lorcan finnegan'ın yazıp yönettiği, 2019 yılında gösterilmiş olan, irlanda, danimarka ve belçika ortak yapımı film.
mükemmel bir yuva arayan genç bir çift, kendilerini aynı evlerden oluşan gizemli bir labirent benzeri mahallede kapana kısılmış bulur.
mükemmel bir yuva arayan genç bir çift, kendilerini aynı evlerden oluşan gizemli bir labirent benzeri mahallede kapana kısılmış bulur.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "elaine benes" tarafından 17.02.2021 23:39 tarihinde açılmıştır.
1.
bu filmle ilgili ilk yorumum çok ilginç olması olacak.
ev bakıyorsunuz ve emlakçı sizi evde bırakıp gidiyor ve bıraktığı mahalle bir labirent gibi çıkışı yok sürekli dönüp dolaşıp 9 numaralı o eve geri dönüyorsunuz, emlakçının sizi bıraktığı o eve, bir kaçış yolu ararken kapınıza bir de bebek bırakılıyor bir de not, çocuğu büyüt özgürlüğüne kavuş şeklinde. olaylar gelişiyor, izlerken gerildiğiniz ama bir yandan merakla kendini izleten bir filmdi.
ev bakıyorsunuz ve emlakçı sizi evde bırakıp gidiyor ve bıraktığı mahalle bir labirent gibi çıkışı yok sürekli dönüp dolaşıp 9 numaralı o eve geri dönüyorsunuz, emlakçının sizi bıraktığı o eve, bir kaçış yolu ararken kapınıza bir de bebek bırakılıyor bir de not, çocuğu büyüt özgürlüğüne kavuş şeklinde. olaylar gelişiyor, izlerken gerildiğiniz ama bir yandan merakla kendini izleten bir filmdi.
devamını gör...
2.
açılın taze izleyip de geldim. film beni anksiyete krizine soktu.o dönüp durma durumu midemi bulandırdı.
kapitalist sistem içinde bizim de böyle debelenip kendi mezarımızı kazdığımızı anlatıyor olabilir,olmayabilir. çok daha keskin bir son beklerdim.1 buçuk saat izledim hadi birşey oldu olacak derken hiç bir şey olmadı.
yine de farklı bir tarzı var.izlenmesi gereken değil ama izlenebilecek bir film.
kapitalist sistem içinde bizim de böyle debelenip kendi mezarımızı kazdığımızı anlatıyor olabilir,olmayabilir. çok daha keskin bir son beklerdim.1 buçuk saat izledim hadi birşey oldu olacak derken hiç bir şey olmadı.
yine de farklı bir tarzı var.izlenmesi gereken değil ama izlenebilecek bir film.
devamını gör...
3.
psikolojiyi bozmaya ve hayatı yeniden değerlendirmeye uygun bir film. son kısmıyla daha da genişletebilip orta kısımlardan kısaltılıp metaforik anlatımı daha fazla zenginleşebilirdi. gizem filmi olarak dar çerçevede kalmış bir truman show çakması denilebilir, ancak moral bozucu.
devamını gör...
4.
"- benim bu hayatta rolüm ne?
- sen bir annesin.
- peki anne ne yapar?
-evlat yetiştirir ve sonra ölür."
filmde bir evin içinde klasik bir aile yaşantısı görmekteyiz. anne; çocuğun tüm sorumluluğunu üstlenmektedir. sevgi,oyun,eğitim, çocukla vakit geçirme tek bir kişidedir, annede. baba ise otoriter,sert,işler çığrından çıkana kadar müdahale etmeyip (sabır gösterme) sonrasında da şiddetle olaya dahil olan,acımasız bir rol üstlenmektedir.
çocuk ise teknolojiye bağımlı hatta hipnotize olmuş durumdadır. anne ve babasının saygılı ya da saygısız iletişimini doğrudan alır. adeta onları kopya eder.
burada ailenin çıkmazı şudur: saçma hevesler ve fazla anlam yüklenilen şeyler yüzünden tek düze bir yaşama mahkum olmuşlardır. her gün bir diğerinin aynısıdır. tıpkı bulutlar gibi.
karantinada yaşadığımız süreç aklıma geldi.bir rüzgarın esişi,güneşin insanı ısıtan sıcaklığı doğal, her zamanki gibi ama harika olan şeyler ve bunlara 'alıştığımız' için o anın güzelliğini önemsememeye başlıyoruz. bir yandan değerli olan bu küçük güzelliklerden uzaklaşmış oluyoruz. bu süreçte tek düze bir yaşam içinde bilgisayar oyunundaymış gibi yaşıyoruz. öte yandan da günümüzün aile,yetişkin,çocuk hayatı maalesef böyle. "yuva" kavramı adı altında çoğu şeyi soğuk,hissiz,sentetik yapmışız. doğal ve harika şeylere duyduğumuz hisleri kaybetmişiz. önemsiz detaylar olarak sınıflandırmışız. sonuçta "aile" dediğimiz kavram böyle olduğu sürece gökyüzündeki tüm bulutlar tıpkı filmdeki gibi sadece bulut şeklinde olacak.
- sen bir annesin.
- peki anne ne yapar?
-evlat yetiştirir ve sonra ölür."
filmde bir evin içinde klasik bir aile yaşantısı görmekteyiz. anne; çocuğun tüm sorumluluğunu üstlenmektedir. sevgi,oyun,eğitim, çocukla vakit geçirme tek bir kişidedir, annede. baba ise otoriter,sert,işler çığrından çıkana kadar müdahale etmeyip (sabır gösterme) sonrasında da şiddetle olaya dahil olan,acımasız bir rol üstlenmektedir.
çocuk ise teknolojiye bağımlı hatta hipnotize olmuş durumdadır. anne ve babasının saygılı ya da saygısız iletişimini doğrudan alır. adeta onları kopya eder.
burada ailenin çıkmazı şudur: saçma hevesler ve fazla anlam yüklenilen şeyler yüzünden tek düze bir yaşama mahkum olmuşlardır. her gün bir diğerinin aynısıdır. tıpkı bulutlar gibi.
karantinada yaşadığımız süreç aklıma geldi.bir rüzgarın esişi,güneşin insanı ısıtan sıcaklığı doğal, her zamanki gibi ama harika olan şeyler ve bunlara 'alıştığımız' için o anın güzelliğini önemsememeye başlıyoruz. bir yandan değerli olan bu küçük güzelliklerden uzaklaşmış oluyoruz. bu süreçte tek düze bir yaşam içinde bilgisayar oyunundaymış gibi yaşıyoruz. öte yandan da günümüzün aile,yetişkin,çocuk hayatı maalesef böyle. "yuva" kavramı adı altında çoğu şeyi soğuk,hissiz,sentetik yapmışız. doğal ve harika şeylere duyduğumuz hisleri kaybetmişiz. önemsiz detaylar olarak sınıflandırmışız. sonuçta "aile" dediğimiz kavram böyle olduğu sürece gökyüzündeki tüm bulutlar tıpkı filmdeki gibi sadece bulut şeklinde olacak.
devamını gör...
5.
yönetmenliğini lorcan finnegan'ın yaptığı 2019'da yayınlanan film dünya prömiyerini 72. cannes film festivali'nde yapmış.
"vivarium", aynı sene cannes film festivali’nde "gan foundation support for distribution" ödülünü kazanmış.
film aynı zamanda yönetmenin foxes isimli kısa filminin genişletilmiş ve uzatılmış haliymiş.
filmin sitelerde görebileceğiniz konusu ise şu şekilde;
"vivarium” evli bir çifte odaklanıyor. yeni bir eve taşınmak için gizemli bir emlakçıyı takip eden çift kendilerini korkutucu bir labirentte bulur. birbirinden farkı olmayan evlerin bulunduğu labirentte mahsur kalan çift, bu dünyadan olmayan bir çocuğu büyütmek zorunda kalacaktır.
şimdi filmi taze izlemiş biri olarak içinde spoiler da barındıran kendi yorumlarıma geçmek istiyorum çünkü film 98 dklık , ne oluyor yahu dedirten fazla tekdüze ama fazla düşündüren güzel bir film.
--spoiler--
film ilk başta bir kuş yuvası ile başlıyor. farklı bir yumurta, ve burdan çıkan kuş diğerlerini yuvadan atıyor, bas bas bağırıyor ve annesinin getirdiği yiyecekleri yiyince susuyor. filmin ise vermek istediği esas mesaj zaten burda gizli. film boyunca bazı sahnelerde bunu anlıyoruz.
ama önce filmin adını aldığı vivarium kelimesinin anlamına bakalım.vivarium’un anlamı; “bilimsel amaçlarla hayvanların doğal davranışlarını gözlemlemek ve araştırmak için doğal hayat şartlarının oluşturularak muhafaza edildiği yer”dir.
film de aslında tam olarak bu. ana okul öğretmeni olan gemma ve bahçıvan olan tom bir ev tutmak istiyorlar ve "younder" isimli evlerin satıldığı emlakçıya gidiyorlar. garip biri olan emlakçı martin bir şekilde çiftimizi ikna edip evlere bakmaya götürüyor. banliyö şeklindeki bu evlerin hepsi aynı, düzenli.. 9 numaralı eve gidiyorlar evi geziyor ve aslında bu düzenden rahatsız olan çiftimiz gitmek istersen emlakçının onları bırakıp gittiğini fark ediyor. evlerine dönmek isteyen çift labirent gibi olan bu yerden asla çıkamıyorlar. o gece kapıya bir kutu geliyor ve kutuda bir bebek. "eğer büyütürseniz kurtulursunuz" yazıyor üzerinde. sonrasında da hayatları başlıyor.
tekdüze sıkıcı bir hayat, yemeği verilene kadar bas bas bağıran bir erkek çocuğu.
gemma bu durumda her şeyi kabulleniyor, çocuğa bakıyor onu besliyor, yatağına yatırıyor, ona öğretiyor ve "anne"ligi yapıyor. (çocuk her anne dediğinde 'ben senin annen değilim' dese de )
tom ise sabrının sonuna geldiğinde artık bu olanlara dayanamıyor ve bahçeyi kazanmaya başlıyor, tek bildiği şeyi yaparak. günler geceler boyunca bununla uğraşıyor ve sonunda sağlığını kaybediyor.
bu süreçte çocuk büyüyor ve her şey yine tek düze devam ediyor aynı bulutların bile birbirinin aynısı olması gibi.
bu filmle gemma ve tom bize orta sınıf bir aileyi tüm gerçekliği ile anlatıyor. düzenli bir evi olsun isteyen bir çift, toplumsal gereklilikle evlenince çocuk doğuyor, her şeyle sorgusuz sualsiz anne ilgileniyor ve evde otorite olarak görülen baba dayanamadığı yerde bir çabaya başlıyor. çalışıyor didininiyor gecesini gündüzüne katıyor ve sonunda da hastalanıp ölüyor.
gerçekten sorgulamak lazım aslında "aile" dediğimiz kavram bu şekilde mi olmalı? biz kimiz? rolümüz ne bu hayatta?
işte gemma da son kısımda çocuğun peşinden diğer evrendeki evleri mutsuz aileleri aslında diğer denekleri görünce ölmeden önce çocuğa soruyor:
-ben kimim?
-sen annesin.
-anneler ne yapar?
-cocuklarını büyütür ve ölür.
--spoiler--
velhasıl kelam bu tekdüze filmi izleyin. pişman olmayacak bir bilimkurgu.
"vivarium", aynı sene cannes film festivali’nde "gan foundation support for distribution" ödülünü kazanmış.
film aynı zamanda yönetmenin foxes isimli kısa filminin genişletilmiş ve uzatılmış haliymiş.
filmin sitelerde görebileceğiniz konusu ise şu şekilde;
"vivarium” evli bir çifte odaklanıyor. yeni bir eve taşınmak için gizemli bir emlakçıyı takip eden çift kendilerini korkutucu bir labirentte bulur. birbirinden farkı olmayan evlerin bulunduğu labirentte mahsur kalan çift, bu dünyadan olmayan bir çocuğu büyütmek zorunda kalacaktır.
şimdi filmi taze izlemiş biri olarak içinde spoiler da barındıran kendi yorumlarıma geçmek istiyorum çünkü film 98 dklık , ne oluyor yahu dedirten fazla tekdüze ama fazla düşündüren güzel bir film.
--spoiler--
film ilk başta bir kuş yuvası ile başlıyor. farklı bir yumurta, ve burdan çıkan kuş diğerlerini yuvadan atıyor, bas bas bağırıyor ve annesinin getirdiği yiyecekleri yiyince susuyor. filmin ise vermek istediği esas mesaj zaten burda gizli. film boyunca bazı sahnelerde bunu anlıyoruz.
ama önce filmin adını aldığı vivarium kelimesinin anlamına bakalım.vivarium’un anlamı; “bilimsel amaçlarla hayvanların doğal davranışlarını gözlemlemek ve araştırmak için doğal hayat şartlarının oluşturularak muhafaza edildiği yer”dir.
film de aslında tam olarak bu. ana okul öğretmeni olan gemma ve bahçıvan olan tom bir ev tutmak istiyorlar ve "younder" isimli evlerin satıldığı emlakçıya gidiyorlar. garip biri olan emlakçı martin bir şekilde çiftimizi ikna edip evlere bakmaya götürüyor. banliyö şeklindeki bu evlerin hepsi aynı, düzenli.. 9 numaralı eve gidiyorlar evi geziyor ve aslında bu düzenden rahatsız olan çiftimiz gitmek istersen emlakçının onları bırakıp gittiğini fark ediyor. evlerine dönmek isteyen çift labirent gibi olan bu yerden asla çıkamıyorlar. o gece kapıya bir kutu geliyor ve kutuda bir bebek. "eğer büyütürseniz kurtulursunuz" yazıyor üzerinde. sonrasında da hayatları başlıyor.
tekdüze sıkıcı bir hayat, yemeği verilene kadar bas bas bağıran bir erkek çocuğu.
gemma bu durumda her şeyi kabulleniyor, çocuğa bakıyor onu besliyor, yatağına yatırıyor, ona öğretiyor ve "anne"ligi yapıyor. (çocuk her anne dediğinde 'ben senin annen değilim' dese de )
tom ise sabrının sonuna geldiğinde artık bu olanlara dayanamıyor ve bahçeyi kazanmaya başlıyor, tek bildiği şeyi yaparak. günler geceler boyunca bununla uğraşıyor ve sonunda sağlığını kaybediyor.
bu süreçte çocuk büyüyor ve her şey yine tek düze devam ediyor aynı bulutların bile birbirinin aynısı olması gibi.
bu filmle gemma ve tom bize orta sınıf bir aileyi tüm gerçekliği ile anlatıyor. düzenli bir evi olsun isteyen bir çift, toplumsal gereklilikle evlenince çocuk doğuyor, her şeyle sorgusuz sualsiz anne ilgileniyor ve evde otorite olarak görülen baba dayanamadığı yerde bir çabaya başlıyor. çalışıyor didininiyor gecesini gündüzüne katıyor ve sonunda da hastalanıp ölüyor.
gerçekten sorgulamak lazım aslında "aile" dediğimiz kavram bu şekilde mi olmalı? biz kimiz? rolümüz ne bu hayatta?
işte gemma da son kısımda çocuğun peşinden diğer evrendeki evleri mutsuz aileleri aslında diğer denekleri görünce ölmeden önce çocuğa soruyor:
-ben kimim?
-sen annesin.
-anneler ne yapar?
-cocuklarını büyütür ve ölür.
--spoiler--
velhasıl kelam bu tekdüze filmi izleyin. pişman olmayacak bir bilimkurgu.
devamını gör...
6.
black mirror ve the twilight zone dizilerinden birer bölümü birleştirip işin içine yaratıcılık da katarsanız böyle bir film çıkabilir ortaya. yani cidden de tekinsiz bir filmdir ve göze sokulmadan kurguya yedirilen sembolizmiyle de sınıfı geçer. kesinlikle izlemesi de çok eğlencelidir. cips neyim kapıp seyredin derim.
eğer sonlarında italyanların çok iyi becerdiği tarzda bir ilginç sahne ve ardından şok edici bir son gelseydi şu anda tüm dünya bu filmi konuşuyor olurdu. *
eğer sonlarında italyanların çok iyi becerdiği tarzda bir ilginç sahne ve ardından şok edici bir son gelseydi şu anda tüm dünya bu filmi konuşuyor olurdu. *
devamını gör...
7.
efenim sıkıntıdan çatlaya çatlaya, salt "izledin buraya kadar, devamını getir, bitir, sabır!" diyerek bitirdiğim 2019 yapımı bir bilimkurgu filmidir ki derin derin mesajlar verir. sizi düşüncelerden düşüncelere sürükler, göndermeleri, sistem eleştirisi, (kör göze parmak) mecazları... ama beni düşüncelere sürüklemedi, amerika'yı ikinci kez keşfetmeye gerek var mı gerçekten? truman show'u açar yeniden izlerim, baştan alıp black mirror'a sararım daha iyi.
irlanda, danimarka ve belçika'nın uluslararası ortak yapımı olan filmin başrollerinde ımogen poots ve jesse eisenberg yer alıyor. prömiyeri 18 mayıs 2019'da cannes film festivali'nde yapıldı ve 27 mart 2020'de irlanda'da vertigo release tarafından gösterime girdi. film, görünüşte mükemmel bir mahallede sıkışıp kalmışken gizemli bir çocuğa bakmak zorunda kalan bir çifti (eisenberg ve poots) takip ediyor.
film, bebe guguk kuşunu, onun yuvadan diğer yavruları atmaya çalıştığı anları ve farklı cins anne kuşun, dana gibi olmuş guguk kuşu yavrusunu hala daha ısrarla ürkek ürkek besleme çabasını göstererek başlıyor; hani bilirsiniz şu başka kuşların yumurtaları arasına kendi bebesinin yumurtasını bırakan vicdansız, hayın guguk kuşu işte.*neyse, film de bunun üzerinden akmaya başlıyor. ya şey gibi, hani "siz geri zekalısınız, anlamazsınız, nolur nolmaz biz iyice belli edelim" dercesine o kadar açık veriliyor ki her şey en baştan, film daha yarısına varmadan "bu böyle olacak, şu da şöyle olacak" diye zaten sonunu siz getiriyorsunuz. geriye kalan da sıkıla sıkıla izlemek oluyor.
bu adam bunların başına bir iş getirir, şu mimiklere, konuşmalara bak. yavrum gitme işte peşinden (emlakçı), tanrı aşkına korku filmlerinde ilk gözlüklü ve şişman olanın ölmesi kadar klişe.
öfff adam kendi mezarını kazıyor işte. herhalde o merdivenin boyuna kadar kazınca ölür bu, yoksa merdiven yetişmeyecek yani. ömür tasviri yabmış hıı. onu da ayarlamışlardır bu zuzaylılar. kesin aynı yerden çıkan başka ceset bulacak, kendilerinden öncekileri bulacak bak gör. manasız boş boş kazıyor, tamam aldık mesajı aldık, hayatımız boş işlerde geçiyor belki bi kurtuluş buluruz filan derken, aldık öf.
o gördüğü adamı taklit ettirecek. ana okulu öğretmeni kadın işte, biliyor bebenin ağzından nasıl laf alacağını.
bunlar buradan sağ çıkamaz, zaten sağ çıksın diye şey edilmiş bir film değil eved.
öf sıkıldım, anladık tamam lanet olsun hepimiz bu dünyada köleyiz, hepimiz bize biçilen rollere hapisiz, çocuk öyle yetiştirilmez, besledin saldın olmaz öyle, tvnin büyüttüğü çocuk uzaylı olur çıkar başına hıı eved, ana baba şeysileri bla bla tamam. bulutlar mükemmel, mükemmel olma, tadını çıkar o bu şu öf.
konu kötü değil, verilmek istenen sıkışmışlık hissi de dekor, giysiler vb. ile güzel verilmiş (sürekli kendini tekrarlayan günler, birbirinin tekrarı olan yollar ve aynı evler, yiyeceklerden tat alamama, yapay gökyüzü, oksijen hariç her şeyin hissizliği ve tek düze renkler) ama işte diyorum ya, kör göze parmak efenim. kolaya mı kaçmışlar, yoksa o sıkışma-sıkılma-bıkma hissini izleyiciye "lanet filmin artık bitsin!!" dedirterek mi vermek istemişler bilemiyorum.(yeterrr artık ben de bıhtım bıhtım dedirtmek için yaptılarsa bakın helal olsun, dedirttiler ki işte bu noktada düşünüp takdir edebilirim. filmdeki ailenin tekdüzeliği, günlük rutini, filmin de bir o kadar tekdüze olması ve izleyiciyi de tekdüze ederek filmdeki ailenin sıkıldığı gibi sıkması. bu amaçlandıysa, başardılar)
mahallenin yapısı, uluma sahnesi bana lawn dogs'u anımsattı ayrıca, ancak onunla bir alakası yok tabii bu filmin. o nere, bu neree? ama işte o filmde de hani banliyö evleri sıra sıra, kız çocuğumuz sıkışmış mükemmellikte (o filmde sınıflar göndermesi daha aleni var tabii), odasının penceresine çıkıp aya karşı ulumuş filan... neyse artık orada ufak bir devşirme hissettim ama olur öyle şeyler; sanat bu neticede, esin kaynağıdır. lawn dogs da ilk kurt adam filminden esinlenmiştir filan olur yani, o kadarını bilemiycim. * ayrıca filmde korku unsurları da bulunmakta efenim, aslında güzel bir korku filmi olarak yoğurulabilirmiş, yeni korku filmi fikirleri çıkarır bu film; onu da yapımcılar ve senaristler filan düşünsün efenim ben genel izleyici kitlesiyim, ben mi düşüneyim? fikir sadece.
beğenmediğim bir filme fazla bile yazdım. izleyeni izler, zevkler efenim ki beğeneni de çok ayrıca. ben gömdüm diye film "çöp" sanmayın. sadece ı-ıh cınım ben almayayım; "tamam anladık anladık!" oluyorum böyle filmlerde. * 1 buçuk saatimi geri de alamıyorum, sinir yapıyor.
fragmanı iliştireyim şuraya:
devamını gör...