malatya'da deprem korkusu nedeniyle kendini asan adam
başlık "kremlinindelisi" tarafından 03.10.2023 11:10 tarihinde açılmıştır.
1.
malatya'da 62 yaşındaki bir şahıs, oğlu tarafından ölü bulundu. hayatını kaybeden şahsın yanında ise "sürekli deprem olacak korkusu yaşamaktan yoruldum" notu bulundu.
-iha
-iha
devamını gör...
2.
haydi gençler aklı başında değil, cahiliye yaşları ve bilinçsizce hareket ederek sorgulama yapmadan intihar ediyorlar veya kalkışıyorlar. ama bunca sene yaşanmış, ömrün sonuna gelinmiş, eceli beklemeden intiharı tercih etmek için de "allah şaşırtmasın, şeytana uydurmasın" demek düşer.
devamını gör...
3.
ınsanlarin piskolojisi bozulmuş. sozde destek vereceklerdi.kolaymi o kadar insanin ölümünü seyretmek .akli melekelrini kaybetmiş allah herkesin yardimcisi olsun
devamını gör...
4.
paranoyaya dönüşmüş kaygı durum bozukluğu sebebiyle canına kıymış adamdır. sürekli yaşanan depremler, depremden sonra insanların yaşadığı tecrübe ve bundan sonra ne olacağı konusunda duyulan güvensizlik birleşmiş. klinik destek alsa bunun yaşanmayacağını düşünüyorum. etrafınızda deprem, hastalık ya da kaza atlatmış olup bu şekilde sürekli panik ve kaygı duyarak yaşayan tanıdıklarınız varsa onları en kısa sürede klinik destek almaya davet edin. insanız ve ruhumuz göründüğü kadar sağlam değil.
devamını gör...
5.
bu adamla aynı psikoloji içinde baya insan var.
özellikle büyük depremlerden sonra sürekli olan artçı depremler.
tabi artçılar olurken alınlarında yazmadığı için ne zaman olsa "devamı gelecek." veya "devamlı ve gittikçe şiddetlenecek." gibi algılar oluştu.
3-4 olsa bile tepkiler 6-8 gibi. ve biz 3 tane gibi dursa da aslında yüzlerce büyük deprem yaşadık...
depremin olduğu gün sağanak yağmur ve gök gürültüsü vardı. bu hava bile insanın boğazına yapışan el gibi. geçen birkaç gün içinde aynı hava vardı. ve doğru düzgün uyuyamadık bile. o temayla göz kapayınca o anların görüntüsü başlıyor.
güçlü gök gürültülüleri bile deprem hissi veriyor bazen.
sanki bahçedeki çiçekler birden canavara dönüşüp peşinize düşmüş, ailenize saldırmış, size saldırmış. ve o sebeple bahçenin güzelliği gözünüzde olumlu etkisini kaybetmiş. bazen birkaç taç yaprak, bazen birkaç çiçek size yakınsa veya uzaksa kötü hissettiriyor.
bize olan bu.
evlerin yuva hissi kayboldu: bu da rahatlık ve huzura denk. normal evlere bakınca, evler o günün evlerine dönüşüyor.
depremden 1.5 -2 hafta sonra merkeze bakmıştık. sessiz ve ıssız gibiydi. ama o evlerde korku ve acının çığlık sesleri ve görüntüler vardı. kaçmaya çalışan insanların, enkazda kalanların, sevdiğini kurtaramayanların vs. hani her evin hikayesi var ya. bakınca oradaki hikaye görünüyor gibiydi.
yağmur, gökgürültüsü ve karanlığa bayılan bir insandım. etkileri olumlu gelmiyor artık. yağmur o insanların gözyaşına, gökgürültüsü çığlıklarına, karanlık ise en savunmasız; uyku hâlinden kalma an'ına dönüştü.
elektrikler ara ara gidiyor mesela. çadırın içinde ya da evin içinde olsam da illa ışığa gerek duyuyorum. özellikle ev içi. loş ışıkta bile yatamazdım. ya da odada telefondan yansıyan ışıkla vs. ama gece ışığını açık bırakmadan yatamaz olmuştum. elektrik mi yok pilli led'li bir süs vardı. en azından odada gün ışıklı loşluk veriyor. ve uyanınca kapatıyordum.
gözümün önünü görmem gerekiyor. çünkü elektrikler gidince kimse kimseyi göremedi. olunan yerde adımlayacak yer bilenemedi. yolu açık sanıyorsun ama eşya düşüp kapatmış? yalın ayaksın, arkanda ve önünde olanlara ne olduğunu bilmiyorsun gürültüden. yağmur, gökgürültüsü, sarsıntı gürültüsü yemin ediyorum derin çığlık atılsa belki zar zor duyulur ya da o da duyulmazdı. o derece bir gürültü vardı.
insanlar bu durumda çok bencillik etmiş. ailesini ölüme bırakanlar olmuş duyunca şok olmuştum.
bizde öncelik birbirimizdi. abilerim kapıya yakın ilk oda sonra annemler, en içte ben ve ablam vardık.
ikimizin uykusu hafif, uyanıktık. "asra uyanık mısın?"
"evet, gökgürültüsü uyutmadı." derken kafamın (sesi kesmek için kafamı hamburger arası yaparım hep.) üstündeki yastığı kenara koydum. ablama doğru döndüm.
"deprem oluyor." dedi baktım etrafa. "evet, hafif ama bence geçer. geçenlerde de aynısı olmuştu." dedim ben. 1-2 dk geçti kesilmedi. ama ben nasıl soğukkanlı ve umursamazım. hâlâ yatak içinde durmasını bekliyorum. o saatte uyanmak ve saatlerce yağmur ve gökgürültüsü herhalde beni mal olarak uyandırdı. beynimin çeyreği açık sanki neyse.
ablam "kalk çabuk, bu duracağa benzemiyor ve artıyor gibi." o sırada annemle babamın bağırtısı da aynı anda "çocuklar kalkın hemen! uyanın çabuk!" korkuyu annemlerin sesiyle hissettim. "annemler tedirgin olmuşsa ve sesleri korkulu çıkıyorsa b.ku yedik." kalktığım gibi ablamla kapıda denk geldik işte. kapıdayken beni önüne attı. annemlerin önüne gelince baktık ikisi de girişte. "abiler nerede, bunlar ağır uyuyor uyanmadılar mı?" dedim korkuyla.
sonra ikisini de gördüm. içim rahatladı yani. sonra annemler odada ve girişte oyalandı.
"ne yapıyorsunuz siz, salak mısınız ne oyalanıyorsunuz?!" dedim. beni onlar gerip korkuttu üstüne oyalanma yaşıyorlar? benim aklıma hiçbir şey gelmiyor. ne çorap, ne terlik, ne telefon ne başka bir şey. aklımda sadece ben ve ailem varız. ve zemin kattayız.
"siz gidin biz de geliyoruz hemen." dediler. daha şiddetlenmedi deprem bu arada.
"öyle bir şey olmayacak. he halt ediyorsanız acele edin! ölürsek sizin yüzünüzden." bayık ve uykulu gözlerle, sinirli ve umursamaz bir bakışla dış kapıya yaslanıp beklemeye başladım içeride.
sonra arkamdan geldiklerini gördüm. kapıda vakit kaybı olmasın diye terlik bile bakmadım. evin kapısından 2 adım sonra bir şiddet geldi. evde cam patlama sesi duydum. 2 basamak var. ben onu indim 2 adım attım. üst kat için merdiven trabzanıyla duvara tutunarak ilerlerken depremin şiddetinin artması ve elektriğin kesilmesi neredeyse bir oldu. arkamda birinin düşme sesini duydum ve sonra başka ses yok. trabzana 2 elime kenetlenmiş olmama rağmen ellerimi çözmek ister gibi bir güç sergiliyordu. göremesem de yer sağ sol yerine yukarı aşağı hopluyor gibiydi. ve girdap çekimi nasıl, öyle çekiliyordum sanki. ayağımla merdivenin yanında olana bacağımı uzatmaya çalıştım. çünkü yan yana 2-3 kişi sığacak yerde kaldı. ya duvara vurulacak ya da merdiven başının metal tarafına. nasıl düştüğünü de göremedim. o sırada gözüm sımsıkı kapalı ve içimden "tamam biz öldük. en azından kimse kimsenin nasıl öleceğini veya ölürken acı çekerse bu gürültüden çığlığı duyamayacak. umarım hep birlikte ölürüz. yarı yarıya denge sağlanırsa ben yaşayanlardan olmak istemiyorum." deyip ağlamaya başlamıştım. çünkü yaşayan benken ailemin cesetlerini gördüğüm aklıma geldi. sonra deprem yavaşlar gibi oldu. ben 6-7 adım daha attım çıktım arabalar için çatı vardı ve orada 2-3 kuzenim.
aceleyle çıkarken apartman girişi önünden akan bumbuz suya ayağım batıp 2-3 adımı onda atarken biraz kendime geldim. çatıya geçince dizlerimin üstüne düştüm çünkü titriyor ve yürümeyi unutmuşum gibi. sonra arkaya döndüm "çıkmadılar mı daha, hepsi girişteydi. telefonunu ver. burayı aydınlatacağına içeriye vursana!"
geçen 25-30 saniye sonra ondan telefonu alıp girişe ilerledim. kapkaranlık, tümden titriyorum. ve panik atak krizi geçirir gibi nefes alamıyorum çıktığımdan beri. iç çekişe benzer bir şekilde ölüyor gibiydim.
giriş önüne gelince "ses, ses verin." dedim ama nefessizlikten sesim yüksek çıkmıyor. 2-3 adım ilerledim duvara tutunup aşağı bakarken biri beni kolumdan sert tuttu. çığlık attım ödüm koptu çünkü. geldiğini de görmedim."çıkıyoruz, sen de yürü. çıkmışken içeride ne yapıyorsun gerizekalı?!"
"diğerleri nerede?" dedim bir elimle boynumu tutup nefes almaya çalışıp duvara dayanırken.
"geliyorlar, sen gel benimle. aptal ayakta duramıyorsun. nefes darlığı ilacını çıkardılar mı?" dedi beni kolumdan sürüklerken.
"hâlâ görünmediler." diyorum ağlamaklı.
kuzenim beni çatı altına sürükledi. ben hâlâ girişi görecek şekilde yerde oturup boğuluyorum. o kadar derin nefes alırken çok azı içime giriyordu. bu çok saçma.
sonra annemler görünmeye başladı. gelirlerken hasarlı var mı bakıyorum. bir yandan ne görüyorum ne de duyuyorum sanki. hissedemiyorum da.
"teyze ilacını getirdiniz mi? bu aptalı girişin oradan aldım." diyor ama 1-3 adım uzağımdayken sesi uzaktan geliyor gibiydi.
sonra yine sarsıntı olmuştu. diğer katlar için ilklerden önden çıkan kuzenim uyandırmak için araba kornasına bastığını söyledi. ama ben hiç öyle bir ses duyduğumu hatırlamıyorum. abilerimden biri yanındaymış, ne ara?
annemlerin hepsinin iyi olduğunu görüp rahatlamaya çalışıyorum. ama yok. dizlerim üzerinde bir elim yerde diğeri boğazımda. çok üzüntülüyüm ama ağlayamıyorum.
ablamda önümde diz çöküp iki eliyle yandan kafamı tuttu. "sakinleş, geçti. beni duyuyor musun? bana bak." apartmanın üst katlarından gözümü alamıyorum. "nasıl hâlâ inmezler?"
ona gözüm dolu ve çok üzgün bir bakışla bakıp gözümü yine apartmana diktim.
"öldüler diye mi inmiyorlar? 10-15 dk olmadı mı?" dedim. ama mimiksiz.
"sevmediğimiz insanları düşünmeyi bırak şimdi."
kalkıp odada olduğumuz andan itibaren hiç sarsıntının kesilmediği bu oynayan yerde saçma sapan adımlarla ileri geri yürüdüm. biraz daha iyiydi ama hâlâ tıkanıyorum. ve durunca sanki daha çok boğuluyorum. odaklanma; görme ve duyma da sıkıntı çektim. beynimin bir bölümüne buzlu cam koymuş gibilerdi. kim ne diyor, kim var tam bakmadan anlayamıyorum. baktım mı yine yok gibi unutuyor ve aklımdan siliniyor gibiydi.
görmeden veya seslerini duymadan aklıma gelmiyorlar. varlıklarını görünce hatırlıyorum...
ablamın "sevmediğimiz" diye altını çizmesi o anlıktı. 2 aile içinde herkes bağırdı onlardan ses veya görüntü almak için. sonra hepsi aile aile indi. gerçekten pek sevmediklerimdi çoğu. çünkü iğrenç profilli insanlardı ama insanlardı sonuçta.
ve iyi gün arkadaşlığı yerine kötü gün düşmanı olmayı tercih ettiğim için o an. aynı şeyi yaşadığımız insanlardı benim için. bir ayrıma girmedim. ve normalden daha ilgili davrandım. insanların bir anla ne kadar yorgun ve yaşlanmış olduğunu gördüm. sonra ki günlerde öyleydi. herkesin rengi soluk, bakışları donuk, bazıları öfke patlaması yaşıyor, bazıları ağlama krizlerine giriyor, kimsenin sesi soluğu çıkmıyor pek. herkesi daldırıp götüren bir dünya var sanki. herkesin bakışları bir yere arada takılı kalıyordu. denilenleri hemen unutma veya akılda tutamama olayları vardı. bazen kelimeleri öyle çıkarıyorlardı ki sanki yabancı bir dili konuşuyor. kelimeyi hatırlamak için bekliyor, bazen gereksiz ya da saçma bir kelime kullanıyor.
arabalar ve oturma alanı için yapılan alan 8-9 aileye ev sahipliği yaptı. bazen 55 bazen 60 kişiydik. o gün kimse uyumadı. 3 ateş için 3 çember. çünkü çorap yok, ince yarı ıslak kıyafet. hava soğuk. vs.
evde kapısı takılıp çıkamayanlar, evi yamulmuş kapısı takılmış. yardıma gidildi. mahallede evlere bakıldı. 50-60'tan daha fazla yakınımız öldü. bazıları ailecek, bazıları kayıplı...
biz depremi olaylara bakınca baya iyi atlatmış gibi duruyoruz. çekirdek ailem hayatta, ev hasarlı ama en azından yerinde ara işe yarıyor. sonrasında fiziksel olarak sağlamız...
ben başta evdeki duruma göre sanıyorum ki hiç kimsenin evi yıkılmadı. korkudan sokağa çıkamadım ben 1-2 hafta. zaten büyükler çıkartmadı.
telefondan haberler; "antakya yok oldu."
"yardım edin, çocuğum/annem vs. içeride kaldı."
"yardım yetişmedi. ölene dek çığlıklarını dinledik."
"her evden çığlık sesi. insan yürürken ses çıkaramıyor. çünkü bu umut ama herkese yetebilecek kadar değil."
"yaşıyordu ama soğuktan donarak öldü."
bunları görünce ağladım ben. "olay buradaki gibi orta hasarli değil. çok ölen var, çok bina gitmiş. insanlar hep ağlıyor. sevdikleri gözleri önünde ölmüş, acı çeke çeke. biz nasıl yaşıyoruz? biz niye ölmedik?! baksana arkadaşlarım ölmüş, biz çatı altına girdik ama o kadar yıkılan yer içinde insanlar arabalarına bile girememiş. saatlerce yağmur altında kalmışlar. -montumu soyup yere atıp- ıslak bile değilim istemiyorum bu montu! onlar ıslak pijamalarıyla sadece. eve girip ne kadar eşyam varsa bavula atacağım. ve onlara götüreceğiz. montumu da. kalk."
"yerine otur."
"kalk!"
bir hışımla yerden kalkıp omuzlarımdan sarsarken "seni gerizekalı! o eve girersen seni gebertirim. hâlâ sallanıyoruz ve evde o kadar uzun kalamazsın!"
ellerimle ellerini ittirip "asıl gerizekalı sensin! üşümeyin diye eve girip çorap çıkardım. botlarınızı da aldım getirdim değil mi? o bavulu hazırlayacağım. taşımada yardım için gelirsin."
ben giderken beni şikayet etti. babam ayaklandı.
"asra eve adımlarsan bacaklarını kıracağım."
"size derdimi anlatamıyor muyum?! insanlar ıslak geziyor, havaya bak, kuruyken birkaç kat giyindik. üstüne kırabileceğin bacaklarım kalmış! bazıları da o da yok!" dedim seslice ağlamaya başladım sinirden.
"herkesin önünde beni ağlattığınız için nefret ediyorum sizden! havayla vicdanınız da mı dondu?! evde ısınmaya yarayacak ne varsa bavul içine poşet içine vs. atılacak anladınız mı? kırmayı düşünüyorsan engellemeyeceğim. ama eğer sen beni engellersen seni depremde ölmüş sayacağım.
ayrıca siz de aval aval bakmayın. herkese yetişemeyecekler. kaç saat oldu beyniniz hâlâ işleve girmedi mi? 96-97 depremi size bir şey katmamış! bunları sizin demeniz gerekirken ben diyorum. ve ben gidiyorum. siz beyniniz içinden geçen trenleri izlemeye devam edin!.."
ikinci gün. bavullar transite doğru düzgün sığmadı. yamulan evlere girip(çatı altında kalanların) oradan da aldık ve gittik. merkeze yakındık zaten. ama daha pek merkez sayılmayan yerde eşyaları bitirdik. çocuk, hasta ve yaşlı öncelikliydi. ve insanların yiyeceğe ihtiyacı varken sadece kıyafetle gitmek çok ağırdı. ama o an başka şans yok o yüzden bu ağırlığı taşımak zorundaydık. kıyafetleri değiştirsinler diye transitte öyle bir alan tanıdık. çünkü alan yok.
insanların insanlığı yüzünden çok sadece kalbinde hissediliyor gibiydi. cidden donmuş gibilerdi. bir gülümseme bile düşen sarkıt gibi. soğuk ve acıtıcı.
duvara dönmüşlerdi. bu bakışları unutamıyorum..
bazı oç'lar yüzünden "abla/abi sapık veya hırsız değiliz. biz ..... 'dan geliyoruz. ev tam yıkılmadı eşyaları çıkarıp dağıtmak istedik. rahatça geç değiştir üstünü. biraz acele et çünkü eşyaları bitirmemiz gerekiyor. güvenmiyorsan eşyaları sadece alabilirsin de istersen?"
diye savunma ve ikna çabası. bir alan varsa oraya battaniye tutuyorduk öyle hallediyorlardi.
insanların tükendiği yerde elden tutmak çok harika.
bunu yakın ildeki akrabalardan biri yemek getirince hissetmiştim sonra.
ne var yaptık diye öldük mü? onlar ölmüştü aslında biz minik yardım yapınca biraz iyi hissetmişlerdi.
yardım, ayıp veya günah değil ha.
tabi, kendi canınıza onemseyip yaptığınızda. ben biraz deli danayım bana benzemeyin...
özellikle büyük depremlerden sonra sürekli olan artçı depremler.
tabi artçılar olurken alınlarında yazmadığı için ne zaman olsa "devamı gelecek." veya "devamlı ve gittikçe şiddetlenecek." gibi algılar oluştu.
3-4 olsa bile tepkiler 6-8 gibi. ve biz 3 tane gibi dursa da aslında yüzlerce büyük deprem yaşadık...
depremin olduğu gün sağanak yağmur ve gök gürültüsü vardı. bu hava bile insanın boğazına yapışan el gibi. geçen birkaç gün içinde aynı hava vardı. ve doğru düzgün uyuyamadık bile. o temayla göz kapayınca o anların görüntüsü başlıyor.
güçlü gök gürültülüleri bile deprem hissi veriyor bazen.
sanki bahçedeki çiçekler birden canavara dönüşüp peşinize düşmüş, ailenize saldırmış, size saldırmış. ve o sebeple bahçenin güzelliği gözünüzde olumlu etkisini kaybetmiş. bazen birkaç taç yaprak, bazen birkaç çiçek size yakınsa veya uzaksa kötü hissettiriyor.
bize olan bu.
evlerin yuva hissi kayboldu: bu da rahatlık ve huzura denk. normal evlere bakınca, evler o günün evlerine dönüşüyor.
depremden 1.5 -2 hafta sonra merkeze bakmıştık. sessiz ve ıssız gibiydi. ama o evlerde korku ve acının çığlık sesleri ve görüntüler vardı. kaçmaya çalışan insanların, enkazda kalanların, sevdiğini kurtaramayanların vs. hani her evin hikayesi var ya. bakınca oradaki hikaye görünüyor gibiydi.
yağmur, gökgürültüsü ve karanlığa bayılan bir insandım. etkileri olumlu gelmiyor artık. yağmur o insanların gözyaşına, gökgürültüsü çığlıklarına, karanlık ise en savunmasız; uyku hâlinden kalma an'ına dönüştü.
elektrikler ara ara gidiyor mesela. çadırın içinde ya da evin içinde olsam da illa ışığa gerek duyuyorum. özellikle ev içi. loş ışıkta bile yatamazdım. ya da odada telefondan yansıyan ışıkla vs. ama gece ışığını açık bırakmadan yatamaz olmuştum. elektrik mi yok pilli led'li bir süs vardı. en azından odada gün ışıklı loşluk veriyor. ve uyanınca kapatıyordum.
gözümün önünü görmem gerekiyor. çünkü elektrikler gidince kimse kimseyi göremedi. olunan yerde adımlayacak yer bilenemedi. yolu açık sanıyorsun ama eşya düşüp kapatmış? yalın ayaksın, arkanda ve önünde olanlara ne olduğunu bilmiyorsun gürültüden. yağmur, gökgürültüsü, sarsıntı gürültüsü yemin ediyorum derin çığlık atılsa belki zar zor duyulur ya da o da duyulmazdı. o derece bir gürültü vardı.
insanlar bu durumda çok bencillik etmiş. ailesini ölüme bırakanlar olmuş duyunca şok olmuştum.
bizde öncelik birbirimizdi. abilerim kapıya yakın ilk oda sonra annemler, en içte ben ve ablam vardık.
ikimizin uykusu hafif, uyanıktık. "asra uyanık mısın?"
"evet, gökgürültüsü uyutmadı." derken kafamın (sesi kesmek için kafamı hamburger arası yaparım hep.) üstündeki yastığı kenara koydum. ablama doğru döndüm.
"deprem oluyor." dedi baktım etrafa. "evet, hafif ama bence geçer. geçenlerde de aynısı olmuştu." dedim ben. 1-2 dk geçti kesilmedi. ama ben nasıl soğukkanlı ve umursamazım. hâlâ yatak içinde durmasını bekliyorum. o saatte uyanmak ve saatlerce yağmur ve gökgürültüsü herhalde beni mal olarak uyandırdı. beynimin çeyreği açık sanki neyse.
ablam "kalk çabuk, bu duracağa benzemiyor ve artıyor gibi." o sırada annemle babamın bağırtısı da aynı anda "çocuklar kalkın hemen! uyanın çabuk!" korkuyu annemlerin sesiyle hissettim. "annemler tedirgin olmuşsa ve sesleri korkulu çıkıyorsa b.ku yedik." kalktığım gibi ablamla kapıda denk geldik işte. kapıdayken beni önüne attı. annemlerin önüne gelince baktık ikisi de girişte. "abiler nerede, bunlar ağır uyuyor uyanmadılar mı?" dedim korkuyla.
sonra ikisini de gördüm. içim rahatladı yani. sonra annemler odada ve girişte oyalandı.
"ne yapıyorsunuz siz, salak mısınız ne oyalanıyorsunuz?!" dedim. beni onlar gerip korkuttu üstüne oyalanma yaşıyorlar? benim aklıma hiçbir şey gelmiyor. ne çorap, ne terlik, ne telefon ne başka bir şey. aklımda sadece ben ve ailem varız. ve zemin kattayız.
"siz gidin biz de geliyoruz hemen." dediler. daha şiddetlenmedi deprem bu arada.
"öyle bir şey olmayacak. he halt ediyorsanız acele edin! ölürsek sizin yüzünüzden." bayık ve uykulu gözlerle, sinirli ve umursamaz bir bakışla dış kapıya yaslanıp beklemeye başladım içeride.
sonra arkamdan geldiklerini gördüm. kapıda vakit kaybı olmasın diye terlik bile bakmadım. evin kapısından 2 adım sonra bir şiddet geldi. evde cam patlama sesi duydum. 2 basamak var. ben onu indim 2 adım attım. üst kat için merdiven trabzanıyla duvara tutunarak ilerlerken depremin şiddetinin artması ve elektriğin kesilmesi neredeyse bir oldu. arkamda birinin düşme sesini duydum ve sonra başka ses yok. trabzana 2 elime kenetlenmiş olmama rağmen ellerimi çözmek ister gibi bir güç sergiliyordu. göremesem de yer sağ sol yerine yukarı aşağı hopluyor gibiydi. ve girdap çekimi nasıl, öyle çekiliyordum sanki. ayağımla merdivenin yanında olana bacağımı uzatmaya çalıştım. çünkü yan yana 2-3 kişi sığacak yerde kaldı. ya duvara vurulacak ya da merdiven başının metal tarafına. nasıl düştüğünü de göremedim. o sırada gözüm sımsıkı kapalı ve içimden "tamam biz öldük. en azından kimse kimsenin nasıl öleceğini veya ölürken acı çekerse bu gürültüden çığlığı duyamayacak. umarım hep birlikte ölürüz. yarı yarıya denge sağlanırsa ben yaşayanlardan olmak istemiyorum." deyip ağlamaya başlamıştım. çünkü yaşayan benken ailemin cesetlerini gördüğüm aklıma geldi. sonra deprem yavaşlar gibi oldu. ben 6-7 adım daha attım çıktım arabalar için çatı vardı ve orada 2-3 kuzenim.
aceleyle çıkarken apartman girişi önünden akan bumbuz suya ayağım batıp 2-3 adımı onda atarken biraz kendime geldim. çatıya geçince dizlerimin üstüne düştüm çünkü titriyor ve yürümeyi unutmuşum gibi. sonra arkaya döndüm "çıkmadılar mı daha, hepsi girişteydi. telefonunu ver. burayı aydınlatacağına içeriye vursana!"
geçen 25-30 saniye sonra ondan telefonu alıp girişe ilerledim. kapkaranlık, tümden titriyorum. ve panik atak krizi geçirir gibi nefes alamıyorum çıktığımdan beri. iç çekişe benzer bir şekilde ölüyor gibiydim.
giriş önüne gelince "ses, ses verin." dedim ama nefessizlikten sesim yüksek çıkmıyor. 2-3 adım ilerledim duvara tutunup aşağı bakarken biri beni kolumdan sert tuttu. çığlık attım ödüm koptu çünkü. geldiğini de görmedim."çıkıyoruz, sen de yürü. çıkmışken içeride ne yapıyorsun gerizekalı?!"
"diğerleri nerede?" dedim bir elimle boynumu tutup nefes almaya çalışıp duvara dayanırken.
"geliyorlar, sen gel benimle. aptal ayakta duramıyorsun. nefes darlığı ilacını çıkardılar mı?" dedi beni kolumdan sürüklerken.
"hâlâ görünmediler." diyorum ağlamaklı.
kuzenim beni çatı altına sürükledi. ben hâlâ girişi görecek şekilde yerde oturup boğuluyorum. o kadar derin nefes alırken çok azı içime giriyordu. bu çok saçma.
sonra annemler görünmeye başladı. gelirlerken hasarlı var mı bakıyorum. bir yandan ne görüyorum ne de duyuyorum sanki. hissedemiyorum da.
"teyze ilacını getirdiniz mi? bu aptalı girişin oradan aldım." diyor ama 1-3 adım uzağımdayken sesi uzaktan geliyor gibiydi.
sonra yine sarsıntı olmuştu. diğer katlar için ilklerden önden çıkan kuzenim uyandırmak için araba kornasına bastığını söyledi. ama ben hiç öyle bir ses duyduğumu hatırlamıyorum. abilerimden biri yanındaymış, ne ara?
annemlerin hepsinin iyi olduğunu görüp rahatlamaya çalışıyorum. ama yok. dizlerim üzerinde bir elim yerde diğeri boğazımda. çok üzüntülüyüm ama ağlayamıyorum.
ablamda önümde diz çöküp iki eliyle yandan kafamı tuttu. "sakinleş, geçti. beni duyuyor musun? bana bak." apartmanın üst katlarından gözümü alamıyorum. "nasıl hâlâ inmezler?"
ona gözüm dolu ve çok üzgün bir bakışla bakıp gözümü yine apartmana diktim.
"öldüler diye mi inmiyorlar? 10-15 dk olmadı mı?" dedim. ama mimiksiz.
"sevmediğimiz insanları düşünmeyi bırak şimdi."
kalkıp odada olduğumuz andan itibaren hiç sarsıntının kesilmediği bu oynayan yerde saçma sapan adımlarla ileri geri yürüdüm. biraz daha iyiydi ama hâlâ tıkanıyorum. ve durunca sanki daha çok boğuluyorum. odaklanma; görme ve duyma da sıkıntı çektim. beynimin bir bölümüne buzlu cam koymuş gibilerdi. kim ne diyor, kim var tam bakmadan anlayamıyorum. baktım mı yine yok gibi unutuyor ve aklımdan siliniyor gibiydi.
görmeden veya seslerini duymadan aklıma gelmiyorlar. varlıklarını görünce hatırlıyorum...
ablamın "sevmediğimiz" diye altını çizmesi o anlıktı. 2 aile içinde herkes bağırdı onlardan ses veya görüntü almak için. sonra hepsi aile aile indi. gerçekten pek sevmediklerimdi çoğu. çünkü iğrenç profilli insanlardı ama insanlardı sonuçta.
ve iyi gün arkadaşlığı yerine kötü gün düşmanı olmayı tercih ettiğim için o an. aynı şeyi yaşadığımız insanlardı benim için. bir ayrıma girmedim. ve normalden daha ilgili davrandım. insanların bir anla ne kadar yorgun ve yaşlanmış olduğunu gördüm. sonra ki günlerde öyleydi. herkesin rengi soluk, bakışları donuk, bazıları öfke patlaması yaşıyor, bazıları ağlama krizlerine giriyor, kimsenin sesi soluğu çıkmıyor pek. herkesi daldırıp götüren bir dünya var sanki. herkesin bakışları bir yere arada takılı kalıyordu. denilenleri hemen unutma veya akılda tutamama olayları vardı. bazen kelimeleri öyle çıkarıyorlardı ki sanki yabancı bir dili konuşuyor. kelimeyi hatırlamak için bekliyor, bazen gereksiz ya da saçma bir kelime kullanıyor.
arabalar ve oturma alanı için yapılan alan 8-9 aileye ev sahipliği yaptı. bazen 55 bazen 60 kişiydik. o gün kimse uyumadı. 3 ateş için 3 çember. çünkü çorap yok, ince yarı ıslak kıyafet. hava soğuk. vs.
evde kapısı takılıp çıkamayanlar, evi yamulmuş kapısı takılmış. yardıma gidildi. mahallede evlere bakıldı. 50-60'tan daha fazla yakınımız öldü. bazıları ailecek, bazıları kayıplı...
biz depremi olaylara bakınca baya iyi atlatmış gibi duruyoruz. çekirdek ailem hayatta, ev hasarlı ama en azından yerinde ara işe yarıyor. sonrasında fiziksel olarak sağlamız...
ben başta evdeki duruma göre sanıyorum ki hiç kimsenin evi yıkılmadı. korkudan sokağa çıkamadım ben 1-2 hafta. zaten büyükler çıkartmadı.
telefondan haberler; "antakya yok oldu."
"yardım edin, çocuğum/annem vs. içeride kaldı."
"yardım yetişmedi. ölene dek çığlıklarını dinledik."
"her evden çığlık sesi. insan yürürken ses çıkaramıyor. çünkü bu umut ama herkese yetebilecek kadar değil."
"yaşıyordu ama soğuktan donarak öldü."
bunları görünce ağladım ben. "olay buradaki gibi orta hasarli değil. çok ölen var, çok bina gitmiş. insanlar hep ağlıyor. sevdikleri gözleri önünde ölmüş, acı çeke çeke. biz nasıl yaşıyoruz? biz niye ölmedik?! baksana arkadaşlarım ölmüş, biz çatı altına girdik ama o kadar yıkılan yer içinde insanlar arabalarına bile girememiş. saatlerce yağmur altında kalmışlar. -montumu soyup yere atıp- ıslak bile değilim istemiyorum bu montu! onlar ıslak pijamalarıyla sadece. eve girip ne kadar eşyam varsa bavula atacağım. ve onlara götüreceğiz. montumu da. kalk."
"yerine otur."
"kalk!"
bir hışımla yerden kalkıp omuzlarımdan sarsarken "seni gerizekalı! o eve girersen seni gebertirim. hâlâ sallanıyoruz ve evde o kadar uzun kalamazsın!"
ellerimle ellerini ittirip "asıl gerizekalı sensin! üşümeyin diye eve girip çorap çıkardım. botlarınızı da aldım getirdim değil mi? o bavulu hazırlayacağım. taşımada yardım için gelirsin."
ben giderken beni şikayet etti. babam ayaklandı.
"asra eve adımlarsan bacaklarını kıracağım."
"size derdimi anlatamıyor muyum?! insanlar ıslak geziyor, havaya bak, kuruyken birkaç kat giyindik. üstüne kırabileceğin bacaklarım kalmış! bazıları da o da yok!" dedim seslice ağlamaya başladım sinirden.
"herkesin önünde beni ağlattığınız için nefret ediyorum sizden! havayla vicdanınız da mı dondu?! evde ısınmaya yarayacak ne varsa bavul içine poşet içine vs. atılacak anladınız mı? kırmayı düşünüyorsan engellemeyeceğim. ama eğer sen beni engellersen seni depremde ölmüş sayacağım.
ayrıca siz de aval aval bakmayın. herkese yetişemeyecekler. kaç saat oldu beyniniz hâlâ işleve girmedi mi? 96-97 depremi size bir şey katmamış! bunları sizin demeniz gerekirken ben diyorum. ve ben gidiyorum. siz beyniniz içinden geçen trenleri izlemeye devam edin!.."
ikinci gün. bavullar transite doğru düzgün sığmadı. yamulan evlere girip(çatı altında kalanların) oradan da aldık ve gittik. merkeze yakındık zaten. ama daha pek merkez sayılmayan yerde eşyaları bitirdik. çocuk, hasta ve yaşlı öncelikliydi. ve insanların yiyeceğe ihtiyacı varken sadece kıyafetle gitmek çok ağırdı. ama o an başka şans yok o yüzden bu ağırlığı taşımak zorundaydık. kıyafetleri değiştirsinler diye transitte öyle bir alan tanıdık. çünkü alan yok.
insanların insanlığı yüzünden çok sadece kalbinde hissediliyor gibiydi. cidden donmuş gibilerdi. bir gülümseme bile düşen sarkıt gibi. soğuk ve acıtıcı.
duvara dönmüşlerdi. bu bakışları unutamıyorum..
bazı oç'lar yüzünden "abla/abi sapık veya hırsız değiliz. biz ..... 'dan geliyoruz. ev tam yıkılmadı eşyaları çıkarıp dağıtmak istedik. rahatça geç değiştir üstünü. biraz acele et çünkü eşyaları bitirmemiz gerekiyor. güvenmiyorsan eşyaları sadece alabilirsin de istersen?"
diye savunma ve ikna çabası. bir alan varsa oraya battaniye tutuyorduk öyle hallediyorlardi.
insanların tükendiği yerde elden tutmak çok harika.
bunu yakın ildeki akrabalardan biri yemek getirince hissetmiştim sonra.
ne var yaptık diye öldük mü? onlar ölmüştü aslında biz minik yardım yapınca biraz iyi hissetmişlerdi.
yardım, ayıp veya günah değil ha.
tabi, kendi canınıza onemseyip yaptığınızda. ben biraz deli danayım bana benzemeyin...
devamını gör...
6.
abd'de de 104 yaşındaki kadın paraşütle atama yapıyor
(bkz: coğrafya kaderdir)
adam paranoyak olmuş demek ki
(bkz: coğrafya kaderdir)
adam paranoyak olmuş demek ki
devamını gör...
7.
şu sıralar izlediğim magarsus dizisinde deprem travması yüzünden evlere giremeyen, yaşadığı yerin çatısında beton yerine branda gerilmiş olan beton karakteri geldi aklıma. eve baskına girip dayısını öldürürlerken bile travması yüzünden içeri girip yardım edememişti. böyle birşeymiş demek ki.
bu depremden etkilenen onbinlerce insan hayatı boyunca unutamayacağı şeyler yaşadı. bu sadece bunlardan biri. o yüzden fatih terim oraya spor alanları yapalım, çocuklara bu travmayı unutturalım, kafalarını başka şeylerle meşgul edip oyalayıp hayata katalım diyordu. demek ki yaşlılar için de birşeyler yapılmalıymış.
bu depremden etkilenen onbinlerce insan hayatı boyunca unutamayacağı şeyler yaşadı. bu sadece bunlardan biri. o yüzden fatih terim oraya spor alanları yapalım, çocuklara bu travmayı unutturalım, kafalarını başka şeylerle meşgul edip oyalayıp hayata katalım diyordu. demek ki yaşlılar için de birşeyler yapılmalıymış.
devamını gör...
8.
deprem korkusu gerçekten kötü, yaşamış biri için çok daha kötüdür eminim. deprem anında ölmek kurtuluş sayılır, enkaz altında karanlık ve yiyeceksiz 1 saat geçirmek bile cehennem gibi düşündürüyor bana. daha kötüsü çocuğunuzun olması, onları kurtarmaya çalışmak, belki birlikte enkazda kalmak, onlardan birinin yaralanması, aç susuz kalmak ağlamaları vs. resmen cehennemi yaşamak gibi. çocukların okul alarmlarına deprem oluyor diye uyandım bir kaç defa, uyanabilir miyim acaba gibi düşüncem kalmadı, o an adrenalin öyle bir ulaşıyor ki bütün hücrelere şampiyonlar ligi finalinin 88. dakikasında penaltı kullanıyor gibi uyanık ve enerjiksin. o kalp çarpıntısı o terleme anlatılamaz. bir kaç defa da rüyamda gördüm, elektrikler falan kesiliyordu, oradan tecrübe ederek çıkış rotanıza şarjlı aydınlatmalar almanızı tavsiye ederim.
devamını gör...