seni büyüten insana bebek muamelesi yapmaya kadar giden, gözünün içinde seni gördüğü zaman ki mutluluğun solduğunu yavaş yavaş gördüğün kalp birkan, psikoloji yıkan zor bir durumdur.
devamını gör...
bilmediğimdir. hakkında hiçbir şey bilmediğim zorluktur. şimdilik.

o yüzden tanımlamaya çalışmayacağım hiç boş yere. ama sanırım şunu söyleyebilirim; hayatta hiçbir şeyden korkmadığım gibi korkuyorum bundan. bugün yazıldığından maksimum 15 dakika sonra gördüm bu başlığı sol framede. nasıl ifade etsem bilmiyorum. içim cız etti desem değil, çakıldı kaldı gözlerim ekrana desem değil. şu iki satırı okudum ve uçup gitti beynim. aynı anda bir sürü şey geçti kafamdan. gün boyu da dönüp durdu beynimin kıvrımları içinde o düşünceler. hep söylüyorum ya ben kendimi oyalamayı biliyorum, bitirdim günü bir şekilde. az evvel de kapattım bilgisayarı bu yorgun cuma akşamında, gittim yattım. kendimi oyalamayı bildiğim gibi en sıkıntılı zamanlarımda bile kendimi uyutmayı da bilirim aslında. ama olmadı. çünkü bildiklerimle çelişiyordum. bir şekilde somutlaştırmam gerekiyor o yer çekimsiz ortamda salınıp durmakta olan başıbozuk düşünceleri. yere bastırmam gerekiyor ayaklarını. gövdelendirmem. eh işte açtım bilgisayarı. oturdum karşısına. hadi bakalım.

burda bu kadar yazıp çizdim. bir sürü içerik ürettim. benim için en özel olanlardan birini geçtiğimiz günlerden birinde yazmıştım. ilk adımdı aslında. ilk dillendiriş. sonrasında beni çok üzmüş olsa da o yüzden ellemedim o içeriği. dokunmak istemedim. ve hatta dokunulmasını da. galiba en çok meziyetlerini kaybetmesinden korkuyorum şimdilik yaşanacak zorluklardan ziyade. dedim ya deneyimlemedik henüz. belki sıra onlara da gelecek. teşhisi aldığımızın hemen ertesinde annemi bana aldım ben. hala ne kadar orda olduğunu görmek için, gözlemlemek için, onun kafasını karıştıran başkaca unsurlardan da onu iki günlüğüne uzaklaştırmak için. hafta sonunu geçirdik birlikte ve ben küçük küçük sınırlarımı, sınırlarını test ettim. yanlış yaptım belki bilmiyorum ama bunu yapmak zorundaydım. babamın kanser olduğunu öğrendiğimizde mesela, elbette hekimlerin de söylemleri, tutulmaların görüldüğü yerlerin bilgisi vs vs, korku yok baskın bir çaresizlik hissi vardı. ne olacağını biliyorduk. ölecekti babam. ve hatta bu kısa bir zaman içerisinde olacaktı. çok sinirliydim çünkü çok çaresizdim. şimdi de düşünüyorum şu an belki daha bile çok çaresizim. ama sinirli değilim. niye? çünkü çaresizliğimi bile bastıran bir başka büyük duygu tarafından baskılanıyorum. korku. bizim ailede eli çizim konusunda kalem tutan tek kişi annemdir. babamın koca koca haritaları vardı mesela. üzerine işaretlemeler yaptığı, notlar aldığı, 6 kişilik bir yemek masasının boydan neredeyse yarısını kaplayacak kadar büyük bölge haritaları. annem ne zaman babamın bir bölgeyle haliyle de haritayla işi bitse, o işaretlemeleri, notları da içine alan resimler yapardı haritaların üzerine. boş kağıtlara, belki yatak odasında durduğu 10 küsür sene içinde maksimum 10 kez kullandığı tuvale değil o haritaların üzerine yapardı resimlerini. sınır çizgileri bazen bir kadının yüz hatları olurdu, bazen bir peyzaj resmindeki dağlar, tepeler, minik derecikler. neden bilmiyorum ama onların üzerine yapmayı çok severdi çizimlerini. keşke evde bir yerlerde olsalardı da fotoğraflasaydım şimdi. ya da akıl etmiş olsaydım da o zamanlarda. ne bileyim ben lisedeyken falan bile devam ediyordu bu alışkanlığı. ama çoğusu benim çocukluğum dönemine denk gelir. annemin evini taşırken hiçbiri geçmedi elimize. demek ki ya atıldılar ya da şirketlerden birinin arşivinde duruyorlar... yazık. çok kopuyorum bağlamdan farkındayım. bağlam falan da yok ortada gerçi ya hoş, neyse. şunu söyleyecektim heh, klasik bir test var ya hepimizin bildiği; alzheimer hastaları saat çizemez. ben bu hafta sonu boyunca bunu denetmeye önce cesaret edemedim. ama saati sorabildim. söyleyemedi. yılı sordum cevaplayamadı. tayyip'i bildi ama, neyse. en son kağıt kalem getirdim. çizmesini rica ettim. yuvarlak çizebildi, gerisi yok. saate bakmasını söyledim. baktı, onu çiz şimdi, onun gibi çiz dedim, bir iki bir şey çizdi, sonra da sinirlenip kağıdı yırttı. daha nelerle karşılaşacağımızı bilmiyorum. ve bu bilinmezlik beni öldüresiye korkutuyor.
güzelcim'e söz verdirmiştim bir gün. olur da bir kaza falan gelirse başıma, ansızın falan olur ya, hayat bu; hala delirmemiş olursa henüz ve yönetici olursa hala bu sözlükte o gün itibariyle, bu tip içeriklerimi temizleyecek. böyle hunharca yazıyorum ama bunları okusa üzüntüden kahrolacak insanlar var hayatımda. ailem var. terapi süreci başlatmam gerekiyor belki de yine, bilemiyorum. korkudan o konuda bile hareket edemiyorum anlayacağınız. üretkenlikte durağanlık. oyalanma. en kolayı. şimdilik. yaşayıp göreceğiz.
devamını gör...
insanız ya işte. kırılganız alınganız. en çok da o an o zorluklarla boğuşurken sizi tanımaması zorluyor bazen. halbuki kendini dahi tanımıyor sen neyin tribindesin?
devamını gör...
demans; öğrenme, bellek, oryantasyon, dil kullanımı gibi zihinsel fonksiyonların bozulması ile karakterize durum, namı diğer bunama. en sık ortaya çıkış sebebi ise alzheimer hastalığı.

yetişkin birinin çocuklaşmasını izletiyor yakından. sürekli bir şeyler soran, konuşmalara anlam veremeyen, gürültüyü olumsuzluk addedip huzursuzlanan, bulunduğu ortamdan uzaklaştığı zaman kafası daha fazla karışan, belli başlı isimler haricinde kimseyi hatırlamayan birine dönüşüyor kişi.

bu insanların günlük belirli bir rutine sahip olmaları, söylediklerine daima tamamlayıcı cümleler kurup güvende hissettirilmeleri, kendi başlarına bırakılmamaları gerekiyor. çok yakınımdaki insanlar böyle, öyle şeyler yaşatıyor ki çekirdek aileleri onlara, bilemiyorum onlar için bunun bir lütuf olup olmadığını. her şeyiyle fazlasıyla zor, psikolojisini kaldırmak her babayiğidin harcı değil, çok çok geçmiş olsun.
devamını gör...
nasreddin hoca'nın damdan düşme hikâyesi gibi bir durum. malum; hoca eşiyle birlikte damda yatarken pat diye aşağıya düşüverir. komşular başına toplanırlar. ''hoca nasılsın? bir şeye ihtiyacın var mı?'' diye sual ederler. bunun üzerine hoca bir hışımla; '' çabuk bana damdan düşen birini getirin. beni ancak o anlar!''

biz bu süreci babamla yaşadık. zorluğu kelimelerle ifade edilebilecek cinsten değil lakin dilim döndüğünce özet geçmeye çalışayım; esasen her şey üst üste geldi. önce bir kalp krizi, sonrasında beyin kanaması... dağ gibi adam bir anda çöktü. kalp krizi geçirdiği zaman eşimle apar topar yanına gittik. nekahet döneminde bazı şeyler dikkatimizi çekmeye başladı. durumu anneme sorduğumda, aslında mevzunun çok da ayırdında olmadığını anladım. belki de babama bu durumu yakıştıramamıştır kim bilir? teşhis konduktan sonra babam bizimle yaşamaya başladı. eşimin desteği bu dönemde benim için çok önemliydi. düşünsenize; yıllar boyu eteklerinde dinlendiğiniz, kendinizi güvende hissettiğiniz dağ gibi bir adamın günden güne gözünüzün önünde erimesini izliyorsunuz. kırılganlığına, yılgınlığına, yorgunluğuna, korkularına, içe kapanışına, herkesten ve en çok da kendisinden uzaklaşmasına bizzat şahit oluyorsunuz. artık onunla hiç bir şey konuşamaz ve paylaşamaz hale geliyorsunuz. tek yapabileceğiniz şey kaygılarını ortadan kaldırmaya yönelik oluşturabileceğiniz güven ortamı...

o süreçte benden başka kimseye güvenmemeye başlamıştı ve bu durum cidden sizi ve ailenizdekileri çıkmaza sokuyor. misal; işlerim dolayısı ile 10 gün kadar babamın ablamda kalması gerekti. o, 10 gün boyunca her gün beni arattırdı ve ''beni ne zaman almaya geleceksin?'' diye sordu. nihayet, ben onu almaya gittiğimde biraz rahatladı ve neşelendi. o dönemlerle ilgili aklımda kalan en güzel anı babamla birlikte evin ön bahçesinde vişne topladığımız zaman dilimidir. birlikte geçirdiğimiz 5 senelik bu yorucu süreç içerisinde onu tekrar normal gördüğüm tek an oydu. şakalaştık, güldük eğlendik, geçmişten bahsettik, hatta fenerbahçe'nin halinden ahvalinden bahsedip dertlenmişti bile. benim için muazzam bir gündü. eşim kapıya gelip bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sorduğunda, ona ''sanırım babamı bir daha böyle göremeyeceğiz. o yüzden günün tadını çıkarmaktan başka bir ihtiyacım yok.'' demiştim. öyle de oldu zaten... sonra yine sinir patlamaları, takıntılar, sürekli hastane yollarını aşındırma vesaire. ilginç olan şudur ki; babam çevresindeki her şeye karşı duyarsızlaşmışken torunu ile ilgili bir mevzu söz konusu ise hemen olaya müdahil oluyordu. torununu ise ancak 7 ay görebildi. ha bir de fenerbahçe maçları var tabi. fenerbahçe maçlarını izlemeyi asla bırakmadı. maç izlerken yüzüne çocukça bir gülümseme yerleşiyordu ve bu durum bizi ziyadesiyle mutlu ediyordu. beşiktaş'ın fenerbahçe'ye yenilmesini istediğim tek zaman dilimi de babamın bu rahatsızlık zamanlarına denk gelir... bazen de usul usul bahçe kapısına gelir benim köpeklerle arka bahçede oynayışımı gülümseyerek izlerdi. o anlar sayesinde yeniden anlamlı hale geliyordu her şey. çünkü gözlerindeki ışıltıyı böyle küçük zaman dilimlerinde yakalayabiliyordunuz.

bir sabah çok gergin bir şekilde ve korku içerisinde uyandı. ''nefes alamıyorum. öleceğim. beni hastaneye götürün.'' diye diretiyordu. kim bilir benzer sahneyi kaç kez yaşamıştık. ağır ağır evden çıktık. arabaya bindirdim. hastaneye gidene kadar arada dikiz aynasından babama bakıyordum. camdan dışarıyı izliyordu. hiç konuşmadı. hiç bir şey sormadı. hiç şikayet etmedi. sanırım ''ölüm sessizliği'' denilen şey bu oluyor. sonrasında idrak ettim bunu. hastaneye vardığımızda ben kaydını yaptırırken onu tekerlekli sandalyeye oturttular. tam işlemleri bitiriyordum ki, tosbağam diye canhıraş bir ses tonuyla seslendi bana. sonrasında başı yana düştü... son nefesini orada verdi diye düşündük ama babamı geri getirmeyi başardılar. 10-12 gün yoğun bakımda kaldı ve gece yarısı gelen bir telefonla kendisini kaybettiğimizi öğrendik.

o döneme dair sayfalarca şey yazılabilir ancak bu süreçte en önemli şeyin, yanınızda sizi anlayan, size destek olan bir insanın olması gerekliliğidir. eşim sayesinde bu dönemin yorgunluğunu, üzüntüsünü, gerginliğini ve en önemlisi hayal kırıklığını göğüslemeyi başarabildim. malum bizim kültürümüzde baba dağdır. babamın hastalığı uzun sürdüğü için tabiri caizse parça parça ve tekrar tekrar çığ altında kaldım. işte o noktada, çığ altındayken elinizi kavrayabilecek başka bir el büyük önem arz ediyor.

hastaların karakterleri ve yaşam biçimleri farklı olduğu için hap bilgi niteliğinde öneriler yazmak çok zor. güvende hissedebilecekleri bir ortam, sabır, anlayış ve çokça ilgi göstermek haricinde yapabilecek pek bir şeyiniz olmuyor. bu süreci yaşayacak olan arkadaşlara ise şimdiden bolca güç ve sabır temenni ediyorum. dağınız yıkılırken ayakta kalmanız, o'nun ve sizin için en önemli olanı... en azından kavanoz dipli dünyanın kapağı sizin için kapanana kadar böyle yapmanız gerekiyor. *
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"demans hastasına bakmanın zorluğu" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim