1.
bir william blake şiirdir.
benim için okuduklarım arasında dünya edebiyat tarihindeki en görkemli yapıtlardan biridir. şiirin ahenginden de bahsediyorum elbette, sözcük seçimindeki ustalıktan da. ama bu şiirde bambaşka bir kudret var.
büyük şair william blake adeta tanrı ile konuşur bir kaplanın fiziksel özellikleri aracılığıyla ve yoğun bir sorgulama sezeriz her dizede. kaplan diğer hayvanlardan farklıdır benim gözümde de. kudret sahibidir. korkutucu bir asaleti vardır. gözleri alev alev yanar. vahşidir ve bu vahşilik asildir.
büyük şair iyi kalpli bir tanrının böyle vahşi bir harikayı nasıl yarattığını merak eder. bir diğer merakı da şudur ki, böyle bir gücü yaratan tanrı ile kuzu gibi masum ve savunmasız bir canlıyı da aynı şekilde yaratan tanrının aynı tanrı olup olmadığıdır.
bu görkemli şiir birçok başka esere de ilham kaynağı olmuştur ama bence bu eserlerin en önemlisi ve beni en az bu şiir kadar etkileyeni büyük yazar alfred bester’in başyapıtı olan kaplan! kaplan! romanıdır.
şiirin gücüne inanın çünkü iyi yazılmış bir şiir on kaplan gücündedir:
tyger tyger, burning bright,
ın the forests of the night;
what immortal hand or eye,
could frame thy fearful symmetry?
ın what distant deeps or skies.
burnt the fire of thine eyes?
on what wings dare he aspire?
what the hand, dare seize the fire?
and what shoulder, & what art,
could twist the sinews of thy heart?
and when thy heart began to beat,
what dread hand? & what dread feet?
what the hammer? what the chain,
ın what furnace was thy brain?
what the anvil? what dread grasp,
dare its deadly terrors clasp!
when the stars threw down their spears
and water'd heaven with their tears:
did he smile his work to see?
did he who made the lamb make thee?
tyger tyger burning bright,
ın the forests of the night:
what immortal hand or eye,
dare frame thy fearful symmetry?
kaplan! kaplan! yanmakta ışıl ışıl
karanlığın ormanlarında:
hangi ölümsüz el ya da hangi ölümsüz göz
yaratabilirdi senin heybetli simetrini?
hangi uzak yarlarda ya da hangi uzak göklerde
kurban edildi gözlerindeki ateş?
hangi kanatlar erişebilir ona?
hangi el kavrayabilir ateşi?
ve hangi güç ve hangi beceri
bükebilirdi kaslarını yüreğinin?
ve, yüreğin çarpmaya başladığında,
hangi dehşetli el ve hangi dehşetli ayaklar?
neydi çekiç? ya zincir neydi?
nasıl bir azaphanedeydi beynin?
neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
ölümcül korkularını kavrayabilir?
yıldızlar savurunca aşağıya mızraklarını,
ve sulayınca cenneti gözyaşlarıyla,
güldü mü o yaptığını görünce?
kuzu' yu yaratan mı yarattı seni de?
kaplan! kaplan! yanmakta ışıl ışıl
karanlığın ormanlarında,
hangi ölümsüz el ya da hangi ölümsüz göz
yaratabilir senin heybetli simetrini?
benim için okuduklarım arasında dünya edebiyat tarihindeki en görkemli yapıtlardan biridir. şiirin ahenginden de bahsediyorum elbette, sözcük seçimindeki ustalıktan da. ama bu şiirde bambaşka bir kudret var.
büyük şair william blake adeta tanrı ile konuşur bir kaplanın fiziksel özellikleri aracılığıyla ve yoğun bir sorgulama sezeriz her dizede. kaplan diğer hayvanlardan farklıdır benim gözümde de. kudret sahibidir. korkutucu bir asaleti vardır. gözleri alev alev yanar. vahşidir ve bu vahşilik asildir.
büyük şair iyi kalpli bir tanrının böyle vahşi bir harikayı nasıl yarattığını merak eder. bir diğer merakı da şudur ki, böyle bir gücü yaratan tanrı ile kuzu gibi masum ve savunmasız bir canlıyı da aynı şekilde yaratan tanrının aynı tanrı olup olmadığıdır.
bu görkemli şiir birçok başka esere de ilham kaynağı olmuştur ama bence bu eserlerin en önemlisi ve beni en az bu şiir kadar etkileyeni büyük yazar alfred bester’in başyapıtı olan kaplan! kaplan! romanıdır.
şiirin gücüne inanın çünkü iyi yazılmış bir şiir on kaplan gücündedir:
tyger tyger, burning bright,
ın the forests of the night;
what immortal hand or eye,
could frame thy fearful symmetry?
ın what distant deeps or skies.
burnt the fire of thine eyes?
on what wings dare he aspire?
what the hand, dare seize the fire?
and what shoulder, & what art,
could twist the sinews of thy heart?
and when thy heart began to beat,
what dread hand? & what dread feet?
what the hammer? what the chain,
ın what furnace was thy brain?
what the anvil? what dread grasp,
dare its deadly terrors clasp!
when the stars threw down their spears
and water'd heaven with their tears:
did he smile his work to see?
did he who made the lamb make thee?
tyger tyger burning bright,
ın the forests of the night:
what immortal hand or eye,
dare frame thy fearful symmetry?
kaplan! kaplan! yanmakta ışıl ışıl
karanlığın ormanlarında:
hangi ölümsüz el ya da hangi ölümsüz göz
yaratabilirdi senin heybetli simetrini?
hangi uzak yarlarda ya da hangi uzak göklerde
kurban edildi gözlerindeki ateş?
hangi kanatlar erişebilir ona?
hangi el kavrayabilir ateşi?
ve hangi güç ve hangi beceri
bükebilirdi kaslarını yüreğinin?
ve, yüreğin çarpmaya başladığında,
hangi dehşetli el ve hangi dehşetli ayaklar?
neydi çekiç? ya zincir neydi?
nasıl bir azaphanedeydi beynin?
neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
ölümcül korkularını kavrayabilir?
yıldızlar savurunca aşağıya mızraklarını,
ve sulayınca cenneti gözyaşlarıyla,
güldü mü o yaptığını görünce?
kuzu' yu yaratan mı yarattı seni de?
kaplan! kaplan! yanmakta ışıl ışıl
karanlığın ormanlarında,
hangi ölümsüz el ya da hangi ölümsüz göz
yaratabilir senin heybetli simetrini?
devamını gör...
2.
sevgili insan olun biraz pek çok önemli hususa değinmiş o sebeple aynı şeyleri tekrar etmek abesle iştigal. bunun yerine şiirin derinliğinden ziyade blake'in the lamb şiiri üzerinden karşılaştırmalı bir inceleme not düşeyim. bunun için öncelikle bu iki şiirin de yer aldığı songs of innocence and experience'a göz atmak elzem. ingilizce-türkçe versiyonu yamulmuyorsam masumiyet ve tecrübe şarkıları adı altında hasan ali yücel klasikler dizisi'nde yer almakta.* daha akıcı bir inceleme için the broadview anthology of british literature: the age of romanticism tavsiye etmekle birlikte sayfa 61- 88 arasında bir yere tekabül ediyor william blake bölümleri.
songs of innocence and experience, insan doğasının iki temel boyutunu -ki bunları masumiyet ve deneyim olarak ele alacağız- sorgulayan ve bu durumların etkileşiminden doğan çarpıklığı betimleyen bir yapıt olarak karşımıza çıkıyor. blake, bu iki karşıt durumu yalnızca bir ikilik olarak sunmaz elbette: aksine, onları kendisi bu şekilde yapmasa bile benim bakış açım ile hegelci diyalektiğin tez-antitez-sentez döngüsünde yeniden tanımlar. gerçi bu kusurlu bir yorum diyebiliriz pekala, zira sentez aşaması açık uçludur ve the age of romanticism'de daha doğru bir mitik yaklaşım sergilenerek ingiliz homeros john milton - yitik cennet/kayıp cennet üzerinden okunmuştur eser. -burada kişisel patavatsızlığımı yaparak bugünlerde herkese homeros diyorlar... çığırtkanlığımı yaparak devam edeyim.-
yine de hangi bağlamda olursa olsun, eser, insan ruhunun evrensel arayışına dair oldukça zengin bir felsefi ve teolojik tartışmayı masaya yatırıyor. bu mitopoetik kurgu düzleminde elimizde birden fazla ikilik örneği mevcut ancak konuyu kontekstten koparmaya lüzum yok. o yüzden ana konumuza geri dönelim. blake, the lamb ve the tyger şiirlerinde, tanrı’nın yaratıcı doğasının hem masumiyeti hem de korkuyu kapsayan boyutlarını irdeliyor. the lamb, pastoral bir imgelemle tanrı’nın sevgi dolu, besleyici yönünü temsil ederken; the tyger, prometheus mitiyle paralellik kurarak tehlikeli ve yıkıcı bir yaratıcı gücü ima ediyor. tanrının elinde dövülmüş, dehşet ve azap dolu bir canavar... blake’in burada kullandığı "yapıcı karşıtlık" yöntemi, milton’un paradise lost eserindeki cennet ve cehennem tasvirlerini yeniden yorumluyor bir bakıma. tıpkı the age of romanticism'de altının çizildiği gibi. blake'in aporetik bir yaklaşıma başvurup başvurmadığı ise okuyucunun özelinde tartışmaya açık elbette ancak niyetinin bir noktada bu olmadığı kanaatindeyim.
blake'in mevcut düzende durmaya çalıştığı çizgiyi de ele alırsak eğer -burada kendisinin de dönemin bir getirisi olarak sefalet içinde olduğunu not düşmek gerekir- kuşkusuz sanayi devrimi’nin yarattığı toplumsal ve ekonomik eşitsizliklere karşı güçlü bir eleştiri amacı taşıyor eser ancak bu iki şiir, kitabın genelinden bağımsız olarak biraz daha mitik bir çizgide okunmalı çünkü aynı zamanda tanrının hem iyiyi hem de mutlak kötüyü temsil ettiği inancına sahip olan blake bunu ilk kez bu şiirlerde dışa vurmuş değil. masumiyetin yitirilmesi, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda toplumsal bir yozlaşmanın da ürünü ve sebebidir. masum olan kötücül olandan kendini zaman zaman koruyamayacak ve onun yok etmeye meyilli doğasının boyunduruğu altına girecektir. bu sebeple bir kaplanın bir kuzunun boynuna dişini geçirdiği bir anın mutlaka var olacağını biliriz. iki şiirdeki karşıt atmosfer bir noktada aynı havanda eriyecektir ve galip çıkanın yumuşak ve gösterişli kürkü ile kuzu olmayacağı açıktır çünkü kuzunun dünyası şiirdeki gibi daha berrak, daha çocuksu ve masumdur. yani tehlikeyi öngörmekten yoksun, pençesiz bir varoluşa sahiptir. bunu platon'a kadar götürüp konuyu orada dahi birleştirebiliriz elbette ancak temelde blake aktarmak istediğini tekerleği yeniden icat etmeden aktarıyor zaten.
bu inşa edilen iki zıt yapı, aynı düzlemde buluştuğunda olabileceklerin öngörüsünü tıpkı blake gibi okuyuculara bırakıyorum. saygılarımla.
when the stars threw down their spears
and water'd heaven with their tears:
did he smile his work to see?
did he who made the lamb make thee?
songs of innocence and experience, insan doğasının iki temel boyutunu -ki bunları masumiyet ve deneyim olarak ele alacağız- sorgulayan ve bu durumların etkileşiminden doğan çarpıklığı betimleyen bir yapıt olarak karşımıza çıkıyor. blake, bu iki karşıt durumu yalnızca bir ikilik olarak sunmaz elbette: aksine, onları kendisi bu şekilde yapmasa bile benim bakış açım ile hegelci diyalektiğin tez-antitez-sentez döngüsünde yeniden tanımlar. gerçi bu kusurlu bir yorum diyebiliriz pekala, zira sentez aşaması açık uçludur ve the age of romanticism'de daha doğru bir mitik yaklaşım sergilenerek ingiliz homeros john milton - yitik cennet/kayıp cennet üzerinden okunmuştur eser. -burada kişisel patavatsızlığımı yaparak bugünlerde herkese homeros diyorlar... çığırtkanlığımı yaparak devam edeyim.-
yine de hangi bağlamda olursa olsun, eser, insan ruhunun evrensel arayışına dair oldukça zengin bir felsefi ve teolojik tartışmayı masaya yatırıyor. bu mitopoetik kurgu düzleminde elimizde birden fazla ikilik örneği mevcut ancak konuyu kontekstten koparmaya lüzum yok. o yüzden ana konumuza geri dönelim. blake, the lamb ve the tyger şiirlerinde, tanrı’nın yaratıcı doğasının hem masumiyeti hem de korkuyu kapsayan boyutlarını irdeliyor. the lamb, pastoral bir imgelemle tanrı’nın sevgi dolu, besleyici yönünü temsil ederken; the tyger, prometheus mitiyle paralellik kurarak tehlikeli ve yıkıcı bir yaratıcı gücü ima ediyor. tanrının elinde dövülmüş, dehşet ve azap dolu bir canavar... blake’in burada kullandığı "yapıcı karşıtlık" yöntemi, milton’un paradise lost eserindeki cennet ve cehennem tasvirlerini yeniden yorumluyor bir bakıma. tıpkı the age of romanticism'de altının çizildiği gibi. blake'in aporetik bir yaklaşıma başvurup başvurmadığı ise okuyucunun özelinde tartışmaya açık elbette ancak niyetinin bir noktada bu olmadığı kanaatindeyim.
blake'in mevcut düzende durmaya çalıştığı çizgiyi de ele alırsak eğer -burada kendisinin de dönemin bir getirisi olarak sefalet içinde olduğunu not düşmek gerekir- kuşkusuz sanayi devrimi’nin yarattığı toplumsal ve ekonomik eşitsizliklere karşı güçlü bir eleştiri amacı taşıyor eser ancak bu iki şiir, kitabın genelinden bağımsız olarak biraz daha mitik bir çizgide okunmalı çünkü aynı zamanda tanrının hem iyiyi hem de mutlak kötüyü temsil ettiği inancına sahip olan blake bunu ilk kez bu şiirlerde dışa vurmuş değil. masumiyetin yitirilmesi, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda toplumsal bir yozlaşmanın da ürünü ve sebebidir. masum olan kötücül olandan kendini zaman zaman koruyamayacak ve onun yok etmeye meyilli doğasının boyunduruğu altına girecektir. bu sebeple bir kaplanın bir kuzunun boynuna dişini geçirdiği bir anın mutlaka var olacağını biliriz. iki şiirdeki karşıt atmosfer bir noktada aynı havanda eriyecektir ve galip çıkanın yumuşak ve gösterişli kürkü ile kuzu olmayacağı açıktır çünkü kuzunun dünyası şiirdeki gibi daha berrak, daha çocuksu ve masumdur. yani tehlikeyi öngörmekten yoksun, pençesiz bir varoluşa sahiptir. bunu platon'a kadar götürüp konuyu orada dahi birleştirebiliriz elbette ancak temelde blake aktarmak istediğini tekerleği yeniden icat etmeden aktarıyor zaten.
bu inşa edilen iki zıt yapı, aynı düzlemde buluştuğunda olabileceklerin öngörüsünü tıpkı blake gibi okuyuculara bırakıyorum. saygılarımla.
when the stars threw down their spears
and water'd heaven with their tears:
did he smile his work to see?
did he who made the lamb make thee?
devamını gör...