dün akşam vakti, hayatımda son kez bu kelimeyi söyleyebilme şansımı kaybettim.
dedem. küçükken elimden tutup beni yemyeşil sokaklarda gezdiren dedem. ilk torunu olduğumdan olsa gerek, herkesi unuttuğunda dahi beni hatırlayan, ela gözlü, canım dedem. bize her geldiğinde en sevdiğim çikolataları, dondurmaları alan, bilinci gidene kadar cebime para sıkıştırmadan asla bırakmayan, evine her gittiğimde, ne kadar ağrısı olursa olsun yattığı koltuktan doğrulan canımın içi dedem.
benim dedem zor adamdı, binbir türlü huyu vardı. onu her gördüğümde, farklı bir yönüyle tanışırdım.
küçücük bir çocukken, neşeli mi neşeli bir dedem vardı, anneannemden gizli benimle misafir odasına girer (nedendir bilinmez, o misafir odası asla dağılmamalıydı), bozuk televizyonu zorla çalıştırmaya çalışır, benimle yastık savaşı yapar, radyodan sayısız kanal çevirirdi. gazeteleri açar, okur, okudukça şaşırırdı. ne zaman bir çizgi film açsam hayretler içerisinde kalır, "neler yapıyorlar böyle!" diye abartılı tepkiler verirdi.
ergenliğe girdiğimde daha sert bir dede figürü çıktı karşıma. dershaneden çıktığımda, arkadaşlarımla yürürken karşılaştığımızda bir baş selamı verip geçip gitmişti, nasıl da şaşırmıştım. ben onun biricik torunu değil miydim, bir baş selamı mıydı ederim? çok geç olmadan, dedemin görgü kurallarıyla tanıştım. toplum içinde nasıl ağırbaşlı olduğunu hiç bilmiyormuşum meğer. aynı hafta anneannemlere gittiğimde, birlikte number 1 açıp ergenliğimin favori popçularını birlikte izleyip gülmüştük, anlamadığımız sözlere sahip şarkıların melodilerine eşlik etmiştik oysa. ama sürtüşmeye de başlamıştık. sanırım fazla yüz bulmuştum, 11-12 yaşın verdiği o her şeyle dalga geçme haliyle dedemle, hafızasıyla, bana verdiği tavsiyelerle dalga geçmeye başlamıştım. bunu öyle çok da belli ederek yapmıyordum, ya da öyle sanıyordum. çekti karşısına beni, hatamı anlattı, utandıkça utandım, yerin dibine girdim. eğer insanlar hiyerarşik olarak dizilecekse karşımda, o uyarıyı yaptığı gün, dedem en üst katlardan birine çıkmıştı benim için.
yıllar geçti, üniversiteye geçtim. beni ne zaman görse, karışık bir dua ederdi. karışık diyorum, çünkü hayatın bana getirebileceği her güzel şeyi o duanın içerisinde isterdi. "rabbim seni iyilerle karşılaştırsın, çabalarını başarıyla taçlandırsın, yüzünü güldürsün, iyi insanlarla karşılaştırsın, vatana millete hayırlı biri olmanı nasip etsin..." diye uzar giderdi bu dua.
sonra bir gün, hasta olduğunu öğrendik.
5 yıl savaştı. ben 5 yıl üniversite okudum, o 5 yıl hastalıklarla mücadele etti, durdu. beni her gördüğünde yüzünde gülümsemesi, duasını eksik etmedi.
dede, bugün sabah son final sınavımı verdim, sanırım mezun oldum. bu haberi sana verebilmeyi çok isterdim. sınavımdan sonra size geldim, tanımadığım bir sürü insan vardı, ama sen yoktun. tencere tencere yemek pişirildi, ama hiçbiri sana yapılan tuzsuz yemeklerden değildi. senin tanımadığına emin olduğum bazı insanlar geldi sonra, pilav yerine ekmek istedi. sonra bir arabayla geldiler, bir imam indi, tabutun içinde sen vardın. helallik istediler.
sanki seni tanımıyorlarmış gibi.
ben bugün mezun oldum dede, sonra da başımdan sürekli düşen bir örtüyle cenazene katıldım.
devamını gör...