1.
et yeme psikolojisi
hayvanlar uzun süreden beri insanların beslenme ve giyim alanlarında, insanlar için üretilen ürünlerin test edilmesinde, temel insan biyolojisi hakkındaki araştırmalarda kullanılmaktadır. ayrıca “evcil hayvanlar” olarak insanların hayatlarında yer alarak çoğu kez bir aile üyesi görülmektedir. kısaca hayvanlar insanların yaşam alanlarının hemen her yerinde var olmaktadırlar; ancak bu farklı tarzdaki var olma biçimlerinin ahlaki boyutu ayrı ve kadim bir tartışma konusu olarak karşımızda durmaktadır. bu yüzden araştırmacılar hayvan-insan ilişkilerinin incelenmesinin önemini vurgulamaktadırlar. yapılan araştırmalara göre, insanların hayvanlarla ilişkilerinde birçok faktör etkide bulunmaktadır; din, kültür, bireysel farklılıklar, ideolojik inançlar ve toplumsal cinsiyet bunlardan sadece birkaçıdır.
dini inançlar ve hayvanlara yönelik tutumlar arasında oldukça güçlü bir ilişki vardır. tanrı’ya ya da ölümden sonra yaşama inananlar ve daha muhafazakâr olanlar, insanlar ve hayvanlar arasında bir dikotomi (ikilik) olduğunu benimsemektedirler. diğer bir deyişle bu kişiler, hayvanlar ve insanları ayrı boyutlarda konumlandırmaktadırlar ki inançlı olmanın, insan-merkezcilikle (anthropocentrism), yani insanların hayvanlardan ve doğadan üstün olduğu fikriyle pozitif ilişkili olduğu birçok araştırmada belirtilmiştir. yine, kültür de insan ve hayvan ilişkilerinde oldukça önemli bir yere sahiptir. hangi hayvanın evcil hayvan olabileceği, hangi hayvanın yenilebileceği, hangi hayvanın sevimli olarak değerlendirileceği kültürden kültüre değişiklik göstermektedir. tüm bunların yanında bireysel seviyedeki faktörler de insan-hayvan ilişkisine etkide bulunmaktadır. örneğin, empati eğiliminin (dispositional emphaty) bu konuda önemli bir bireysel değişken olduğu belirtilmektedir. “empatik endişe”, hayvanlara acı çektirmeyle ilişkili endişeleri ve hayvanların deneyimlediği acıyı tahmin edebilmeyi kapsar. empatik acının varlığı hayvanlara yönelik olumlu tutumlara sahip olmakla ilişkilidir, empatik acıya sahip olan bireyler hayvanların acı çekmesine neden olan uygulamalara daha çok karşı çıkmaktadırlar. bununla ilgili olarak bir çeşit beyin görüntüleme tekniği olan fmrı ile yapılan bir araştırmada, hayvanın acı çekmesiyle ilgili video izleyen bireylerin beyinlerindeki empati ile ilişkili alanlarda daha çok aktivite meydana geldiği gözlenmiştir.
bununla birlikte, güçlü olan grubun hiyerarşik olarak daha üstte ve ayrıcalıklı olması gerektiği inancıyla ilişkili olan sosyal baskınlık yöneliminin de hayvanlara yönelik tutumları etkilediği yine gerçekleştirilen çalışma sonuçları arasındadır. sosyal baskınlık yönelimine sahip olan insanların, insanlar ve hayvanlar arasında bir benzerlik olmadığı inancını güçlü bir biçimde destekledikleri görülmüştür. bu kişiler aynı zamanda hayvansal ürünleri kozmetik, beslenme ve giyim gibi alanlarda kullandıklarını ifade etmektedirler. otoriteye boyun eğmeyle ve geleneksel sosyal normları benimsemeyle ilişkili olan sağ-kanat yetkeciliğinin de insan-hayvan ilişkisinde etkili olduğu görülmektedir. bu açıdan, sağ-kanat yetkeciliğine sahip olanlar, insanları hayvanlardan ayırmaktadırlar ve insan-hayvan benzerliğine şiddetle karşı çıkmaktadırlar. yapılan araştırmalarda, hepçillerin, vejetaryenlere oranla sağ kanat yetkeciliğini ve sosyal baskınlık yönelimini daha çok onayladıkları görülmüştür.
bazı insanlar hayvanlara ve çeşitli nesnelere duygu, biliş gibi insan nitelikleri atfetmektedirler, buna antropomorfizm (insan biçimcilik) denilmektedir. bazı yazarlara göre hayvanları insansı-insana benzer olarak görmek empati ve hayvanı koruma duygusu uyandırmaktadır; bu kişiler vejetaryen ve vegan tutumları daha çok desteklemektedirler. vegan ve/veya vejetaryen tutumların oluşmasında bunlara benzer birçok faktör rol oynamaktadır.
bilindiği üzere, birçok insan et yemekten hoşlanır; ancak bir duyguya sahip olan bu varlıkları öldürmek veya incittiğini bilmek rahatsızlık vericidir. bu tutarsız durum et paradoksu (meat paradox) olarak adlandırılmaktadır. bununla birlikte, etin bir yandan besleyici olması bir yandan da patojen riski içermesi de paradoksal bir durum taşımaktadır. araştırmacılar bu “rahatsız edici” duruma yönelik üç çözümden söz etmektedirler. bunlardan birincisi vejetaryen olmaktır, yani eti öğünden çıkarmak ve et yemeyi sonlandırmak. ikincisi ise, eti hayvandan ayrı düşünmektir. daha açık olmak gerekirse; bu durumu, bifteği inekten ayrı düşünmek olarak ifade edebiliriz. eti hayvandan ayırarak, hayvanların acı çekme kapasitelerini inkâr etmiş oluyoruz. üçüncü olasılık ise, insanların et yerken ahlaki endişelerini bastırmalarıdır. bununla birlikte ikinci ve üçüncü olasılıklar birbiriyle bağlantılıdır. çünkü araştırmacılar, hayvanların acı çekme kapasitesine sahip olduklarına yönelik düşüncenin ahlaki endişenin temelinde yer aldığını belirtmektedirler. et yemenin, dolaylı olarak insanların yedikleri hayvanın acı çekmesiyle ilişkili zihinsel durumlarını inkâr etmelerine yol açtığı belirtilmektedir. insanların kendi davranışlarından tutumlarını çıkarsadıklarını öne süren kendini algılama teorisine (self-perception theory) dayanarak, et yiyen (davranış) insanların, hayvanlara ahlaki haklar bahşetmemiş (tutum) olabilecekleri öne sürülebilir.
bilişsel tutarsızlık teorisine göre ise, insanlar tutumları arasında çelişki gördüklerinde tutarsız olan bileşenlerden birini değiştirmektedirler. buna göre, et yeme ve hayvana ilişkin endişeler çözülmesi gereken duyuşsal bir tutarsızlık-uyuşmazlık oluşturmaktadır. bu yüzden et yiyen bir kişi, ya ete yönelik tutumlarını ya da hayvanla ilişkili tutumlarını değiştirmelidir. buna göre vejetaryenlerin ve hepçillerin tutumlarını çözümleyecek olursak; vejetaryenler için, hayvanlara yönelik uygulanan etik olmayan davranışlar et yemenin reddine yol açmaktadır. hepçillerde ise durum çelişiktir; hepçillerin hayvanların ahlaki bakımdan eksik olduklarını düşünüp, hayvanları öldürmenin ahlaki bir durum olmadığı kararına vararak bu uyuşmazlığı çözdükleri düşünülmektedir. bununla birlikte, hayvanların acı çekme kapasitelerini yok sayarak da insanların bu çelişkiyi çözdükleri belirtilmektedir.
hayvanlardan insan niteliklerini (örneğin, bilinçlilik) ve onların bireyselliklerini (individuality) çekip almak, onları incitmeden ya da onlara acı çektirmeden önce kendimizi onlardan farklılaştırma stratejisi sağlar. hayvanların insanlardan daha az haklara sahip olduklarını düşünmek, hayvanlara zulmetmenin bir suç olmadığını düşünmemizi beraberinde getirir. böylece hayvanlara olumsuz biçimlerde davranmanın meşru yolu açılmış olur.
hayvanların kullanımını meşrulaştıran bir diğer şey de dildir. örneğin inek etini “biftek” olarak adlandırmak, tabaktaki etin nereden geldiği fikrini insan zihninden ayırmayı kolaylaştırmaktadır. yani yiyecek kategorisindeki hayvanlar, hayvanlıktan çıkarılmaktadır (de-animalized) böylece, et anonim hale gelmektedir. vejetaryenlerin ise eti, yaşayan hayvana yeniden bağladıkları belirtilmektedir ki bu yüzden et yemeyi tercih etmedikleri söylenebilir.
görüldüğü gibi, et yemeyi/yememeyi tercih etmek, birçok karmaşık kültürel ve bilişsel süreçlerle ilişkilidir. son zamanlarda vejetaryenlik popüler bir diyet biçimi hâline gelse de, birçok insan hâlâ et yemeyi sürdürmektedir; ancak bunu yaparken hayvanları tabaklarındaki etten ayırmaktadırlar ve onların bir akla sahip olduğunu görmezden gelmektedirler. insanlar hayvanlarla olan ilişkilerini, onlara atfettikleri özellikler, kendi kültürel arka planları, inançları ve kişilik özellikleri üzerinden kurmaktadırlar.
hayvanlar uzun süreden beri insanların beslenme ve giyim alanlarında, insanlar için üretilen ürünlerin test edilmesinde, temel insan biyolojisi hakkındaki araştırmalarda kullanılmaktadır. ayrıca “evcil hayvanlar” olarak insanların hayatlarında yer alarak çoğu kez bir aile üyesi görülmektedir. kısaca hayvanlar insanların yaşam alanlarının hemen her yerinde var olmaktadırlar; ancak bu farklı tarzdaki var olma biçimlerinin ahlaki boyutu ayrı ve kadim bir tartışma konusu olarak karşımızda durmaktadır. bu yüzden araştırmacılar hayvan-insan ilişkilerinin incelenmesinin önemini vurgulamaktadırlar. yapılan araştırmalara göre, insanların hayvanlarla ilişkilerinde birçok faktör etkide bulunmaktadır; din, kültür, bireysel farklılıklar, ideolojik inançlar ve toplumsal cinsiyet bunlardan sadece birkaçıdır.
dini inançlar ve hayvanlara yönelik tutumlar arasında oldukça güçlü bir ilişki vardır. tanrı’ya ya da ölümden sonra yaşama inananlar ve daha muhafazakâr olanlar, insanlar ve hayvanlar arasında bir dikotomi (ikilik) olduğunu benimsemektedirler. diğer bir deyişle bu kişiler, hayvanlar ve insanları ayrı boyutlarda konumlandırmaktadırlar ki inançlı olmanın, insan-merkezcilikle (anthropocentrism), yani insanların hayvanlardan ve doğadan üstün olduğu fikriyle pozitif ilişkili olduğu birçok araştırmada belirtilmiştir. yine, kültür de insan ve hayvan ilişkilerinde oldukça önemli bir yere sahiptir. hangi hayvanın evcil hayvan olabileceği, hangi hayvanın yenilebileceği, hangi hayvanın sevimli olarak değerlendirileceği kültürden kültüre değişiklik göstermektedir. tüm bunların yanında bireysel seviyedeki faktörler de insan-hayvan ilişkisine etkide bulunmaktadır. örneğin, empati eğiliminin (dispositional emphaty) bu konuda önemli bir bireysel değişken olduğu belirtilmektedir. “empatik endişe”, hayvanlara acı çektirmeyle ilişkili endişeleri ve hayvanların deneyimlediği acıyı tahmin edebilmeyi kapsar. empatik acının varlığı hayvanlara yönelik olumlu tutumlara sahip olmakla ilişkilidir, empatik acıya sahip olan bireyler hayvanların acı çekmesine neden olan uygulamalara daha çok karşı çıkmaktadırlar. bununla ilgili olarak bir çeşit beyin görüntüleme tekniği olan fmrı ile yapılan bir araştırmada, hayvanın acı çekmesiyle ilgili video izleyen bireylerin beyinlerindeki empati ile ilişkili alanlarda daha çok aktivite meydana geldiği gözlenmiştir.
bununla birlikte, güçlü olan grubun hiyerarşik olarak daha üstte ve ayrıcalıklı olması gerektiği inancıyla ilişkili olan sosyal baskınlık yöneliminin de hayvanlara yönelik tutumları etkilediği yine gerçekleştirilen çalışma sonuçları arasındadır. sosyal baskınlık yönelimine sahip olan insanların, insanlar ve hayvanlar arasında bir benzerlik olmadığı inancını güçlü bir biçimde destekledikleri görülmüştür. bu kişiler aynı zamanda hayvansal ürünleri kozmetik, beslenme ve giyim gibi alanlarda kullandıklarını ifade etmektedirler. otoriteye boyun eğmeyle ve geleneksel sosyal normları benimsemeyle ilişkili olan sağ-kanat yetkeciliğinin de insan-hayvan ilişkisinde etkili olduğu görülmektedir. bu açıdan, sağ-kanat yetkeciliğine sahip olanlar, insanları hayvanlardan ayırmaktadırlar ve insan-hayvan benzerliğine şiddetle karşı çıkmaktadırlar. yapılan araştırmalarda, hepçillerin, vejetaryenlere oranla sağ kanat yetkeciliğini ve sosyal baskınlık yönelimini daha çok onayladıkları görülmüştür.
bazı insanlar hayvanlara ve çeşitli nesnelere duygu, biliş gibi insan nitelikleri atfetmektedirler, buna antropomorfizm (insan biçimcilik) denilmektedir. bazı yazarlara göre hayvanları insansı-insana benzer olarak görmek empati ve hayvanı koruma duygusu uyandırmaktadır; bu kişiler vejetaryen ve vegan tutumları daha çok desteklemektedirler. vegan ve/veya vejetaryen tutumların oluşmasında bunlara benzer birçok faktör rol oynamaktadır.
bilindiği üzere, birçok insan et yemekten hoşlanır; ancak bir duyguya sahip olan bu varlıkları öldürmek veya incittiğini bilmek rahatsızlık vericidir. bu tutarsız durum et paradoksu (meat paradox) olarak adlandırılmaktadır. bununla birlikte, etin bir yandan besleyici olması bir yandan da patojen riski içermesi de paradoksal bir durum taşımaktadır. araştırmacılar bu “rahatsız edici” duruma yönelik üç çözümden söz etmektedirler. bunlardan birincisi vejetaryen olmaktır, yani eti öğünden çıkarmak ve et yemeyi sonlandırmak. ikincisi ise, eti hayvandan ayrı düşünmektir. daha açık olmak gerekirse; bu durumu, bifteği inekten ayrı düşünmek olarak ifade edebiliriz. eti hayvandan ayırarak, hayvanların acı çekme kapasitelerini inkâr etmiş oluyoruz. üçüncü olasılık ise, insanların et yerken ahlaki endişelerini bastırmalarıdır. bununla birlikte ikinci ve üçüncü olasılıklar birbiriyle bağlantılıdır. çünkü araştırmacılar, hayvanların acı çekme kapasitesine sahip olduklarına yönelik düşüncenin ahlaki endişenin temelinde yer aldığını belirtmektedirler. et yemenin, dolaylı olarak insanların yedikleri hayvanın acı çekmesiyle ilişkili zihinsel durumlarını inkâr etmelerine yol açtığı belirtilmektedir. insanların kendi davranışlarından tutumlarını çıkarsadıklarını öne süren kendini algılama teorisine (self-perception theory) dayanarak, et yiyen (davranış) insanların, hayvanlara ahlaki haklar bahşetmemiş (tutum) olabilecekleri öne sürülebilir.
bilişsel tutarsızlık teorisine göre ise, insanlar tutumları arasında çelişki gördüklerinde tutarsız olan bileşenlerden birini değiştirmektedirler. buna göre, et yeme ve hayvana ilişkin endişeler çözülmesi gereken duyuşsal bir tutarsızlık-uyuşmazlık oluşturmaktadır. bu yüzden et yiyen bir kişi, ya ete yönelik tutumlarını ya da hayvanla ilişkili tutumlarını değiştirmelidir. buna göre vejetaryenlerin ve hepçillerin tutumlarını çözümleyecek olursak; vejetaryenler için, hayvanlara yönelik uygulanan etik olmayan davranışlar et yemenin reddine yol açmaktadır. hepçillerde ise durum çelişiktir; hepçillerin hayvanların ahlaki bakımdan eksik olduklarını düşünüp, hayvanları öldürmenin ahlaki bir durum olmadığı kararına vararak bu uyuşmazlığı çözdükleri düşünülmektedir. bununla birlikte, hayvanların acı çekme kapasitelerini yok sayarak da insanların bu çelişkiyi çözdükleri belirtilmektedir.
hayvanlardan insan niteliklerini (örneğin, bilinçlilik) ve onların bireyselliklerini (individuality) çekip almak, onları incitmeden ya da onlara acı çektirmeden önce kendimizi onlardan farklılaştırma stratejisi sağlar. hayvanların insanlardan daha az haklara sahip olduklarını düşünmek, hayvanlara zulmetmenin bir suç olmadığını düşünmemizi beraberinde getirir. böylece hayvanlara olumsuz biçimlerde davranmanın meşru yolu açılmış olur.
hayvanların kullanımını meşrulaştıran bir diğer şey de dildir. örneğin inek etini “biftek” olarak adlandırmak, tabaktaki etin nereden geldiği fikrini insan zihninden ayırmayı kolaylaştırmaktadır. yani yiyecek kategorisindeki hayvanlar, hayvanlıktan çıkarılmaktadır (de-animalized) böylece, et anonim hale gelmektedir. vejetaryenlerin ise eti, yaşayan hayvana yeniden bağladıkları belirtilmektedir ki bu yüzden et yemeyi tercih etmedikleri söylenebilir.
görüldüğü gibi, et yemeyi/yememeyi tercih etmek, birçok karmaşık kültürel ve bilişsel süreçlerle ilişkilidir. son zamanlarda vejetaryenlik popüler bir diyet biçimi hâline gelse de, birçok insan hâlâ et yemeyi sürdürmektedir; ancak bunu yaparken hayvanları tabaklarındaki etten ayırmaktadırlar ve onların bir akla sahip olduğunu görmezden gelmektedirler. insanlar hayvanlarla olan ilişkilerini, onlara atfettikleri özellikler, kendi kültürel arka planları, inançları ve kişilik özellikleri üzerinden kurmaktadırlar.
devamını gör...