tüketim teşviki ve sürekliliği üzerine en çalışır ve yaklaşık 40-50 senedir işlevselliği devam eden mantalite. bu mantalitenin en önemli özelliği kuşkusuz üretim-tüketim ilişkisinin en dışında durduğunu sanan bireylerin dahi aslında içeride olduğu geniş bir çember olmasıdır.

ticari menfaatçilerin gözlemleri –bizi gözlemleyişleri- o kadar detaylı ve haklı sonuçlar ortaya koymuştur ki, bugün özellikle toplum tarafından aynı zamanda en ‘’sistem dışı’’ olarak algılanan ‘’cool’’ ürünlerin aslında planlı olarak tarafımızca öyle algılanması ve satın alınması olayı gerçekleştirilmiştir. dolayısıyla burada zaten kendi irademizle ayıkladığımızı sandığımız tüketim stratejimizin aslında ticari menfaatçier böyle sanmamızı istediği için olduğu sonucu kesin şekilde ortaya çıkıyor. savaşa, açlığa, zulme, dengesiz gelir dağılımına yönelik baş kaldırılarımız metalaştırılıp satışa çıkıyor; bizim sayemizde… bu diğer bir açıdan bizim üretim-tüketim ilişkisinde yalnızca tüketim kolunda değil üretim kolunda da ne derece önem arz ettiğimizin göstergesidir. ‘bir takım ürünleri’ satın almayı reddederek dahi üretim alanında duygusal-ahlaki değişikliğe sebep oluyoruz ancak tüketmeyi reddetmekle başka bir takım ürünlerine üretimine artış sağlamış oluyoruz. çünkü arz talep ilişkisinde de olduğu gibi talep arttığı sürece arzın artacağı bir sistemin en önemli unsurları olarak sistemde yerimizi alıyoruz. insan türünün bu bakımda sistemden ayrılması olanaksız. neyi itmiş olursak olalım bir şeyleri iterken başka bir şeyleri çekmek zorunluluğumuz hiç değişmiyor; bu da bizim en önemli özelliğimizi ortaya koyuyor ki; insan tüketmeden yaşayamaz. bu noktada tüketmek-tüketmemek ilişkisinden sıyrılamadığımız noktada asıl yapılması gereken şey ise ‘’tüketmeyi öğrenmek’’. yani tüketmeyi sona erdirmek ya da taban değişikliği yapmak yerine minimuma indirebilmek ve bunu yaparken ''neyi tüketeceğini bilmek''.

60’lı yıllardan sonra ticari hizmet veren-üretici şirket ve fabrikaların ürünlerinde büyük bir değişim yaşanmaya başlandı. dünya toplumu, yüzdelik dilimi çoğunlukta olarak, temel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde bir haz ve açlıkla keyfi tüketime yöneldiler. 60’lı yıllar özellikle gençlerin başkaldırılarından beslenmeyi öğrenmiş şirketlerin açtığı kapılara ev sahipliği yapan yıllardır. müzik endüstrisi gelişmiş, genç akımlar ortaya çıkmış, endüstriye olan tepki yayılmış, ‘’cool’’ kavramı adına (o zamanlar adı bu olmasa bile) bugünkü hali için ilk adım atılmıştır. bugün hala dönemin başkaldırıları çeşitli ürünlerle piyasayı süslemekte ve peynir ekmek gibi tüketilmektedir. rock’n roll dinlememesine ve felsefesine hakim olmamasına rağmen birey o içerikli ürünleri keyfi ihtiyaç listesinin önceliklerine almış durumda.

kuşkusuz üretim-tüketim anlamında en önemli devrim 1929 bunalımıyla birlikte gelen bilinçli eskitme fikridir. fikir bunalım yılları sırasında ve sonrasında hemen hayata geçirilmemiş olsa da üretim ve tüketim alanında büyük değişmelere gidileceği anlaşılmış, ticari menfaatçilerin yüzü gülmeye başlamıştı. bu çeşit bir yenilik; tıpkı 60’larda kendi ellerimizle oluşturduğumuz akım ve müziğin bugün hala biz tüketelim diye ticari menfaatçilerin ustaca kullanıldığı gibi; uzun yıllara ve geniş bir alana yayılacak türden bir yeniliktir. nitekim bugün bu topraklarda 24 ay taksitle iphone satın alarak mutluluğuna mutluluk katan insan sayısı şu an sayamayacağımız kadar fazla. bu da ta 30’lu yıllarda ortaya çıkmış (bkz: planned obsolescence) yönteminin hala ne derece işlevsel olduğunun kanıtıdır.

thomas frank 1997 tarihli ‘’conquest of cool’’ adlı kitabında şöyle demiştir:

''bütün bunlar bir yana ironik bir biçimde insanlar birdenbire ticari cool’un rüya ülkesinde uyanmış buldular kendilerini. biz bebekliğimizde tv sehpalarımızın önünde emeklediğimiz günden beri bunun farkındaydık. bize yalanlar söylendi, propagandalara maruz kaldık, sürekli olarak, gün be gün tüketimin bizi mutlu edeceği yalanıyla kandırıldık. deney kutularındaki fareler gibi satın al butonuna basıp durmamızın sebebi de bu. milyonlarcamız aynı tüketim rüyasına yaslanmış tek tonda yürümeye devam ediyor.''

t.frank’e bir noktada katılmıyorum. yalnızca onlar yalan söylemedi bize. biz de ya kendimize yalan söyledik ya da söylenen yalanların bizi getirdiği nokta hoşumuza gitti. tükettikçe mutlu olan bir kitleye bas bağıra bağıra bunları anlatsan da anlayış göstermesi beklenemez. kaldı ki işin bu duruma tepki gösterip, bunları okuduğunda, bilinçlendiğinde uyarılan ama yine de tüketmeye devam etmesi gibi bir durum söz konusunda. belki buradaki ayrımı farkındalık yaratıyordur.

gerçekten tüketim ağına girmediğinizi zannederken bir numaralı tüketici formu olduğunuzu fark etmediniz mi?

gezi parkı direniş eylemlerine iki hafta boyunca katılım göstermiş, her türlü bireysel ve toplumsal mücadeleyi fiziksel yetileri yettikçe vermiş, geceleri orada nöbet tutarken gerçekten sistemden sıyrılıp tepki koyabildiği için vicdanının en ücra noktalarını dahi capcanlı hissetmiş, üzgün, çalınmış, hesap kitap işlerine kızmış çok kızmış bir birey düşünelim. bu birey bugün istanbul beyoğlu’nda arkadaşları ile keyifli anlar yaşarken ve bir mekandan ötekine geçerken bir mağazanın vitrininde rastladığı gezi parkı hatırası fotoğraf günlüğü, gezi parkı direniş rozeti, gezi parkı direniş kupası, gezi parkı not defteri gibi ‘’ürünleri’’ büyük bir mutlulukla ‘’satın almış’’ ve odasının baş köşesine onları dikerek başkaldırısını ölümsüzleştirmiş(?)tir… en tehlikeli farkındasızlık... kendi başkaldırımızı dahi bize ürünler silsilesi olarak sunan bir sistem söz konusu. son derece çıkarcı, oldukça fanatik, fazlasıyla duygusal bir ekonomik sistem… oysa ki gezi parkı eylemleri nitelik olarak yalnızca mevcut iktidara değil dünya sistemine bir tepki niteliği taşımaktadır. tepki niteliği taşıyan bir hareketin üretim-tüketim ağının en mühim ve son moda konusu olması bu anlamda kimin suçu ya da sorumluluğudur? bu bağlamda thomas frank’e katılmamaktayım çünkü yalnızca onlar yalan söylemedi bize, biz de yalan söyledik bize. kendisinin yalancı olmadığını düşünecek bazı bilinçli(?) çevreler içinse şunu söyleyebilirim; siz yalan söylemediniz ancak yalancı üreticiye üretim malzemesini veren ve o ürünü tüketen yine siz oldunuz.

sonsuz bir çark... evrenin en akıllı ve tehlikeli yaratığı olan insan’ın aynı zamanda en büyük endüstri olduğunu inkar etmek aptallık olur.

insan en büyük endüstri, alışveriş en kusursuz orgazmdır
devamını gör...
(bkz: consume obey die)
devamını gör...
izlemek isterseniz tüketim kültürü ile ilgili alt metni çok sağlam olan "they live" filmini önerebilirim.


john carpenter tarafından yazılan ve yönetilen 1988 yapımı bir amerikan bilimkurgu filmi. filmin başrol oyuncuları roddy piper, keith david ve meg foster'dır. film bilimkurgu kategorisinde olmasına rağmen sistem eleştirisi yapan yönüyle öne çıkmaktadır.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"everything is fine keep shopping" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim