak!" uyarılarına uyacak gücü aramaya çalıştığımız zamanlardayız. bulabilecek miyiz bilmiyoruz.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"bir türlü dikiş tutturamamak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim