1.
630 yılında hz. muhammed'in bizans'a karşı düzenlediği gazvedir. bu dönemde büyük güçlüklerle karşılaşıldığından kur'an'da bu zamana "saatül-usre" yani "güçlük zamanı" denir:
şu bir gerçek ki allah, peygambere ve o sıkıntılı zamanda, içlerinden bir grubun moralleri bozulmaya yüz tuttuktan sonra bile ona bağlılıklarını koruyan muhacirlere ve ensara lütfuyla muamele etti ve sonra da tövbelerini kabul etti. allah onlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir. (tevbe/117)
ayrıca orduya "ceyşül-usre", gazveye de "gazvetül-usre" ve "gazvetül-fadıha" denmiştir.
bu gazve ateistler tarafından 3 şekilde eleştirilmiştir, birincisi şu şekildedir,
1) tebük gazvesi sarışın rum kadınları için düzenlendi eleştirisi.
bu konuda tevbe suresinin 49. ayeti gösterilir,
içlerinden “aman bana izin ver, başımı derde sokma!” diyenler de var. ama bilmiş olsunlar ki asıl (bu tutumlarıyla) belânın içine düşmüş oldular. cehennem inkârcıları mutlaka kuşatacaktır. (tevbe/49)
ve ayetin tefsiri niteliğinde olan şu rivayet eleştirilir,
tebük savaşına hazırlanılırken münafıklardan ced bin kays’a: “rum diyarına gidip birer rum cariyeler almak ister misin?” denmiş. o da: “ben kadınlara düşkünüm. rum kızlarını görünce dayanamam, beni fitneye düşürme. izin ver sana malımla yardım edeyim ve gazaya çıkmayayım.” der.
(kaynak: taberani)
fakat heysemî şöyle der,
rivayetin isnadında zayıf olan ebu şeybe ibrahim bin osman var.
(kaynak: mecmau'z-zevaid)
yani rivayet zayıftır.
getirilen ikinci eleştiri şöyledir,
2) "hz. muhammed 40.000 kişilik bizans ordusunu oyuncak mı sandı? bu savaşların ne ganimeti olur, ne zaferi.." diyenlerin toplandığı yahudi süveylim'in evi yakıldı, içeridekiler damdan atlayarak zor kurtuldular.
(kaynak ibn ishak, ibn hişam, diyarbekri)
fakat eleştiri için öne sürülen bu rivayette eleştiren kişilerin yaptığı bir "akıl oyunu" var. şöyle ki, "hz. muhammed 40.000 kişilik bizans ordusunu oyuncak mı sandı?....." diyenlerin evi yakıldı ifadesi var, bu ifadeyle de ateistler, sanki o kişiler bunu dediler diye evleri yakıldı gibi bir algı oyunu var. halbuki o evde münafıklardan bazı kişiler toplandı, amaçları da tebük gazvesine çıkacak halkı hz. muhammed'in etrafından dağıtmaktı. bunu planladıkları haber alınınca evleri ateşe verildi. ki bu da bir kereye mahsus bir durum olabilir, çünkü islam dininde bir canlıyı yakmak haramdır.
3) hz. muhammed bu gazveyi ganimet için başlattı eleştirisi.
bu da gülünç bir söylemdir. çünkü dönemin en güçlülerinden olan bizanslılara, hele ki çok zor bir dönemde meydan okumak, hele ki çoğunun kazanacaklarına bile inanmaması, tüm bunlar, böyle bir iddianın gülünç olduğunu gösterir.
gazveye geçelim;
hz. muhammed ve (bkz: herakleios) arasındaki bağlantı güzel başlamıştı. hz. muhammed ona elçi göndererek islam dinine davet etmiş ve herakleios elçiyi güzel bir şekilde ağırlamıştı. fakat insanların içinde bizanslıların aniden saldıracağı yönünde bir endişe vardı.
bu dönemde müslümanlar rumlardan çok fazla çekiniyorlardı.
(kaynak: el-megâzî)
daha sonra nebatî tüccarları, herakleios'un medine'ye saldırmak için hazırlık yaptığı haberini verdiler. bunun üzerine hz. muhammed de tebük gazvesine hazırlanmaya başladı.
(kaynak: ibn sa'd)
ayrıca gazvenin başlaması hususunda farklı rivayetler de vardır. gidilecek yer uzaktı, ciddi bir kıtlık ve yokluk vardı, düşman çoktu, yolculuk çok zor olacaktı ve hava sıcaktı. hz. muhammed gazaya çıkarken maksadını açıklamazdı, fakat bu gazvede öyle yapmadı. açıkça bunların hepsini mücahidlere bildirdi.
(kaynak: sîre)
hz. muhammed etraftaki müslüman kabilelere de haber gönderdi ve harp için mücahid istedi. fakat kıtlık ve kuraklık büyüktü ve mücahidlerin silah satın alacak parası yoktu. hz. muhammed de bunun üzerine zengin müslümanları yardıma çağırdı. hz. osman o sırada şam'a göndermek üzere bir ticaret kervanı hazırlamıştı. fakat yardım daveti üzerine, kervanı göndermekten vazgeçti ve 300 deveyi üzerindeki mallarla birlikte hz. muhammed'e teslim etti. ayrıca 50 at ve 1.000 altını nakit bir şekilde hibe etti. bunun üzerine hz. peygamber şöyle dua etti:
allah'ım, ben osman'dan razıyım. sen de ondan razı ol!
(kaynak: sîre)
ebu akil ise bir sa'* hurma ile yardıma koştu. hz. muhammed'in yanına geldi. ve şöyle dedi:
ya resulullah, iki sa' hurma karşılığında bütün gece sırtımda su çektim. bu iki sa'dan birini ev halkım için bıraktım. diğerini de rabbimin rızasını kazanmak için size getirdim.
hz. peygamber bu durumdan çok tesirlendi ve şöyle dua etti:
allah, senin getirdiğini de, ev halkına bıraktığını da berekli kılsın.
ve getirilen hurmaların sadakalar kısmına dökülmesini emretti.
(kaynak: taberî)
hz. ulbe bin zeyd de yoksul bir müslümandı. hz. muhammed'in bu davetine katılmayı çok istiyordu ama götürecek neredeyse hiçbir şeyi yoktu. rabbimize şöyle yalvardı:
ey allah'ım! sen, cihada çıkmayı emrettin. halbuki beni, resulünle birlikte cihada çıkbilecek bir bineğe sahip kılmadın.
sonra yararlandığı bazı şeyleri hz. muhammed'in yanına getirdi. şöyle dedi:
ya resulullah! elimde sadakara olarak verebileceğim bir şeyim yoktur. ama kendisinden faydalandığım şu şeyleri bağışlıyorum. bundan dolayı beni üzen veya bana kötü söyleyen, "bu da bağışlanır mı hiç?" deyip de eğlenecek kimseye, hakkım helâl olsun!
(kaynak: isâbe)
hz. muhammed, allah sadakanı kabul buyursun dedi. ertesi gün hz. muhammed, ashabına şöyle sordu:
şu gece bağışta bulunmuş kişi nerededir?
kimse bir şey demedi. bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurdu:
gece sadakayı veren nerede ise ayağa kalksın.
hz. ulbe ayağa kalktı. hz. muhammed şöyle buyurdu:
ben, senin sadakanı kabul ettim. seni müjdelerim. muhammed'in varlığı kudret elinde olan allah'a yemin ederim ki, sen sadakası kabul olunanların divanına yazıldın.
(kaynak: ibn-i kesir)
hz. ulbe duasının kabul edilmesinden çok memnun oldu.
müslüman kadınlarsa ne kadar zinet eşyaları varsa hz. muhammed'e teslim ettiler. hz. ümmü sinan şöyle der:
aişe'nin evinde resulullah'ın önüne serilmiş bir örtü gördüm. üzerinde fil dişinden bilezikler, pazubendler, yüzükler, halhallar, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak kayışlarla, kadınlar tarafından gönderilen ve müslümanların savaşa hazırlanmalarına yarayan bir takım şeyler bulunuyordu.
(kaynak: megazî)
harbe katılmak isteyenler çok fazlaydı, gönüllüler vardı fakat durumları müsait olmayanlara teçhizat tedarik edilemediğinden dolayı kabul edilmiyorlardı. ki kabul edilmeyenler arasında "bekkâûn/bekkâîn" yani ağlayanlar olarak bilinen 7 sahabi vardır. bu sahabiler hz. muhammed'in yanına gelmiş ve şöyle demişlerdi,
ya resulullah! sefere çıkmak isteriz. lâkin binecek devemiz, yolda yiyecek azığımız yok!
resulullah şöyle buyurdu:
size verecek binek kalmadı.
onlar da üzüntülerinden ağlayarak gittiler.
(kaynak: sîre)
allah bu sahabiler hakkında şöyle buyurmuştur:
kendilerine binek sağlaman için sana gelip de, “sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” diye cevap verdiğin zaman, harcayacak bir şey bulamamanın üzüntüsünden göz yaşları dökerek geri dönenlere de günah yoktur. (tevbe/92)
bu ayetin inmesiyle birlikte bu sahabiler, zengin sahabiler tarafından teçhiz edildiler.
(kaynak: sîre)
tabi tebük seferine "nifakın zirvesi" de denir. çünkü bu dönem münafıklar oyunlarından kalmıyordu. sıcaklık, kıtlık çok fazlaydı. ve böyle bir zamanda gazve olacaktı. ve tabii bu münafıkları üzüyordu. münafıkların reisi abdullah bin übeyy şöyle dedi:
muhammed roma devletini oyuncak mı zannediyor? onun ve ashabının esir düşeceklerini şimdiden görür gibiyim.
(kaynak: megazî)
münafıklar söylenip duruyorlardı. münafıklar "bu sıcakta harbe mi çıkılır?" diyorlardı.
(kaynak: sîre)
bunun üzerine şu ayet indi:
allah’ın resulünün çağrısına uymayarak seferden geri kalanlar yerlerinden ayrılmamış olmaktan dolayı sevinç duydular; canlarıyla mallarıyla allah yolunda savaşmak istemediler, üstelik “bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. de ki: “cehennem ateşi çok daha sıcaktır” anlayabilselerdi! (tevbe/81)
bazı münafıklarsa kadınlara düşkün olduklarını söyleyerek harbe katılmak istemiyorlardı. bunun üzerine 80'den fazla münafığa izin verildi.
30.000 kişilik islam ordusu hazırdı, bunların 10.000'ni süvarilerdi. hz. muhammed medine'de yerine hz. muhammed bin mesleme'yi vekil bıraktı.
ve hz. muhammed, hz. ali'yi yanına çağırıp şöyle buyurdu:
medine'de muhakkak ya ben, ya da sen kalacaksın.
ve hz. ali'yi her iki ev halkının işleriyle meşgul olmak üzere medine'de bırakacağını söyledi. hz. ali ağladı ve şöyle dedi:
ya resulullah! gittiğin her tarafta ben senin yanında bulunmak isterdim. benim tek arzumdu bu. beni çocuk ve kadınlar arasında vekil mi bırakıyorsun?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
bana göre sen, musa'ya göre harun gibi olmaya razı olmaz mısın? şu kadar farkla ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir.
hz. ali de hemen medine'ye döndü. ve hz. muhammed, en büyük sancağı hz. ebu bekir'e teslim etti. ve en büyük bayrağı da hz. zübeyir bin avvam'a verdi. hazreçlilerin sancağını hz. ebu dücâne, ve beni malik bin neccarların bayrağını ise hz. zeyd bin sabit'e verdi.
ve ordu medine'den tebük'e doğru harekete geçti.
hz. ali medine'de bırakılınca münafıklar aralarında konuşmaya başladılar. şöyle diyorlardı:
herhalde, onu yanında götürmek istemediğinden medine'de bıraktı!
hz. ali derhal silahlandı ve islam ordusunun arkasına düştü. ve cürf mevkisinde hz. muhammed ile buluştu. hz. muhammed şöyle sordu:
ya ali! niçin çıkıp geldin?
hz. ali şöyle dedi:
ya resulullah! münafıklar, senin bana kıymet vermediğini söylüyorlar. bende görüp hoşlanmadığım bir şeyden dolayı beni yanında götürmediğinden söz ediyorlar.
hz. muhammed güldü ve şöyle buyurdu:
onlar, yalan söylemişlerdir. ben, seni arkamda bıraktıklarıma vekil tayin ettim. derhal geri dön. gerek benim ev halkım ve gerek senin ev halkın içinde vekilim ol!
ve şöyle ilâve etti:
ya ali! bana göre sen, musâ'ya göre hârun gibi olmaya razı değil misin? şu farkla ki, benden sonra peygamber olmayacaktır!
hz. ali derhal geri döndü.
münafıkların yanında, maalesef, samimi müslümanlardan olan ka'b bin malik, hilâl bin ümeyye ve mürâre bin rebi' de ihmalkarlıkları yüzünden medine'de kalmıştılar.
islam ordusu sıcaklığa rağmen yoluna devam ediyordu. mücahidler şöyle dediler:
ya resulullah! ebu zerr, devesi yürümediğinden geride kalmış.
resulullah şöyle buyurdu:
eğer, onda bir hayır varsa, yüce allah, onu bize kavuşturur.
hz. ebu zer devesi kuvvetsiz olduğu için geride kalmıştı. devesinin yürüyemeyeceğini anlayınca da eşyasını sırtına almış, şiddetli sıcaklığa rağmen yaya olarak ordusunun arkasına düşmüştü. ordu bir konak yerinde istiharata çekilmiş olduğu sırada. uzaktan birinin gelmekte olduğunu gördüler. bu hz. ebu zerr'di. mücahidler hz. muhammed'e haber verdiler.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
allah, ebu zerr'e merhamet etsin. o, yalnız yaşar, yalnız başına ölür ve yalnız başına haşrolur!
islam ordusu hıcr mevkiine varmıştı.
burası hz. salih'in kavmi olan semud kavminin bulunduğu yerdi. ki onlar burda allah tarafından estirilen bir toz bulutu ile helak olmuşlardı. buraya varınca hz. muhammed şöyle buyurdu:
şu azaba uğratılmış olanların evlerine, onların uğradıkları azaba uğrayacağınızdan korkarak ve ağlayarak giriniz.
mücahidler, hıcr'ın kuyusundan su aldılar. onunla da hamurlarını yoğurdular. bunun üzerine hz. muhammed şöyle emretti:
o kuyunun suyundan su içmeyiniz. ondan namaz için abdest de almayınız! onunla yoğurduğunuz hamuru da, develere yem yapınız! ondan hiç bir şey yemeyiniz.
islam ordusu hıcr mevkiinde sabahladı. ve su kablarında su kalmamıştı.
hz. ömer şöyle anlatır:
o kadar susamıştık ki, susuzluktan boynumuzun kopacağını zannettik. herhangi birimiz gidiyor, yüklerimizin arasında su arıyor, ancak orada su bulamadığımız gibi düşüp kalıyorduk. hattâ içimizden biri devesini kesmiş, hörgücündeki suyu içmişti.
(kaynak: ibn-i kesir)
müslümanlar arasında münafıklar da bulunuyordu. şöyle diyorlardı:
eğer muhammed, gerçekten de peygamber olsaydı, musa peygamberin kavmine, allah'tan yağmur dileyip, yağmur yağdırdığı gibi, o da allah'tan yağmur diler, yağmur yağdırırdı.
hz. muhammed bu dedikoduları duyunca şöyle buyurdu:
demek onlar, böyle söylüyorlar öyle mi? allah'ın, size yağmur yağdıracağını umarım.
(kaynak: zâdü'l-mead)
hz. ömer şöyle söyler:
bütün bu güçlük ve sıkıntılar karşısında ebu bekir dayanamayarak resulullah'a şu ricada bulundu:
"ya resulullah! allah, duanızı kabul eder. ne olur bizim için hayır duada bulunsanız."
resulullah şöyle buyurdu: "bunu istiyor musunuz?"
hz. ebu bekir şöyle dedi: "evet ya resulullah!"
bunun üzerine resulullah ellerini açarak dua etti. daha duasını bitirmeden hava aniden karardı. önce yağmur çiselemeye başladı. sonra da sağnak halinde boşaldı. bütün mücahidler kaplarını doldurdular. konakladığımız yerden ayrılınca, bir de ne görelim, yağmur sadece ordunun bulunduğu bölge içinde yağmış. ve o bölgenin dışına bir tek damla bile düşmemiş.
sefer sırasında hz. muhammed'in devesi kasvâ kayboldu. ashab-ı kiram aradı ama bulamadılar. o sırada bir münafık şöyle dedi:
şaşırılacak şeydir bu! muhammed, peygamber olduğunu söyler, gökten haber verir, fakat devesinin nerede olduğunu bilmez.
bu söz, hz. muhammed'e ulaşınca şöyle buyurdu:
vallahi, ben ancak allah'ın bana bildirdiğini bilirim. ondan başkasını asla bilemem!
ve şöyle ilâve etti:
işte şimdi de allah bana bildirdi ki, kasvâ falan ve falan dağların arkasındaki vadidedir. yuları bir ağaca takılmış vaziyette duruyor. hemen gidiniz onu bana getiriniz.
(kaynak: sîre)
sahabiler, hz. muhammed'in tarif ettiği yere gittiler ve deveyi aynen yuları bir ağaca dolanmış halde buldular ve alıp getirdiler.
(kaynak: sîre)
nihayet islam ordusu tebük'e varmıştı. fakat burda kimse yoktu, bizans ordusu dahil. doğu roma imparatorluğu savaştan son anda vazgeçmişti.
sefere ihmalkarlığı yüzünden katılmayan samimi müslümanlardan biri de ebu heyseme idi. o, medine'de kalmıştı. islam ordusunun medine'den ayrılmasından günlerce sonra işinden eve döndü ve hanımlarının çardağı süpürüp-temizlemiş ve soğuk şerbetleri de hazırlamış olduğunu gördü. çardakların kapısı önünde öylece dikildi. hanımlarına baktı ve kendisi için hazırlanan şeylere... şöyle dedi:
sübhanallah! resulullah, yakıcı güneşin, rüzgârın ve sıcağın altında, silahını boynunda taşıyacak, ve ebu heyseme de serin gölgede, yemeği hazırlanmış bir şekilde, iki tane güzel kadının yanında, mal ve mülkünün içerisinde oturup duracak ha? insaf mıdır bu?
ardından hanımlarına dönerek şöyle dedi:
vallahi, resulullah aleyhisselama gidip kavuşmadıkça, hiçbirinizin çardağına girmem ben! derhal yol azığımı hazırlayınız.
(kaynak: taberî)
yol azığı hazırlanınca derhal medine'den tebük'e doğru yola çıktı. islam ordusu tebük'te konaklarken mücahidler uzaktan birinin geldiğini farkettiler. şöyle dediler:
işte, bakınız bir süvari gelmekte!
hz. muhammed şöyle buyurdu:
ebu heyseme mi acaba? onun olmasını isterdim.
sahabiler onu hemen tanıyıp şöyle dediler:
ya resulullah! vallahi, gelen ebu heyseme'dir.
biraz sonra ebu heyseme yaklaştı ve hz. muhammed'in yanına varıp selam verdi. hz. muhammed şöyle buyurdu:
ebu heyseme! sen, helâke yaklaşmıştın!
(kaynak: taberî)
hz. muhammed ayağa kalktı, arkasını hurma ağacına dayadı ve şu hitabede bulundu:
size insanların en hayırlısını ve bir de en şerlisini haber vereyim mi? insanların hayırlısı, atının ya da devesinin sırtında, ya da iki ayağı üzerinde, son nefesine kadar allah yolunda çalışan kimsedir!
insanların en şerlisi de, allah'ın kitabını okuyup da ondan hiç faydalanmayan azgın kimsedir. şunu iyi bilesiniz ki, sözlerin en doğrusu allah'ın kitabıdır. ve yapışılacak en sağlam kulp takvadır. dinlerin hayırlısı islamiyettir. sünnetlerin hayırlısı ise muhammed'in sünnetleridir.
sözlerin şereflisi zikrullahtır. kıssaların güzeli, kur'an'da olan kıssalardır. amellerin hayırlısı, allah'ın yapılmasını mecbur kıldığı farzlardır. amellerin kötüsü bid'atlar sonradan ihdas edilmiş (hoş olmayan) şeylerdir.
en güzel yol ve en güzel yaşayış, peygamberin yolu ve yaşayıdır. ölümlerin şereflisi, şehidlerin ölümüdür. körlüğün körü, doğru yolu bulup da sonra delâlete sapmaktır. doğru yolun hayırlısı ise kendisine uyulandır körlüğün kötüsü ise kalb körlüğüdür.
veren el alan elden hayırlıdır. az olup yetişen şey, çok olup da allah'a taattan alıkoyandan hayırlıdır. özür dilemenin en fenası, ölüm gelip çattığı zamankidir.
pişmanlığın kötüsü, kıyâmet günündekidir. yanlışları en çok olan, dili en ço yalan söyleyendir. zenginliğin hayırlısı, gönül zenginliğidir.
hikmetin başı, allah korkusudur. şarap, içki, günahların her çeşidini bir araya toplayandır.
gençlik, delilikten bir bölümdür.
kazançların kötüsü, faiz kazancıdır.
yemelerin kötüsü. yetim malı yemektir.
mes'ud kişi, başkasının halinden ders ve ibret alandır. amellerde esas olan, neticeleridir. düşüncelerin kötüsü, yalan yanlış düşüncelerdir.
mü'mine sövmek, günah işlemektir ve dinî emirlere hürmetsizliktir.
mü'mini öldürmek küfürdür.
mü'min etini yemek (dedikodu ve gıybetini ypamak) allah'ın emirlerine karşı koymaktır.
yalan yere, allah adıyla yemin eden kişi, yalanlanır.
af dileyen kişi allah tarafından affolunur.
kim öfkesini yenerse, allah onu mükâfatlandırır. uğradığı zarara katlanan kişiye, allah karşılığını verir. allah, zorluklara sabredip katlanan kimsenin sevabını kat kat arttırır.
allah'ım! beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
allah'ım! beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
allah'ım! beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
kendim ve sizin için allah'tan mağfiret dilerim!
(kaynak: müsned)
bu dönemde şam taraflarında tâun (veba) hastalığı ortaya çıktı. bunun üzerine hz. muhammed ashabına şöyle buyurdu:
bulunduğunuz herhangi bir yerde tâun zuhur edince oradan çıkmayınız ve kaçmayınız! tâun zuhur eden yere de sakın yaklaşmayınız.
(kaynak: müslim)
hz. muhammed, şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda ashab-ı kiram'ın görüşünü sordu. hz. ömer şöyle dedi:
ya resulullah! eğer gitmekle allah tarafından emrolundunsa git!
hz. muhammed şöyle buyurdu:
eğer, bu hususta allah'tan herhangi bir emir almış olsaydım, o zaman sizin görüşlerinizi öğrenmek istemezdim.
bunun üzerine hz. ömer şöyle dedi:
ya resulullah! rumlar, sayıca oldukça kalabalıktırlar. ve oralarda müslümanlardan tek kişi bile yoktur. onların yakınlarına yeterince gelmiş bulunmaktasınız. bu derece yaklaşmanız onları korkutmuştur. eğer uygun görürseniz, bu yıl buradan geri dönünüz. yahut, allah, size bu husustaki emrini bildirir.
hz. muhammed, hz. ömer'in görüşünü uygun bulup, tebük'ten ileri gitmedi.
islam ordusu hala tebük'teydi. hz. muhammed bir gece teheccüd namazını kıldıktan sonra çevresinde kendisini bekleyen sahabilere şöyle buyurdu:
daha önce hiçbir peygambere verilmeyen beş şey bana verilmiştir:
1. benden önceki peygamberlerin her biri yalnız kendi kavimlerine gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim.
2. yeryüzü bana mescid (namazgâh) ve temizlik vasıtası kılınmıştır. bu sebeple nerede olursam olayım, namaz vakti girince, (su bulunmazsa) teyemmüm eder, namazımı orada kılarım. ümmetimden herhangi biri, namaz vakti girince bulunduğu yerde namazını kılsın. benden önceki peygamberlerden hiçbirisine bu ihsan edilmemişti. onların ümmetleri namazlarını ancak kilise ve havralarında kılabiliyorlardı.
3. ganimetler bana helâl kılındı. halbuki, benden önceki peygamberlerin hiçbirine helâl kılınmamıştı.
4. bana şefâat makamı verildi.
5. ben, bir aylık mesafedeki düşmanlarımın bile kalplerine korku salmakla yardım olundum.
(kaynak: buharî)
hz. muhammed, hz. halid bin velid'e 400 süvari vererek kindelerin kralı olan hristiyan ükeydir bin abdülmelik'e göndermek istedi. hz. halid şöyle dedi:
ya resulullah! her tarafını iyice bilmediğim geniş memlekette, bu kadar az sayıda insanla gidip onu bulmam nasıl mümkün olur.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
sen, muhakkak onu, yabanî sığır avlarken bulacak ve yakalayacaksın! yakalayınca da, onu öldürme, bana getir!
bunun üzerine hz. halid, dumetül-cendel'e doğru hareket etti.
hz. halid oraya varınca hz. muhammed'in haber verdiği gibi, ükeydir'i yabanî sığır avlarken gördü ve yakaladı.
(kaynak: taberî)
daha sonra onu ve kardeşini aldı ve hz. muhammed'in yanına getirdi. hz. muhammed onları müslüman olmaya davet edince onlar buna yanaşmadılar. ama cizve vermeyi kabul ettiler. böylelikle kanları da bağışlandı. ve memleketlerine geri döndüler.
(kaynak: taberî)
eyle* hükümdarı yuhanne bin ru'be hz. muhammed'in yanına geldi.
barış yapmak istediğini söyledi. her sene belirli miktarda cizye vermek üzere hz. muhammed onunla anlaşma yaptı.
(kaynak: uyunü'l-eser)
ve hz. muhammed, yuhanne ve eyle halkı için şu yazıyı yazdırdı:
bismillahirrahmanirrahim. bu, allah ve allah'ın resûlü muhammed tarafından yuhanne ve eyle halkından denizdeki gemilerde bulunanları ve karadaki gezegenleri için bir emân yazısıdır:
gerek bunlar ve gerek şam, yemen ve deniz halkından eylelilerle birlikte bulunanlar, allah'ın ve muhammed peygamberin himâyesindedirler.
onlardan bir kötülük işleyeni yanındaki malı korumayacaktır. gerek su almak isteyen, gerek de denizde ya da karada dilediği yola gitmek isteyene mani olmak helâl olamyacaktır.
bunu, resûlullahın izniyle cuheym bin salt ve şürahbil bin hasene yazdı.
(kaynak: tabakât)
ayrıca şam ülkelerinden yahudi olan cerba ve ezruh halkı da hz. muhammed'e gelip, cizye vererek emân dilediler. hz. muhammed kabul etti. bir anlaşma metni yazıldı.
artık her şey bitti ve tebük'ten ayrılmak için hazırlıklar yapılmaktaydı. birtakım sahabiler, baktılar ki mücahidlerin azıkları tükenmiş, ciddi bir sıkıntı yaşıyorlar. ve bu durumu hz. muhammed'e bildirdiler. ve şöyle dediler:
ya resulullah! su taşıdığımız develerimizi boğazlayıp onların etini yemeye müsaade buyurmaz mısınız?
hz. muhammed şöyle buyurarak müsaade etti:
olur. öyle yapınız.
develerini kesmek için hazırlandılar. bu sırada hz. ömer geldi. develerini kesmekten vazgeçmelerini söyledi ve hz. muhammed'in yanına geldi. şöyle sordu:
ya resulullah! halkın bindikleri develerini kesmeye siz mi izin verdiniz?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
uğradıkları açlıktan bana şikâyet ettiler de, ben de buna müsaade ettim.
hz. ömer şöyle dedi:
ya resulullah. mücahidler eğer böyle yapsalar, binilecek deve kalmaz! sen, onların arta kalan azıklarını getirt ve bir araya topla, onlar üzerinde bereket duâsı yap! yüce allah, herhalde senin duânı kabul eder de o yiyeceklere bereket ihsan buyurur.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
olur.
mücahidler ellerinde kalan azıkları getirdiler. hz. muhammed'in serdirmiş olduğu deri bir yaygı üzerine bıraktılar. toplanan azık çok azdı, bir avuç hurma ve s. şeylerdi. hz. muhammed kalktı ve abdest aldı. ve 2 rekât namaz kıldı. sonra da yiyeceklerin bereketlenmesi için dua etti. ve ardından sahabilere hitaben şöyle buyurdu:
kaplarınıza alınız.
herkes kabını doldurdu. ve hiç bir kap boş kalmamıştı. doyuncaya kadar yediler. ve sonra, toplanan azığın hâlâ durduğunu gördüler.
(kaynak: müslim)
medine'ye doğru harekete geçildi. bir grup münafığın hz. muhammed'e suikastte bulunacağı kendisine allah tarafından haber verildi. hz. muhammed bu yüzden devamlı etrafını gözetliyordu. bir süre sonra karanlıkta bir grubun kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. bunlar suikastçi münafıklardı. hz. muhammed, arkadan deveyi süren hz. huzeyfe'ye onları dağıtmasını emretti. hz. huzeyfe üzerlerine yürüyerek şöyle bağırdı:
ey allah'ın düşmanları.
onlar da korkup hemen ordunun içine karıştılar.
(kaynak: ibn-i kesîr)
suikast teşebbüsünü öğrenen hz. üseyyid bin hudayr çok sinirlendi. münafıkların boyunlarını vurma izni istedi ve hz. muhammed şöyle buyurdu:
halkın "müşriklerle arasındaki savaş sona erince, muhammed, ashabını öldürmeye başladı" diye yaygara yapmalarını hoş görmemekteyim.
hz. üseyyid bin hudayr şöyle dedi:
ya resulullah! bunlar, senin ashabın değillerdir ki?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
mademki dilleriyle kelime-i şehâdet getirerek müslüman olduklarını izhar etmişlerdir, şu halde onlara dokunamayız.
(kaynak: megazî)
hz. muhammed tebük seferine hazırlanırken bir grup münafık gelip mescid yapmış ve hz. muhammed'in de gelip bu mescidde onlara namaz kıldırmalarını arzu ettiklerini söylemişlerdi. elbette onlar bunu iyi amaçla söylememişlerdi, onların müslüman cemaatini bölme planları vardı. hatta fasık ebû amir onlara yardım edeceğine söz vererek şöyle dedi:
siz, bir mescid yapınız ve içine mümkün olduğu kadar silah depo ediniz. ve ben de rum hükümdarı kaysere gideceğim. rumlardan asker getireceğim de, muhammed ve ashabını medine'den çıkaracağım.
(kaynak: zâdü'l-mead)
fakat hz. muhammed onların gerçek ve kötü olan amaçlarını bilmemekteydi. işte bundandır ki, onlara şöyle buyurmuştu:
şu sırada tebük seferine çıkmak üzereyim. seferden dönersek ve allah da dilerse gelir mescidinizde size namaz kıldırırız.
(kaynak: taberî)
tebük seferi sonlanınca ve hz. muhammed, ashabıyla birlikte medine'ye dönerken, medine yakınında münafıklar hz. muhammed'in yoluna çıkıp, kendilerine vermiş olan sözü yerine getirmesini istediler.
fakat allah onların bu kötü maksatlarına fırsat vermedi ve şu ayetlerin inmesiyle, hz. muhammed'e işin aslı bildirildi:
bir de şunlar var ki, zararlı eylemler gerçekleştirmek, inkârcılıklarını pekiştirmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce allah ve resulüne savaş açmış kişi lehine fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. “amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı” diye de yemin edecekler. allah şahit, onlar kesinkes yalancıdırlar. orada asla namaza durma! daha ilk günden takvâ temeli üzerine kurulan mescid ise namaz kılman için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır. allah da arınmaya çalışanları sever. binasını allah’a saygı ve o’nun hoşnutluğunu kazanma temeli üzerine kuran mı daha iyidir yoksa binasını kaymak üzere olan bir uçurumun kenarına kurarak onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı? allah hakkı çiğneyenleri doğru yola iletmez. onların kurduğu bina, yürekleri paramparça olmadığı (yaşadıkları) sürece içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. allah her şeyi bilmekte ve hikmetle yönetmektedir. (tevbe/107-110)
bunun üzerine hz. muhammed, malik bin duhşum ile âsım bin adiyy'i çağırıp şöyle emretti:
şu, halkı zâlim olan mescide gidiniz. onu yıkınız, yakınız.
emir derhal yerine getirildi.
medine'ye yaklaşırlarken hz. muhammed ashab-ı kirama hitaben şöyle buyurdu:
medine'de öyle kimseler vardır ki, sizin gittiğiniz ve geçtiğiniz her yerde ve vadide onlar da sizinle birlikte bulunmuş gibidir.
ashab-ı kiram şöyle diyerek hayretlerini gösterdiler:
yâ resûlullah! onlar medine'de iken nasıl olur da bizimle birlikte olurlar.
hz. muhammed konuyu şöyle açıkladı:
onlar, ancak mâzeretleri sebebiyle medine'de kalmış olanlardır. allah, kitabında,
"mü'minlerin hepsinin birden harbe çıkması gerekmez. her topluluktan bir kısım geride kalıp da, dinlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri geri döndüğünde onları ikaz etmeleri daha doğru olmaz mı? umulur ki, böylece allah'ın yasaklarından sakınmış olurlar." (tevbe/122) buyurmuyor mu?
varlığım kudret elinde olan allah'a yemin ederim ki, onların duâları, düşmanımıza silahlarımızdan daha tesirlidir.
(kaynak: müsned)
medine'ye yaklaşırlarken hz. muhammed, uhud dağına baktı.
ve şöyle buyurdu:
işte uhud dağı! o bizi sever, biz de onu severiz.
(kaynak: müslim)
hz. muhammed'in gelmekte olduğunu duyan medine'deki bütün müslümanlar yola çıkıp seniyyetül-veda tepesinde karşıladılar. kadınlar, küçük çocuklar..herkes.. allah resulünü tekrar görmenin sevinci içerisindeydiler. sevinçlerini şu sözlerle gösteriyorlardı:
seniyyetül-veda'dan dolunay doğdu üstümüze. yalvaran bulundukça, allah'a hamdetmek düşer bize.
(kaynak: insanü'l-uyûn)
en sonunda hz. muhammed ve ordusu ramazan ayında medine'ye geldi.
evet her şeyi anlattık, fakat anlatmadığımız çok şey vardı. belki bu yüzden olsa gerek, entry kısa oldu. entry'nin başında bazı samimi müslümanların yani sahabilerin, ihmalkarlıkları yüzünden sefere katılmadıklarını söylemiştim.
münafıkların yanında, maalesef, samimi müslümanlardan olan ka'b bin malik, hilâl bin ümeyye ve mürâre bin rebi' de ihmalkarlıkları yüzünden medine'de kalmıştılar.
evet bu 3 sahabi, sağlam müslümanlardı. fakat haklı bir özürleri olmadan, ihmalkârlıkları yüzünden orduya katılmamışlardı. hz. ka'b bin malik tebük seferine kadar bedir hariç bütün savaşlara katılmıştı. ki hz. hilâl bin ümeyye ve hz. mürâre bin rebi' de örnek ahlâk sahibi sahabîlerdi.
hz. kâ'b bin mâlik şöyle anlatır:
resulullah, bu savaşı meyvelerin olgunlaşmış olduğu ve ağaç gölgelerinin altında serinleme arzusunun da şiddetlenmiş olduğu bir zamanda yapmıştı. resulullah ile beraber bütün müslümanlar harbe hazırlanmışlardı. ben de onlarla birlikte sefere hazırlanmak için sabahleyin evden çıkıp dolaşır, ama hiçbir iş görmeden akşam üzeri döner geri gelirdim. kendi kendime; "hazırlanmaya imkânım var. kudretim de var ve henüz zamanım da var" derdim. işte bu ihmalcilik bende durmadı, hep devam etti. sonunda herkes gerçekten hazırlandı. bir sabah resulullah ile müslümanlar sefere çıktı. ama ben, o âna kadar, savaş teçhizatımdan hiç birini hazırlamamıştım. yine kendi kendime;
"bir iki gün sonra hazırlanırım, onlara yetişirim" diyordum.
ordu, medine'den ayrılıp gittikten sonra hazırlanmak için sabah erkenden kalktım. fakat yine eskisi gibi bir türlü hazırlanamadım. bu durumum, müslümanlar gidinceye ve savaş bitinceye kadar devam etmişti. binip gitmeyi, onlara yetişmeyi düşünmüştüm, keşke bunu yapsaydım. fakat bir türlü muvaffak olamadım.
(kaynak: buharî)
diğer iki sahabînin de durumları böyleydi. hz. kâ'b bin mâlik şöyle anlatır:
resulullah sabahleyin geldi. herhangi bir seferden döndükleri zaman önce mescide gider ve orada iki rekât namaz kılar ve ondan sonra da müslümanlarla otururdu. yine aynı şekilde iki rekât namaz kılıp müslümanlarla oturduğunda, harbe iştirak etmemiş olanlar ona gelip yemin ettiler ve özür beyânında bulundular. bunlar seksen kadardı. resulullah, onların sözlerine ve zahire bakarak beyân ettikleri özürlerini yerinde görüp, onlar için allah'tan af diledi ve işin hakikatini allah'a havale etti.
o sırada ben de geldim. resulullah'a selam verince acı bir tebessümle gülümsedi. sonra bana, "gel bakalım" diye buyurdu.
yürüdüm, önüne oturdum. ve şöyle buyurdu:
"seni harpten alıkoyan sebep neydi? sen akabe'de bîat etmiş değil miydin?"
şöyle dedim:
evet, vallahi, yâ resûlullah! size her hal ü kârda yardım etmeye söz verdim. yâ resûlullah! allah'a yemin ederim ki, sizden başka şu dünyada insanlardan herhangi birisinin karşısında otursaydım ve alelâde bir özür ileri sürerek onun gazabından kendimi kurtarmayı başarırdım.
çünkü, ben allah'ın inayeti ile kuvvetli bir hitabete sahibim. bugün sana yalan söylesem şu anda beni mâzur görürsün. fakat birgün allah sana işin hakikatini bildirirse yine bana kızarsın. eğer yanınızda doğruyu söylersem, yine kızacaksınız. ama ben bu hususta allah'ın affını dilerim. hayır, hiçbir mazeretim yoktu. şunu da belirteyim ki, hiçbir zaman sefere çıkıldığı andaki kadar kuvvetli ve varlıklı da olmamıştım.
(kaynak: buharî)
resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu:
işte bu doğruyu söyledi. kalk git; allah senin hakkında bir hüküm verinceye kadar bekle.
diğer iki sahabî de hz. kâb gibi konuşmuşlardı. hz. muhammed onlara da gidip allah'ın haklarında indireceği hükme kadar beklemelerini söyledi.
hz. muhammed, vahiy ile kendisine hüküm bildirilinceye kadar, diğer müslümanlara, bu üç sahabi ile görüşüp konuşmalarını yasakladı. artık herkes onlardan kaçıyordu. selâmları bile alınmıyordu.
hz. kâ'b bin mâlik şöyle anlatır:
resulullah, harbe katılmayan ben ve diğer iki kişiyle müslümanların konuşmalarını yasaklamıştı. artık insanlar benden kaçıyordu. bize karşı tutumları başkalaşmıştı. bu yüzden dünya beni sıkmaya başlamıştı.
dünya, artık tanıdığım o dünya değildi sanki. bu durumumuz tam 50 gün devam etti. iki arkadaşım kaderlerine rıza gösterip evlerinde oturdular ve günlerini ağlayarak geçirdiler. ben ise onlardan daha genç ve güçlü idim. dışarı çıkıyor, müslümanlarla beraber namaz kılıyor ve sokaklarda çarşılarda dolaşıyordum. fakat, tek bir kişi bile benimle konuşmuyordu. namazdan sonra sahabîleriyle sohbete başlayan resûlullah'a selâm veriyordum ve kendi kendime; "acaba selâm almak için dudakları kımıldadı mı, kımıldamadı mı?" diye soruyordum.
sonra resulullah'ın yakınında namaz kılıyor, yan gözle kendisini kolluyordum. ben namaza durduğum zaman resûlullah bana bakıyor, onun tarafına döndüğüm zaman da benden yüz çeviriyordu.
(kaynak: buharî)
hz. kâ'b, birgün amcası ebû katâde'nin yanına gelir. selâm verir. ebû katâde, selâmı almaz. hz. kâ'b şöyle sorar;
allah için olsun söyle, allah'ı ve resûlünü ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?
ebû katâde tek bir kelime bile demez. ikinci kez sorar. ebû katâde bir şey söylemez. üçüncü sefer sorar. ve bu zaman, sadece şunu söyler:
allah ve resûlü daha iyi bilir.
hz. kâ'b göz yaşlarını tutamaz, ve gözleri yaşlı bir şekilde oradan uzaklaşır.
(kaynak: buharî)
gassan hükümdarı hristiyan olan cebele bin eyhem, hz. kâ'b'a şu mektubu gönderdi:
haber aldığıma göre sahibin (hz. muhammed) sana cefâ ve ezâ etmekteymiş. allah seni hakaret görecek ve hakkın zayi olacak bir mevkide yaratmamıştır. orada durma, gel bize! sana şanına lâyık bir surette hürmet ve ihsanda bulunuruz.
(kaynak: buharî)
hz. kâ'b mektubu okuyunca kendi kendine şöyle dedi:
bu da bir başka imtihandır.
ve mektubu hemen yırtıp yaktı.
(kaynak: buharî)
artık hz. kâ'b ve iki sahabî, imtihanlarının 40'cı günlerini bitirmişlerdi. resulullah onlara şu haberi gönderdi:
bundan böyle hanımlarına da asla yaklaşmayacaklardır!
(kaynak: buharî)
hz. kâ'b, haberi alınca, hanımına şöyle dedi:
bu hususta allah'ın hükmü gelinceye kadar git babanın evinde, kal!
(kaynak: buharî)
bu üç sahabiden olan hz. hilâl bin ümeyye o kadar yaşlıydı ki, hizmetini kendisi göremezdi. imtihanının zorluğundan dolayı durmadan ağlıyordu. yemiyordu, içmiyordu. bir yudum su ya da biraz süt içiyordu. kendisine gelen emirden sonra hanımı çıkıp hz. muhammed'in yanına geldi. şöyle dedi:
yâ resûlullah. hilâl bin ümeyye, kendi işini göremeyecek kadar yaşlı biridir. hizmet edecek kimsesi de bulunmaz. acaba, sadece ona hizmette bulunmama müsaade eder misiniz?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
kendine yaklaştırmamak şartıyla, hizmet edebilirsin.
(kaynak: buharî)
kadın şöyle dedi:
yâ resûlullah, vallahi, onun ne bana, ne de hiç bir şeye doğru kımıldayacak hali var. vallahi, bu muameleye mâruz kalışından beri de durmadan ağlar. gözlerini kaybedeceğinden korkarım.
(kaynak: buharî)
nihayet, 50'ci gün de tamamlanmıştı. allah, hz. muhammed'e onlar hakkındaki hükmü göndererek şöyle müjdeledi:
allah geriye bırakılan (savaşa katılmayan) üç kişinin de tövbesini kabul etti. sonunda, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmeye başlamış, vicdanları kendilerini sıkıştırmış ve allah’a karşı o’ndan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. bunun üzerine o da eski durumlarına dönmeleri için onlara tövbe nasip etti. şüphesiz allah, tövbeleri kabul edendir, merhametlidir. (tevbe/118)
hz. muhammed sabah namazını kıldıktan sonra bunu ashab-ı kirama bildirdi. bunun üzerine, hz. zübeyir bin avvam atına atlayarak hızla hz. kâ'b bin mâlik'i, said bin zeyd de hilâl bin ümeyye'yi müjdelemeye gitti.
o sırada hz. kâ'b, düşünceli bir şekilde evinde oturuyordu. hz. zübeyr müjdeyi verince, hz. kâ'b, birden secdeye kapandı. hatta sevincinden üzerindeki elbisesini çıkarıp hz. zübeyr'e giydirdi.
(kaynak: buharî)
hilâl bin ümeyye de haberi alınca derhal secdeye kapandı. uzun süre başını secdeden kaldırmadı. kendisine müjdeyi veren sahabî şöyle der:
sevincinden can vereceğini sandım.
mürâre bin rebi'ye de bir başka sahabî haberi bildirdi.
hz. kâ'b bizzat kendisi gidip tevbesinin kabulünü hz. muhammed'den öğrenmek istiyordu. kendisini gören herkes, tevbesinin kabul olduğunu söyleyerek onu müjdeliyordu. daha sonra varınca, selâm verip hz. muhammed'in yanında diz çöktü. hz. muhammed'in de sevinçten yüzü gülüyordu. tatlı bir tebessümle hz. kâ'b'ın selâmını aldı. sonra da şöyle buyurdu:
müjde, ey kâ'b! bugün, annenden doğduğun günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısı, en mesûdudur.
hz. kâb bin mâlik şöyle sordu:
ya resûlullah! bu müjde senden mi, yoksa allah'tan mı?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
benden değil, doğrudan doğruya allah katından.
(kaynak: buharî)
hz. kâ'b son derece sevinçliydi. şöyle dedi:
ya resûlullah! tevbem kabul olunduğu için allah ve resûlü yolunda sadaka olarak malımı dağıtmak istiyorum.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
malının bir kısmını kendine alıkoy. böylesi senin için daha hayırlıdır.
(kaynak: buharî)
evet yazarken ben yoruldum, okurken siz yorulmamışsınızdır inşallah. ve son sözleri de söylemek isterim;
bazıları, tebük seferinin gülünç olduğunu söyler.bkz. bu insanlar, bunu şuna dayandırırlar, islam ordusu onca zorluk-sıkıntı çekti ama en sonunda gittiklerinde roma falan ortada yoktu. ama böyle düşünmemek lazım. böyle düşünen insanlar, sözde "düşünen insan" olduklarını söylerler. oysa bunlar, bu seferin hikmetini anlamaktan mahrumdurlar. zaten bunları okuyan, anlayan hiçbir vicdan sahibi, seferin boş geçmediğini görür. seferin bazı hikmetlerini az da olsa düşünmeye çalışalım,
1. kindelerin kralı esir alındı, cizye verdiler.
2. eyle hükümdarıyla barış anlaşması imzalandı.
3. cerba ve ezruh halkıyla da anlaşma imzalandı.
4. müslüman-münafık ayırt edildi.
5. hz. muhammed'in mucizeleri görüldü.
6. bizanslılara hücuma geçerek de, islam-bizans savaşının temeli atılmış oldu. ki islam ordusu, gelecekte bizanslıları daha çok zayıflatacak ve 1453'de büyük türk imparatoru fatih sultan mehmet devrinde de bu yaklaşık 1.000 yıllık tarihe sahip imparatorluk çökecekti.
bazı rivayetlere göre de, ebu lübabe isimli sahabi, tebük gazvesine katılmadığı ve bu sebeple hz. muhammed tarafından azarlandığı için, 6 (bazı rivayetlere göre 7, 8, 10 veya 15) gün yiyip içmeden direğe bağlı olarak kalarak, kendisini bu şekilde cezalandırmıştır.
edit: entry'de birçok yazım hatası vardır. bunları düzenledim ama kaydetmeyi unuttum. şu an tekrar düzenlemeye vaktim yok. hakkınızı helal edin.
şu bir gerçek ki allah, peygambere ve o sıkıntılı zamanda, içlerinden bir grubun moralleri bozulmaya yüz tuttuktan sonra bile ona bağlılıklarını koruyan muhacirlere ve ensara lütfuyla muamele etti ve sonra da tövbelerini kabul etti. allah onlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir. (tevbe/117)
ayrıca orduya "ceyşül-usre", gazveye de "gazvetül-usre" ve "gazvetül-fadıha" denmiştir.
bu gazve ateistler tarafından 3 şekilde eleştirilmiştir, birincisi şu şekildedir,
1) tebük gazvesi sarışın rum kadınları için düzenlendi eleştirisi.
bu konuda tevbe suresinin 49. ayeti gösterilir,
içlerinden “aman bana izin ver, başımı derde sokma!” diyenler de var. ama bilmiş olsunlar ki asıl (bu tutumlarıyla) belânın içine düşmüş oldular. cehennem inkârcıları mutlaka kuşatacaktır. (tevbe/49)
ve ayetin tefsiri niteliğinde olan şu rivayet eleştirilir,
tebük savaşına hazırlanılırken münafıklardan ced bin kays’a: “rum diyarına gidip birer rum cariyeler almak ister misin?” denmiş. o da: “ben kadınlara düşkünüm. rum kızlarını görünce dayanamam, beni fitneye düşürme. izin ver sana malımla yardım edeyim ve gazaya çıkmayayım.” der.
(kaynak: taberani)
fakat heysemî şöyle der,
rivayetin isnadında zayıf olan ebu şeybe ibrahim bin osman var.
(kaynak: mecmau'z-zevaid)
yani rivayet zayıftır.
getirilen ikinci eleştiri şöyledir,
2) "hz. muhammed 40.000 kişilik bizans ordusunu oyuncak mı sandı? bu savaşların ne ganimeti olur, ne zaferi.." diyenlerin toplandığı yahudi süveylim'in evi yakıldı, içeridekiler damdan atlayarak zor kurtuldular.
(kaynak ibn ishak, ibn hişam, diyarbekri)
fakat eleştiri için öne sürülen bu rivayette eleştiren kişilerin yaptığı bir "akıl oyunu" var. şöyle ki, "hz. muhammed 40.000 kişilik bizans ordusunu oyuncak mı sandı?....." diyenlerin evi yakıldı ifadesi var, bu ifadeyle de ateistler, sanki o kişiler bunu dediler diye evleri yakıldı gibi bir algı oyunu var. halbuki o evde münafıklardan bazı kişiler toplandı, amaçları da tebük gazvesine çıkacak halkı hz. muhammed'in etrafından dağıtmaktı. bunu planladıkları haber alınınca evleri ateşe verildi. ki bu da bir kereye mahsus bir durum olabilir, çünkü islam dininde bir canlıyı yakmak haramdır.
3) hz. muhammed bu gazveyi ganimet için başlattı eleştirisi.
bu da gülünç bir söylemdir. çünkü dönemin en güçlülerinden olan bizanslılara, hele ki çok zor bir dönemde meydan okumak, hele ki çoğunun kazanacaklarına bile inanmaması, tüm bunlar, böyle bir iddianın gülünç olduğunu gösterir.
gazveye geçelim;
hz. muhammed ve (bkz: herakleios) arasındaki bağlantı güzel başlamıştı. hz. muhammed ona elçi göndererek islam dinine davet etmiş ve herakleios elçiyi güzel bir şekilde ağırlamıştı. fakat insanların içinde bizanslıların aniden saldıracağı yönünde bir endişe vardı.
bu dönemde müslümanlar rumlardan çok fazla çekiniyorlardı.
(kaynak: el-megâzî)
daha sonra nebatî tüccarları, herakleios'un medine'ye saldırmak için hazırlık yaptığı haberini verdiler. bunun üzerine hz. muhammed de tebük gazvesine hazırlanmaya başladı.
(kaynak: ibn sa'd)
ayrıca gazvenin başlaması hususunda farklı rivayetler de vardır. gidilecek yer uzaktı, ciddi bir kıtlık ve yokluk vardı, düşman çoktu, yolculuk çok zor olacaktı ve hava sıcaktı. hz. muhammed gazaya çıkarken maksadını açıklamazdı, fakat bu gazvede öyle yapmadı. açıkça bunların hepsini mücahidlere bildirdi.
(kaynak: sîre)
hz. muhammed etraftaki müslüman kabilelere de haber gönderdi ve harp için mücahid istedi. fakat kıtlık ve kuraklık büyüktü ve mücahidlerin silah satın alacak parası yoktu. hz. muhammed de bunun üzerine zengin müslümanları yardıma çağırdı. hz. osman o sırada şam'a göndermek üzere bir ticaret kervanı hazırlamıştı. fakat yardım daveti üzerine, kervanı göndermekten vazgeçti ve 300 deveyi üzerindeki mallarla birlikte hz. muhammed'e teslim etti. ayrıca 50 at ve 1.000 altını nakit bir şekilde hibe etti. bunun üzerine hz. peygamber şöyle dua etti:
allah'ım, ben osman'dan razıyım. sen de ondan razı ol!
(kaynak: sîre)
ebu akil ise bir sa'* hurma ile yardıma koştu. hz. muhammed'in yanına geldi. ve şöyle dedi:
ya resulullah, iki sa' hurma karşılığında bütün gece sırtımda su çektim. bu iki sa'dan birini ev halkım için bıraktım. diğerini de rabbimin rızasını kazanmak için size getirdim.
hz. peygamber bu durumdan çok tesirlendi ve şöyle dua etti:
allah, senin getirdiğini de, ev halkına bıraktığını da berekli kılsın.
ve getirilen hurmaların sadakalar kısmına dökülmesini emretti.
(kaynak: taberî)
hz. ulbe bin zeyd de yoksul bir müslümandı. hz. muhammed'in bu davetine katılmayı çok istiyordu ama götürecek neredeyse hiçbir şeyi yoktu. rabbimize şöyle yalvardı:
ey allah'ım! sen, cihada çıkmayı emrettin. halbuki beni, resulünle birlikte cihada çıkbilecek bir bineğe sahip kılmadın.
sonra yararlandığı bazı şeyleri hz. muhammed'in yanına getirdi. şöyle dedi:
ya resulullah! elimde sadakara olarak verebileceğim bir şeyim yoktur. ama kendisinden faydalandığım şu şeyleri bağışlıyorum. bundan dolayı beni üzen veya bana kötü söyleyen, "bu da bağışlanır mı hiç?" deyip de eğlenecek kimseye, hakkım helâl olsun!
(kaynak: isâbe)
hz. muhammed, allah sadakanı kabul buyursun dedi. ertesi gün hz. muhammed, ashabına şöyle sordu:
şu gece bağışta bulunmuş kişi nerededir?
kimse bir şey demedi. bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurdu:
gece sadakayı veren nerede ise ayağa kalksın.
hz. ulbe ayağa kalktı. hz. muhammed şöyle buyurdu:
ben, senin sadakanı kabul ettim. seni müjdelerim. muhammed'in varlığı kudret elinde olan allah'a yemin ederim ki, sen sadakası kabul olunanların divanına yazıldın.
(kaynak: ibn-i kesir)
hz. ulbe duasının kabul edilmesinden çok memnun oldu.
müslüman kadınlarsa ne kadar zinet eşyaları varsa hz. muhammed'e teslim ettiler. hz. ümmü sinan şöyle der:
aişe'nin evinde resulullah'ın önüne serilmiş bir örtü gördüm. üzerinde fil dişinden bilezikler, pazubendler, yüzükler, halhallar, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak kayışlarla, kadınlar tarafından gönderilen ve müslümanların savaşa hazırlanmalarına yarayan bir takım şeyler bulunuyordu.
(kaynak: megazî)
harbe katılmak isteyenler çok fazlaydı, gönüllüler vardı fakat durumları müsait olmayanlara teçhizat tedarik edilemediğinden dolayı kabul edilmiyorlardı. ki kabul edilmeyenler arasında "bekkâûn/bekkâîn" yani ağlayanlar olarak bilinen 7 sahabi vardır. bu sahabiler hz. muhammed'in yanına gelmiş ve şöyle demişlerdi,
ya resulullah! sefere çıkmak isteriz. lâkin binecek devemiz, yolda yiyecek azığımız yok!
resulullah şöyle buyurdu:
size verecek binek kalmadı.
onlar da üzüntülerinden ağlayarak gittiler.
(kaynak: sîre)
allah bu sahabiler hakkında şöyle buyurmuştur:
kendilerine binek sağlaman için sana gelip de, “sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” diye cevap verdiğin zaman, harcayacak bir şey bulamamanın üzüntüsünden göz yaşları dökerek geri dönenlere de günah yoktur. (tevbe/92)
bu ayetin inmesiyle birlikte bu sahabiler, zengin sahabiler tarafından teçhiz edildiler.
(kaynak: sîre)
tabi tebük seferine "nifakın zirvesi" de denir. çünkü bu dönem münafıklar oyunlarından kalmıyordu. sıcaklık, kıtlık çok fazlaydı. ve böyle bir zamanda gazve olacaktı. ve tabii bu münafıkları üzüyordu. münafıkların reisi abdullah bin übeyy şöyle dedi:
muhammed roma devletini oyuncak mı zannediyor? onun ve ashabının esir düşeceklerini şimdiden görür gibiyim.
(kaynak: megazî)
münafıklar söylenip duruyorlardı. münafıklar "bu sıcakta harbe mi çıkılır?" diyorlardı.
(kaynak: sîre)
bunun üzerine şu ayet indi:
allah’ın resulünün çağrısına uymayarak seferden geri kalanlar yerlerinden ayrılmamış olmaktan dolayı sevinç duydular; canlarıyla mallarıyla allah yolunda savaşmak istemediler, üstelik “bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. de ki: “cehennem ateşi çok daha sıcaktır” anlayabilselerdi! (tevbe/81)
bazı münafıklarsa kadınlara düşkün olduklarını söyleyerek harbe katılmak istemiyorlardı. bunun üzerine 80'den fazla münafığa izin verildi.
30.000 kişilik islam ordusu hazırdı, bunların 10.000'ni süvarilerdi. hz. muhammed medine'de yerine hz. muhammed bin mesleme'yi vekil bıraktı.
ve hz. muhammed, hz. ali'yi yanına çağırıp şöyle buyurdu:
medine'de muhakkak ya ben, ya da sen kalacaksın.
ve hz. ali'yi her iki ev halkının işleriyle meşgul olmak üzere medine'de bırakacağını söyledi. hz. ali ağladı ve şöyle dedi:
ya resulullah! gittiğin her tarafta ben senin yanında bulunmak isterdim. benim tek arzumdu bu. beni çocuk ve kadınlar arasında vekil mi bırakıyorsun?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
bana göre sen, musa'ya göre harun gibi olmaya razı olmaz mısın? şu kadar farkla ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir.
hz. ali de hemen medine'ye döndü. ve hz. muhammed, en büyük sancağı hz. ebu bekir'e teslim etti. ve en büyük bayrağı da hz. zübeyir bin avvam'a verdi. hazreçlilerin sancağını hz. ebu dücâne, ve beni malik bin neccarların bayrağını ise hz. zeyd bin sabit'e verdi.
ve ordu medine'den tebük'e doğru harekete geçti.
hz. ali medine'de bırakılınca münafıklar aralarında konuşmaya başladılar. şöyle diyorlardı:
herhalde, onu yanında götürmek istemediğinden medine'de bıraktı!
hz. ali derhal silahlandı ve islam ordusunun arkasına düştü. ve cürf mevkisinde hz. muhammed ile buluştu. hz. muhammed şöyle sordu:
ya ali! niçin çıkıp geldin?
hz. ali şöyle dedi:
ya resulullah! münafıklar, senin bana kıymet vermediğini söylüyorlar. bende görüp hoşlanmadığım bir şeyden dolayı beni yanında götürmediğinden söz ediyorlar.
hz. muhammed güldü ve şöyle buyurdu:
onlar, yalan söylemişlerdir. ben, seni arkamda bıraktıklarıma vekil tayin ettim. derhal geri dön. gerek benim ev halkım ve gerek senin ev halkın içinde vekilim ol!
ve şöyle ilâve etti:
ya ali! bana göre sen, musâ'ya göre hârun gibi olmaya razı değil misin? şu farkla ki, benden sonra peygamber olmayacaktır!
hz. ali derhal geri döndü.
münafıkların yanında, maalesef, samimi müslümanlardan olan ka'b bin malik, hilâl bin ümeyye ve mürâre bin rebi' de ihmalkarlıkları yüzünden medine'de kalmıştılar.
islam ordusu sıcaklığa rağmen yoluna devam ediyordu. mücahidler şöyle dediler:
ya resulullah! ebu zerr, devesi yürümediğinden geride kalmış.
resulullah şöyle buyurdu:
eğer, onda bir hayır varsa, yüce allah, onu bize kavuşturur.
hz. ebu zer devesi kuvvetsiz olduğu için geride kalmıştı. devesinin yürüyemeyeceğini anlayınca da eşyasını sırtına almış, şiddetli sıcaklığa rağmen yaya olarak ordusunun arkasına düşmüştü. ordu bir konak yerinde istiharata çekilmiş olduğu sırada. uzaktan birinin gelmekte olduğunu gördüler. bu hz. ebu zerr'di. mücahidler hz. muhammed'e haber verdiler.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
allah, ebu zerr'e merhamet etsin. o, yalnız yaşar, yalnız başına ölür ve yalnız başına haşrolur!
islam ordusu hıcr mevkiine varmıştı.
burası hz. salih'in kavmi olan semud kavminin bulunduğu yerdi. ki onlar burda allah tarafından estirilen bir toz bulutu ile helak olmuşlardı. buraya varınca hz. muhammed şöyle buyurdu:
şu azaba uğratılmış olanların evlerine, onların uğradıkları azaba uğrayacağınızdan korkarak ve ağlayarak giriniz.
mücahidler, hıcr'ın kuyusundan su aldılar. onunla da hamurlarını yoğurdular. bunun üzerine hz. muhammed şöyle emretti:
o kuyunun suyundan su içmeyiniz. ondan namaz için abdest de almayınız! onunla yoğurduğunuz hamuru da, develere yem yapınız! ondan hiç bir şey yemeyiniz.
islam ordusu hıcr mevkiinde sabahladı. ve su kablarında su kalmamıştı.
hz. ömer şöyle anlatır:
o kadar susamıştık ki, susuzluktan boynumuzun kopacağını zannettik. herhangi birimiz gidiyor, yüklerimizin arasında su arıyor, ancak orada su bulamadığımız gibi düşüp kalıyorduk. hattâ içimizden biri devesini kesmiş, hörgücündeki suyu içmişti.
(kaynak: ibn-i kesir)
müslümanlar arasında münafıklar da bulunuyordu. şöyle diyorlardı:
eğer muhammed, gerçekten de peygamber olsaydı, musa peygamberin kavmine, allah'tan yağmur dileyip, yağmur yağdırdığı gibi, o da allah'tan yağmur diler, yağmur yağdırırdı.
hz. muhammed bu dedikoduları duyunca şöyle buyurdu:
demek onlar, böyle söylüyorlar öyle mi? allah'ın, size yağmur yağdıracağını umarım.
(kaynak: zâdü'l-mead)
hz. ömer şöyle söyler:
bütün bu güçlük ve sıkıntılar karşısında ebu bekir dayanamayarak resulullah'a şu ricada bulundu:
"ya resulullah! allah, duanızı kabul eder. ne olur bizim için hayır duada bulunsanız."
resulullah şöyle buyurdu: "bunu istiyor musunuz?"
hz. ebu bekir şöyle dedi: "evet ya resulullah!"
bunun üzerine resulullah ellerini açarak dua etti. daha duasını bitirmeden hava aniden karardı. önce yağmur çiselemeye başladı. sonra da sağnak halinde boşaldı. bütün mücahidler kaplarını doldurdular. konakladığımız yerden ayrılınca, bir de ne görelim, yağmur sadece ordunun bulunduğu bölge içinde yağmış. ve o bölgenin dışına bir tek damla bile düşmemiş.
sefer sırasında hz. muhammed'in devesi kasvâ kayboldu. ashab-ı kiram aradı ama bulamadılar. o sırada bir münafık şöyle dedi:
şaşırılacak şeydir bu! muhammed, peygamber olduğunu söyler, gökten haber verir, fakat devesinin nerede olduğunu bilmez.
bu söz, hz. muhammed'e ulaşınca şöyle buyurdu:
vallahi, ben ancak allah'ın bana bildirdiğini bilirim. ondan başkasını asla bilemem!
ve şöyle ilâve etti:
işte şimdi de allah bana bildirdi ki, kasvâ falan ve falan dağların arkasındaki vadidedir. yuları bir ağaca takılmış vaziyette duruyor. hemen gidiniz onu bana getiriniz.
(kaynak: sîre)
sahabiler, hz. muhammed'in tarif ettiği yere gittiler ve deveyi aynen yuları bir ağaca dolanmış halde buldular ve alıp getirdiler.
(kaynak: sîre)
nihayet islam ordusu tebük'e varmıştı. fakat burda kimse yoktu, bizans ordusu dahil. doğu roma imparatorluğu savaştan son anda vazgeçmişti.
sefere ihmalkarlığı yüzünden katılmayan samimi müslümanlardan biri de ebu heyseme idi. o, medine'de kalmıştı. islam ordusunun medine'den ayrılmasından günlerce sonra işinden eve döndü ve hanımlarının çardağı süpürüp-temizlemiş ve soğuk şerbetleri de hazırlamış olduğunu gördü. çardakların kapısı önünde öylece dikildi. hanımlarına baktı ve kendisi için hazırlanan şeylere... şöyle dedi:
sübhanallah! resulullah, yakıcı güneşin, rüzgârın ve sıcağın altında, silahını boynunda taşıyacak, ve ebu heyseme de serin gölgede, yemeği hazırlanmış bir şekilde, iki tane güzel kadının yanında, mal ve mülkünün içerisinde oturup duracak ha? insaf mıdır bu?
ardından hanımlarına dönerek şöyle dedi:
vallahi, resulullah aleyhisselama gidip kavuşmadıkça, hiçbirinizin çardağına girmem ben! derhal yol azığımı hazırlayınız.
(kaynak: taberî)
yol azığı hazırlanınca derhal medine'den tebük'e doğru yola çıktı. islam ordusu tebük'te konaklarken mücahidler uzaktan birinin geldiğini farkettiler. şöyle dediler:
işte, bakınız bir süvari gelmekte!
hz. muhammed şöyle buyurdu:
ebu heyseme mi acaba? onun olmasını isterdim.
sahabiler onu hemen tanıyıp şöyle dediler:
ya resulullah! vallahi, gelen ebu heyseme'dir.
biraz sonra ebu heyseme yaklaştı ve hz. muhammed'in yanına varıp selam verdi. hz. muhammed şöyle buyurdu:
ebu heyseme! sen, helâke yaklaşmıştın!
(kaynak: taberî)
hz. muhammed ayağa kalktı, arkasını hurma ağacına dayadı ve şu hitabede bulundu:
size insanların en hayırlısını ve bir de en şerlisini haber vereyim mi? insanların hayırlısı, atının ya da devesinin sırtında, ya da iki ayağı üzerinde, son nefesine kadar allah yolunda çalışan kimsedir!
insanların en şerlisi de, allah'ın kitabını okuyup da ondan hiç faydalanmayan azgın kimsedir. şunu iyi bilesiniz ki, sözlerin en doğrusu allah'ın kitabıdır. ve yapışılacak en sağlam kulp takvadır. dinlerin hayırlısı islamiyettir. sünnetlerin hayırlısı ise muhammed'in sünnetleridir.
sözlerin şereflisi zikrullahtır. kıssaların güzeli, kur'an'da olan kıssalardır. amellerin hayırlısı, allah'ın yapılmasını mecbur kıldığı farzlardır. amellerin kötüsü bid'atlar sonradan ihdas edilmiş (hoş olmayan) şeylerdir.
en güzel yol ve en güzel yaşayış, peygamberin yolu ve yaşayıdır. ölümlerin şereflisi, şehidlerin ölümüdür. körlüğün körü, doğru yolu bulup da sonra delâlete sapmaktır. doğru yolun hayırlısı ise kendisine uyulandır körlüğün kötüsü ise kalb körlüğüdür.
veren el alan elden hayırlıdır. az olup yetişen şey, çok olup da allah'a taattan alıkoyandan hayırlıdır. özür dilemenin en fenası, ölüm gelip çattığı zamankidir.
pişmanlığın kötüsü, kıyâmet günündekidir. yanlışları en çok olan, dili en ço yalan söyleyendir. zenginliğin hayırlısı, gönül zenginliğidir.
hikmetin başı, allah korkusudur. şarap, içki, günahların her çeşidini bir araya toplayandır.
gençlik, delilikten bir bölümdür.
kazançların kötüsü, faiz kazancıdır.
yemelerin kötüsü. yetim malı yemektir.
mes'ud kişi, başkasının halinden ders ve ibret alandır. amellerde esas olan, neticeleridir. düşüncelerin kötüsü, yalan yanlış düşüncelerdir.
mü'mine sövmek, günah işlemektir ve dinî emirlere hürmetsizliktir.
mü'mini öldürmek küfürdür.
mü'min etini yemek (dedikodu ve gıybetini ypamak) allah'ın emirlerine karşı koymaktır.
yalan yere, allah adıyla yemin eden kişi, yalanlanır.
af dileyen kişi allah tarafından affolunur.
kim öfkesini yenerse, allah onu mükâfatlandırır. uğradığı zarara katlanan kişiye, allah karşılığını verir. allah, zorluklara sabredip katlanan kimsenin sevabını kat kat arttırır.
allah'ım! beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
allah'ım! beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
allah'ım! beni ve ümmetimi mağfiret eyle!
kendim ve sizin için allah'tan mağfiret dilerim!
(kaynak: müsned)
bu dönemde şam taraflarında tâun (veba) hastalığı ortaya çıktı. bunun üzerine hz. muhammed ashabına şöyle buyurdu:
bulunduğunuz herhangi bir yerde tâun zuhur edince oradan çıkmayınız ve kaçmayınız! tâun zuhur eden yere de sakın yaklaşmayınız.
(kaynak: müslim)
hz. muhammed, şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda ashab-ı kiram'ın görüşünü sordu. hz. ömer şöyle dedi:
ya resulullah! eğer gitmekle allah tarafından emrolundunsa git!
hz. muhammed şöyle buyurdu:
eğer, bu hususta allah'tan herhangi bir emir almış olsaydım, o zaman sizin görüşlerinizi öğrenmek istemezdim.
bunun üzerine hz. ömer şöyle dedi:
ya resulullah! rumlar, sayıca oldukça kalabalıktırlar. ve oralarda müslümanlardan tek kişi bile yoktur. onların yakınlarına yeterince gelmiş bulunmaktasınız. bu derece yaklaşmanız onları korkutmuştur. eğer uygun görürseniz, bu yıl buradan geri dönünüz. yahut, allah, size bu husustaki emrini bildirir.
hz. muhammed, hz. ömer'in görüşünü uygun bulup, tebük'ten ileri gitmedi.
islam ordusu hala tebük'teydi. hz. muhammed bir gece teheccüd namazını kıldıktan sonra çevresinde kendisini bekleyen sahabilere şöyle buyurdu:
daha önce hiçbir peygambere verilmeyen beş şey bana verilmiştir:
1. benden önceki peygamberlerin her biri yalnız kendi kavimlerine gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim.
2. yeryüzü bana mescid (namazgâh) ve temizlik vasıtası kılınmıştır. bu sebeple nerede olursam olayım, namaz vakti girince, (su bulunmazsa) teyemmüm eder, namazımı orada kılarım. ümmetimden herhangi biri, namaz vakti girince bulunduğu yerde namazını kılsın. benden önceki peygamberlerden hiçbirisine bu ihsan edilmemişti. onların ümmetleri namazlarını ancak kilise ve havralarında kılabiliyorlardı.
3. ganimetler bana helâl kılındı. halbuki, benden önceki peygamberlerin hiçbirine helâl kılınmamıştı.
4. bana şefâat makamı verildi.
5. ben, bir aylık mesafedeki düşmanlarımın bile kalplerine korku salmakla yardım olundum.
(kaynak: buharî)
hz. muhammed, hz. halid bin velid'e 400 süvari vererek kindelerin kralı olan hristiyan ükeydir bin abdülmelik'e göndermek istedi. hz. halid şöyle dedi:
ya resulullah! her tarafını iyice bilmediğim geniş memlekette, bu kadar az sayıda insanla gidip onu bulmam nasıl mümkün olur.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
sen, muhakkak onu, yabanî sığır avlarken bulacak ve yakalayacaksın! yakalayınca da, onu öldürme, bana getir!
bunun üzerine hz. halid, dumetül-cendel'e doğru hareket etti.
hz. halid oraya varınca hz. muhammed'in haber verdiği gibi, ükeydir'i yabanî sığır avlarken gördü ve yakaladı.
(kaynak: taberî)
daha sonra onu ve kardeşini aldı ve hz. muhammed'in yanına getirdi. hz. muhammed onları müslüman olmaya davet edince onlar buna yanaşmadılar. ama cizve vermeyi kabul ettiler. böylelikle kanları da bağışlandı. ve memleketlerine geri döndüler.
(kaynak: taberî)
eyle* hükümdarı yuhanne bin ru'be hz. muhammed'in yanına geldi.
barış yapmak istediğini söyledi. her sene belirli miktarda cizye vermek üzere hz. muhammed onunla anlaşma yaptı.
(kaynak: uyunü'l-eser)
ve hz. muhammed, yuhanne ve eyle halkı için şu yazıyı yazdırdı:
bismillahirrahmanirrahim. bu, allah ve allah'ın resûlü muhammed tarafından yuhanne ve eyle halkından denizdeki gemilerde bulunanları ve karadaki gezegenleri için bir emân yazısıdır:
gerek bunlar ve gerek şam, yemen ve deniz halkından eylelilerle birlikte bulunanlar, allah'ın ve muhammed peygamberin himâyesindedirler.
onlardan bir kötülük işleyeni yanındaki malı korumayacaktır. gerek su almak isteyen, gerek de denizde ya da karada dilediği yola gitmek isteyene mani olmak helâl olamyacaktır.
bunu, resûlullahın izniyle cuheym bin salt ve şürahbil bin hasene yazdı.
(kaynak: tabakât)
ayrıca şam ülkelerinden yahudi olan cerba ve ezruh halkı da hz. muhammed'e gelip, cizye vererek emân dilediler. hz. muhammed kabul etti. bir anlaşma metni yazıldı.
artık her şey bitti ve tebük'ten ayrılmak için hazırlıklar yapılmaktaydı. birtakım sahabiler, baktılar ki mücahidlerin azıkları tükenmiş, ciddi bir sıkıntı yaşıyorlar. ve bu durumu hz. muhammed'e bildirdiler. ve şöyle dediler:
ya resulullah! su taşıdığımız develerimizi boğazlayıp onların etini yemeye müsaade buyurmaz mısınız?
hz. muhammed şöyle buyurarak müsaade etti:
olur. öyle yapınız.
develerini kesmek için hazırlandılar. bu sırada hz. ömer geldi. develerini kesmekten vazgeçmelerini söyledi ve hz. muhammed'in yanına geldi. şöyle sordu:
ya resulullah! halkın bindikleri develerini kesmeye siz mi izin verdiniz?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
uğradıkları açlıktan bana şikâyet ettiler de, ben de buna müsaade ettim.
hz. ömer şöyle dedi:
ya resulullah. mücahidler eğer böyle yapsalar, binilecek deve kalmaz! sen, onların arta kalan azıklarını getirt ve bir araya topla, onlar üzerinde bereket duâsı yap! yüce allah, herhalde senin duânı kabul eder de o yiyeceklere bereket ihsan buyurur.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
olur.
mücahidler ellerinde kalan azıkları getirdiler. hz. muhammed'in serdirmiş olduğu deri bir yaygı üzerine bıraktılar. toplanan azık çok azdı, bir avuç hurma ve s. şeylerdi. hz. muhammed kalktı ve abdest aldı. ve 2 rekât namaz kıldı. sonra da yiyeceklerin bereketlenmesi için dua etti. ve ardından sahabilere hitaben şöyle buyurdu:
kaplarınıza alınız.
herkes kabını doldurdu. ve hiç bir kap boş kalmamıştı. doyuncaya kadar yediler. ve sonra, toplanan azığın hâlâ durduğunu gördüler.
(kaynak: müslim)
medine'ye doğru harekete geçildi. bir grup münafığın hz. muhammed'e suikastte bulunacağı kendisine allah tarafından haber verildi. hz. muhammed bu yüzden devamlı etrafını gözetliyordu. bir süre sonra karanlıkta bir grubun kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. bunlar suikastçi münafıklardı. hz. muhammed, arkadan deveyi süren hz. huzeyfe'ye onları dağıtmasını emretti. hz. huzeyfe üzerlerine yürüyerek şöyle bağırdı:
ey allah'ın düşmanları.
onlar da korkup hemen ordunun içine karıştılar.
(kaynak: ibn-i kesîr)
suikast teşebbüsünü öğrenen hz. üseyyid bin hudayr çok sinirlendi. münafıkların boyunlarını vurma izni istedi ve hz. muhammed şöyle buyurdu:
halkın "müşriklerle arasındaki savaş sona erince, muhammed, ashabını öldürmeye başladı" diye yaygara yapmalarını hoş görmemekteyim.
hz. üseyyid bin hudayr şöyle dedi:
ya resulullah! bunlar, senin ashabın değillerdir ki?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
mademki dilleriyle kelime-i şehâdet getirerek müslüman olduklarını izhar etmişlerdir, şu halde onlara dokunamayız.
(kaynak: megazî)
hz. muhammed tebük seferine hazırlanırken bir grup münafık gelip mescid yapmış ve hz. muhammed'in de gelip bu mescidde onlara namaz kıldırmalarını arzu ettiklerini söylemişlerdi. elbette onlar bunu iyi amaçla söylememişlerdi, onların müslüman cemaatini bölme planları vardı. hatta fasık ebû amir onlara yardım edeceğine söz vererek şöyle dedi:
siz, bir mescid yapınız ve içine mümkün olduğu kadar silah depo ediniz. ve ben de rum hükümdarı kaysere gideceğim. rumlardan asker getireceğim de, muhammed ve ashabını medine'den çıkaracağım.
(kaynak: zâdü'l-mead)
fakat hz. muhammed onların gerçek ve kötü olan amaçlarını bilmemekteydi. işte bundandır ki, onlara şöyle buyurmuştu:
şu sırada tebük seferine çıkmak üzereyim. seferden dönersek ve allah da dilerse gelir mescidinizde size namaz kıldırırız.
(kaynak: taberî)
tebük seferi sonlanınca ve hz. muhammed, ashabıyla birlikte medine'ye dönerken, medine yakınında münafıklar hz. muhammed'in yoluna çıkıp, kendilerine vermiş olan sözü yerine getirmesini istediler.
fakat allah onların bu kötü maksatlarına fırsat vermedi ve şu ayetlerin inmesiyle, hz. muhammed'e işin aslı bildirildi:
bir de şunlar var ki, zararlı eylemler gerçekleştirmek, inkârcılıklarını pekiştirmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce allah ve resulüne savaş açmış kişi lehine fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. “amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı” diye de yemin edecekler. allah şahit, onlar kesinkes yalancıdırlar. orada asla namaza durma! daha ilk günden takvâ temeli üzerine kurulan mescid ise namaz kılman için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır. allah da arınmaya çalışanları sever. binasını allah’a saygı ve o’nun hoşnutluğunu kazanma temeli üzerine kuran mı daha iyidir yoksa binasını kaymak üzere olan bir uçurumun kenarına kurarak onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı? allah hakkı çiğneyenleri doğru yola iletmez. onların kurduğu bina, yürekleri paramparça olmadığı (yaşadıkları) sürece içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. allah her şeyi bilmekte ve hikmetle yönetmektedir. (tevbe/107-110)
bunun üzerine hz. muhammed, malik bin duhşum ile âsım bin adiyy'i çağırıp şöyle emretti:
şu, halkı zâlim olan mescide gidiniz. onu yıkınız, yakınız.
emir derhal yerine getirildi.
medine'ye yaklaşırlarken hz. muhammed ashab-ı kirama hitaben şöyle buyurdu:
medine'de öyle kimseler vardır ki, sizin gittiğiniz ve geçtiğiniz her yerde ve vadide onlar da sizinle birlikte bulunmuş gibidir.
ashab-ı kiram şöyle diyerek hayretlerini gösterdiler:
yâ resûlullah! onlar medine'de iken nasıl olur da bizimle birlikte olurlar.
hz. muhammed konuyu şöyle açıkladı:
onlar, ancak mâzeretleri sebebiyle medine'de kalmış olanlardır. allah, kitabında,
"mü'minlerin hepsinin birden harbe çıkması gerekmez. her topluluktan bir kısım geride kalıp da, dinlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri geri döndüğünde onları ikaz etmeleri daha doğru olmaz mı? umulur ki, böylece allah'ın yasaklarından sakınmış olurlar." (tevbe/122) buyurmuyor mu?
varlığım kudret elinde olan allah'a yemin ederim ki, onların duâları, düşmanımıza silahlarımızdan daha tesirlidir.
(kaynak: müsned)
medine'ye yaklaşırlarken hz. muhammed, uhud dağına baktı.
ve şöyle buyurdu:
işte uhud dağı! o bizi sever, biz de onu severiz.
(kaynak: müslim)
hz. muhammed'in gelmekte olduğunu duyan medine'deki bütün müslümanlar yola çıkıp seniyyetül-veda tepesinde karşıladılar. kadınlar, küçük çocuklar..herkes.. allah resulünü tekrar görmenin sevinci içerisindeydiler. sevinçlerini şu sözlerle gösteriyorlardı:
seniyyetül-veda'dan dolunay doğdu üstümüze. yalvaran bulundukça, allah'a hamdetmek düşer bize.
(kaynak: insanü'l-uyûn)
en sonunda hz. muhammed ve ordusu ramazan ayında medine'ye geldi.
evet her şeyi anlattık, fakat anlatmadığımız çok şey vardı. belki bu yüzden olsa gerek, entry kısa oldu. entry'nin başında bazı samimi müslümanların yani sahabilerin, ihmalkarlıkları yüzünden sefere katılmadıklarını söylemiştim.
münafıkların yanında, maalesef, samimi müslümanlardan olan ka'b bin malik, hilâl bin ümeyye ve mürâre bin rebi' de ihmalkarlıkları yüzünden medine'de kalmıştılar.
evet bu 3 sahabi, sağlam müslümanlardı. fakat haklı bir özürleri olmadan, ihmalkârlıkları yüzünden orduya katılmamışlardı. hz. ka'b bin malik tebük seferine kadar bedir hariç bütün savaşlara katılmıştı. ki hz. hilâl bin ümeyye ve hz. mürâre bin rebi' de örnek ahlâk sahibi sahabîlerdi.
hz. kâ'b bin mâlik şöyle anlatır:
resulullah, bu savaşı meyvelerin olgunlaşmış olduğu ve ağaç gölgelerinin altında serinleme arzusunun da şiddetlenmiş olduğu bir zamanda yapmıştı. resulullah ile beraber bütün müslümanlar harbe hazırlanmışlardı. ben de onlarla birlikte sefere hazırlanmak için sabahleyin evden çıkıp dolaşır, ama hiçbir iş görmeden akşam üzeri döner geri gelirdim. kendi kendime; "hazırlanmaya imkânım var. kudretim de var ve henüz zamanım da var" derdim. işte bu ihmalcilik bende durmadı, hep devam etti. sonunda herkes gerçekten hazırlandı. bir sabah resulullah ile müslümanlar sefere çıktı. ama ben, o âna kadar, savaş teçhizatımdan hiç birini hazırlamamıştım. yine kendi kendime;
"bir iki gün sonra hazırlanırım, onlara yetişirim" diyordum.
ordu, medine'den ayrılıp gittikten sonra hazırlanmak için sabah erkenden kalktım. fakat yine eskisi gibi bir türlü hazırlanamadım. bu durumum, müslümanlar gidinceye ve savaş bitinceye kadar devam etmişti. binip gitmeyi, onlara yetişmeyi düşünmüştüm, keşke bunu yapsaydım. fakat bir türlü muvaffak olamadım.
(kaynak: buharî)
diğer iki sahabînin de durumları böyleydi. hz. kâ'b bin mâlik şöyle anlatır:
resulullah sabahleyin geldi. herhangi bir seferden döndükleri zaman önce mescide gider ve orada iki rekât namaz kılar ve ondan sonra da müslümanlarla otururdu. yine aynı şekilde iki rekât namaz kılıp müslümanlarla oturduğunda, harbe iştirak etmemiş olanlar ona gelip yemin ettiler ve özür beyânında bulundular. bunlar seksen kadardı. resulullah, onların sözlerine ve zahire bakarak beyân ettikleri özürlerini yerinde görüp, onlar için allah'tan af diledi ve işin hakikatini allah'a havale etti.
o sırada ben de geldim. resulullah'a selam verince acı bir tebessümle gülümsedi. sonra bana, "gel bakalım" diye buyurdu.
yürüdüm, önüne oturdum. ve şöyle buyurdu:
"seni harpten alıkoyan sebep neydi? sen akabe'de bîat etmiş değil miydin?"
şöyle dedim:
evet, vallahi, yâ resûlullah! size her hal ü kârda yardım etmeye söz verdim. yâ resûlullah! allah'a yemin ederim ki, sizden başka şu dünyada insanlardan herhangi birisinin karşısında otursaydım ve alelâde bir özür ileri sürerek onun gazabından kendimi kurtarmayı başarırdım.
çünkü, ben allah'ın inayeti ile kuvvetli bir hitabete sahibim. bugün sana yalan söylesem şu anda beni mâzur görürsün. fakat birgün allah sana işin hakikatini bildirirse yine bana kızarsın. eğer yanınızda doğruyu söylersem, yine kızacaksınız. ama ben bu hususta allah'ın affını dilerim. hayır, hiçbir mazeretim yoktu. şunu da belirteyim ki, hiçbir zaman sefere çıkıldığı andaki kadar kuvvetli ve varlıklı da olmamıştım.
(kaynak: buharî)
resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu:
işte bu doğruyu söyledi. kalk git; allah senin hakkında bir hüküm verinceye kadar bekle.
diğer iki sahabî de hz. kâb gibi konuşmuşlardı. hz. muhammed onlara da gidip allah'ın haklarında indireceği hükme kadar beklemelerini söyledi.
hz. muhammed, vahiy ile kendisine hüküm bildirilinceye kadar, diğer müslümanlara, bu üç sahabi ile görüşüp konuşmalarını yasakladı. artık herkes onlardan kaçıyordu. selâmları bile alınmıyordu.
hz. kâ'b bin mâlik şöyle anlatır:
resulullah, harbe katılmayan ben ve diğer iki kişiyle müslümanların konuşmalarını yasaklamıştı. artık insanlar benden kaçıyordu. bize karşı tutumları başkalaşmıştı. bu yüzden dünya beni sıkmaya başlamıştı.
dünya, artık tanıdığım o dünya değildi sanki. bu durumumuz tam 50 gün devam etti. iki arkadaşım kaderlerine rıza gösterip evlerinde oturdular ve günlerini ağlayarak geçirdiler. ben ise onlardan daha genç ve güçlü idim. dışarı çıkıyor, müslümanlarla beraber namaz kılıyor ve sokaklarda çarşılarda dolaşıyordum. fakat, tek bir kişi bile benimle konuşmuyordu. namazdan sonra sahabîleriyle sohbete başlayan resûlullah'a selâm veriyordum ve kendi kendime; "acaba selâm almak için dudakları kımıldadı mı, kımıldamadı mı?" diye soruyordum.
sonra resulullah'ın yakınında namaz kılıyor, yan gözle kendisini kolluyordum. ben namaza durduğum zaman resûlullah bana bakıyor, onun tarafına döndüğüm zaman da benden yüz çeviriyordu.
(kaynak: buharî)
hz. kâ'b, birgün amcası ebû katâde'nin yanına gelir. selâm verir. ebû katâde, selâmı almaz. hz. kâ'b şöyle sorar;
allah için olsun söyle, allah'ı ve resûlünü ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?
ebû katâde tek bir kelime bile demez. ikinci kez sorar. ebû katâde bir şey söylemez. üçüncü sefer sorar. ve bu zaman, sadece şunu söyler:
allah ve resûlü daha iyi bilir.
hz. kâ'b göz yaşlarını tutamaz, ve gözleri yaşlı bir şekilde oradan uzaklaşır.
(kaynak: buharî)
gassan hükümdarı hristiyan olan cebele bin eyhem, hz. kâ'b'a şu mektubu gönderdi:
haber aldığıma göre sahibin (hz. muhammed) sana cefâ ve ezâ etmekteymiş. allah seni hakaret görecek ve hakkın zayi olacak bir mevkide yaratmamıştır. orada durma, gel bize! sana şanına lâyık bir surette hürmet ve ihsanda bulunuruz.
(kaynak: buharî)
hz. kâ'b mektubu okuyunca kendi kendine şöyle dedi:
bu da bir başka imtihandır.
ve mektubu hemen yırtıp yaktı.
(kaynak: buharî)
artık hz. kâ'b ve iki sahabî, imtihanlarının 40'cı günlerini bitirmişlerdi. resulullah onlara şu haberi gönderdi:
bundan böyle hanımlarına da asla yaklaşmayacaklardır!
(kaynak: buharî)
hz. kâ'b, haberi alınca, hanımına şöyle dedi:
bu hususta allah'ın hükmü gelinceye kadar git babanın evinde, kal!
(kaynak: buharî)
bu üç sahabiden olan hz. hilâl bin ümeyye o kadar yaşlıydı ki, hizmetini kendisi göremezdi. imtihanının zorluğundan dolayı durmadan ağlıyordu. yemiyordu, içmiyordu. bir yudum su ya da biraz süt içiyordu. kendisine gelen emirden sonra hanımı çıkıp hz. muhammed'in yanına geldi. şöyle dedi:
yâ resûlullah. hilâl bin ümeyye, kendi işini göremeyecek kadar yaşlı biridir. hizmet edecek kimsesi de bulunmaz. acaba, sadece ona hizmette bulunmama müsaade eder misiniz?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
kendine yaklaştırmamak şartıyla, hizmet edebilirsin.
(kaynak: buharî)
kadın şöyle dedi:
yâ resûlullah, vallahi, onun ne bana, ne de hiç bir şeye doğru kımıldayacak hali var. vallahi, bu muameleye mâruz kalışından beri de durmadan ağlar. gözlerini kaybedeceğinden korkarım.
(kaynak: buharî)
nihayet, 50'ci gün de tamamlanmıştı. allah, hz. muhammed'e onlar hakkındaki hükmü göndererek şöyle müjdeledi:
allah geriye bırakılan (savaşa katılmayan) üç kişinin de tövbesini kabul etti. sonunda, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmeye başlamış, vicdanları kendilerini sıkıştırmış ve allah’a karşı o’ndan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. bunun üzerine o da eski durumlarına dönmeleri için onlara tövbe nasip etti. şüphesiz allah, tövbeleri kabul edendir, merhametlidir. (tevbe/118)
hz. muhammed sabah namazını kıldıktan sonra bunu ashab-ı kirama bildirdi. bunun üzerine, hz. zübeyir bin avvam atına atlayarak hızla hz. kâ'b bin mâlik'i, said bin zeyd de hilâl bin ümeyye'yi müjdelemeye gitti.
o sırada hz. kâ'b, düşünceli bir şekilde evinde oturuyordu. hz. zübeyr müjdeyi verince, hz. kâ'b, birden secdeye kapandı. hatta sevincinden üzerindeki elbisesini çıkarıp hz. zübeyr'e giydirdi.
(kaynak: buharî)
hilâl bin ümeyye de haberi alınca derhal secdeye kapandı. uzun süre başını secdeden kaldırmadı. kendisine müjdeyi veren sahabî şöyle der:
sevincinden can vereceğini sandım.
mürâre bin rebi'ye de bir başka sahabî haberi bildirdi.
hz. kâ'b bizzat kendisi gidip tevbesinin kabulünü hz. muhammed'den öğrenmek istiyordu. kendisini gören herkes, tevbesinin kabul olduğunu söyleyerek onu müjdeliyordu. daha sonra varınca, selâm verip hz. muhammed'in yanında diz çöktü. hz. muhammed'in de sevinçten yüzü gülüyordu. tatlı bir tebessümle hz. kâ'b'ın selâmını aldı. sonra da şöyle buyurdu:
müjde, ey kâ'b! bugün, annenden doğduğun günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısı, en mesûdudur.
hz. kâb bin mâlik şöyle sordu:
ya resûlullah! bu müjde senden mi, yoksa allah'tan mı?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
benden değil, doğrudan doğruya allah katından.
(kaynak: buharî)
hz. kâ'b son derece sevinçliydi. şöyle dedi:
ya resûlullah! tevbem kabul olunduğu için allah ve resûlü yolunda sadaka olarak malımı dağıtmak istiyorum.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
malının bir kısmını kendine alıkoy. böylesi senin için daha hayırlıdır.
(kaynak: buharî)
evet yazarken ben yoruldum, okurken siz yorulmamışsınızdır inşallah. ve son sözleri de söylemek isterim;
bazıları, tebük seferinin gülünç olduğunu söyler.bkz. bu insanlar, bunu şuna dayandırırlar, islam ordusu onca zorluk-sıkıntı çekti ama en sonunda gittiklerinde roma falan ortada yoktu. ama böyle düşünmemek lazım. böyle düşünen insanlar, sözde "düşünen insan" olduklarını söylerler. oysa bunlar, bu seferin hikmetini anlamaktan mahrumdurlar. zaten bunları okuyan, anlayan hiçbir vicdan sahibi, seferin boş geçmediğini görür. seferin bazı hikmetlerini az da olsa düşünmeye çalışalım,
1. kindelerin kralı esir alındı, cizye verdiler.
2. eyle hükümdarıyla barış anlaşması imzalandı.
3. cerba ve ezruh halkıyla da anlaşma imzalandı.
4. müslüman-münafık ayırt edildi.
5. hz. muhammed'in mucizeleri görüldü.
6. bizanslılara hücuma geçerek de, islam-bizans savaşının temeli atılmış oldu. ki islam ordusu, gelecekte bizanslıları daha çok zayıflatacak ve 1453'de büyük türk imparatoru fatih sultan mehmet devrinde de bu yaklaşık 1.000 yıllık tarihe sahip imparatorluk çökecekti.
bazı rivayetlere göre de, ebu lübabe isimli sahabi, tebük gazvesine katılmadığı ve bu sebeple hz. muhammed tarafından azarlandığı için, 6 (bazı rivayetlere göre 7, 8, 10 veya 15) gün yiyip içmeden direğe bağlı olarak kalarak, kendisini bu şekilde cezalandırmıştır.
edit: entry'de birçok yazım hatası vardır. bunları düzenledim ama kaydetmeyi unuttum. şu an tekrar düzenlemeye vaktim yok. hakkınızı helal edin.
devamını gör...
2.
zorluk gazvesi olarak biliniz. gazveye katilmadıkları için 40 gün dışlanan üç sahabinin, sonunda inen ayetle affedildikleri bildirilir.
devamını gör...
3.
buradan soru gelirse tebük, hz. muhammed'in son gazvesi formunda gelir diye düşünüyorum.
başlığı açılmış mıdır acaba derken ilk tanımı okuyunca şok oldum. okumadım ama yazarı tebrik ederim.
başlığı açılmış mıdır acaba derken ilk tanımı okuyunca şok oldum. okumadım ama yazarı tebrik ederim.
devamını gör...