sahibini arayan mektuplar

tanım: ümit yaşar oğuzcan tarafından bütün sevenlere ve yalnızlara armağan edilen 25 adet mektup...

ikinci mektup
aramak... ömür boyunca aramak... yalnız seni aramak... paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. belki bu şehirde değilsin. ne çıkar? seni arıyorum ya. belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. sonra akşamı bekliyorsun, alaca karanlığı... beni bekliyorsun ya da bir başkasını, bir başkasını...

hiç gel demeyeceğim sana. aramak neredeyse ben oradayım. ayaklarım ne güne duruyor? yok yok birden karşıma çıkma. kaç, saklan. seni aramak istiyorum.

git bu şehirden haydi git. dağlara çık, o uzak dağlara. rüzgârların krallığında hüküm sür. baktın ki oraya geldim, yine kaç. başını al, açıl denizlere. gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. seni arıyorum ya!

bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. okyanus dalgaları üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. yalın ayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı. sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı.

bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. ayaklarını afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım, saçların sibirya'da olmalı, dudakların çin'de. gözlerin hindistan'da bir mabudun gözleri olmalı, ellerin italya'da bir heykelin elleri. bulsam da seni parça parça bulmalıyım.

yine de bir yerin eksik kalmalı.
yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.
ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim.
devamını gör...
on birinci mektup

"korkuyorum. ölmekten mi? hayır, yokluktan. ölmek nihayet birkaç dakikalık mesele. yürümek, uyumak gibi basit bir şey. ama yokluk; ölüm. evet, ölmek ve ölüm ayrı şeyler bence. biri sonun başlangıcı biri de son ve yokluk. ölmekte şiir var, duygu var, anlam var. ölüm, sadece karanlık, boşluk, anlamsızlık.

doğmak başlangıcı yaşantımızın ve çilemizin. ölmek sonu. ölümse; öldükten sonraki zaman. o dizgin vuramadığımız at, o asla sahip olamadığımız kadın.

ölmek elimizde, ölüm tanrının sırrı, bedeli var oluşumuzun.

ölümsüz olmalıydı ölmek dünyada. insan dilediği anda ölmeli, dilediği anda yaşamalıydı.

ölümün gelmesini bekleyenler, ölmeyi bilmeyenlerdir. yaşamamız tanrının bileceği bir şey, zamana hükmeden o, ölüme hükmeden de o. yalnız ölmek bizim.

bu tek hakkımızı da suç saymış bizden önce gelenler. suç işlemişler, günah demişler. yaşatmışlar yaşamışız, öldürmüşler ölmüşüz. nerede kaldı bizim üstünlüğümüz? insanlığımız, zekâmız nerede kaldı?

bitkiler, hayvanlar diledikleri zaman ölemiyorlarsa insan olmadıkları içindir. ölmek asla şerefsizlik değil, hele korkaklık hiç değil. yalnız yaşamaktan korkanlar, yılgınlar mı ölmek isterler sanıyorsun?

cesaret başkalarına kötülük etme pahasına da olsa yaşamak mı? cesaret, sürekli bir aldanmaya boyun eğmek mi? durmadan aldatmak mı cesaret?

kötü, korkunç bir dünya üzerinde yaşıyoruz. bütün çabamız kendi kendimizi bitirmek ve son vermek insan nesline. öyleyse bir adam eksilmiş olsa bu şuursuz kalabalıktan ne çıkar?

hatırlıyor musun? bir şiirimde:

"bir yere kadar yaşamak güzel
ama bir yerde ölüm güzel oluyor"

demiştim.

işte bu gün, ölümün o güzel olduğu yerdeyim... *


seslendirme olarak da bulunca eklemek istedim...
buradan
devamını gör...
kendi kendime yazdığım başlığımdan yeniden merhabalar sevgili sözlük ahalisi *

günümüzde insanlar hatır bile sormaya üşenirken, en uzun kelimelerimiz kısaltmalardan ibaret olan slm, nbr ve en yoğun vakitlerimiz sosyal medya vs yerlerde cirit atmakla geçerken genel olarak, insanların sevdiklerine uzun uzun mektuplar yazdığı bir dönemi kaçırmış olmak ne kadar üzücü. herkes bizi sevsin istiyoruz ama sevmeye vaktimiz, daha da önemlisi gönlümüz yok gibi...

on sekizinci mektup
en güzel beraberlik seninle olmak diyorum, nasıl en korkunç yalnızlık sensiz olmaksa... biraz önce buradaydın, aradan geçen zaman henüz kokunu bile dağıtamadı. oturduğun koltukta ağırlığının izi duruyor. dokunduğun her yerde sıcaklığın var, baktığın her şeyde aydınlığın.

gittin mi? ben şimdi yalnız mıyım? duvarlar üzerime yıkılıyor, yüzümde parçalanıyor aynalar, resim çerçeveleri. tarifi mümkün olmayan bir boşluk içindeyim. gözlerim kapıda belki yine de gelirsin diyorum. uzaktan ayak sesleri geliyor. sen değilsin gelen biliyorum, ama yine de bir umut var içimde vazgeçemediğim.

bir sigara yakıyorum ve seni arıyorum dumanın havada çizdiği şekillerde. sonra ne yapacağını bilemeyen ellerime bakıyorum bir zaman. ellerim hala ayrılırken ellerine temas etmenin hazzı içinde şaşkın ve kararsız. oysa, o ellerle şimdi şiirler yazabilirim senin için, sana yokluğumun dayanılmazlığını anlatabilirim.

zaman hayli ilerledi. evine varmış olmalısın. kulağım telefon sesinde. beni aramanı bekliyorum. telefonun her çalışında umutla uzanıyor ellerim ahizeye. oysa hep bir başkası çıkıyor karşıma. kahroluyorum. senden başkasının varlığına değil, sesine bile tahammülüm yok artık. ağır, dayanılmaz saatler geçiyor.

nihayet senin sesin telefonda. beni anlayan, o özlemli, kısık sesin. ''nasılsın'' derken bile yüreğimi heyecanla dolduran, kanımı tutuşturan sesini işitmenin sevinci sarıyor her yerimi. hiç bitmesin istiyorum konuşmamız. senden başka bir şey düşündüğüm yok, dünya umurumda değil. konuşuyor, konuşuyoruz ve ''allahaısmarladık'' diyorsun. sana düşündüklerimi söyleyemiyorum. ''ne olur, yine gel ve hiç gitme artık'' diyemiyorum. boğazıma bir şeyler düğümleniyor. ellerimde soğuk, hissiz bir aletle yapayalnız kalıyorum. sesin yerine çıldırtan bir uğultu kulaklarımda. biraz önce sesini bana ileten telefona düşmanım şimdi. hırsla ve kinle bakıyorum bir zaman.

sonra sevdiğin bir plağı çalmak geliyor aklıma. birden seviniyorum. her şeye rağmen yine seninleyim, ne iyi. beşinci senfoniyi dinliyorum. odayı orkestranın güçlü, tanrısal sesi dolduruyor. hiç ayrılmadığımıza ve ayrılmayacağımıza inanıyorum. yüzyılların ardından bir beethoven sesleniyor, isyan ediyor zamana. ve sonra bir başka plakta schumann ağlıyor, ben ağlıyorum, uzaklarda sen ağlıyorsun. aşkın ve sanatın ölümsüzlüğüne bir kere daha inanıyorum.

artık seni sevdiğime pişman değilim... *
devamını gör...
altıncı mektup *

bugün bir yalnızlığa düştüm yine..
başımı ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım. önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi "beni iç" diye fısıldıyordu, "beni iç." sonra yalvarmaya başladı: "ne olur" dedi "ne olur haydi iç beni." bir bardak doldurdum, tepeme diktim. şişe rahatladı, sustu.

hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? işte öyle oldum. hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka türlü atması vardı yüreklerimizin, onu hatırladım. sonra bir tren hareket etti. sabahtı. karşı karşıyaydık. konuşuyorduk. ben sevmek diyordum durmadan. gözlerim gözlerine soruyordu. "seviyor musun?" diye. hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu.

oysa ki bir çok hayır diyen insanlar vardı çevremizde. örneğin: bir çocuk hayır diyordu, bir kadın, bir adam, bir başkası hayır diyordu. "hayır"lar arasında ezilmeye mahkumdu "evet"lerimiz.

tren ilerliyordu. gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum; fakat bilmiyordum ben de ne olacağını. bizi sürükleyen bir akıntıydı. durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte. peki anafor neredeydi? uzak mıydı? belki çok yakındı kim bilir. biz onu göremeyecektik. o gözlerimizi kör ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla.

tren ilerliyordu. pencereden deniz görünüyordu. denize akşam güneşi vurmuştu. renk renk kayıklar gördük kıyılarda. denize taş atan çocuklar gördük. uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu.

ve tren ilerliyordu. kadere yaklaşıyorduk. bir alaca karanlık * bastı zamanı. gözlerim gözlerindeydi. ellerini tuttum. titredin. acı acı bir düdük öttü. bir şeyler koptu içimizden. sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı.

şimdi o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum...

yalnızlık senfonisi... *
devamını gör...
yirminci mektup.

nerdesin? günler var ki beni aramadın, yazmadın. senden gelecek bir mektubu bekledim boşuna. önceleri içim umutla dolu, postacının kapımı çalmasını bekledim. satırlarınla aydınlanmasını bekledim bu karanlığın. saatler saatleri, günler günleri kovaladı. gitgide büyüdü verdiğin yalnızlık, yüreğim kahırla doldu. ümit etmenin mutlu heyecanları, yerini tarifsiz bir hüzne bıraktı. kocaman, kalabalık bir şehirde yapayalnız kaldım işte. nerdesin?

beni unuttun demiyeceğim. unutmadığını biliyorum.ama düşün ki, benden uzaklaştığın her kilometre, sana olan sevgimi bir kat daha arttırdı. senden başka bir şey düşünemez oldum. geri döndüğün zaman , eminim şaşıracaksın. böylesine mesafelerle büyüyen, zamanla derinleşen bir aşkın karşısında olmak kimbilir ne kadar değiştirecek seni.. yüzünde pembelerin en güzeli, gözlerinde ışıkların en parlağı ile sevilmenin çok çok sevilmenin hazzını yudum yudum içeceksin. sevilen bir kadının mutluluğunu seyredeceğim sende. sevdiğim kadının ölümsüzlüğünü yaşayacağım.. nerdesin?
dün evinin önünden geçtim. perdelerin kapalıydı, dolu doluydu gözleri pencerelerin. kapın sanki bir daha hiç açılmayacak gibi kapanmıştı sokağın yüzüne. kimbilir odalar, eşyalar ne haldeydi sensiz. her dakika ayaklarının güzelliğiyle mest olan halılar ne yapıyordu şimdi? ya kokuna ve sıcaklığına alışmış yatağın ne haldeydi? baktım sen yoktun, duvarlar kararmıştı. sokağından yaşayan bir ölü gibi geçtim ve bir hüzün anıtı halinde bıraktım evini. nerdesin?

meğer ne doldurulmaz bir derinlikmiş yokluğun. kaderde bu sensizlik de varmış. her insanın yüzünde sana benzeyen bir şey aramak da varmış. sesini duymak varmış şarkılarda. bütün kitaplarda seni okumak varmış. meğer ne dayanılmaz bir şeymiş yokluğun. kağıtlara seni yazmak varmış, renk renk düşünmek varmış seni, çiçek çiçek koklamak varmış. artık hiç yazmasan da olur hiç gelmesen de.. meğer ne türlü bir ölümmüş yokluğun.

bir daha nerdesin demiyeceğim. bendesin artık. dudaklarımın değdiği kadehlerdesin. serin yağmurlar getiren bulutlardasın. kah denizlerdesin, kah rüzgarlardasın. uzaktasın ama yine bu şehirdesin.

gittiğine inanmıyorum. gel demiyeceğim.


-ümit yaşar oğuzcan.
devamını gör...
sahibini arayan mektuplar'ın her biri diğerinden güzel gibidir, her biri herkese hitap eder, her biri diğerinden ayrılamaz gibidir. belki de anlıktır ki, bir tanesi diğerlerinden çok daha içten, çok daha güzel gelir, belki de en başta o en güzelidir, okuyan için.

bir ümit yaşar oğuzcan müptelası olarak, sanırım en sevdiğim. karşılık aldığın sevgiye, duyulacak en güzel duygular, kaleme dökülecek en güzel sözleri olan.

sekizinci mektup.

bana çılgın diyorsun, seni sevdiğim için. yanılıyorsun, sevmek çılgınlık değil. sevmek insan tarafımızı bulmamızdır bence. biraz da yaklaşmamızdır tanrıya zaman zaman.

dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. o ot gelip, ot gidenlere acımalı. sevebilen insan kendini keşfetmiş insandır. talihli insandır. çektiği bütün acılara rağmen; mutlu, kıvançlı insandır o. aşktır yücelten bizi ve derinliğimiz aşktandır. gerisi boş,yalan.

aşksa, sevmektir. durmadan, nefes alırcasına sevmektir.

sevmekle sevilmek ayrı şeyler… sevilmeyi çoğaltmak, ona bir başka şekil vermek, daha da yoğunlaştırmak onu elimizde değil. oysa ki sevgimizi dilediğimiz gibi yoğurabilir, dilediğimiz şekli verebiliriz ona.

derinlikse derinlik, yükseklikse yükseklik, genişlikse genişlik.

sevmekte gücümüz var, irademiz,aklımız var. biz varız sevmekte. sevmek yaratmaktır bir bakıma. sevilmekse; yaratılmak.

demek ki biz seninle birbirimizi yaratıyoruz durmadan. sen beni yaratttıkça güzelsin işte ve ben seni yarattıkça güçlüyüm, daha da bir insanım.

beni sevmeseydin yine bir şey değişmeyecekti benim için. sen biraz eksik kalacaktın, biraz sen kaybedecektin. o kadar.

şimdi insanların en güzeliyiz, en iyisiyiz elbette. seviyoruz, seviliyoruz.

sevgimi anlamadığın ve ona saygı göstermediğin anda ölebilirim. karşılık vermediğin anda değil.

birbirimizi yeniden yaratmaya devam edelim.
devamını gör...
ondokuzuncu mektup.

"duyarlarsa" diyorsun. duysunlar ne çıkar? seven insanın bir suçlu gibi ezik olması neden? sevmek ve sevil­mek hakkımızı kullanıyorsak bundan kime ne? insan ola­rak aşktan başka övünecek neyimiz kaldı? erdem yalan söylemek mi? hırsızlık etmek mi? katil olmak mı? yoksa esirleri fırınlarda yakmak mı erdem? bir milletin gençliği­ni savaş meydanlarında yok etmek mi? yalnız sofular mı erdemli bu dünyada? çıkarını düşünenler mi namuslu?

aşka saygı duymayanlar utansın yaşadıklarına, sevenler değil.

"görürlerse" diyorsun. oysaki kimse görmeyecek se­ninle seviştiğimizi. bu doyulmaz zevki kimseye tattırma­yacağız. seni benden başka hiç kimseyle paylaşmaya razı değilim. zaten sen bir bütünsün; bölünemezsin, paylaşılamazsın ki! ben hep sevdim sana gelinceye kadar. seni sev­meye hazırladım kendimi. ilk sevdiğim sen değilsin elbet­te, ama son sevdiğim olacaksın.

seni tanımadan önce yalnız sevmenin hazzıyla doluydu yüreğim, gururluydum, çünkü; seven bendim. yal­nız benim hakkımdı sevdiğimi yüceleştirmek, onu erişil­mez yapmak, ölümsüz kılmak benim hakkımdı. sevildiği­mi, hele senin tarafından sevildiğimi anladığım anda gu­rurum yok oldu. aşkının büyüklüğü karşısında eridiğimi hissettim.

"anlarlarsa" diyorsun. anlasınlar umurumda değil.
keşke anlayabilseler... herkesin seni olduğun yerde görmesini, bilmesini isterdim. ben sende yaşamanın kavra­mını buldum iç âleminin sonsuz hâzinelerini önüme ser­diğin zaman anladım yaşadığımı. güzelliğinin manyetik alanından dışarıya çıkamaz oldum.

hiçbir şeyden çekinme artık. bak! şimdi seninle var­dığımız o yerde kimseler yok. yıldızların erişilmezliğinde, duyguların sonsuzluğundayız. zamanı aştık, en güze­li kendimizi aştık seninle.

onun için şimdi ilk defa beni sevmek hakkını sana ta­nıyorum. anla, seni ne kadar sevdiğimi.
devamını gör...
ön sözünde de yazıldığı gibi, aslında özel birine yazılmış olan mektuplardır...

"bu kitaba sahibini arayan mektuplar adını verirken yanıldığımı ve sana haksızlık ettiğimi şimdi anlıyorum. her satırı o kadar senle dolu ki!... yıllar bile her kelimesine düşmüş olan gölgeni silemez artık.
vurduğun damganın ölmezliğini anlayasın diye bu mektupları sana armağan etmiyor ve adını onlara ad yapmıyorum. fakat göreceksin; adım söylendikçe adın da söylenecek.
senden gelen, sana yazılan daima seninle anılacak olan sahibini arayan mektupların her satırı için binlerce teşekkür sana."

yıllar önce kurtuluşta gittiğim bir sahafta görmüş, on birinci mektubu okuyup çok beğenmiş ancak alamamıştım. deli gibi pişmanım anlayacağınız üzere.

on birinci mektup*

"korkuyorum. ölmekten mi? hayır, yokluktan. ölmek nihayet birkaç dakikalık mesele. yürümek, uyumak gibi basit bir şey. ama yokluk; ölüm. evet, ölmek ve ölüm ayrı şeyler bence. biri sonun başlangıcı, biri de son ve yokluk. ölmekte şiir var, duygu var, anlam var. ölüm, sadece karanlık, boşluk, anlamsızlık.
doğmak başlangıcı yaşantımızın ve çilemizin. ölmek sonu. ölümse; öldükten sonraki zaman. o dizgin vuramadığımız at, o asla sahip olamadığımız kadın.
ölmek elimizde, ölüm tanrı'nın sırrı, bedeli var oluşumuzun.
ölümsüz olmalıydı ölmek dünyada. insan dilediği anda ölmeli, dilediği anda yaşamalıydı.
ölümün gelmesini bekleyenler, ölmeyi bilmeyenlerdir. yaşamamız tanrı'nın bileceği bir şey, zamana hükmeden o, ölüme hükmeden de o. yalnız ölmek bizim. onunla yetinmek kalmış bize bu ölümlü dünyada.
bu tek hakkımızı da suç saymış bizden önce gelenler. suç işlemişler, günah demişler. yaşatmışlar yaşamışız, öldürmüşler ölmüşüz. nerede kaldı bizim üstünlüğümüz? insanlığımız, zekamız nerede kaldı?
bitkiler, hayvanlar diledikleri zaman ölemiyorlarsa insan olamadıkları içindir. ölmek asla şerefsizlik değil, hele korkaklık hiç değil. yalnız yaşamaktan korkanlar, yılgınlar mı ölmek isterler sanıyorsun?
cesaret başkalarına kötülük etme pahasına da olsa yaşamak mı? cesaret, sürekli bir aldanmaya boyun eğmek mi? durmadan aldatmak mı cesaret?
kötü, korkunç bir dünya üzerinde yaşıyoruz. bütün çabamız kendi kendimizi bitirmek ve son vermek insan nesline. öyleyse bir adam eksilmiş olsa bu şuursuz kalabalıktan ne çıkar? hatırlıyor musun? bir şiirimde,

''bir yere kadar yaşamak güzel
ama bir yerde ölüm güzel oluyor''
demiştim.

işte bugün ölümün o güzel olduğu yerdeyim."
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"sahibini arayan mektuplar" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim