yazar: joanne greenberg
yayım tarihi: 1964
üstün zekalı deborah isimli bir genç kızın şizofreni hastanesi olup akıl hastanesine yatırılmasıyla başlar. deborah kendi kafasında kurduğu krallık ile kendisini tedavi etmek için çabalayan doktorlar arasında zorlu günler geçirir. deborah'nın çektiği ruhsal sancıları okuyucuya da hissettiren, yarı otobiyografik bir romandır.
yayım tarihi: 1964
üstün zekalı deborah isimli bir genç kızın şizofreni hastanesi olup akıl hastanesine yatırılmasıyla başlar. deborah kendi kafasında kurduğu krallık ile kendisini tedavi etmek için çabalayan doktorlar arasında zorlu günler geçirir. deborah'nın çektiği ruhsal sancıları okuyucuya da hissettiren, yarı otobiyografik bir romandır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "ata" tarafından 28.11.2020 00:15 tarihinde açılmıştır.
1.
joanne greenberg'in 1964 tarihli yarı otobiyografik dram konulu romanıdır.
--! spoiler !--
deborah blau romanda ana karakter olan 16 yaşındaki üstün zekalı bir kızdır. yahudi olan blau'un sanata ilgisi vardır ve üretrasındaki tümörü aldırmak için iki defa ameliyat olmasını takiben kendisine şizofreni teşhisi konur. intihara teşebbüs etmesini takiben bir ruh sağlığı hastanesine yatırılan blau ekseninde onun düşünce dünyası aktarılır. zihnindeki dünya olan “yr krallığı” ise bu dünyadan tamamen farklıdır ve blau'nun savunma mekanizmasıyla oluşturduğu hayali bir yerdir. ancak daha sonra bu hayali krallık ona ıstırap olarak geri dönecektir.
jacob blau ve esther blau'nun çocuğu olan deborah dışında romandaki diğer karakterler kız kardeş suzy blau; doktor fried ve yakın arkadaşı carla'dır.
--! spoiler !--
--! spoiler !--
deborah blau romanda ana karakter olan 16 yaşındaki üstün zekalı bir kızdır. yahudi olan blau'un sanata ilgisi vardır ve üretrasındaki tümörü aldırmak için iki defa ameliyat olmasını takiben kendisine şizofreni teşhisi konur. intihara teşebbüs etmesini takiben bir ruh sağlığı hastanesine yatırılan blau ekseninde onun düşünce dünyası aktarılır. zihnindeki dünya olan “yr krallığı” ise bu dünyadan tamamen farklıdır ve blau'nun savunma mekanizmasıyla oluşturduğu hayali bir yerdir. ancak daha sonra bu hayali krallık ona ıstırap olarak geri dönecektir.
jacob blau ve esther blau'nun çocuğu olan deborah dışında romandaki diğer karakterler kız kardeş suzy blau; doktor fried ve yakın arkadaşı carla'dır.
--! spoiler !--
devamını gör...
2.
bu kitabın bu kadar önemli olmasının sebebi yazarın kendisinin de akıl hastanesinde zaman geçirmiş olması ve kendi anılarından yola çıkarak gerçeklerle bezenmiş bu kitabı yazmasıdır. benzer zorluklarla yüzleşen veya psikolojik sorunlu yakınları olan insanların okuması gereken faydalı bir eserdir. psikolojik problemlerimiz 2020 yılında oldu da farkında değiliz sanki.
(bkz: sanagulbahcesivadetmedim) kaliteli yazılarını okurken bu kitabı tekrar okuma isteği duydum.
--! spoiler !--
kitaptan bazı alıntılar…
--! spoiler !--
deborah kibritin kuru yakıtı tutuşturduğunu hissetti. “adalet uygulanmıyorsa, namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor peki?” ...
“bak dinle beni,” dedi furi (deborah’nın psikiyatristi). “sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim. ve hiç bir zaman huzur ya da mutluluk vadetmedim. sana ancak bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim. sana sunduğum tek gerçeklik savaşım. ve sağlıklı olmak, gücünün yettiği kadarıyla bu savaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir. ben yalan şeyler vadetmem hiç. kusursuz, güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır... üstelik böyle bir dünya çok can sıkıcı bir yer olur!”
ona bir anlatabilsem... diye düşündü furi. çölde doğup büyümüş bir insana, daha görmediği nice bereketli, verimli, olağanüstü derecede güzel topraklar olduğu nasıl anlatılabilirdi acaba?
deborah’ın okuduğu bütün kitaplar ona kesin ifadeler kullanmamasını, tartışmamasını ve duygularını belli etmemesini, neşeli ve yardımsever olmasını söylüyordu.
ölümden başka ölümler -daha kötüleri- de vardır.
sizin yalnızca bir çeşit soğuğunuz var; paltolarla halledebilecek bir soğuk.
acıyı kendi tekelinizde mi sanıyorsunuz?
anılar biçim olarak değişmeyebilir ama yıllar boyu önemlerinin vurgulanması onlara korkunç boyutlar kazandırabilir.
sevdiğiniz insanları korumak için hiçbir zaman dünyayı yeniden kuramayacağınızı anlatmaya çalışıyorum size.
bütün hasta insanların hastanelerde olduğunu mu sanıyorsun sen?
(bkz: sanagulbahcesivadetmedim) kaliteli yazılarını okurken bu kitabı tekrar okuma isteği duydum.
--! spoiler !--
kitaptan bazı alıntılar…
--! spoiler !--
deborah kibritin kuru yakıtı tutuşturduğunu hissetti. “adalet uygulanmıyorsa, namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor peki?” ...
“bak dinle beni,” dedi furi (deborah’nın psikiyatristi). “sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim. ve hiç bir zaman huzur ya da mutluluk vadetmedim. sana ancak bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim. sana sunduğum tek gerçeklik savaşım. ve sağlıklı olmak, gücünün yettiği kadarıyla bu savaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir. ben yalan şeyler vadetmem hiç. kusursuz, güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır... üstelik böyle bir dünya çok can sıkıcı bir yer olur!”
ona bir anlatabilsem... diye düşündü furi. çölde doğup büyümüş bir insana, daha görmediği nice bereketli, verimli, olağanüstü derecede güzel topraklar olduğu nasıl anlatılabilirdi acaba?
deborah’ın okuduğu bütün kitaplar ona kesin ifadeler kullanmamasını, tartışmamasını ve duygularını belli etmemesini, neşeli ve yardımsever olmasını söylüyordu.
ölümden başka ölümler -daha kötüleri- de vardır.
sizin yalnızca bir çeşit soğuğunuz var; paltolarla halledebilecek bir soğuk.
acıyı kendi tekelinizde mi sanıyorsunuz?
anılar biçim olarak değişmeyebilir ama yıllar boyu önemlerinin vurgulanması onlara korkunç boyutlar kazandırabilir.
sevdiğiniz insanları korumak için hiçbir zaman dünyayı yeniden kuramayacağınızı anlatmaya çalışıyorum size.
bütün hasta insanların hastanelerde olduğunu mu sanıyorsun sen?
devamını gör...
3.
şizofreni tanısı almış bir gencin akıl hastanesine kapatılmasıyla başlayan bir kitap. deborah üstün zekalı ve kendisiyle konuşulduğu gayet uyumlu görünen bir kız. ancak yaşadığı ve yaşadığını düşündüğü olaylar onun kendini dış dünyadan koruması için yepyeni bir dünya kurmuş ve bu dünya onun sığınacak limanı olmuş. kitabı okurken onun kendisiyle verdiği savaşa da şahit oluyorsunuz. etkileyici bir hikaye, etkileyici bir kitap. yazar, bu eseri kendi anılarından yola çıkarak yazmıştır.
devamını gör...
4.
henüz geçen hafta bitirdiğim roman. yazarı joanne greenberg. öncelikle bu tür kitaplarda kitabı beğenip beğenmediğimi anlam çok zor oluyor çünkü yazı dili ,edebi olarak verdiği zevk pek memnun edici değil ama aynı zamanda hepsi çok yerli yerinde yani başka türlü yazılsa bu kadar "gerçek" olmayabilir. kimi zaman anlamakta güçlük çektiğim oldu çünkü gerçekten bir akıl hastasının zırvalıklarını dinliyor gibi hissettim. kitabın ana karakteri deborrah blau adında bir genç kız. aslında ben ana karakteri beğendim çünkü zeki ve esprili ancak görmezden gelinmeyecek derecede şizofreni sahibi . kendisine yr adında ikinci bir dünya kurmuş ve bu dünyada çeşitli tanrılar var, kimi zaman onlara sığınıyor, akıl alıyor kimi zaman da onlardan cezalar alıyor. ve tabii aralarında yine kendisinin uydurduğu yr diliyle konuşuyorlar. bu dil ile ingilizcede anlatamadığı duyguları daha rahat bir şekilde anlatıyor aslında bir nevi iletişim problemi sorunu da yaşıyor. önceleri bu iki dünyayi birbirinden ayrı idare etse de daha sonra bu dünyaya daha fazla katlanamayip intihar girişiminde bulunuyor ve
kitap büyük ölçüde deborah ın akıl hastanesinde geçirdiği dönemi ve iyileşme çabalarını kapsıyor. bizim farkına varmadan yaşayıp geçtiğimiz, umursamadığımız veya kolay atlattığımız bazı durumlar başka insanlar için akıl hastalığını tetikleyici düzeyde aşılması zor durumlar mı diye düşündürüyor. hastaların iyileşme çabası, topluma geri dönme istekleri(hemde korkuları) , aslında herkes gibi sıradan bir hayat yaşamak istekleri veya artık kendilerinden umutlarını kesmeleri okuyucuyu (en azından beni) duygulandırsada bence bu kitap okuyanın duygularına hitap etmekten öte daha çok bir şeyleri anlatmaya çalışmak , biraz empati vermek için yazılmış.
dipnot: okuma yaparken nedense sık sık sırça fanus kitabını andım.
kitap büyük ölçüde deborah ın akıl hastanesinde geçirdiği dönemi ve iyileşme çabalarını kapsıyor. bizim farkına varmadan yaşayıp geçtiğimiz, umursamadığımız veya kolay atlattığımız bazı durumlar başka insanlar için akıl hastalığını tetikleyici düzeyde aşılması zor durumlar mı diye düşündürüyor. hastaların iyileşme çabası, topluma geri dönme istekleri(hemde korkuları) , aslında herkes gibi sıradan bir hayat yaşamak istekleri veya artık kendilerinden umutlarını kesmeleri okuyucuyu (en azından beni) duygulandırsada bence bu kitap okuyanın duygularına hitap etmekten öte daha çok bir şeyleri anlatmaya çalışmak , biraz empati vermek için yazılmış.
dipnot: okuma yaparken nedense sık sık sırça fanus kitabını andım.
devamını gör...
5.
sana gül bahçesi vadetmedim, joanne greenberg'in otobiyografi sayılacak şekilde kendi hikayesinden yola çıkarak yazdığı bir roman...
kitap, on altı yaşındaki deborah'ın kimlik çatışmasını konu ediniyor. dünyaya ve dünya üzerindeki hiçbir yere ait hissedemeyen ve kendi içinde kurguladığı dünyaya kaçan deborah karakteri ile "normal" olmanın ne anlama geldiğini sorgulatıyor greenberg. bir dönem sırf yahudi olduğu için dışlanan insanların hayatına da farklı bir bakış sunuyor aynı zamanda. kurgu dünyasıyla gerçek dünyası birbiriyle çatışan bir genç kızın öyküsü sizi de sarsabilir.. okuyacak arkadaşlara keyifli okumalar.*)
kitap, on altı yaşındaki deborah'ın kimlik çatışmasını konu ediniyor. dünyaya ve dünya üzerindeki hiçbir yere ait hissedemeyen ve kendi içinde kurguladığı dünyaya kaçan deborah karakteri ile "normal" olmanın ne anlama geldiğini sorgulatıyor greenberg. bir dönem sırf yahudi olduğu için dışlanan insanların hayatına da farklı bir bakış sunuyor aynı zamanda. kurgu dünyasıyla gerçek dünyası birbiriyle çatışan bir genç kızın öyküsü sizi de sarsabilir.. okuyacak arkadaşlara keyifli okumalar.*)
devamını gör...
6.
johanne greenberg’in 1964 yılında yayımlanan, asıl adı “i never promised you a rose garden” olan romanıdır. ilk çıktığı zamanlar kurgusundaki zayıflık gerekçe gösterilerek eleştirmenler tarafından topa tutulmuş. ayrıca, yazarın kendisinin anlatılan karakterle benzer şeyler yaşamasının kitabın roman kimliğine zarar verdiği kaydedilmiştir. her ne olursa olsun asıl kararı kitapla temas halinde bulunmuş okur kitlesi vermiş, neticede yarım asırdır okunmaya devam eden bir başyapıt ortaya çıkmıştır.
kitapta anlatılan, arka kapağında da belirtildiği üzere:” içinde doğduğu dünyanın kurumlarıyla bağdaşmayı öğrenemeyen, iletişimsizliğin karanlığında yaşayan on altı yaşındaki bir genç kızın öyküsü” dür.
deborah dış dünya ve kendi yarattığı zihin evreni olan yr evreni adını verdiği diğer dünya arasında yaşayan bir lise öğrencidir. bu iki dünya arasındaki çekişmeli ve ıstıraplı ikilem onu intihara sürüklemiştir. deborah, banyoda bileklerini kesmiş ve kanını bir leğene doldurmuştur. ailesinin bu durumu fark etmesi akabinde uzmanlarla yapılan görüşmeler en doğru kararın deborah’ın bir akıl hastanesine yatırılması yönünde olmuştur. annesinin bu intihar girişimi ile ilgili doktorla yaptığı görüşme sırasında, doktorun yaptığı şu yorum ilgi çekicidir:
“ ona kanı neden lavaboya akıtmadığını sordum.’ dedi doktor. o da bana ilginç gelen bir yanıt verdi. kanın çok uzaklara gitmesini istemediğini söyledi. anlamıyor musunuz, o kendince aslında intihara kalkışmadığının, yardım çağrısında bulunduğunun bilincindeydi. suskun ve şaşkın bir insanın çağrısıydı bu.”
hastanede kaldığı 3 yıl boyunca onunla belirli aralıkla terapi seansları yapacak olan dr. fried’in bu tespiti çok ilgimi çekti. bu ilk tespitten yola çıkarak deborah’ın yr dünyasıyla, geçmişiyle ve ailesiyle kurduğu iletişim, dr.fried’i deborah’ın durumunun iyiye gitmesi yolunda onu umutsuzluğa itmedi. aksine deborah’ın giderek geriler görünen akıl sağlığı onun için tedavi sürecinin bir aşaması, deborah’ın yr dünyası tanrılarıyla çatışmasının yarattığı patlamalardı.
deborah diğer hastalardan farklı olarak parlak bir zihne sahipti. yaşadığı çatışmanın fakındaydı. koğuş arkadaşı carla’nın deborah’ı kırdığını düşündüğü için özür dilemesi üzerine ona şu ağır başlı cevabı vermiştir:
“benim hastalığım... ağzına kadar dolup taşmış bir bardak, senin küçücük damlan taşan kısmın içinde çoktan eriyip gitti.”
deborah yr tanrıları tarafından yönlendiriliyordu. bu dünyada yrce denilen dil konuşuluyordu. bazen gerçek dünyada hissettiği şeylere ingilizce bir karşılık bulamayıp yrce kimsenin anlamadığı dilde karşılık veriyordu. bu durum yr tanrıları tarafından yasaklanmıştı. kendilerinin açık edilmesini istemiyorlardı. açık edilecek bir davranış sergilediğinde deborah cezalandırılıyor, derin bir krizin içine saplanıyordu.
içinde sönmüş, her an patlamaya hazır bir volkan olduğunu düşünüyordu deborah. yr tanrılarından idat ile olan şu diyaloğu kayda değer:
“-acı çek, idat. niye beyazlara büründün.
-kefen ve gelinlik. birbirinin aynı olan iki giysi. dinle bak! ölürken yaşamak; yaşarken ölmek; savaşırken teslim olmak ve teslim olurken savaşmak zorunda kalıyorsun, değil mi? benim yolumda, bütün karşıtlıklar aynı anda verilir ve karşıt hedefler için aynı silahlar kullanılır.
-seni yüzündeki peçenden tanıyorum, idat, diye yanıtladı deborah.
-insanlar karşı-ateşler yakalarlar, bir yangını söndürmek için bir başka yangın çıkarırlar, demek istiyorum”
bu konuşmadan aldığı ilhamla deborah, bu içindeki volkanı ancak bir karşı-ateşle söndürebileceğini düşündü. koğuşta eline geçen sigara izmaritlerini koluna bastırarak gerçekleştirmeye çalıştı bunu. durumu giderek daha kötü bir hal almaktaydı.
anterrabae saçları alevler içinde dipsiz ve karanlık ‘kuyu’ ya düşmekte olan bir tanrıdır. deborah iyileşme aşamasında onunla bir savaşım halindedir. bir gün dr fried’e ona söylediği şu sözleri aktarmaktadır:
“şu içinde yanıp durduğun ateş, benim ateşim mi? diye sordum, o, bu yakıta değdi değil mi bu ateş? dedi. ben, bu ateş ışık mı veriyor, ısı mı? dedim. o, yaşamının yıllarını veriyor, dedi. ben de, hepsini mi? dedim. sonsuzluğa kadar mı? çok karışık bir ülke senin ülken, dedim.”
deborah’ın yr tanrılarına bu kadar bağlı olmasında tabi ki dünya ile olan iletişimsizliği yatıyordu. gerçek yaşam onu korkutuyor, kimsenin onu anlayamayacağını düşünüyordu. bunları hissetmesinde geçmişinde yaşadıklarının ve bu yaşanılanların arka belleğinde yorumlanışının etkisi büyüktü. doktoru sık sık bunların arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarması için ona yardımcı olmaya çalışıyordu. artık dış dünyanın renkleri gözünde daha renkli görünmeye başlamıştı. ama bir türlü yr tanrılarını yenemiyor, bir kriz daha patlak veriyor, mamafih sağlık durumu tekrar başa dönüyordu. acaba eski haline gelebilecek mi? nasıl gerçekleşecek bu durum?
nihai olarak, belki her gün sokaklarda gördüğümüz, kimi zaman içimizde yaşayan bu hastaların iç dünyasına tanık olmak tüyler ürpertici. birer potansiyel ruh hastaları olduğumuz düşünüldüğünde kendi gerçekliğimizle yüzleşme şansı yakalayabileceğimiz bir roman.
kitapta anlatılan, arka kapağında da belirtildiği üzere:” içinde doğduğu dünyanın kurumlarıyla bağdaşmayı öğrenemeyen, iletişimsizliğin karanlığında yaşayan on altı yaşındaki bir genç kızın öyküsü” dür.
deborah dış dünya ve kendi yarattığı zihin evreni olan yr evreni adını verdiği diğer dünya arasında yaşayan bir lise öğrencidir. bu iki dünya arasındaki çekişmeli ve ıstıraplı ikilem onu intihara sürüklemiştir. deborah, banyoda bileklerini kesmiş ve kanını bir leğene doldurmuştur. ailesinin bu durumu fark etmesi akabinde uzmanlarla yapılan görüşmeler en doğru kararın deborah’ın bir akıl hastanesine yatırılması yönünde olmuştur. annesinin bu intihar girişimi ile ilgili doktorla yaptığı görüşme sırasında, doktorun yaptığı şu yorum ilgi çekicidir:
“ ona kanı neden lavaboya akıtmadığını sordum.’ dedi doktor. o da bana ilginç gelen bir yanıt verdi. kanın çok uzaklara gitmesini istemediğini söyledi. anlamıyor musunuz, o kendince aslında intihara kalkışmadığının, yardım çağrısında bulunduğunun bilincindeydi. suskun ve şaşkın bir insanın çağrısıydı bu.”
hastanede kaldığı 3 yıl boyunca onunla belirli aralıkla terapi seansları yapacak olan dr. fried’in bu tespiti çok ilgimi çekti. bu ilk tespitten yola çıkarak deborah’ın yr dünyasıyla, geçmişiyle ve ailesiyle kurduğu iletişim, dr.fried’i deborah’ın durumunun iyiye gitmesi yolunda onu umutsuzluğa itmedi. aksine deborah’ın giderek geriler görünen akıl sağlığı onun için tedavi sürecinin bir aşaması, deborah’ın yr dünyası tanrılarıyla çatışmasının yarattığı patlamalardı.
deborah diğer hastalardan farklı olarak parlak bir zihne sahipti. yaşadığı çatışmanın fakındaydı. koğuş arkadaşı carla’nın deborah’ı kırdığını düşündüğü için özür dilemesi üzerine ona şu ağır başlı cevabı vermiştir:
“benim hastalığım... ağzına kadar dolup taşmış bir bardak, senin küçücük damlan taşan kısmın içinde çoktan eriyip gitti.”
deborah yr tanrıları tarafından yönlendiriliyordu. bu dünyada yrce denilen dil konuşuluyordu. bazen gerçek dünyada hissettiği şeylere ingilizce bir karşılık bulamayıp yrce kimsenin anlamadığı dilde karşılık veriyordu. bu durum yr tanrıları tarafından yasaklanmıştı. kendilerinin açık edilmesini istemiyorlardı. açık edilecek bir davranış sergilediğinde deborah cezalandırılıyor, derin bir krizin içine saplanıyordu.
içinde sönmüş, her an patlamaya hazır bir volkan olduğunu düşünüyordu deborah. yr tanrılarından idat ile olan şu diyaloğu kayda değer:
“-acı çek, idat. niye beyazlara büründün.
-kefen ve gelinlik. birbirinin aynı olan iki giysi. dinle bak! ölürken yaşamak; yaşarken ölmek; savaşırken teslim olmak ve teslim olurken savaşmak zorunda kalıyorsun, değil mi? benim yolumda, bütün karşıtlıklar aynı anda verilir ve karşıt hedefler için aynı silahlar kullanılır.
-seni yüzündeki peçenden tanıyorum, idat, diye yanıtladı deborah.
-insanlar karşı-ateşler yakalarlar, bir yangını söndürmek için bir başka yangın çıkarırlar, demek istiyorum”
bu konuşmadan aldığı ilhamla deborah, bu içindeki volkanı ancak bir karşı-ateşle söndürebileceğini düşündü. koğuşta eline geçen sigara izmaritlerini koluna bastırarak gerçekleştirmeye çalıştı bunu. durumu giderek daha kötü bir hal almaktaydı.
anterrabae saçları alevler içinde dipsiz ve karanlık ‘kuyu’ ya düşmekte olan bir tanrıdır. deborah iyileşme aşamasında onunla bir savaşım halindedir. bir gün dr fried’e ona söylediği şu sözleri aktarmaktadır:
“şu içinde yanıp durduğun ateş, benim ateşim mi? diye sordum, o, bu yakıta değdi değil mi bu ateş? dedi. ben, bu ateş ışık mı veriyor, ısı mı? dedim. o, yaşamının yıllarını veriyor, dedi. ben de, hepsini mi? dedim. sonsuzluğa kadar mı? çok karışık bir ülke senin ülken, dedim.”
deborah’ın yr tanrılarına bu kadar bağlı olmasında tabi ki dünya ile olan iletişimsizliği yatıyordu. gerçek yaşam onu korkutuyor, kimsenin onu anlayamayacağını düşünüyordu. bunları hissetmesinde geçmişinde yaşadıklarının ve bu yaşanılanların arka belleğinde yorumlanışının etkisi büyüktü. doktoru sık sık bunların arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarması için ona yardımcı olmaya çalışıyordu. artık dış dünyanın renkleri gözünde daha renkli görünmeye başlamıştı. ama bir türlü yr tanrılarını yenemiyor, bir kriz daha patlak veriyor, mamafih sağlık durumu tekrar başa dönüyordu. acaba eski haline gelebilecek mi? nasıl gerçekleşecek bu durum?
nihai olarak, belki her gün sokaklarda gördüğümüz, kimi zaman içimizde yaşayan bu hastaların iç dünyasına tanık olmak tüyler ürpertici. birer potansiyel ruh hastaları olduğumuz düşünüldüğünde kendi gerçekliğimizle yüzleşme şansı yakalayabileceğimiz bir roman.
devamını gör...
7.
kendinizi bir psikiyatri koğuşunda hissettiren, söz konusu ana karakterin kitabın yazarının kendisi olmasından mütevellit her şeyin fazla gerçek işlendiği kitap.
psikiyatri stajında gördüğüm o yüzlere nasıl baktığımı ve ne hissettiğimi hatırlıyorum ama onların bana bakarken ne hissettiğini hiç düşünmemiştim. sonuç olarak bir başarmışlığın kanıtı bu öykü, bu yönüyle bile oldukça hoş.
bütün hasta insanların hastanelerde olduğunu mu sanıyorsun sen ?
sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim. ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim.
acı çekmek sadece sizin tekelinizde olan bir şey değil.
psikiyatri stajında gördüğüm o yüzlere nasıl baktığımı ve ne hissettiğimi hatırlıyorum ama onların bana bakarken ne hissettiğini hiç düşünmemiştim. sonuç olarak bir başarmışlığın kanıtı bu öykü, bu yönüyle bile oldukça hoş.
bütün hasta insanların hastanelerde olduğunu mu sanıyorsun sen ?
sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim. ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim.
acı çekmek sadece sizin tekelinizde olan bir şey değil.
devamını gör...