#netflix dizisi
martin scorsese'nin, ünlü yazar frances ann lebowitz sorular yönelttiği mini netflix belgesel dizisidir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "gokcehan" tarafından 04.08.2021 22:56 tarihinde açılmıştır.
1.
2021 başında çıkan bir mini dizi ve konusu fran lebowitz. bu dobra kadın ile yapılan enfes bir söyleşi/sohbet (belki de belgesel). her bölüm yaklaşık 30 dakika ve 7 bölüm. kullanılan müzik ve görseller diziye çok hoş bir hava katıyor. bu mini dizi birkaç saatte, yavaş yavaş sindirilerek izlenmek isterse en fazla 1 haftada izlenebilir.
fran lebowitz 70 yaşında ve birçok tecrübesi var. liseden atıldıktan sonra ve 20 yaşında tecrübesiz bir şekilde new york'a geliyor ve her ne kadar şehirden nefret ediyor gibi görünse de hayatının kalan yıllarını bu şehirde devam ettiriyor. bu süreçte birçok tecrübesi de oluyor tabii ki. kendisinin ayrıca birçoğumuzun toplumda söylemeye korkacağı fikirleri var fakat kendisi bunları çok açık bir şekilde dile getirebiliyor. aslına bakılırsa neşeli ve espritüel bir insan ama espri tarzı daha çok iğneleyici ve ironik. hayatında birçok alanda cinsiyetçiliğe maruz kalmış aslında fakat bunlar onu engelleyememiş. taksicilik anılarını anlatırken bir daha yaşasa asla yapmayacağını söylüyor. kadın oluşu bu alanda onun çok fazla zorbalığa maruz kalmasına sebep olmuş. yemek yemeye gittiğinde bile kimse onla konuşmazmış.
•••geriye kalan kısım dizideki sohbetleri kapsıyor eğer izleyeceksiniz alt kısmı sakın okumayın. bu kısım size yeter•••
•••spoiler bölgesi••••
•••ama aslında fran'ın düşünceleri var sadece•••
ilk dakikalardan itibaren yalnızlığı insanlara yeğlediğini üstüne basa basa söylüyor. hatta kalabalık insan topluluklarından nefret ettiğinde de hem fikiriz. küçük çocukları da çok sevdiği söylüyor. sanırım sorunu yetişkin insanlar ve kalabalıkla. öyle ki filmleri genelde sinemada izleyemiyor çünkü insanlardan rahatsız oluyor. insanlara asla güvenmiyor. elinde bir kalem olsa ve karşısında birisi olsa o kaleme sıkı sıkıya sarılacağını asla elinden bırakmayacağını söylüyor. insanları sevmiyor fakat partiye gitmeyi de çok seviyor hatta hayatındaki çoğu kişiyle partilerde tanıştığını varsayıyor.
yaşam tarzını tam olarak şu şekilde tanımlıyor: emin olun, ben bu yaşam tarzına “yaşam tarzı” demezdim. neden hala new york’ta olduğu sorulunca ise aklına başka bir yer gelmediğini söylüyor. aslında bu soruya verdiği cevap birçoğumuzun yaşadığı problemi gözler önüne seriyor. yaşadığımız şehirden ya da değiştirebileceğimiz bir şeylerden memnun değiliz ama başka gidecek bir yer ya da yapacak başka bir şey aklımıza gelmiyor.
new york belediyeciliğinden ve toplu taşımadan nefret ettiğini fazlasıyla dile getiriyor ve anılarını anlatırken gözlemlediğim kadarıyla teknoloji ve bilime olan yakınlığı göz yaşartıyor. teknolojiden nefret ettiğini ve bilmediği için değil bildiği için kullanmadığını söylüyor.
kendi züppeliklerinden bahsederken bunların kendine ait olan şeyler olduğunu gözlemliyoruz. züppelik adını verdiği şeyler ailesinin mesleği, okuduğu okullar, yaşadığı yer değil tamamen kendi emeği ve düşünceleriyle kazandığı şeyler. bu söylediklerine fazlasıyla katılıyorum, züppelik kötü bir şey ama eğer züppelik yapmak istiyorsa birisi bu tarz şeylerle yapmalı.
parayı sevmeyip eşyaları sevdiğini söylüyor. sorulması üzerine new york’a ilk geldiği zamandaki kendine bir tavsiye vermesi gerekecekse paralı gelmesi gerektiğini de ekliyor. para konusunda bu kadar tembel olmasının sebebini 50’lerde küçük bir kız olmaya bağlıyor yani cinsiyetçiliğe. erkek olsaydı para daha düşkün olabileceğini söylüyor. new york’a ilk geldiği zaman cebinde 200 doları olduğunu ve bu paranın ömür boyu yeteceğini düşünmüş ama new york’a geldiği günden sonra şoförlük, satıcılık, temizlikçilik yapmış. haftanın 5-6 günü çalışmış. umudunu kaybetmeyip her gün daha iyi bir iş bulacağını düşünmüş.
zindeliği aç gözlülük olarak görüyor ve tahammül edemiyor. zindeliği fazladan sağlık olarak görüyor. ayrıca sağlığın abartıldığını ve üstüne fazla düşünüldüğünü düşünüyor. küçükken sağlıksız bir ortamda büyümesine ve sağlıksız bir bağımlılığı olmasına rağmen onun hayatta ve bir dostunun da sağlığına çok dikkat etmesine rağmen mezarda oluşunu buna kanıt olarak gösteriyor. sporla da ilgilenmiyor hatta nefret ediyor. spor dallarını da seksek ve beş taş gibi bir oyun olarak görüyor. sporu çocuk işi olarak görüyor -çocuk işi derken kastettiği şey insanların yüzlerini boyayıp kazanıldığında deli gibi eğlenmesi-. spordan nefret etmesinin diğer sebebi ise sporu genel olarak erkeklerin yönetmesi. buna rağmen daha çok spor yapan kadın olmasını değil de mecliste daha çok kadın olmasını yeğlermiş.
fran bir bölümde şöyle diyor “insanlar bana sık sık gıcık oluyor hatta öfkeleniyorlar. oysaki ben kimse yerine karar vermiyorum. herhangi bir şeyi değiştirebilecek bir yetkim yok. eğer böyle bir yetkim olsa kızmalarını anlardım. belki değiştirebilseydim ben de daha az öfkeli olurdum. bir sürü fikrim var ama yetkim yok, ben buna öfkeliyim.” diyor. belki de birçok kişinin problemi bu fikrimiz var ama bazen kendi hayatımızda bile yetkimiz yok. istediğimiz mesleği yapmak için hatta ve hatta herkesin olan bu gezegende farklı topraklara gitmek için bile birçok kişiden izin almamız gerekiyor. bu gezegende benim de en büyük öfkelerimden biri buna. kontrolün bir şekilde bizde olamayışına.
her şeyin sanat olmadığını savunuyor –ki bence de öyle-. her şey sanat olamaz. 1 saat sonra yenecek bir pasta sanat olamaz. sanat kalıcı olmalıdır ve yetenek işidir. herkes sanatta yetenekli de olamaz ve kötü olan ve sanat olduğunu düşünülen şeylerin kişinin kendisine saklaması gerektiğini savunuyor. bu kısma katılmıyorum çünkü geri bildirimlerle yeteneğini kanıtlayabilecek binlerce kişi var. yetenek çok özel bir şey ve keşfedilmesi için adımlar atılmalıdır. bir kısımda kapitalizm ve sanatla ilgili önemli bir örnekte bulunuyor. picasso’nun tablosu açık arttırmaya sunulduğunda ve satıldığında eserin değil verilen paranın alkışlandığını söylüyor. kapitalizm daha iyi bir örnekle açıklanamazdı.
kitapların en büyük zenginlik olduğunu düşünüyor. bunun sebebi kitapların sayısız dünya ve hayat barındırması. okumaya başlar başlamaz zengin olduğunu söylüyor. bu konu hakkında şunları söylüyor “sürekli okuyabilsek para düşünmeye zamanımız kalmaz. para teferruattır, kitapsa devasadır.”. sonuna kadar katıldığım bir söylemdi bu. para sadece küçük bir ayrıntı, bir teferruattır fakat kitaplar her şeyi kapsayabilecek bir güç.
fran lebowitz 70 yaşında ve birçok tecrübesi var. liseden atıldıktan sonra ve 20 yaşında tecrübesiz bir şekilde new york'a geliyor ve her ne kadar şehirden nefret ediyor gibi görünse de hayatının kalan yıllarını bu şehirde devam ettiriyor. bu süreçte birçok tecrübesi de oluyor tabii ki. kendisinin ayrıca birçoğumuzun toplumda söylemeye korkacağı fikirleri var fakat kendisi bunları çok açık bir şekilde dile getirebiliyor. aslına bakılırsa neşeli ve espritüel bir insan ama espri tarzı daha çok iğneleyici ve ironik. hayatında birçok alanda cinsiyetçiliğe maruz kalmış aslında fakat bunlar onu engelleyememiş. taksicilik anılarını anlatırken bir daha yaşasa asla yapmayacağını söylüyor. kadın oluşu bu alanda onun çok fazla zorbalığa maruz kalmasına sebep olmuş. yemek yemeye gittiğinde bile kimse onla konuşmazmış.
•••geriye kalan kısım dizideki sohbetleri kapsıyor eğer izleyeceksiniz alt kısmı sakın okumayın. bu kısım size yeter•••
•••spoiler bölgesi••••
•••ama aslında fran'ın düşünceleri var sadece•••
ilk dakikalardan itibaren yalnızlığı insanlara yeğlediğini üstüne basa basa söylüyor. hatta kalabalık insan topluluklarından nefret ettiğinde de hem fikiriz. küçük çocukları da çok sevdiği söylüyor. sanırım sorunu yetişkin insanlar ve kalabalıkla. öyle ki filmleri genelde sinemada izleyemiyor çünkü insanlardan rahatsız oluyor. insanlara asla güvenmiyor. elinde bir kalem olsa ve karşısında birisi olsa o kaleme sıkı sıkıya sarılacağını asla elinden bırakmayacağını söylüyor. insanları sevmiyor fakat partiye gitmeyi de çok seviyor hatta hayatındaki çoğu kişiyle partilerde tanıştığını varsayıyor.
yaşam tarzını tam olarak şu şekilde tanımlıyor: emin olun, ben bu yaşam tarzına “yaşam tarzı” demezdim. neden hala new york’ta olduğu sorulunca ise aklına başka bir yer gelmediğini söylüyor. aslında bu soruya verdiği cevap birçoğumuzun yaşadığı problemi gözler önüne seriyor. yaşadığımız şehirden ya da değiştirebileceğimiz bir şeylerden memnun değiliz ama başka gidecek bir yer ya da yapacak başka bir şey aklımıza gelmiyor.
new york belediyeciliğinden ve toplu taşımadan nefret ettiğini fazlasıyla dile getiriyor ve anılarını anlatırken gözlemlediğim kadarıyla teknoloji ve bilime olan yakınlığı göz yaşartıyor. teknolojiden nefret ettiğini ve bilmediği için değil bildiği için kullanmadığını söylüyor.
kendi züppeliklerinden bahsederken bunların kendine ait olan şeyler olduğunu gözlemliyoruz. züppelik adını verdiği şeyler ailesinin mesleği, okuduğu okullar, yaşadığı yer değil tamamen kendi emeği ve düşünceleriyle kazandığı şeyler. bu söylediklerine fazlasıyla katılıyorum, züppelik kötü bir şey ama eğer züppelik yapmak istiyorsa birisi bu tarz şeylerle yapmalı.
parayı sevmeyip eşyaları sevdiğini söylüyor. sorulması üzerine new york’a ilk geldiği zamandaki kendine bir tavsiye vermesi gerekecekse paralı gelmesi gerektiğini de ekliyor. para konusunda bu kadar tembel olmasının sebebini 50’lerde küçük bir kız olmaya bağlıyor yani cinsiyetçiliğe. erkek olsaydı para daha düşkün olabileceğini söylüyor. new york’a ilk geldiği zaman cebinde 200 doları olduğunu ve bu paranın ömür boyu yeteceğini düşünmüş ama new york’a geldiği günden sonra şoförlük, satıcılık, temizlikçilik yapmış. haftanın 5-6 günü çalışmış. umudunu kaybetmeyip her gün daha iyi bir iş bulacağını düşünmüş.
zindeliği aç gözlülük olarak görüyor ve tahammül edemiyor. zindeliği fazladan sağlık olarak görüyor. ayrıca sağlığın abartıldığını ve üstüne fazla düşünüldüğünü düşünüyor. küçükken sağlıksız bir ortamda büyümesine ve sağlıksız bir bağımlılığı olmasına rağmen onun hayatta ve bir dostunun da sağlığına çok dikkat etmesine rağmen mezarda oluşunu buna kanıt olarak gösteriyor. sporla da ilgilenmiyor hatta nefret ediyor. spor dallarını da seksek ve beş taş gibi bir oyun olarak görüyor. sporu çocuk işi olarak görüyor -çocuk işi derken kastettiği şey insanların yüzlerini boyayıp kazanıldığında deli gibi eğlenmesi-. spordan nefret etmesinin diğer sebebi ise sporu genel olarak erkeklerin yönetmesi. buna rağmen daha çok spor yapan kadın olmasını değil de mecliste daha çok kadın olmasını yeğlermiş.
fran bir bölümde şöyle diyor “insanlar bana sık sık gıcık oluyor hatta öfkeleniyorlar. oysaki ben kimse yerine karar vermiyorum. herhangi bir şeyi değiştirebilecek bir yetkim yok. eğer böyle bir yetkim olsa kızmalarını anlardım. belki değiştirebilseydim ben de daha az öfkeli olurdum. bir sürü fikrim var ama yetkim yok, ben buna öfkeliyim.” diyor. belki de birçok kişinin problemi bu fikrimiz var ama bazen kendi hayatımızda bile yetkimiz yok. istediğimiz mesleği yapmak için hatta ve hatta herkesin olan bu gezegende farklı topraklara gitmek için bile birçok kişiden izin almamız gerekiyor. bu gezegende benim de en büyük öfkelerimden biri buna. kontrolün bir şekilde bizde olamayışına.
her şeyin sanat olmadığını savunuyor –ki bence de öyle-. her şey sanat olamaz. 1 saat sonra yenecek bir pasta sanat olamaz. sanat kalıcı olmalıdır ve yetenek işidir. herkes sanatta yetenekli de olamaz ve kötü olan ve sanat olduğunu düşünülen şeylerin kişinin kendisine saklaması gerektiğini savunuyor. bu kısma katılmıyorum çünkü geri bildirimlerle yeteneğini kanıtlayabilecek binlerce kişi var. yetenek çok özel bir şey ve keşfedilmesi için adımlar atılmalıdır. bir kısımda kapitalizm ve sanatla ilgili önemli bir örnekte bulunuyor. picasso’nun tablosu açık arttırmaya sunulduğunda ve satıldığında eserin değil verilen paranın alkışlandığını söylüyor. kapitalizm daha iyi bir örnekle açıklanamazdı.
kitapların en büyük zenginlik olduğunu düşünüyor. bunun sebebi kitapların sayısız dünya ve hayat barındırması. okumaya başlar başlamaz zengin olduğunu söylüyor. bu konu hakkında şunları söylüyor “sürekli okuyabilsek para düşünmeye zamanımız kalmaz. para teferruattır, kitapsa devasadır.”. sonuna kadar katıldığım bir söylemdi bu. para sadece küçük bir ayrıntı, bir teferruattır fakat kitaplar her şeyi kapsayabilecek bir güç.
devamını gör...