yönetmenlik koltuğunda alper mestçi'nin oturduğu 2014 yapımı korku filminde öznur, çocukluktan beri aşık olduğu kuzeni kudret'i saplantı haline getirir. kudret başkasıyla evli olsa da öznur bu saplantısından kurtulamaz ve çözümü kara büyüde arar.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "editör" tarafından 26.08.2025 23:03 tarihinde açılmıştır.
1.
2014'te vizyona girmiş olmasına rağmen, ve benim o dönemde sinemanın suyunu sıkmış olmama rağmen, nedense bir türlü gidip de izlemediğim bir film oldu. o dönemde siccin'in rakibi dabbe 5'te aynı anda vizyondaydı. ona gitmiştim. muazzam bir yapımdı. ama siccin'de işte o dönemde bayağı bir göz kırpıyordu. yine de gitmek nasip olmadı.

tabi sonradan serinin 2. ve 3. filmini sinemadan bağımsız internet üzerinden izlemiştim. 2'yi hiç beğenmemiştim, ama 3. filmi kesinlikle benim için gelmiş geçmiş en kaliteli siccin filmi oldu. tabi şuan konumuz o değil. şuan konumuz, siccin 1.
lan ne kaybederim ki? diyerek, bu gece izlemeye karar verdim. zaten izleyecek film bulmakta da zorlanan birisiyim. zira sadece korku filmleri izlerim. e bu türde de eli yüzü düzgün yapımlar bir elin parmağını geçmez. o sebeple fransız korku filmlerini izlemeye doyamıyoruz ya... neyse.
siccin'in ilk filmi de beni gerek görsel açıdan, gerek senaryosal, gerek de oyunculuk açısından oldukça tatmin eden bir yapım oldu. süresi standart 1 saat 30dk olmasına rağmen, filmde dopdolu bir olay örgüsü var. bir kere film, hiç bir şeyi oldu da bittiye getirmiyor. evet bi siccin 3 değil, ama ilk filmin de bu kadar iyi olmasını kesinlikle ama kesinlikle beklemiyordum.
filmin ana teması ve ilerleyişi klasik bağlama büyüsü üzerinden gerçekleşiyor. takıntılı bir kadın, takıntılı olduğu erkeğe sahip olabilmek için hocalara gidip türlü türlü büyüler yaptırıyor. sonra bir şekilde olaylar gelişiyor, büyüye maruz kalan tüm kişilerin hayatları yerlebir oluyor. yani olay örgüsünü basitçe ifade etmem gerekirse, elimizde böyle basit ve klasik bir hikaye var. ama diyorum ya, bu kadar salt bir hikaye üzerinden nasıl böyle kaliteli bir korku filmi çıkmış, bunu hiç ama hiç bilmiyorum. elbette burada alper mestçi'nin rolü büyüktür. zira filmin yönetmeni bu abimiz. tabi oha diyorum ve media kraft'tan tanıdığımız ersan özer'de senarist koltuğuna oturmuş. açıkça söyleyeyim, media kraft'ın sahibi olan ve görünürde sadece ''eğlenceli'' tarzlarla ilgilenen bu adamdan, bu kadar karanlık ve detaylı işlenmiş korku filmi senaryosu da asla beklemezdim. şok geçirdim.

ve bu film, siccin serisi ve dabbe serisi arasındaki farkları da farketmemi sağladı. mesela siccin serisi dini konular hakkında bilgiler vererek senaryoyu boğmak yerine, sadece işleyişle ve genel senaryo kalitesine önem veriyor. yani tamamen sadelikten yana ve bu sadelikte nasıl kaliteli bir korku filmi çıkartırız kafasında. dabbe'de daha fazla dini konuya girerek, seyirciyi olabildiğince boğmayı tercih etmiş. ayrıca serinin geneli çok kompleks olup, karmakarışık bir olay örgüsüne sahiptir. e tabi bu komplekslilik, senaryodaki kopukluklara da sebebiyet veriyor. bir de dabbe serisinin süresi de uzun zaten. siccin, mümkün olabildiği en kısa sürede ve sadelikte işi bitirerek, kesinlikle gönlümde taht kurmayı başardı. sıkmıyor, boğmuyor, hikayesini işliyor, ve kapatıyor.
tabi bu sade olma durumu oyuncu kalitesine, plastik makyajlara ve ekstrta önem verilen mekan dekorlarına da olumlu şekilde yansımış. filmde muazzam bir oyunculuk vardı. abartmıyorum. birkaç kişi haricinde oyuncuların hiçbiri de 3.sınıf değildi zaten. muhteşem film'in oyunculara yatırım yaptığı belli oluyor. özellikle başroldeki ''nisa'' adlı ablamız. ismini hatırlamıyorum, sadece bizim hikaye dizisinde görmüştüm. açık ara en iyi performans ondaydı. kabus sahneleri, cinle mücadele sahneleri vesaire. tabi burada o küçük, görme engelli kızı da es geçmeyelim. muazzam bir kör rolü oynamış kız. kaç yaşındaydı o dönemler bilmiyorum ama, umarım bu genç yeteneğin yıldızı parlamıştır. zira bu kadar kaliteli mimik ve role adaptasyon, ilk defa bu denli bir çocuk oyuncuda gördüm.


mekan dekorlarına da ayrıca değinmek isterim. mekanların dekorları o kadar iyiydi ki, sanki siz o filmin evrenindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. hiçbir dekor sırıtmıyor, her şey amacına uygun. mekanların kendisi de keza, bu film için optimal en iyi yerler seçilmiş. ve şuna da değineceğim, film istanbul'un göbeğinde çekilmesine rağmen, filmde kullanılan ev ve ev dekorları sanki 1990'lardan kalma evler gibi. yani hem buram buram istanbul manzaraları gösterip, hem de bu denli köy havası verebilmek hangi kafanın ürünü bilmiyorum. ama bunun bir amacı vardır mutlaka. çünkü ortada bir büyü hikayesi anlatılıyor, ve tabii kimodern evlerde olmayacaktı öyle değil mi? bir de mekanlar hakkında çok kısa değinmek istiyorum. filmde mekanlar çok kopuktu. kim nerede, kim şehirde, kim köyde oturuyor belli değildi açıkçası. ya da orasını ben kaçırdım bilmiyorum. ama mühim değil yani. çünkü film, cidden çok güzel.

filmde elbette insanın tadını kaçırtan jumpscare'ler mevcuttu. o allah'ın emri, her cin filminde var zaten. ama burada da hakkını yememem lazım filmin, çünkü jumpscare'leri olabilecek en optimal şekilde kullanmışlar. zaman zaman rahatsız ediyor evet, ama film asla böyle bir korkutma yöntemini tercih etmiyor. filmin kendi atmosferi kendi kendine korkutmaya yetmiş de artmış zaten. o sebeple hiç jumpscare kullanmasalarmış daha iyiymiş. ama olsun, film bunun bokunu çıkartmadığı için asla şikayetçi değilim. keşke 3. filmden sonraki filmler bu yöntemin bokunu çıkartmasaydı ama... yapacak bişi yok.

son olarak bu filmde en beğendiğim kısmı söylüyorum, o da filmin ağzımı açık bırakan ters köşesi.
şimdi bu büyüyü yaptıran kadın, büyüyü o esas oğlanı elde etmek için yapıyor demiştim. hah, büyüyü yapan hoca diyor ki büyü yaptıran karıya; git o adamın karısının herhangi bir genetik materyalinden birini getir. işte klasik şeyler bunlar. saç, kıl, tüy, tükürük falan. peki büyüyü yaptıran abla ne yapıyor? gidiyor tuvaletten adet kanlı peçete alıyor. bu kan, o büyü yapılan adamın karısınındır öyle değil mi? iştee, asıl can alıcı nokta da burası işte. bu kan kimin çıkıyor biliyor musunuz? o kör olan kızın. o kız filmde daha yeni regl oluyor, ve kanlı peçeteyi tuvaletin çöpüne atıyor. aha o büyüyü yapan karı da işte bu peçeteyi alıp hocaya götürüyor. sonra ne mi oluyor? büyü adamın karısına değil de, öz kızına yapılmış oluyor. ve bu detaylar, filmin son 4 dakikasında açıklanıyor. ağzım açık izledim, böyle bir ters köşe olamaz dedim. ama oluyormuş demek ki. zaten o esas oğlan da büyücü kadının amca çocuğu olduğu için, onun kanındaki herkes büyü yoluyla ölmüş oluyor. kendisi de dahil. çok güzel ettiğini buldu. hikaye tam da ayarında sonlandı. uzun zaman sonra ilk defa bir korku filminin sonu beni bu kadar tatmin etti.
bu ters köşe de beni, testere 1'deki ters köşeden sonra en çok dumura uğratan 2. ters köşe olmayı başardı. darısı 2. filme artık. önyargıları kırdım bu seriye karşı. umarım 2'den pişman olmam. 1. filmi ise, kesinlikle ve kesinlikle korku hayranlarına tavsiye ederim. bizzat ben kefil oluyorum. çok başarılı bir iş.

tabi sonradan serinin 2. ve 3. filmini sinemadan bağımsız internet üzerinden izlemiştim. 2'yi hiç beğenmemiştim, ama 3. filmi kesinlikle benim için gelmiş geçmiş en kaliteli siccin filmi oldu. tabi şuan konumuz o değil. şuan konumuz, siccin 1.
lan ne kaybederim ki? diyerek, bu gece izlemeye karar verdim. zaten izleyecek film bulmakta da zorlanan birisiyim. zira sadece korku filmleri izlerim. e bu türde de eli yüzü düzgün yapımlar bir elin parmağını geçmez. o sebeple fransız korku filmlerini izlemeye doyamıyoruz ya... neyse.
siccin'in ilk filmi de beni gerek görsel açıdan, gerek senaryosal, gerek de oyunculuk açısından oldukça tatmin eden bir yapım oldu. süresi standart 1 saat 30dk olmasına rağmen, filmde dopdolu bir olay örgüsü var. bir kere film, hiç bir şeyi oldu da bittiye getirmiyor. evet bi siccin 3 değil, ama ilk filmin de bu kadar iyi olmasını kesinlikle ama kesinlikle beklemiyordum.
filmin ana teması ve ilerleyişi klasik bağlama büyüsü üzerinden gerçekleşiyor. takıntılı bir kadın, takıntılı olduğu erkeğe sahip olabilmek için hocalara gidip türlü türlü büyüler yaptırıyor. sonra bir şekilde olaylar gelişiyor, büyüye maruz kalan tüm kişilerin hayatları yerlebir oluyor. yani olay örgüsünü basitçe ifade etmem gerekirse, elimizde böyle basit ve klasik bir hikaye var. ama diyorum ya, bu kadar salt bir hikaye üzerinden nasıl böyle kaliteli bir korku filmi çıkmış, bunu hiç ama hiç bilmiyorum. elbette burada alper mestçi'nin rolü büyüktür. zira filmin yönetmeni bu abimiz. tabi oha diyorum ve media kraft'tan tanıdığımız ersan özer'de senarist koltuğuna oturmuş. açıkça söyleyeyim, media kraft'ın sahibi olan ve görünürde sadece ''eğlenceli'' tarzlarla ilgilenen bu adamdan, bu kadar karanlık ve detaylı işlenmiş korku filmi senaryosu da asla beklemezdim. şok geçirdim.

ve bu film, siccin serisi ve dabbe serisi arasındaki farkları da farketmemi sağladı. mesela siccin serisi dini konular hakkında bilgiler vererek senaryoyu boğmak yerine, sadece işleyişle ve genel senaryo kalitesine önem veriyor. yani tamamen sadelikten yana ve bu sadelikte nasıl kaliteli bir korku filmi çıkartırız kafasında. dabbe'de daha fazla dini konuya girerek, seyirciyi olabildiğince boğmayı tercih etmiş. ayrıca serinin geneli çok kompleks olup, karmakarışık bir olay örgüsüne sahiptir. e tabi bu komplekslilik, senaryodaki kopukluklara da sebebiyet veriyor. bir de dabbe serisinin süresi de uzun zaten. siccin, mümkün olabildiği en kısa sürede ve sadelikte işi bitirerek, kesinlikle gönlümde taht kurmayı başardı. sıkmıyor, boğmuyor, hikayesini işliyor, ve kapatıyor.
tabi bu sade olma durumu oyuncu kalitesine, plastik makyajlara ve ekstrta önem verilen mekan dekorlarına da olumlu şekilde yansımış. filmde muazzam bir oyunculuk vardı. abartmıyorum. birkaç kişi haricinde oyuncuların hiçbiri de 3.sınıf değildi zaten. muhteşem film'in oyunculara yatırım yaptığı belli oluyor. özellikle başroldeki ''nisa'' adlı ablamız. ismini hatırlamıyorum, sadece bizim hikaye dizisinde görmüştüm. açık ara en iyi performans ondaydı. kabus sahneleri, cinle mücadele sahneleri vesaire. tabi burada o küçük, görme engelli kızı da es geçmeyelim. muazzam bir kör rolü oynamış kız. kaç yaşındaydı o dönemler bilmiyorum ama, umarım bu genç yeteneğin yıldızı parlamıştır. zira bu kadar kaliteli mimik ve role adaptasyon, ilk defa bu denli bir çocuk oyuncuda gördüm.


mekan dekorlarına da ayrıca değinmek isterim. mekanların dekorları o kadar iyiydi ki, sanki siz o filmin evrenindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. hiçbir dekor sırıtmıyor, her şey amacına uygun. mekanların kendisi de keza, bu film için optimal en iyi yerler seçilmiş. ve şuna da değineceğim, film istanbul'un göbeğinde çekilmesine rağmen, filmde kullanılan ev ve ev dekorları sanki 1990'lardan kalma evler gibi. yani hem buram buram istanbul manzaraları gösterip, hem de bu denli köy havası verebilmek hangi kafanın ürünü bilmiyorum. ama bunun bir amacı vardır mutlaka. çünkü ortada bir büyü hikayesi anlatılıyor, ve tabii kimodern evlerde olmayacaktı öyle değil mi? bir de mekanlar hakkında çok kısa değinmek istiyorum. filmde mekanlar çok kopuktu. kim nerede, kim şehirde, kim köyde oturuyor belli değildi açıkçası. ya da orasını ben kaçırdım bilmiyorum. ama mühim değil yani. çünkü film, cidden çok güzel.

filmde elbette insanın tadını kaçırtan jumpscare'ler mevcuttu. o allah'ın emri, her cin filminde var zaten. ama burada da hakkını yememem lazım filmin, çünkü jumpscare'leri olabilecek en optimal şekilde kullanmışlar. zaman zaman rahatsız ediyor evet, ama film asla böyle bir korkutma yöntemini tercih etmiyor. filmin kendi atmosferi kendi kendine korkutmaya yetmiş de artmış zaten. o sebeple hiç jumpscare kullanmasalarmış daha iyiymiş. ama olsun, film bunun bokunu çıkartmadığı için asla şikayetçi değilim. keşke 3. filmden sonraki filmler bu yöntemin bokunu çıkartmasaydı ama... yapacak bişi yok.

son olarak bu filmde en beğendiğim kısmı söylüyorum, o da filmin ağzımı açık bırakan ters köşesi.
şimdi bu büyüyü yaptıran kadın, büyüyü o esas oğlanı elde etmek için yapıyor demiştim. hah, büyüyü yapan hoca diyor ki büyü yaptıran karıya; git o adamın karısının herhangi bir genetik materyalinden birini getir. işte klasik şeyler bunlar. saç, kıl, tüy, tükürük falan. peki büyüyü yaptıran abla ne yapıyor? gidiyor tuvaletten adet kanlı peçete alıyor. bu kan, o büyü yapılan adamın karısınındır öyle değil mi? iştee, asıl can alıcı nokta da burası işte. bu kan kimin çıkıyor biliyor musunuz? o kör olan kızın. o kız filmde daha yeni regl oluyor, ve kanlı peçeteyi tuvaletin çöpüne atıyor. aha o büyüyü yapan karı da işte bu peçeteyi alıp hocaya götürüyor. sonra ne mi oluyor? büyü adamın karısına değil de, öz kızına yapılmış oluyor. ve bu detaylar, filmin son 4 dakikasında açıklanıyor. ağzım açık izledim, böyle bir ters köşe olamaz dedim. ama oluyormuş demek ki. zaten o esas oğlan da büyücü kadının amca çocuğu olduğu için, onun kanındaki herkes büyü yoluyla ölmüş oluyor. kendisi de dahil. çok güzel ettiğini buldu. hikaye tam da ayarında sonlandı. uzun zaman sonra ilk defa bir korku filminin sonu beni bu kadar tatmin etti.
bu ters köşe de beni, testere 1'deki ters köşeden sonra en çok dumura uğratan 2. ters köşe olmayı başardı. darısı 2. filme artık. önyargıları kırdım bu seriye karşı. umarım 2'den pişman olmam. 1. filmi ise, kesinlikle ve kesinlikle korku hayranlarına tavsiye ederim. bizzat ben kefil oluyorum. çok başarılı bir iş.
devamını gör...
