1.
sağırlık sadece işitme kaybı ile alakalı olmayabilir. her insan biraz sağırdır aslında; duymak istemediklerine, farklı bir şekilde duymak istediklerine karşı. dünya üzerinde hüküm süren ve tam da iletişim çağı dediğimiz saçma sapan çağın kalbinde bir ritim bozukluğu gibi dengesizlik yaratan bu iletişimsizliğin kulakları sağır eden ölüm çığlıklarını işitmeye çalışıyoruz. ve maalesef sağır kulaklarımız sözcükler diye bildiğimiz işitme cihazlarından yoksun.
kitapla hiç alakası yok ama yazmak istedim. size kitabı anlatmasa da sağırlığı anlatacaktır. hem de sadece bireysel değil toplumsal bir sağırlık örneğidir bu. anlatacağım hikaye dilek özçelik’in hikayesi. her zaman söylediğim gibi “ meslektaşım kardeşimdir”. dilek de benim meslektaşımdı, henüz yeni mezundu ama yine de meslektaşımdı. artık aramızda değil ama yine de hala meslektaşım.
dilek, bir cuma namazı sonrası allah’ın evinden çıkan ama ev sahibiyle aslında hiçbir iletişimi olmadığı az sonra belli olacak bir bakanın yanına yaklaşıp derdini anlatmak ister. dilenci değildir dilek. derdim bir aliterasyon yaratmak değil bu cümleyle, sadece dilek’in onurlu bir cümle kurmadan önceki haklı talebine vurgu yapmak. dilek adını anmak bile istemediğim bir hastalıktan mustariptir ve ilaçlarını yaşadığı trakya kentinde bulamaz ve bunun için de bakandan yardım talep eder. bakan, bugüne kadar bakanlık yapmış çoğu bakan gibi aslında bakması gereken yere bir türlü bakmayan, onun baktığı yerde olmaya çalışanlardan gözlerini kaçıran bir adamdır. bakanımız elini cebine atar ve sadaka gibi bir para tutuşturmaya çalışır güzeller güzeli dilek kardeşimizin eline. daha ne yapayım demeyi de ihmal etmez. devletinden yardım isteyen bir gence bakanın cevabı budur işte tam o anda. ve dilek tokat gibi bir cevap verir: “ görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız.” yazarken bile tüylerim diken diken oldu. ben de bakana şunu söylüyorum ece’den alıntılayarak: “ siz ne zaman bu kadar zalim oldunuz?” biz ne zaman bu kadar zalim olduk? dilek’i nasıl duymadık hiçbirimiz. dilek neden öldü? biz ne kadar sağırız ki el vermedik gencecik bir öğretmen adayına. yazıklar olmasın mı bize?
kitabı okuyun. çok iyi bir kitap ama benim anlattıklarımla alakası yok. ben gelişine vurdum. bu da mı gol değil?
kitapla hiç alakası yok ama yazmak istedim. size kitabı anlatmasa da sağırlığı anlatacaktır. hem de sadece bireysel değil toplumsal bir sağırlık örneğidir bu. anlatacağım hikaye dilek özçelik’in hikayesi. her zaman söylediğim gibi “ meslektaşım kardeşimdir”. dilek de benim meslektaşımdı, henüz yeni mezundu ama yine de meslektaşımdı. artık aramızda değil ama yine de hala meslektaşım.
dilek, bir cuma namazı sonrası allah’ın evinden çıkan ama ev sahibiyle aslında hiçbir iletişimi olmadığı az sonra belli olacak bir bakanın yanına yaklaşıp derdini anlatmak ister. dilenci değildir dilek. derdim bir aliterasyon yaratmak değil bu cümleyle, sadece dilek’in onurlu bir cümle kurmadan önceki haklı talebine vurgu yapmak. dilek adını anmak bile istemediğim bir hastalıktan mustariptir ve ilaçlarını yaşadığı trakya kentinde bulamaz ve bunun için de bakandan yardım talep eder. bakan, bugüne kadar bakanlık yapmış çoğu bakan gibi aslında bakması gereken yere bir türlü bakmayan, onun baktığı yerde olmaya çalışanlardan gözlerini kaçıran bir adamdır. bakanımız elini cebine atar ve sadaka gibi bir para tutuşturmaya çalışır güzeller güzeli dilek kardeşimizin eline. daha ne yapayım demeyi de ihmal etmez. devletinden yardım isteyen bir gence bakanın cevabı budur işte tam o anda. ve dilek tokat gibi bir cevap verir: “ görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız.” yazarken bile tüylerim diken diken oldu. ben de bakana şunu söylüyorum ece’den alıntılayarak: “ siz ne zaman bu kadar zalim oldunuz?” biz ne zaman bu kadar zalim olduk? dilek’i nasıl duymadık hiçbirimiz. dilek neden öldü? biz ne kadar sağırız ki el vermedik gencecik bir öğretmen adayına. yazıklar olmasın mı bize?
kitabı okuyun. çok iyi bir kitap ama benim anlattıklarımla alakası yok. ben gelişine vurdum. bu da mı gol değil?
devamını gör...