darksideofthemoon yazar profili

darksideofthemoon kapak fotoğrafı
darksideofthemoon profil fotoğrafı
rozet
karma: 8260 tanım: 1463 başlık: 95 takipçi: 35
Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.

son tanımları


viski ne ile iyi gider sorusu

çikolata, badem, turşu.
devamını gör...

imar affının sonuçları araştırılsın önergesine akp ve mhp'nin ret oyu vermesi

38 gün sonra tekrar görüşülecek olan önergeye verilen yanıt.
devamını gör...

deprem sayesinde türkiye'ye tank göndermeye gerek kalmadı

yanlış yorumlanmış bir karikatür. burada charlie hebdo dergisinin avrupayı ukrayna için "tank göndermeye bile gerek yok" sözü ile eleştiriyor dergi. ab ülkeleri tank göndermeye bile gerek yok demişlerdi. şimdi türkiye'deki deprem için de "tank göndermeye bile gerek yok" mu şeklinde bir avrupa eleştirisidir bu. bunu anlayabilmek için charlie hebdo'yu, onun politikasını ve avrupa eleştirisini bilmek takip etmek lazım tabi ki. ama bilmeden eleştirmek de düpedüz cahillik.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının şu an ihtiyacı olan şey

binlik chivas
devamını gör...

sözlükteki 30 yaşı aşmış bunak çetesi

sözlüğe yazar alırken 18 yaş sınırı ve bazı testler yapılması gerektiğini gösteren başlık.
devamını gör...

cici (film)

(bkz: berkun oya) nın netflix için yaptığı, 2022 yapımı muhteşem filmi. ilk söylemem gereken şey şu: berkun oya sosyoloji bilimini ve psikoloji bilimini türk sinemasına uyarlama konusunda artık ustalaştı. bu filmde özellikle 2 buçuk saat süren bir psikoterapi öyküsü izlemiş gibi oldum. aile bireylerinin yaşadığı/hissettiği çocukluk travmalarının yetişkinlikte doğurduğu/doğuracağı sorunlar öyle güzel ele alınmış ki bir çok sahnede beni ağlattı. sanki bir aile psikoterapisini bir oda ve bir evde sahneye almışlar, psikodrama yapmışlar da bize izletiyorlar gibi. (zaten berkun oya tiyatrodan sinemaya evrildiği için bir çok sahnede tiyatral anlar görüyoruz) ikinci değinmek istediğim şey yine çevre psikolojisi ile ilgili. ve eşya ve insan konusunun çevre psikolojisindeki önemi ile ilgili. eşyaların, kokuların, bir müziğin yani çevrede olup bitenlerin hafızamızdaki yeri ve bize olayları anımsatması hatta o travmaları gün yüzüne çıkarması ne kadar mükemmel bir şekilde işlenmiş.
bir paragraf da oyunculuklara açmak lazım. tek tek bütün oyuncular harika performans göstermiş. filmin asıl başarısı (tüm diğer eleştirilere rağmen) oyunculuklarda gizli zaten. ama (bkz: olgun şimşek) abimize ayrı bir şeyler söylemek lazım. abi bu nasıl bir oyunculuktur! karakteri oynamamış adeta yaşamış. bu duyguyu bana nasıl hissettirdin sen. inanılmazsın. o salihayla yüzleşme sahnesinde ağlamayan duygusuzdur net.
filmin konusundan azıcık bahsetmek istiyorum hiç spoiler vermek de istemiyorum ben sadece bana hissettirdiklerini yazmak istedim. konu özetle, anadolunun bir köyünde yaşayan bir aile, almanyadan gelmiş çocuklara sert davranan bir baba, korumacı bir anne, çocukların okumasını isteyen köyden kente göç etmek isteyen bir anne, 3 kardeş ve 1 akraba çocuğu (anne babası ölmüş ve bu ailenin yanına çoban olarak yerleşmiş) ve yaklaşık 30 yıl sonra bu kişilerin tekrar bir araya -aynı evde- gelmesi ve o çocukluk travmalarıyla yüzleşmeleri.
ben çok sevdim açıkçası. harika bir türk filmi olmuış.
devamını gör...

kulağınıza küpe olan öğütler

temet nosce (kendini bil)
devamını gör...

vahşetin çağrısı

jack london'ın muhteşem kitabı. yazar bu kitabında bir köpek olan buck'ın hikayesini onun gözünden anlatıyor bize. bir diğer köpeklerle ilgili kitabı da beyaz diş idi. ikisini bir düşününce jack london'ın köpeklere bve köpek yaşamına ilgisi gerçekten ilginç ve güzel bir iz bırakıyor bende. yalnız kitabın isminin türkçe çevirisi için -bir çok kişi bir çok yerde yazmış ama- eleştirilere ben de katılıyorum. ortada bir vahşet çağrısı yok gibi. bana da daha çok vahşi doğanın çağrısıymış gibi geliyor. buck'ın atalarına, özüne dönüşü. yani vahşi doğaya gibi algıladım ben kitabın özellikle son bölümünde.
kitabın ilk bölümünde -çok kısa bir şekilde geçse de- buck'ın santa clara vadisinde yargıç miller isimli birinin gösterişli evinde yaşayan, çocukları ve evi koruyan iyi bakılan bir köpek olarak karşımıza çıkıyor. sonrasında ise evin uşağı tarafından kaçırılıp, satılıyor ve kuzeye doğru bir yolculuğa çıkarılıyor. tabi kızak çeken koşum bağlanan bir köpek olarak. ve bundan sonra başına gerçek hayatta ve gerçekten hayatta kalma mücadelesi vermesi gereken, bu mücadeleyi verirken "orman, sopa, diş, sokak" kanunlarına karşı da mücadele vermesi ve bunlara uyum sağlaması gerekmektedir. bir kötü insandan başka bir kötü insana, bir kötü koşuldan başka bir kötü koşula doğru sürüklenirken buck bu yasalara uyum sağlar ve mükemmel bir survivor olur. ve hatta bir hayalet bozkurta dönüşür. bu açıdan baktığımda buck üzerinden bütün canlıların yaşam şartlarına uyum sağlamada ve şartlara göre o canlının doğasının da değişebileceğine bizi inandırıyor yazar. bu değişimi an be an bize yaşatıyor.
jack london muhteşem bir yazar ve mutlaka okunması okutulması gereken bir yazar. vahşetin çağrısı da benim en sevdiğim kitaplardan biri.
devamını gör...

evrenin sonundaki restoran

otostopçunun galaksi rehberi serisinin ikinci kitabı. bu seri ilk olarak bir radyo programı olarak douglas adams tarafından yaratılmıştır. yayınlandığı yıllarda ve sonrasında özellikle amerika'da fırtınalar estirmiş, radyo programının ardından, bilgisayar oyunları, filmler, kitaplar ve daha bir çok endüstriyel alanda yayılmış ve yazara inanılmaz paralar kazandırmıştır. genel konu ile ilgili (bkz: otostopçunun galaksi rehberi) başlığındaki #2073229 entriye bakabilirsiniz.
bu kitapta macera kaldığı yerden tam hızla devam ediyor. arthur dent ve ford prefect'in başlarına gelmeyen kalmıyor. hayatın anlamını, kırk ikinin ne anlama geldiğini bulmak için çıktıkları yolda, en sonunda zamanda 2 milyon yıl geriye kadar gidiyorlar. tabi ki evrenin sonundaki restoranda yemek yedikten sonra ve tam da oradan. yine kendilerine marvin, trillian ve zaphod eşlik ediyor.
aslında bir bilim kurgu distopya serisi olan bu kitap inanılmaz derecede felsefe içeriyor. hele bu kitabın 29 . bölümünde evrene hükmeden adamla (ya da öyle sandıkları) zaphod ve trillian 'ın bir sahnesi var. gerçekten sanki o adam socrates veya pyrrhon gibi sorular sormakta ve adeta bizlere bir filozof olaylara nasıl bakar, nasıl düşünür, nasıl şüpheyle yaklaşır gibi konuları gösteriyor.

ve son bölüm... bu son bölümde kahramanlarımız zamanda iki milyon yıl öncesine gittiklerinin, burasının dünya olduğunun ve insanlık tarihinin buradan başlayacağının farkına varıyorlar. bizlerle iki milyon yıl önceki atalarımızı tanıştırıyorlar. ve böyle olunca da insan ister istemez üçüncü kitabı merak ediyor. şimdi sırada o var. (bkz: hayat, evren ve her şey)
devamını gör...

makina elektrika

taptaze (bkz: pentegram) albümü. uzun yıllardır bu albümün çıkmasını bekliyordum. bence çok iyi olmuş. ağzınıza, elinize, kaleminize sağlık babalar.
devamını gör...

hayır demeyi bilmek

iletişim yayınlarından çıkan, ilk basımı 2000 yılında yayınlanan, psikolog marie haddou'nun kitabı. sağlıklı sosyal ilişkiler için reddetmeyi öğretmek mottosu ile çıkmış bir kitap.
kitap iki kısımdan oluşuyor. her iki kısım da kendi içinde bir çok bölümden oluşuyor. ilk kısım : anlamak.
bu kısımda "hayrı" diyemeyen kişilerin, kişilik özellikleri, neden hayır diyemedikleri üzerinde duruluyor. tahmin edersiniz ki çok önemli bir kısmı yine çocuklukta yaşananlarla ilgili maalesef. bu kısımda hayır demeyi yeniden öğretmeye çalışıyor, hayır demenin neden bu kadar zor olduğu üzerinde duruyor, hayır diyebilen insanlarla diyemeyen insanların arasındaki farkları bize anlatıyor ve sonrasında da bazı taktik ve yöntemlerle okuyucuya hayır diyebilmek için kendilerini nasıl hazırlayacaklarını, nasıl daha bilinçli hale gelebileceklerini ve davranış tarzlarını nasıl değiştirebileceklerini anlatıyor. bu kısımda bilişsel çarpıtmalar, otomatik düşünceler gibi bilişsel davranışçı psikoterapi yöntemlerini kullanıyor.
ikinci kısım: öğrendiklerinizi uygulamak, diye geçiyor. bu kısımda daha çok örnekler üzerinden uygulamaları anlatmış. iş yerinde hayır demek, dostlara hayır demek, aşkta hayır demek, aile içinde hayrı demek, günlük yaşamda hayır demek gibi başlıklarda bu konularla ilgili yanlış uygulamaları, onların sonuçlarını ve yerlerine hangi doğru yöntemler uygulanabileceğini anlatıyor.
bence gayet faydalı bir kitap. bu kitabı okuduktan sonra "hayır" diyebilme konusunda mutlaka kendinizi değiştirmiş olursunuz.
devamını gör...

oslo 31 ağustos

oslo 3'lemesinin ikinci (ve bence en iyi ) filmi. norveç'li yönetmen joachim trier tarafından 2011 yılında çekildi. 3lemenin bir diğer filmi olan (bkz: reprise) den 5 yıl sonra çekildi. ilk filmdeki ana karakteri oynayan kişi yine baş rolde. (anders danielsen lie)
ben bu 3'lemeyi son film ile fark ettim. 2021 yılının en dikkat çekici filmlerinden biri olan dünyanın en kötü insanı filmi meğersem oslo 3lemesinin son filmiymiş. öyle olduğunu öğrenince hemen diğer filmleri de izledim. bu 3 film arasından en sevdiğim kesinlikle oslo, 31 ağustos oldu.
filmde varoluşçu felsefeden esintiler dolu. genel olarak bahsetmem gerekirse, ana karakter, anders, bir bağımlı. bir rehabilitasyon merkezinde tedavi görmekte. bir süre sonra tedavisi tamamlanmış olacak ve tekrar hayata karışacaktır. dışarıdaki temiz hayatına devam edebilmesi için kendisine uygun bir iş görüşmesi bile ayarlanmıştır. (bir dergide editör yardımcılığı) ve anders, 1 günlüğüne hem iş görüşmesi yapmak hem de kız kardeşini görmek ve arkadaşlarıyla iletişe geçmek için rehabilitasyon merkezinden ayrılır. işte film aslında o 1 günü içeriyor. ancak o 1 günde biz andersle birlikte hayatın anlamı, neden yaşıyoruz, yaşamın bir amacı var mı, bağımlılıklar, evlilik, otantik yaşam mı yoksa konformist bir yaşam mı daha anlamlı gibi konuları yaşıyoruz.
1 gün, andersle, oslo'da turluyor ve kuzeyin muhteşem manzaralarını adeta yaşıyoruz.
tabi ki son sahne çok dramatik... ama benim için daha dramatik bir sahne varsa o da andersin kafede kardeşini beklerken kulak misafiri olduğu konuşmalar. buraya yazmayacağım ama siz izlediğinizde hangi sahne olduğunu ve ne demek istediğimi anlayacaksınız.
devamını gör...

reprise

oslo 3'lemesinin ilk filmi. 2007 yapımıymış. istanbul film festivalinde altın lale almış. tabi ki ben de hem oslo 3'lemesini hem yönetmen joachim trier'i hem de bu filmi, 2021 yılında çıkan (bkz: dünyanın en kötü insanı) filmini izledikten sonra öğrendim. o filmi ve oyunculukları ve yönetmeni çok beğenmiştim. dün akşam da reprise (tekrar) izledim. gerçekten muhteşem bir film. yönetmene bir kez daha hayran oldum.
yazarlık, yaratıcılık, dostluk, edebiyat, müzik dolu bir film.
yaratıcılık üzerinde baya durulmuş, yazmadan önceki geçen zamanda neler yaşanıyor, yazarların başlarına neler gelebiliyor -psikoz dahil- ilham dediğimiz şey hep aynı şekilde mi gelir. bu konular güzel işlenmiş.
filmde benim için çok can alıcı bazı durumlar vardı, ana konusu dışında. eril bir gözden ortaya çıkmış, yönetmen bunu bile isteye yapmış. güzel bir ayrıntı. erkek arkadaş gurubu, ciddi ilişkisi olanla dalga geçilen bir gurup, evli olan arkadaşlarının evini pencereden gördüklerinde ortam kötü deyip çekip gidiyorlar, ancak aradan yılar geçtiğinde hemen hemen hepsinin ciddi ilişkileri olduğunu da görüyoruz.
norveç sahneler baya iyi bence. insanın bir kuzeye gidesi geliyor.
not: aradaki ikinci film (bkz: oslo, 31 ağustos) ben onu heniz izlemedim. bu filmle onun arasında 5 yıl var. üçüncü film ise ikinci filmden 11 yıl sonra çekilmiş. bence dikkat çekici bir 3'leme...
devamını gör...

tuana

türk pop müziğinin belki de en iyi albümü olan medcezir albümünün benim için en iyi şarkısı.
devamını gör...

stoa felsefesinin kuruluş fragmanları

albaraka yayınları, felsefe dizisinden güzel bir derleme kitap. stoa felsefesine ilginiz varsa harika bir giriş kitabı olabilir sizin için. ben bir süredir stoacılıkla ilgili kitaplar okuyorum. bu kitap da önüme yeni çıktı. stoa felsefesinin kurucusu sayılan kıbrıslı zenon ve onun öğrencisi olan kleanthes'in düşüncelerini, yaşam tarzlarını, yaşam öykülerini ve öğretilerini latince ve eski yunancadan güzel bir çeviri ile derlemiş ve bu kitabı basmışlar. özellikle eski dönem stoacı filozofların yazılı eserleri direkt olarak günümüze ulaşamamış. zira 2300 yıl öncesinden bahsediyoruz. bir de bu adamlar böyle çarşıda pazarda etrafına milleti toplayıp anlatan, ders veren adamlar. sonrasında stoa okulunu kuruyorlar ama orada da eğitimler hem anlatı üzerinden oluyor. sonraki yüzyıllarda öğrencileri ve öğrencilerinin öğrencileri bunların anlatageldiklerini, ders notlarını, nesilden nesle aktarılanları derleyip bu şekilde kitaplar yapmışlar.
kitapta her iki filozof için iki ayrı bölüm var. bu bölümlerde önce onların biyografileri sonra da belli başlı konular üzerine düşünceleri mevcut. etik, izlenimler, erdem, mutlu bir yaşam, ahlak gibi konular üzerine düşünceleri ve felsefeleri mevcut.
bir paragraf albaraka yayınları için açmak istiyorum. gerçekten sanat, psikoloji, felsefe, psikanaliz , bilim gibi konularda harika kitaplar basılıyor. mutlaka bir göz atın derim.
devamını gör...

mutluluğun formülü

zenon'dan bir kehanetten çıkar gibi şu olağanüstü söz çıkar: "mutlu yaşamak için erdemin kendisi yeterlidir."
devamını gör...

erkeği cinsel obje olarak gören kadın

kadını cinsel obje olarak gören erkekten hiç bir farkı olmayan kadın.
devamını gör...

yazarların unutamadığı film replikleri

- kolyeni bende düşürmüşsün akşam. gel al.

- yangında düşürdüm sanmıştım.

- yangın sayılır.

ağır roman, mustafa altıoklar
devamını gör...

ikili ilişkilerde duygusal manipülasyon

ilişkinin toksikleştiğini gösteren durumlardan birisi. hemen uzaklaşılması gereken durum.
devamını gör...

madam arthur bey ve hayatındaki her şey

(bkz: mine söğüt) ün okuduğum ikinci kitabı. kurmaca bir roman. yapı kredi yayınları'ndan okudum. bu aralar can yayınları da basmaya başladı. madam arthur bey ile ilk kez yazarın (bkz: deli kadın hikayeleri) kitabında karşılaşmıştım. orada bir hikayede geçiyordu madam arthur bey bir kadınadam olarak. bu kitapta da olaylar ve kurgu onun etrafında geçiyor.
öncelikle şunu söylemeliyim ki kitaptaki karakterlerin her biri ayrı ayrı bir roman konusu olacak karakterler. her birinin karanlık, esrarlı, gizemli bir tarafı var. her birinin anlatacak ya da anlatamayacak bir hikayesi var. her karakter nev-i şahsına münhasır karakterler. en acayipleri ise tabi ki madam arthur bey. hem hikayesi hem yaptıkları hem de görüntüsü ile.
kitapta sürekli bir döngü var. sanki zamanın bükülebilirliğine bir gönderme yapıyor yazar. her şey sanki tekrarlıyor ve her olay sanki birbiriyle bağlantılı. sanki bir nolan filminin içindeymişim gibi hissettim zaman zaman.
karakterlere bakacak olursak olcayto benim favori karakterim. kendisi bir yazar - ya da yazar olmak istiyor en azından- ve eski fotoğraflara bakarak onlardan kurmacalar yapmak isteyen bir yazar. nagehan bir seks işçisi. her gün intihar etmeyi düşünen. madam arthur bey bir kadınadam. hayaller kuran ve kurduğu bu hayalleri fotoğraflayan ve de hayalleri gerçek olan bir karakter. maria demirperde ülkelerindeki savaştan kaçan bir kadın. kara yalı'da madam arthur bey ile birlikte yaşıyor. hiç konuşmuyor. dilsiz maria. madam arthur beyin sevgilisi fotoğrafçı keşşaf hanuman. ve daha diğerleri.
gerçekten karanlık bir roman ama daha ilk sayfasından sizi içine çekiyor ve asla bırakamıyorsunuz. bir girdaba benzetmiş bir yazar romanı sizi de içine çeken büyük bir girdap.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim