hiçbir şey tesadüf değil diyelim ozaman. bu yayın, yayın yapıyor olman, eğlenmen, eğlendirmen, hoş kahkahaların.. yay anla ilgilidir birazda. anda keyif alabilmekle ilgili. bunun için biçilmiş bir enerji.. boşuna burada değiliz hep birlikte. benimde yayda gezegenlerim var bu arada. yay olmayı öğreniyorum, öğretiyor bana yaşam. * )
3 psikoloğun hayatları üzerinde dönüp dolaşan bir dizi. dram kategorisinde görünüyor. fakat hayatın sert gerçekleri içinde eğlenceli bir yapım sayılabilir.
şimdiden söyleyeyim spoiler içerebilir. çünkü biraz karakter analizi ve karakterlerle kendimdeki yakınlık arasındaki yerlere değindim.
psikoloji, bilinç terapisi, çeşitli terapiler, kişisel gelişim alanlarıyla ilgiden öteye bir bağım olduğundan benim dizi için puanım yüksek. ayrıca bana bir çalışma alanı oldu bile diyebiliriz bu diziyi izlemek. içinde kendimden çokça parçalar buldum.
jimmy'nin eşinin vefatı üzerine başlar dizi. derin yas süreci, ayrılık travması, baba-kız kuşak çatışması, görülmeme, yok sayılma, yitirilen ebeveyn rolüne bürünme, kaçış, donma gibi gibi bir çokça rol, maske halinde buluruz sevgili jason segel'i jimmy'i oynarken.
evre evre anlatır bize dizi bir yas, kayıp sürecini nasıl yaşadığımızı ya da yaşayamadığımızı.. jimmy düşer kalkar hem anne hem baba olmak yolunda ilerler ilerlerde bir türlü kendi olamaz. içindeki yas tutmaya, ayrılığı idrak etmeye çalışan jimmy'i öteler beriler.. belki güçlü olmak belki de o kadar güçlü olmadığını görmemek içindir kim bilir?
ben bilmem. bu dualite çukuruna düşüp düşüp çıkmış ya da kaçmış, kaçmaya çalışmış bir şahıs olarak yasın bir şekilde içeride hep devam ettiğini, onun orada kalmasına izin vermemiz, yok saymadan fakat içinde de boğulmadan öylece o boşluğu içime çekmem gerekliliğini ben çok zor yollarla öğrendim. bu yüzden her insanın yas sürecinin bir şekilde farklı olduğunu ve bir zamanının olmadığını herkesin kendine has yaşadığını bir şekilde gözlemledim. yaşadım. her yas için başka bir banu yla tanıştım diyebilirim.
gaby rolüyle jessica williams sahnelerdedir. ve bence efsanedir. ben bayıldım kendisine. muazzam dizi yorumlarım 'ben bayıldım işte izleyin be!' *
efem gaby de bir psikologtur lakin gel gelelim o da kendisini aramaktadır. çeşitli aile sorunları, kardeş çatışmaları, onaylanma ve sevilme arzusunun etkisiyle ilişkilerinde sınır belirleyememe.. kurban, bitik model eş seçimleri sebebiyle kurtarıcı ya da destekleyici eş rolü, maskesi... neden bayıldım neden şimdi anladınız mı hee? illa söyleteceksiniz insanı. *
kendisi bir eş bir arkadaş bir evlattan daha fazlası olmak istemektedir. çünküm anca öyle sevileceğini sanmaktadır. sevilmek için bir sebep olmalı değil mi? kim kimi öyle dümdüz sever ki? delilik..
dr. paul rhoades, adamın önünde olmayan ceketini iliklersin. onun sahnelerini izlerken uzanıyorsam oturdum, oturuyorsam ayağa kalktım hihih o denli etkili otoriter bir karakter. harrison ford hayat vermiş bu role. öyle böyle vermemiş ama. yalnızlığın yıkılmaz , sert kalesi. çok şükür ondada kendime has haller buldum.
kırmaktan ve dolaylı yollarla kırılmaktan o kadar korkmuş ki benim diyen bir adım atamaz onun kalkanlı dünyasına. sert rüzgarı iliklerimi dondurdu, o umarsız ve aşağılayıcı bakışları hahah muazzam. evet, içimde baskıcı bir rejim var kabul. efsane bir dönüşüm geçiriyor o ayrı ki potansiyeli o zaman parıl parıl parlıyor.
tüm dizi oyuncuları aynı dönüşümü farklı şekillerde yaşıyorlar. hayatın bizleri şekilden şekile soktuğu gibi senarist onları şekilden şekile sokarak 'en mükemmel versiyonlarına' yaklaştırıyor.
alice'i lukita maxwell canlandırıyor ve jimmy'nin kızı rolünde. kayıp acısıyla ergenliğini bile yaşayamayan bir profil çiziyor bize. o yaşıyla gögüslediği sorumluluk ve acı... burada yaşadığım derin acının etkisiyle çok fazla cümle kuramadığımı fark ettim. erken yaşlarda insan belki ölüme daha dirençli oluyor bilemiyorum.
15 yaşında yakın arkadaşımı, 19 yaşında abimi kaybetmenin verdiği acıyı çok fazla derinlere itip, yaşamın içinde yerlerine başkalarını koyma ve hiç olmamışlar gibi umarsız hallerim geçti gözlerimin önünden. ve özellikle kaybettiğim kişilere karşı öfkem. sanki kendi ellerinde gitmek...
ölmek bir seçim mi? bilmiyorum. en azından şu bilinçle bunu idrak edemiyorum. bu planda bu biliçle.. dur kız naptın? psikoloji üzerine iki lafın belini kırarken az kalsın metafiziğe, spiritüel alemlere dalıyorduk. iyi oldu uyardığın aferin banu. * )
sean üzümlü kekim. belkide kendisinden beklenmeyecek kadar yüksek performan gösteren ve evrilen şahsiyet diyebilirim. luke tennie bu rolü baya iyi oynamış.
kendisi jimmy'nin danışanı normalde fakat bir şekilde farklı bir bağ geliştirip ötesine geçiyorlar. kontrolsüz öfke sean'ın olayı. hoş bunun kontrollüsü nasıl olur?
jimmy için farklı bir terapi modeli geliştirdiği ilk danışanı diyebiliriz. psikolog odasının dışına çıkarak danışanlarıyla hayatın içinde birebir ve beraber kucaklıyorlar durumlarını. travmaları, korkuları, kaçtıkları... her neyse onları kucaklamalarında üstüne düşenden fazlası oluyor jimmy. bunu dengelerken hatalar yapıyor tabi. hayat zaten dengeye gelirken hata diye nitelendirdiğimiz aslında deneyim olan o hikayeleri deşifre etme sahası değil mi?
evet evet, lütfen tabi ki sean da var banu haznemde.* bir dönem (ki dönem dönem yine takip ederim kendimde) öfkeyle yakın iliişkim oldu. buranın üzerinde hala çalışıyorum. kodlarımda öfke (+ - ve dengeleme) şeklinde çalışıyor. burada yoğun çalışan bir travmatik geçmişim var. demek geçmemiş? geçmiş geçer mi yoksa bir yerlerde tekrar eder mi? döngüyü kapatmadıysak ara bellekte çalışıyor tabi. bilinçaltı verileri evet evet. derin konu çok girmiyorum. buradan sonrası hem ücretliye giriyor bedava sean ss oh. **
liz'i christa miller canlandırmaktadır. jimyy nin komşusu ve yokluğunda alice'nin analığını üstlenmiştir. tam bir anne diye tanımlanır ve bu tanımdan hiç hoşlanmaz. çünkü ben sadece sıkıcı bir anne değilim başka başka liz'lerde var bende der. iyi bir eş ve anne değilimi kanıtlamaya çalışırcasına kendiyle çelişir. başka bir amacı olmalı değil mi insanın hayatta? bilemeyiz..
aslında başka başka rolleride vardır. ve zaten onları kendiside fark ederek kendini kendine kanıtlar. ve yeni liz'i böylece özgür bırakır. istiyorsa anne olsun istiyorsa eş istiyorsa arkadaş istiyorsa 'hiç'bir şey... sadece olur. kendi olur.
benim ilgilendiğim alanla ilgili olduğundan ben diziyi çok beğendim tabi. beğendiğim bir şeyleri bazen abartma eğilimim vardır. yani kısaca beğenilmeyen diziden müessesemiz sorumlu değildir. * )
iyi seyirler... sevgiler.
uuu bir derinlik hasıl oldu nickaltımda... o bir zeka bir kalite bir asillik...
beyazın konuk karşılama girişi geldi aklıma şimdi sisisi* o bir asalet o bir adalet o bir mükemmel şahsiyet... *
benimkini de olmuş kabul edelim lütfen çok heveslendim çünkü.
uzun lafın kısasa 'hoşbuldum' *
iade-i ziyaret *
heheh efenim hoşbuldum. sizleri (seni) görmek ne hoş. yazalım, yazılalım dünya kimseye kalmaz dedim ve yine yeni yeniden geldim. sevgiyle..
aklımda hep bir şeyler var. bak, dilimin ucunda sanki söylesem ya da sadece duysam tüm yaşamım azat olacak gibi...
hiç beklemediğim bir anda gelen 6 yaş korkuları, 17 yaş kaygıları, 25 yaş fütursuz konuşmaları ya da 3 sene öncenin söylenmemiş, söylenememişleri...
kıyıda köşede bekleşen sanrılar, gel gitler, kafa karışıklıkları veya böyle olsaydılar, keşkeler falanlar filanlar..
birinin çıkıp gözlerinin içine bakıp 'sende şu konuyu bir çözemedin' ya da 'neden bu konu hala gündeminde çoktan aşmalıydın?’ demesi... en güzeli yol, yordam gösterme çabası ve bunu yaparken sesindeki, bakışlarındaki yargı, kibir, egolar... tanıdık geldi mi?
bir anda hortlayan gençlik hayalleri, yapılan planlar, kendini gördüğün ve konumlandırdığın yerler, beklentiler... ulaşıldı ya da ulaşılmadı, yapıldı ya da yapılmadı...
'ben bunu mu istiyordum?' 'beni mutlu edecek olan bu muydu?' 'evet ulaştım ama mutlu muyum?' sahiden diye çok anlık girilen sorgu odaları...
yetişmeliyim telaşı aman yetişsem ne olacak umarsızlığı.. yetersizlikler ve başarı odakları arasındaki mekik.. dönüp dolaşıp ben yine aynı yere geldim farkındalığı lakin oradan çıkamamanın suçluluğu.. sorumluluklarını alamama, çok aldıysan (!) altında preslenme bocalaması.. sahi neydi sorumluluk?
işte bunlar hep bir yerde biriktirdiklerimiz. varlıklarını bile unuttuklarımız. biz unuttuk ama unutmayan oralarda tutunup kalan birileri var demek ki içeride? duymamızı, görmemizi belki hoş sohbet etmemizi bekleyen can kırıntıları. sevgiyle şöyle bir sarıp sarmalanmak, hatırlanmak, kabul görmek isteyen ruh parçaları...
ah benim cancağızlarım hoşgeldiniz..
sevgi ve farlındalıkla..
bir gün bir 'an'da kendimi ararken gördüm kendimi. yokuş aşağı koşar gibiydi, bu hissi bilir misiniz? kontrol asla sizde değildir. heran yuvarlanacağım korkusuyla cebelleşirken diğer yandan bacakların boşalırcasına kendini bırakma ya da temkinli olma çabası.. nafile, dedim ya kontrol asla sende değil.
bir ara kayboldum sandım yokuşun sonu karanlıktı çünkü ve asla tanıdık değildi bu karanlık bana. gölgeler daha bir gölge, karanlık dahada koyu.. halbu ki sanki en başta bilindik bir yere gidiyor gibiydim. galiba ben hep gibiydim.
sonra yolda neyi aradığımı unuttum. bir kaç banu ya sordum 'sen çok yanlış gelmişsin' dediler (birbirlerine kaş göz yapıp serin bir telaşla baktılar bana önce tabi.) ve eklediler. 'şurada bir yokuş var gördün mü? heh işte onu çıkacaksın. orada kime sorsan gösterir zaten.'
bu hissi bilir misin? (ee o kadar okuduysan senli benli olmuşuzdur artık. hem ben kim sen kim yanılsamalar diyarının rollerinden öteye değiliz ya. ) sürekli bir yere yetişmeye çalışıyorsun da yetişemiyorsun hep onlar senden daha hızlı gibinin bıraltığı bir his..
burada dur dedi bir ses. burada kaybol. hem sen zaten bulunmaya değil kaybolmaya gelmedin mi?
o an adımı unuttum, aradığımı unuttum, seni unuttum, en kötüsü ne biliyor musun yokuşu bile unuttum, karanlık deyip durduydum ya oranın hissini de unuttum..
not; üzgünüm, eğer bir anlam arıyorsan bu cümlelerde malesef yok.
#3164889
işin aslını açıklıyorum duyanlar duymayanlara bağırsın. şimdi geçenlerde bizim köyün muhtarı gelip bana köye bir 'deli' geldi yana yakıla seni soruyor dedi. 'beraber atina'ya mı ne gidecekmişsiniz'diye ekledi. 'hıı domestic bu' dedim. yok 'alaniyolaliyeye' gibi bir şey dedi.
beni aldı bir merak koşa koşa sözlüğe geldim. 855 tane mesaj 987si bundan. 'ben yaptım sen yapma'lar mı dersin. 'ayağına taş yoluna yoldaş olurum'lar mı?
kıyamadım 'tamam kız gel madem atina olmasada matinaya gidelim' dedim. yememiş içmemiş gelmiş buraya iffetine göz diktiğimden dem vurmuş. ayıp ayıp.. ne var ya hem diktiysek yabancı mıyız o kadar ortak kurulmuş kaçma planlarımız vardı seninle. neyse efenim showu sever kendisi. zamanında anlamıştım ama konduramamıştım. şimdi kondurdum. siz yine de çok şey etmeyin beni benle karıştırmışta olabilir.
hoş gelmiş. hoş gelmişim. bizim karşılıklı ağırlamamızda bu kadar işte. serde ne vardı? bknz.
değiştim, parça parça bıraktım benleri..
değiştim, parça parça kabul ettim senleri..
değiştim; çocukluğum, gençliğim, olgunluğum, orta yaşım, yaşlılığım..
bir anda mı? bilemem.. an'da mı? bu an'da..
dün yok artık yarın yok.. şimdiler diyarında, hiçliğin kıyısında ve anın tadında..
şems.. güneş..
karanlığı doğallığıyla parlatan... bir kişi değil o. bazen bir hal bazen bir söz bazen bir duygu bazen bir an...
şems beklenmez olunur. asıl mesele şems olacak bir gönül nasıl bulunur?
uzun uzun yıllar öncesinden beri bende garip duygular uyandırır zati muhterem. yaptıkları, yaşadıklarından ziyade bende bıraktığı his çok başkadır. bir sembol belki bir yaşam şekli ifade edemem bunu. etmelide değilim sanki. ismini görmek içime bir dalga bıraktı yeniden. sevgi ve farkındalıkla...
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.