lars von trier'ın sinemasını takip etmek isteyenler için çerez niyetinde olan avrupadaki festivalllerden ödüllerle dönmüş, bir düğün ; gelin, kızkardeşi ve çevresindekiler, kasvet unsurlarının yerinde kullanıldığı bir film.
yönetmen:
lars von trier
oyuncular:
kirsten dunst
charlotte gainsbourg
kiefer sutherland
alexander skarsgård
lars von trier
oyuncular:
kirsten dunst
charlotte gainsbourg
kiefer sutherland
alexander skarsgård
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "dragonkemal" tarafından 02.03.2021 17:49 tarihinde açılmıştır.
1.
2011 çıkışlı bir lars von trier filmi. başrollerini kirsten dust ve charlotte gainsbourg paylaşmıştır. insanı gerim gerim geren bir film. konusunu pek anlatmaya gerek yok. ismi zaten gereken her şeyi söylüyor.
bu tarz filmleri sevenler için kaçırılmaması gereken bir film. oyunculuklar çok başarılı. yansıtılmak istenen duyguyu tam anlamıyla yansıtıyorlar. 7.5/10.
bu tarz filmleri sevenler için kaçırılmaması gereken bir film. oyunculuklar çok başarılı. yansıtılmak istenen duyguyu tam anlamıyla yansıtıyorlar. 7.5/10.
devamını gör...
2.
bir lars von trier harikası film.
film, bilinç dışı (din, mistisizm) ve bilim arasındaki o amansız ama bir o kadar da birbirinden ayrı olmayan ilişkiyi konu alıyor. bunu çeşitli metaforlar kullanarak anlatıyor. aslında anlatmaya çalışmıyor da ben öyle anladım. bir sci-fi asla değil.
kimileri bu film için, von trier'in o depresif, çalkantılı ruh halinde bir gezintiyi anlatıyor derler. bu film, lars'ın kendisidir, derler. aynı zamanda burjuva toplumuna eleştiri de içerir.*
ben var yaa, saatlerce konuşabilirim bu film hakkında. puanım 10 üzerinden 9.
film, bilinç dışı (din, mistisizm) ve bilim arasındaki o amansız ama bir o kadar da birbirinden ayrı olmayan ilişkiyi konu alıyor. bunu çeşitli metaforlar kullanarak anlatıyor. aslında anlatmaya çalışmıyor da ben öyle anladım. bir sci-fi asla değil.
kimileri bu film için, von trier'in o depresif, çalkantılı ruh halinde bir gezintiyi anlatıyor derler. bu film, lars'ın kendisidir, derler. aynı zamanda burjuva toplumuna eleştiri de içerir.*
ben var yaa, saatlerce konuşabilirim bu film hakkında. puanım 10 üzerinden 9.
devamını gör...
3.
bir lars von trier filmi. bu filmde temel unsurun kaos ve kozmos çatışması olduğunu gördüm. din-bilim çatışmasını pek görebildiğim söylenemez. yani illaki böyle bir sonuç çıkarılabilir, burjuva eleştirisi de yapılabilir fakat filmdeki esas can alıcı nokta vurgulanmak istenen çaresizliktir.
filmin ilk kısmı olan evlilik kısmı'nda justine adlı gelinimizin ne kadar depresif ve melankoli içerisinde olduğunu görüyoruz. tam anlamıyla depresif bir kişiliktir ve çaresizdir. çünkü -depresyona girenler daha iyi anlayacaktır- böyle bir durumda insan asla felaketten kurtulamayacağını ve yaşamının sonsuza kadar böyle çile çekerek geçeceğini düşünür. depresyon budur aslında özünde ve insan hiçbir surette kılını kıpırdatmak istemez, çünkü anlamı yoktur. yaşanılan her şey anlamsızdır. bunları konuşmak bile. dolayısıyla depresyon hastası bir kimse elbette ki tedaviyi de umursamaz. çünkü o iyileşmeyi istemez, hasta bile değildir bazen kendince, çaresizliği kabul etmiş, yaşamı yaşamaktan vazgeçmiştir.
ilk kısımda gördüğümüz depresif justine'in aksine, kardeşi claire ise tam tersidir. otoriter, başarılı ve görece optimist bir kadındır. zengindir, güzel bir aile hayatı vardır, kocasıyla mutludur. işte burada tam bir burjuva tanımlaması yapabiliriz, yine de pek ileri gitmeye gerek yok sanıyorum çünkü filmin ekseni bir toplum eleştirisine kaymadı hiç. claire adlı karakter son derece optimisttir. ikinci kısımda melancholia adlı gezegen dünya'ya çarpmaya yakın claire aklını kaçırır. çünkü felaket üstlerine geliyordur ve her şey sona erecektir. çaresizdir. yapacak hiçbir şeyi yoktur.
son sahnede claire ve justine'in ölümü nasıl karşıladığına bakarsak daha iyi anlayabiliriz bunu. claire'in korkudan ödü koptu, ağlaya ağlaya ölmeyi bekledi. justine ise zaten pek çok zamandır çaresizdi, felaketin içindeydi ve yaşamı istemiyordu. dolayısıyla ölümü de usulca karşıladı.
john adlı karaktere gelince, tam bir burjuva alan karakter bilime o kadar inanıyordu ki en sonunda o "bilim adamları"nın "kurtulacağız" senaryolarının yanıldığını görünce intihar etti.
bu noktada din eleştirisi yapılabilir mi, belki. fakat bu noktada oldukça derin bir incelemeye ihtiyaç var çünkü film dini hiçbir öğe barındırmıyor. en azından ben göremedim. aynı şekilde bilinç dışı için de yapıyorum bu yorumu.
hayatın anlamsızlığı ve yok oluşun çözümsüzlüğü karşısında hiçbir şey yapamayız, böylece inanç denen şeye daha sağlam bakabilmemize yarayabilir bu nihai yok oluş. pek çok zamandır söylenen şeydir bu ama bir noktada da kendini avutmasıdır insanın. yok oluş var diye olası bir (filmde geçen tabir ile sihirli mağara) hakikat uydurup da buraya sığınmak anca filmdeki çocuk için geçerli olabilir. çünkü yok oluş, yok oluştur. dine inanmak bu yok oluşu bertaraf etmez, yalnızca insanın kendisini kandırması olur.
burada işte güzel bir din eleştirisi bulunabilir. yine de didikledik azıcık, olsun.
bu noktada da varoluşsal sulara inilebilir ama gerek yok. herhangi bir eseri gösterin bana, dilediğiniz kadar yorum yaparım. ama anlamsız olur. önemli olan, daha önce de söylediğim gibi, eserlere yüzeysel bakıp oradan bir hakikat çıkarabilmektir. muz çöpünün yapıştırıldığı bir tablo, bu yüzden bana kalırsa bir çöptür, başka bir şey değil.
filmdeki küçük çocuk lars von trier'e benziyordu lol.
puanım 9/10 - 4,5/5
çaresizliği hissetmek için filmin içine girebilirseniz eğer, siz de sonda gözyaşı dökebilirsiniz.
filmin ilk kısmı olan evlilik kısmı'nda justine adlı gelinimizin ne kadar depresif ve melankoli içerisinde olduğunu görüyoruz. tam anlamıyla depresif bir kişiliktir ve çaresizdir. çünkü -depresyona girenler daha iyi anlayacaktır- böyle bir durumda insan asla felaketten kurtulamayacağını ve yaşamının sonsuza kadar böyle çile çekerek geçeceğini düşünür. depresyon budur aslında özünde ve insan hiçbir surette kılını kıpırdatmak istemez, çünkü anlamı yoktur. yaşanılan her şey anlamsızdır. bunları konuşmak bile. dolayısıyla depresyon hastası bir kimse elbette ki tedaviyi de umursamaz. çünkü o iyileşmeyi istemez, hasta bile değildir bazen kendince, çaresizliği kabul etmiş, yaşamı yaşamaktan vazgeçmiştir.
ilk kısımda gördüğümüz depresif justine'in aksine, kardeşi claire ise tam tersidir. otoriter, başarılı ve görece optimist bir kadındır. zengindir, güzel bir aile hayatı vardır, kocasıyla mutludur. işte burada tam bir burjuva tanımlaması yapabiliriz, yine de pek ileri gitmeye gerek yok sanıyorum çünkü filmin ekseni bir toplum eleştirisine kaymadı hiç. claire adlı karakter son derece optimisttir. ikinci kısımda melancholia adlı gezegen dünya'ya çarpmaya yakın claire aklını kaçırır. çünkü felaket üstlerine geliyordur ve her şey sona erecektir. çaresizdir. yapacak hiçbir şeyi yoktur.
son sahnede claire ve justine'in ölümü nasıl karşıladığına bakarsak daha iyi anlayabiliriz bunu. claire'in korkudan ödü koptu, ağlaya ağlaya ölmeyi bekledi. justine ise zaten pek çok zamandır çaresizdi, felaketin içindeydi ve yaşamı istemiyordu. dolayısıyla ölümü de usulca karşıladı.
john adlı karaktere gelince, tam bir burjuva alan karakter bilime o kadar inanıyordu ki en sonunda o "bilim adamları"nın "kurtulacağız" senaryolarının yanıldığını görünce intihar etti.
bu noktada din eleştirisi yapılabilir mi, belki. fakat bu noktada oldukça derin bir incelemeye ihtiyaç var çünkü film dini hiçbir öğe barındırmıyor. en azından ben göremedim. aynı şekilde bilinç dışı için de yapıyorum bu yorumu.
hayatın anlamsızlığı ve yok oluşun çözümsüzlüğü karşısında hiçbir şey yapamayız, böylece inanç denen şeye daha sağlam bakabilmemize yarayabilir bu nihai yok oluş. pek çok zamandır söylenen şeydir bu ama bir noktada da kendini avutmasıdır insanın. yok oluş var diye olası bir (filmde geçen tabir ile sihirli mağara) hakikat uydurup da buraya sığınmak anca filmdeki çocuk için geçerli olabilir. çünkü yok oluş, yok oluştur. dine inanmak bu yok oluşu bertaraf etmez, yalnızca insanın kendisini kandırması olur.
burada işte güzel bir din eleştirisi bulunabilir. yine de didikledik azıcık, olsun.
bu noktada da varoluşsal sulara inilebilir ama gerek yok. herhangi bir eseri gösterin bana, dilediğiniz kadar yorum yaparım. ama anlamsız olur. önemli olan, daha önce de söylediğim gibi, eserlere yüzeysel bakıp oradan bir hakikat çıkarabilmektir. muz çöpünün yapıştırıldığı bir tablo, bu yüzden bana kalırsa bir çöptür, başka bir şey değil.
filmdeki küçük çocuk lars von trier'e benziyordu lol.
puanım 9/10 - 4,5/5
çaresizliği hissetmek için filmin içine girebilirseniz eğer, siz de sonda gözyaşı dökebilirsiniz.
devamını gör...
4.
2 bölümden oluşan, depresif bozuklukların * çok güzel işlendiği, richard wagner'in "tristan und isolde" prelude kısmı ile melankoliyi iliklerimize kadar hissettiren lars von trier filmi.
devamını gör...
5.
lars von trier'in 2011 yapımı filmi. depresyon ve dünyanın sonu gibi konularla uğraştığı düşünülürse görsel olarak oldukça güzel denilebilecek bir film. oyunculuklar harika.
film ağır çekimde bir takım sahnelerle başlıyor. daha baştan dünyanın sonunu görüyoruz. hiçbir kurtulma şansı olmayacak bir biçimde bitiyor her şey. justine'in depresyonu da yine çok hoş sahnelerle gösteriliyor. gelinliği üzerindeyken ormanlık bir yerde ayaklarına bağlanmış ve ilerlemesine engel olan dallar, ophelia tablosundaki gibi suyun üzerinde uzanışı... hepsi aslında fimde neler görüleceğini söylüyor sanki. bile bile bariz sona giden filmi izlemeye başlıyoruz. kaderini bile bile yaşayan oedipus gibi.
düğüne giderken kıvrımlı taşra yoluna uymayan bir limuzin tercih edilmiş. bu yüzden düğüne geç kalıyorlar. tabiatla bir uyumsuzluk var. doğaya yabancılaşma hayatın gidişatına zarar veriyor. içeri girmeden önce gökyüzüne bakan justine sanki melancholia'nın yaklaştığını sezmiş gibi o andan itibaren kendi melankolisine dalıyor. düğün boyunca tüm hayatının parça parça çözülüşünü görüyoruz. sinirli ve umutsuzca son çırpınışlarını görüyoruz. işinden oluyor, başka birisiyle sevişiyor, seromoninin gidişatını bozuyor. herkes ona mutlu olması gerektiğini söylüyor bir şekilde ama o gittikçe dibe batıyor. aslında neler yaşadığını yalnızca annesi ve kız kardeşi anlıyor, annesi bilgece uyarıyor da. sanki dişil bir bilgelik var işin içinde.
filmin ikinci yarısında justine ağır bir depresyonun ortasında artık. kardeşi onu evine alıyor ve ona destek olmaya çalışıyor. bu sırada melancholia gezegeninin dünyaya yaklaşmakta olduğu herkes tarafından bilinmekte. justine zamanla normal davranmaya başlarken kardeşi gittikçe endişeli bir ruh haline giriyor, kocası da bilime güvenmesi ve rahat olması gerektiğini söylüyor. kaçınılmaz son yaklaştıkça kendi trajik katarsisini yaşamış olan justine durumu metanetle karşılıyor ve kardeşine de bunu gösteriyor, son geldi ve yapacak bir şey yok diyor. dünya kötü bir yer işte, yok oluşunun yasını tutmamıza gerek yok diyor. filmin ilk yarısındaki annesi gibi sanki. eniştesinin bilime ve medeniyete güvenmesi ve sona karşı koymasına karşılık justine'nin sezgisel bir bilgeliği ve kabullenişi var. nitekim kıyamet inkar edilemez olduğunda ilk pes eden enişte oluyor. kardeşi de eniştesi kadar olmasa da medeniyette medet aramaya çalıştığı için sakin kalamıyor. kıyameti terasta şarap içmek yerine dallardan yapılmış sihirli mağaralarında karşılıyorlar.
dogville kadar beğenmeme rağmen sonunda benzer bir aydınlanma veya rahatlama yaşamadığım, kendi depresif düşüncelerime daha da bir daldığım film oldu. izlenmeye değer bir film olduğunu düşünüyorum ama.
film ağır çekimde bir takım sahnelerle başlıyor. daha baştan dünyanın sonunu görüyoruz. hiçbir kurtulma şansı olmayacak bir biçimde bitiyor her şey. justine'in depresyonu da yine çok hoş sahnelerle gösteriliyor. gelinliği üzerindeyken ormanlık bir yerde ayaklarına bağlanmış ve ilerlemesine engel olan dallar, ophelia tablosundaki gibi suyun üzerinde uzanışı... hepsi aslında fimde neler görüleceğini söylüyor sanki. bile bile bariz sona giden filmi izlemeye başlıyoruz. kaderini bile bile yaşayan oedipus gibi.
düğüne giderken kıvrımlı taşra yoluna uymayan bir limuzin tercih edilmiş. bu yüzden düğüne geç kalıyorlar. tabiatla bir uyumsuzluk var. doğaya yabancılaşma hayatın gidişatına zarar veriyor. içeri girmeden önce gökyüzüne bakan justine sanki melancholia'nın yaklaştığını sezmiş gibi o andan itibaren kendi melankolisine dalıyor. düğün boyunca tüm hayatının parça parça çözülüşünü görüyoruz. sinirli ve umutsuzca son çırpınışlarını görüyoruz. işinden oluyor, başka birisiyle sevişiyor, seromoninin gidişatını bozuyor. herkes ona mutlu olması gerektiğini söylüyor bir şekilde ama o gittikçe dibe batıyor. aslında neler yaşadığını yalnızca annesi ve kız kardeşi anlıyor, annesi bilgece uyarıyor da. sanki dişil bir bilgelik var işin içinde.
filmin ikinci yarısında justine ağır bir depresyonun ortasında artık. kardeşi onu evine alıyor ve ona destek olmaya çalışıyor. bu sırada melancholia gezegeninin dünyaya yaklaşmakta olduğu herkes tarafından bilinmekte. justine zamanla normal davranmaya başlarken kardeşi gittikçe endişeli bir ruh haline giriyor, kocası da bilime güvenmesi ve rahat olması gerektiğini söylüyor. kaçınılmaz son yaklaştıkça kendi trajik katarsisini yaşamış olan justine durumu metanetle karşılıyor ve kardeşine de bunu gösteriyor, son geldi ve yapacak bir şey yok diyor. dünya kötü bir yer işte, yok oluşunun yasını tutmamıza gerek yok diyor. filmin ilk yarısındaki annesi gibi sanki. eniştesinin bilime ve medeniyete güvenmesi ve sona karşı koymasına karşılık justine'nin sezgisel bir bilgeliği ve kabullenişi var. nitekim kıyamet inkar edilemez olduğunda ilk pes eden enişte oluyor. kardeşi de eniştesi kadar olmasa da medeniyette medet aramaya çalıştığı için sakin kalamıyor. kıyameti terasta şarap içmek yerine dallardan yapılmış sihirli mağaralarında karşılıyorlar.
dogville kadar beğenmeme rağmen sonunda benzer bir aydınlanma veya rahatlama yaşamadığım, kendi depresif düşüncelerime daha da bir daldığım film oldu. izlenmeye değer bir film olduğunu düşünüyorum ama.
devamını gör...