#ödüllü filmler
daphne du maurier unutulmaz romanınından uyarlanmış bir alfred hitchcock eseri.( 2020 senesinde bu film netflix'e özel tekrar çekilmiştir)
film erken dönem sinemanın ve gelişen sinema akımlarına oldukça hakim, ses ve ışık dengesi harika bir şekilde sağlanmış olarak dikkat çekmektedir.
ölen karısını unutamayan bir erkek; ve onun servetine , görkemine kapılıp onunla evlenen güzel bir kadın, tek sorun geçmişten gelen derin izler. film birçok dalda oscar ödülüne aday olmuş ve 2 dalda ödüle layık görülmüştür.
film erken dönem sinemanın ve gelişen sinema akımlarına oldukça hakim, ses ve ışık dengesi harika bir şekilde sağlanmış olarak dikkat çekmektedir.
ölen karısını unutamayan bir erkek; ve onun servetine , görkemine kapılıp onunla evlenen güzel bir kadın, tek sorun geçmişten gelen derin izler. film birçok dalda oscar ödülüne aday olmuş ve 2 dalda ödüle layık görülmüştür.
1941 oscar - en iyi siyah-beyaz görüntü yönetmenliği (george barnes)
1941 oscar - en iyi film
1941 oscar - en iyi film
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "petit prince de paris" tarafından 10.03.2021 15:56 tarihinde açılmıştır.
1.
netflix versiyonu sadece bana mı çok vasat geldi ? armie hammer gibi harika bir oyuncunun filme adapte olamadığını görmek ve lily james'in aslında çok korkmuş bir kadını canlandırırken bunu izleyiciye hissettirememiş olması gerçekten üzücü. filmin en güzel yanı da tabii ki kristin scott thomas'ı izlemek oldu. bu kadına the english patient filminden beri hayranım...
devamını gör...
2.
*
1940 yapımı, yönetmeni alfred hitchcock olan gizem/romantik konulu filmdir. psikolojik gerilim ağırlıklı bir filmdir ama benim için bu pek geçerli değildir. daphne du maurier'in aynı adlı romanından uyarlandığı söylenir, bu romanın da jane eyre'den esinlendiğinden bahsedilir. bu detayı filmin son sahnesine şahit olunca daha iyi anlayabiliyorum. filmin oyuncularına gelecek olursak, joan fontaine, laurence olivier başrolü çeker. ama filmde hiç görünmeyen rebecca adlı kadının başrollerden rol çaldığı söylenebilir.
film, mrs. van hopper'ın ücret karşılığında arkadaşlığını yapan bir genç kadının, uçurumun kenarında bekleyen bir adamı görmesiyle başlar. intihar edeceğini düşünerek adama yaklaşır fakat gördüğü tavır karşısında uçurumun yanından ayrılır. ancak bu son karşılaşmaları değildir. mrs. van hopper ile birlikte otelde kalan genç kadın, bay de winter'e fazlasıyla maruz kalır. zamanla aralarında yaşananlar dolayısıyla ani bir evlenme kararı alırlar ve her zaman bay de winter ile birlikte anılan manderley malikânesine yerleşirler. her şey oldukça hızlı ve kolay olmuştur çünkü, yeni bayan de winter olan genç kadının bir ailesi yoktur. bay de winter ise kimsenin söyleyeceklerine aldıracak biri değildir.
bay ve bayan de winter malikâneye yerleştidiklerinde ikisinin de bu duruma alışması biraz zor olur. ama bu konuda en çok zorlanan bayan de winter'dir. evin içerisindeki herkes, sanki hala varlığını sürdürüyormuş gibi bay de winter'in ölen eski eşinden bahseder. hikayenin en gerilimli noktası budur, hizmetçisinden tut, maxim de winter ve onun ailesine kadar herkesin ağzındadır bu kadın. zamanla bayan de winter kendini kocasının eski eşiyle kıyaslamaya başlar, onun gibi olmaya çalışır ama bunun yaptığı en büyük hata olduğunu fark eder. her şeyin tekerrür ediyormuş gibi göründüğü bir gecede, rebecca'nın öldüğü sandal bulunur. oysa maxim, öncesinde rebecca'nın cesedini teşhis etmiş ve öldüğünü kanıtlamıştır. ama o gece, bayan de winter bunların hepsinin yalan olduğunu öğrenir. rebecca'yı maxim öldürmüş ve bilerek onu denize sandalıyla birlikte atmıştır. bunu hamile olduğunu öğrendiği için yapmıştır. burada maxim'in ne kadar büyük bir öfke problemi olduğunu görürüz. bayan de winter'in bu itiraftan sonra kocasını terk edeceğini düşünebiliriz ama evlilikleri boyunca yaşadığı psikolojik şiddet ve manipülasyon onu kocasının yanında kalmaya iter. onunla birlikte suçu gizlemeye çalışır. başarılı da olur, ancak rebecca'nın takıntılı hizmetlisi bu çiftin mutluluğuna göz yummayacağı için bütün bir malikâneyi kendi de içerisindeyken yakar. tıpkı jane eyre de yaşananlar gibi, ama o kitaptaki gibi çiftler burada uzun bir ayrılık yaşamazlar. bayan de winter yangından kurtulur ve kocasının kollarına koşar. tüm malikâne yanarken onlar sadece kavuşmanın mutluluğunu yaşarlar.
*
1940 yapımı, yönetmeni alfred hitchcock olan gizem/romantik konulu filmdir. psikolojik gerilim ağırlıklı bir filmdir ama benim için bu pek geçerli değildir. daphne du maurier'in aynı adlı romanından uyarlandığı söylenir, bu romanın da jane eyre'den esinlendiğinden bahsedilir. bu detayı filmin son sahnesine şahit olunca daha iyi anlayabiliyorum. filmin oyuncularına gelecek olursak, joan fontaine, laurence olivier başrolü çeker. ama filmde hiç görünmeyen rebecca adlı kadının başrollerden rol çaldığı söylenebilir.
film, mrs. van hopper'ın ücret karşılığında arkadaşlığını yapan bir genç kadının, uçurumun kenarında bekleyen bir adamı görmesiyle başlar. intihar edeceğini düşünerek adama yaklaşır fakat gördüğü tavır karşısında uçurumun yanından ayrılır. ancak bu son karşılaşmaları değildir. mrs. van hopper ile birlikte otelde kalan genç kadın, bay de winter'e fazlasıyla maruz kalır. zamanla aralarında yaşananlar dolayısıyla ani bir evlenme kararı alırlar ve her zaman bay de winter ile birlikte anılan manderley malikânesine yerleşirler. her şey oldukça hızlı ve kolay olmuştur çünkü, yeni bayan de winter olan genç kadının bir ailesi yoktur. bay de winter ise kimsenin söyleyeceklerine aldıracak biri değildir.
bay ve bayan de winter malikâneye yerleştidiklerinde ikisinin de bu duruma alışması biraz zor olur. ama bu konuda en çok zorlanan bayan de winter'dir. evin içerisindeki herkes, sanki hala varlığını sürdürüyormuş gibi bay de winter'in ölen eski eşinden bahseder. hikayenin en gerilimli noktası budur, hizmetçisinden tut, maxim de winter ve onun ailesine kadar herkesin ağzındadır bu kadın. zamanla bayan de winter kendini kocasının eski eşiyle kıyaslamaya başlar, onun gibi olmaya çalışır ama bunun yaptığı en büyük hata olduğunu fark eder. her şeyin tekerrür ediyormuş gibi göründüğü bir gecede, rebecca'nın öldüğü sandal bulunur. oysa maxim, öncesinde rebecca'nın cesedini teşhis etmiş ve öldüğünü kanıtlamıştır. ama o gece, bayan de winter bunların hepsinin yalan olduğunu öğrenir. rebecca'yı maxim öldürmüş ve bilerek onu denize sandalıyla birlikte atmıştır. bunu hamile olduğunu öğrendiği için yapmıştır. burada maxim'in ne kadar büyük bir öfke problemi olduğunu görürüz. bayan de winter'in bu itiraftan sonra kocasını terk edeceğini düşünebiliriz ama evlilikleri boyunca yaşadığı psikolojik şiddet ve manipülasyon onu kocasının yanında kalmaya iter. onunla birlikte suçu gizlemeye çalışır. başarılı da olur, ancak rebecca'nın takıntılı hizmetlisi bu çiftin mutluluğuna göz yummayacağı için bütün bir malikâneyi kendi de içerisindeyken yakar. tıpkı jane eyre de yaşananlar gibi, ama o kitaptaki gibi çiftler burada uzun bir ayrılık yaşamazlar. bayan de winter yangından kurtulur ve kocasının kollarına koşar. tüm malikâne yanarken onlar sadece kavuşmanın mutluluğunu yaşarlar.
*
devamını gör...